Arca bebekken etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arca bebekken etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Kasım 2010 Salı

Bayram traşı ve mutlu bayramlar



Arca ilk defa berberde traş oldu, bundan önceki 2 seferi evdeydi. Berberde müthiş eğlendi, hala nereye gidelim deyince "berbere" diyor.



Mutlu bayramlar

Cimcim Tekir ile Minnoş

Ev ayakkabısı mı alsak dedim, yok hem pahalı hem bizim ev sıcak hem de izmir’de kış ne kadar ki? E bi de giymek istemezse? Caydım… Twiggy’de bu çorapları buldum. Pırtık Tekir kitabından beri daha da kedi delisi olan Arca’nın ruhuna iyi geldi bunlar. Çok kalın, altı kaymıyor. İyice soğuklarda başka bir çorabın üstüne giydiriverirsin.
Bazen arıza çıkarıyor. Giymek istemiyor. O zaman anne başlıyor kedilerin ağzından konuşmaya “aa Arca biz seni çok özledik, sen bizi özlemedin mi? Hadi otur da ayaklarına bakalım, hmm üşümüş hadi giy bizi pisi pisi miyaaav”. Allahım nasıl da saf nasıl da içten! Biliyor onları benim konuşturduğumu yine de tava geliyor, onları bağrına basıp geçirtiyor ayağına. Giymekten leş gibi olunca 2 çift daha ev çorabı oldu, biri yine kedili biri dalmaçyalı.

Bu çoraplar sadece çorap değil. Bambaşka görevleri de var. Mesela geçen gün Arca’ya balık yedirmeye yaradı. Şöyle ki: Balıkları fırına koyduktan sonra ben salata yaparken Arca’nın önüne de marul koydum, o da kendince kesiyor, salata yapıyor. Bu arada havuçtu, mısırdı, soğandı derken yemek öncesi epey atıştırdı. Sıra balık yemeğe gelince yan çizdi düdük!! Uy faka bastık! İlker balıkları ayıklarken biz Arca ile bizim yatağa gittik, tepişiyoruz, arada “balık yiyelim, hadi mutfağa gidelim” diyorum HAYIM! Diyor. Neyse tepişirken çoraplar çıktı, ben de onları kukla yaptım. Biri Minnoş oldu diğeri Cimcim Tekir (Pırtık tekirin bebeleri) balıkları çok sevdiğinden tut da cimcimin güzel miyavlamasını balığa borçlu olduğuna kadar epey dil döktüm, baktım gelmiyor. Aldım çorapları mutfağa. Allah biliyor ya son kozumdu. Baktım pıtı pıtı geliyor düdük! Ben göz ucuyla seyrediyorum, bir taraftan çoraplara pardon cimcim ile minnoşa balık yediriyorum. Hop oturdu. Bi kendi yiyor bi kedilere yediriyor. Arada yüksek tonda miyavlıyor, ben gaza getiriyorum, yok daha çok ye ki sesin daha çok çıksın Hüsnü’nün kedisi sen ol diye!! 350 gr civarında bir çipura mideye bu bir çift çorap sayesinde indi!!

12 Kasım 2010 Cuma

Savulun!! Sakarana sahalarda

Gecinden versin cenazemde imam "nasıl bilirdiniz?" diye sorduğunda cemaat "sakar bilirdik" diye haykıracak, adım gibi biliyorum! (Ne yani yalan mı söylesinler!!) Aslında küçük bi kadınım ama dötümü başımı nasıl o kadar çarpabiliyorum, anlamıyorum!! Var bi dengesizlik! Benim Arca bu yaşına sağ salim geldi ya bazen iyi diyorum melekler koruyor.

Melekler oğlumu anasından korusun!

Arca’yı kalçamın, elimin kolumun çarpması şeklindeki düşürmelerim artık sıradanlaştı.

Son numaram şöyle… Arca “angayay”(hayvanlar) ile oynuyor. Ben ona ev inşa ediyorum. (Evet kendisi sevmiyor ahşap bloklarla bina yapmayı anası o işi üstleniyor) Arca da hayvanlarını sokup çıkarıyor, yıkıyor falan filan… derken “kaka” dedi. Biz kaka gelince pıtı pıtı koşuyoruz tuvalete, hadi bu defa omzuma aldım yolda üstündekileri çıkarıyorum, kakara kikiri derken BAMM!! Meğer salon kapısının kanatlarından biri kapalıymış, Arca’nın alnı balon!!

------------------------------------

Ümit abla elektrik süpürgesi ile süpürüyor, Arca peşinden koşuyor. Aaa çok eğlenceli. Neyse ben aynısı yapayım Arca ile dedim, Arca süpürgeye doğru koşarken ayarlayamadım, ben de elimdeki süpürgeyi ileri ittim, BAMM! Süpürgenin sapı Arcanın kafasına.

------------------------------------

Sığışmışım yanına baktım uyuyor, atlayayım yataktan dedim, feryat yaygara!! Ayağına basmışım, off hadi bi daha uyut!!

------------------------------------

Arca’nın yatağının korkuluklarını kırmıştım zaten atlarken neyse bir gece maaile uyanmışız. İlkeri görmedim tabii, ben gözlerim kapalı Arcayı almışım kucağıma öpüp kokluyorum, derken uyudu galiba diyerek pufa çıktım, kucağımda Arca bu arada, oradan yatağa atlayacağım, biraz da Arcanın yatakta yatacağız, korkuluklar aşağıda sanıyorum, İlker de o arada korkuluğu kaldırmış, BAMM! Allahtan bu defa Arcada sorun yok, benim kaval kemiğim şişti, morardı…

------------------------------------

Hele Arca ile evden çıkışımız… Bizim sokak eğimli, pusetten Arcayı alıp otokoltuğuna yerleştireceğim, ulen her seferinde mi pusetin frenine basılmaz kardeşim, hadi puset yokuş aşağı kayar, Arcayı bağlar, ben arkasından koşarım, park halindeki araçlar zaten nasibini alır, caddeye çıkmaya ramak kala puset yakalanır.

------------------------------------

Arca koridorun başından anneye “nannan” (can can) yaparak koşar, sarılırlar, sonra oyun tekrar başlar. Son olarak tekrar nannan yapmak üzere depara kalktı, telefon mu çaldı ne, oturduğum yerden kalktım, saniyesinde BAMM!! Hızını kesememiş, salonun o kapalı kapı kanadına toslamış.

------------------------------------

Toslamış deyince… Geçende kahvaltıya gittik, önden İlker terasa çıktı, arkasından ben, Arca da arkamızda koşarak geliyor. Biz terasa çıktık, BAMM sesi ile döndük ki cam kapının bir kanadı kapalı ve Arca için fazla temiz bir cammış!

Cuma günleri Ümit abla Arca’yı sağlam teslim ediyor bize, pazartesi bir geliyor, kafa balon dudak patlamış… Annelik için ehliyet sınavı olsaydı, sakarlıktan sınıfta kalırdım.

9 Kasım 2010 Salı

Bana benzemiyor, hem de HİÇ!!

Fiziksel olarak benzemiyor, zaten bunu anlamak için ikimizi yan yana görmek yeterli. Röfleli saçlarımla Moldovyalı bakıcısı gibi duruyorum Arca’nın. Neyse bu meseleyi aştım artık, napalım, anasının şahane güzelliği oğluma geçmemiş: )

Mesele başka.

Çocukken çok hareketli ve girişkendim. Oyunun dibine vururdum. Futboldan, şebnemlere kadar geniş bir repertuarım vardı. Her türlüsünü severdim. Hala dizlerimdeki yara bere izlerinin her birini hatırlarım, güzel birer anı olarak: ) Neyse ortamlara çok hızlı giriş yapmak, çocuklarla hemen kaynaşmak gibi güzel özelliklerim vardı, yabancılık çekmezdim. Güzel özellikler olarak sayıyorum, çünkü bunlar etraf tarafından kabul görürdü ben de bu özelliklerim sayesinde mutlu, keyifli, dışadönük, hareketli bir çocukluk geçirdim. Bundan hiç zarar görmedim.

Şimdi bakıyorum da kendi çocuğumun da kendiliğinden böyle özellikleri olması gerekirmiş gibi bir bilinçaltı geliştirmişim.

Arca çok ama çok farklı benden.

Tatile gittiğimizde çocuk diskosu vardı, Arca dans etmeyi çok sever, daha yürümezken Ezel’in jenerik müziğinde öne arkaya sallanırdı (puhahaha koşarken obua da çalıyor). Dedim ki içimden kesin çocukların arasına dalacak, döktürecek. Yok öyle olmadı. Önce “hadi sen de dans et “ dedim. Yok, ayakları geri geri gitti. Ben oturdum, o bacaklarımın arasına yerleşti, birkaç şarkı diğer çocukları seyretti. Sonra şansımı bir daha denedim, ıh dedi, beraber gidelim mi? deyince elimden tuttu. Pistin kenarına iliştik. İkimiz dans ettik, bir süre sonra (bana göre epey uzun bir süre sonra) diğer çocukların arasında dans etmeye başladı, sonra pisti acayip benimsedi, mini disko bitmesine rağmen hala pistte daireler çizerek koşuyordu.

Geçen akşam İlknurlara gittik, Emrenin yeğeni Arca’dan 3 ay büyük, Yasemin. Nasıl bıcır bıcır tatlı bir çocuk, tam dilli düdük. Arca önce kalabalıktan tırstı, kucağımda iken evdeki herkesi süzdü, Emrenin ablası, emrenin babası, annesi, … diye tek tek herkese yoklama çekildi. Kenarda oynayan Yasemin’in yanına gidecek misin dedik, totosunu daha da yerleştirdi kucağıma. Uzatmayayım bir süre (yine bence epey uzun bir süre) sonra Yaseminle kanka olmuşlardı. Beraber dönen koltukta döndüler, kitap baktılar, koşturmaca oynadılar.

Ha havasında oldu mu bizi şaşırttığı da oluyor. Örneğin bir akşamüstü Göztepede yürüyüş yaparken apartman önünde oynayan çocukların yanına şaşkın bakışlarımız altında hop oturdu, “ee napıyoruz ne oynuyoruz” diye suratlarına baktı, onlarla yakalamaç oynadı. Hmm şöyle bir bakıyorum da bu sanırım tek örnek. Zaten biz de şok olmuştuk, hiç Arca davranışı değil.

Kısacası Arca asosyal bir çocuk değil, başka çocuklarla bir şekilde iletişimde, sadece kendinden biraz daha büyük ve baskın çocuklardan tırsıyor, geri adım atıyor, kendinden daha sakin çocuklarla da daha girişken bir yapı sergiliyor.

Bunları Topolino’ya gittiğimizde düşündüm, hani her çocuk farklı demiştim ya… Arca’nın sadece arabaları elinde tutarak durduğu o 20 dakikalık süre, epey uzundu, derin derin düşünmeme imkan verdi, baksana çocukluğuma bile indim: ) Gerçekten ben bir Ela, bir Ege idim çocukken. Tamam itiraf ediyorum, belki o kocaman kaydırak benim için bile zor bir deneyim olurdu ama en azından onlar gibi direkt dalardım ortama. Hayat’ın yüzünde annemin çocuk yelizin peşinden koşarkenki ifade vardı o gün. Onlarda kendimden bir şeyler bulduğum için takdir ettim belki de, vaayyy dedim.

Arca bence muhteşem bir çocuk, belki böyle temkinli, önden sorgulayan, bir durup düşünen karakteri ileride onun için artı bir özellik olacak, bilemiyorum. Arca’nın büyümesini seyretmenin ve bunun bir parçası olmanın kendi adıma benim için zor bir süreç olacağını seziyorum. Bendeki tezcanlılık, hareketlilik, çocukluğumdaki girişkenlik Arca’da yok.

Farklılığımızı kabul etmek en başta biraz emek istedi zaten, onu olduğu gibi kabul etmek zaman aldı. Onun adımları ile ilerlemek benim için de ilginç bir deneyim olacak.

7 Kasım 2010 Pazar

Mandalin kokulu haftasonu

Evin erkekleri uyudu, hatta bir tanesi epey önce uyudu, sonrasında mutfağı topladım, kahve yaptım, 2 haftadır kaydetip izlemediğimiz dizileri izleyelim diye İlkere söz vermiştim, uyukladığı koltuktan uyandırıp kahve ile dünden kalan cheesecake koydum önümüze, ikinci dizinin ortasında baktım uyudu, kapattım televizyonu. çamaşırları topladım, çamaşır astım, banyo yaptım, 3 hapşırığı müteakip mendillik olmuş burun akıntısı ıhlamur alarmı verdi, koydum demliğe ıhlamuru, oturdum. Önce kisd'e mail yazdım, sonra bizim ekiple ufaktan program yaptım, ıhlamuru limonla tanıştırdım aralarını yapmak için bal ekleyecektim kalmamış artık bıraktım kendi hallerine.

Güzel bir haftasonu... Cumartesi sabahtan ananede kahvaltı, Arca ananede kalır yeliz fotoğrafçılık kursuna kaçar. Şahane bir ders geçirir, dersten çıktığında artık "ışık" onun için eskisi gibi değildir. Artık "ışığın" anlamı değişmiştir. Hayatın akan her sahnesi artık onun için bir fotoğraf karesidir. Lakin Kordon'da fotoğraf çekmek için vakti yoktur. Biri ablasının doğumgünü biri de akşamki dostlar için olmak üzere 2 cheesecake ile Alsancak sokaklarında park yerine ulaşmaya çalışır, beyninde binlerce kare fotoğraf ile. Aksi gibi trafik de sıkışık, neyse bir şekilde ananeye ulaşır, Arca'yla ufak bir ayşecik filmi çevirmeleri için "vee... motor!" repliğini duymaya ihtiyaçları yoktur!! Derken Duru'nun geldiğini haber veren zili duyduğunda kalbi küt küt kapıya koşar " kim o?" der. Der valla!! Sonra ikisinin en büyük ortak yanı... biri okumayı biri okutmayı seviyor...

"Of ya kaç yaşıma geldim hala mı doğumgünü!!!" diye sızlanan ablam cheesecake'e daha fazla karşı koyamaz, tatlı sohbetler yapılır. Neyse ki geçen gece Duru giderken ortalığı kaldıran Arca bu defa ayrılığı metanetli karşılar. Ablamlar annemi ananeme bırakırlar biz de eve yollanırız. Dostlar gecesine cheesecake damgasını vurur, Zeynepin sütünü garanti arttıracağı söylenerek bol bol yedirilir.

Pazar sabah kahvaltı için hala, emmi ve mamami ile Çakıl'da buluşmaya karar verilir. Burası mandalin ağaçlarının arasında harika bir yer. Öyle 3-5 ağaç değil bildiğin dönümlük mandalin bahçesi. Arca "mannamin"lere dalar, ağaçlardan toplamak serbest, Arca mutluluktan mest.

Kahvaltıda kuruyemiş getirmişler, güzel bir hoşluktu. Arca kahvaltısını evde yaptığı için kuru kayısı, incir ve üzümleri ve pek tabii mandalinleri götürmekle yetinir. Parkta oynar, çimlerde koşar, yorulunca arabalarıyla masada oynar. Oynar, oynar... Anne de dünkü kursun pratiğini yapar. Ancak ayar konusunda iyi bir seçim yapmadığını ahanda buraya fotoları koyunca fark eder. Bir de buraya koyamayacağı fotoğrafların - çok net ve yakın çekimlerindeki göz etrafı kırşıklarının derinliğini!!! böhüüü!!!

Uzun lafın kısası güzel bir haftasonunu elimde mendil kafamda bigudiler, kulağımda Arca ve damağımda ıhlamur ile noktalıyorum.

5 Kasım 2010 Cuma

Amaan ko gitsin!!

Bugünün Cuma olması neşemi yerine getirmeye yetmiyor. O çocukluğumda öle bayıla içtiğim sandozun bir benzerini attı İlker çantama, iyi gelirmiş. Hayır gerçekten kötü. O pastiller de beni idare etmeyecek, biliyorum. Çok keyifsizim ama asıl sıkıntımı biliyorum ben!



Arca günlerdir uyumuyor.

Uyku sorunsalı vol.bilmem kaç!!

Uzun zaman olmuştu uykudan şikayet etmeyeli. "Yatır kaldır"ların yazı dizisi olduğundan beri bir olgunluk gelmişti üzerime. “hmm yoksa hidayete mi erdim? Bak oluruna bırakınca oluyor mu ne?” bile demiştim. Meğer başıma gelecekleri ön görememişim.

Bu uyku denen kabus ara sıra şekil değiştirip hortluyor. Yaş ilerledikçe sebepler değiştikçe o da gelişiyor güçleniyor. Her zaman aynı strateji iş görmüyor. Her enfeksiyonda farklı antibiyotik kullanmak gerektiği gibi alternatif tedavi yollarına ihtiyaç duyuluyor.

Artık iyice cinleşen cüce, kök söktürmenin farklı yollarını keşfetmiş durumda. Üstelik anababa yatağının tadını almışken bırakmak istemiyor haklı olarak. Tatilde üçümüz birlikte yattık, ne güzeldi diyemeyeceğim, onun için güzeldi bizim için zor. Yediğimiz tekmeler kahvaltı sohbetlerinin değişmez malzemesi oldu her sabah. Üstelik ezeceğiz diye korkuyoruz, daha doğrusu ben korkuyorum, uykular delik deşik. Sonra kimi günler sık sık kalkar oldu, bazı günlerse bütün gece uyudu. Özellikle bir tespit yapmak zordu, kısacası belirtiler değişkenlik gösteriyordu.

Hastalık ile birlikte, yatağa birlikte girmek anneyle el ele göz göze uykuya dalmak alışkanlık halini almaya başladı.

Bu arada iyi gelişmeler de olmuyor değildi. Örneğin yaklaşık 1 yıldır güven nesnesi yaratma çabalarımız Arca’nın tek gecelik ilişkileri ile çeşitleniyor, bir türlü tek nesneye odaklanamıyordu. Derken bir gün İlknur bir ayıyı hayatımıza soktu. Ayı yogi dedik kendisine, Arca kısaca AYİ diyor. Evet biliyorum çok yaratıcı değil. Hemen benimsemedi, biraz zaman aldı ama sonunda oldu. Ayısız bir yere gitmez olduk. Hemen aynısından (maalesef 1 ton açık renk) aldık ve sakladık, yedek olarak. Belli mi olur ya kaybolursa? Ben bu işten memnunum ama gece uyanmalarına, yatağa sorunsuz gidip kendi kendine uykulara dalmalarına çare olmadı Ayı. Kısacası tam amacımıza ulaşamadık.

Derken bazı stabil durumlar kendi belli etmeye başladı. Birkaç hafta boyunca, uyku rutinine başlama ve uykuya dalma arasında geçen süre epey uzamaya başladı. Özellikle 1,5 saati bulduğu gün, bu işte bir gariplik var dedim. Çok kısa geçeceğim…

Akşam eve gelirim, yemek yeriz.

Sonra kudurmacalı oyunlar, mümkünse dans-müzik vs…

Saat sekiz buçuğu geçerken ritim düşüyor, pijama süt ikilisi sahneyi alıyor, sonra kitaplar seçiliyor. Akkayay (arkadaşlar) – ayu, elly (fil), tavtan (tavşan), gogo (küçük ayı), panda, bakkumba (kaplumbağa), kuup (kutup ayısı) – yatağın içine özenle sıralanıyorlar, kitapları onların da dinlemesi lazım. Yatağa giriliyor. İlla ki her bir kitap birkaç defa okunuyor. Sonra masallara başlıyoruz, en az 2 masal okunuyor. Su baş ucunda, istiyor, içiyor, aydedeye el sallanmak isteniyor, balkona çıkılıyor, baba özleniyor, huzuruna çağırılıyor, öpülüyor, birkaç hikaye de baba anlatıyor, bu arada anne görüş alanı içerisinde mi kontrol ediliyor, baba sepetleniyor, anneye sarılıyor, kapı gösteriliyor, pek dirayetli anne kesinlikle dışarı çıkmıyor ama aynı dirayeti kucağa almak konusunda gösteremiyor, bir süre kucakta pışpışlanıyor, - bu süre zarfında sabır konusundaki uzmanlık sınavını tam geçecekken dellenmeye başlıyor – “yeter ulen yat zıbar” noktasına geliyor. Arca tınmıyor, eylemlerine devam ediyor, bağırmakla çözemeyeceğini anlayan anne, döt kadar yatağın içine sığışıyor, birbirlerine sarılıyorlar, Arca uyuyor. Yok uyumuyor zira anne daha telsizi aldığı an “anneeeaa” diye bir ses ile tekrar odaya giriyor, döngünün son 10 dakikası tekrarlanıyor, ve bu 3 defa daha tekrarlandıktan sonra Arca uyuyor, çoğu zaman anne de onunla uyuyor.

Nasıl? Şahane bir rutin değil mi? Böğürmek istiyordum!

Peki tamam, hadi böyle uyuduk diyelim, hadi her şeyi bir kenara bıraktım elele gözgöze uyuduk diyelim. Gece hemen her saat başı uyanmalar, çığlık çığlığa ağlamalar. Hastalık için doktora gidip sormasaydık, “diş var mı” diye, 2,5 yaş dişleri erkenden çıkıyor diye kendi kendimizi kandırıyor olacaktık.

Hülya dürttü, “napıyorsun, yine kendini prob yapmışsın, ver eline ayıcığını öp kocamanından, kapat ışığı çık, Tuna artık böyle uyuyor !” Evet “Hülya = prob tespit ve savma uzmanı”. Yapma yav yine mi prob olduk? Bir insanın bünyesi bu kadar mı probluğa yatkın olur, hey Allahım!

Adım büyük, hemen atamadım, temkinli yaklaştım.
Önce küçük bir diyalog ile alıştırma turları …
Yeliz : Tunayı biliyorsun annecim?
Arca : Una!
Yeliz : Evet tunanın annesi hülya ile konuştuk.
Arca : hülla
Yeliz : Hülya dedi ki Tuna artık büyük bir çocuk olduğu için annesi uyutmuyormuş, kendi yatağında ve kendi kendine uyuyormuş. Artık sen de büyüdüğüne göre Tuna gibi kendi kendine uyuyabilirsin. Hatta Ela, Berk, Ege ve Alpi de aynı Tuna gibi uyuyorlarmış.
Sonra yatağa gidiş ve anne yatağın yanında beklerken Arca uykuya daldı, tüm süreç (pijama, süt, diş fırçalama, 2 kitap ile sınırlama…) sadece 40 dakika sürdü. Ve bu hadise birkaç gece bu şekilde sürdü. İşin güzel tarafı gecede sadece 1 defa kalktı ve sadece su içip tekrar yattı.

Geçen hafta yaşadıklarımızı Hülyaya anlattım. YETMEZ AMA EVET :P dedi. Öncelikle yatakta bırakıp çıkmalısın dedi, dedim Arca daha küçük Tunadan, bişey olmasın, yok dene dedi. Sonra dedim ki Tuna minicikken emziğini bulurdu yataktan şimdi de suyunu bulup içiyor, seni çağımıyor? Ne iş? Çünkü kendi koyuyor dedi. Hmmm güzel detay!!

Tam olayın ikinci önemli adımını atmaya kendimi hazırlamıştım ki, her şey tepetaklak oldu. Yok uykuya geçişler hala şahane, hiç sorun yok, artık “tuna” hikayesi bile anlatmıyorum, direkt yatıyor. Ama yanından ayrıldığım an yaygarayı koparıyor. Sorun yok. Bir süre böyle idare ederim. Sorun şu ki; günlerdir uyumuyor. Hadi bir gece burnu akıyordu anladım. Günlerce üst üste gelince çok hırpaladı beni, dün akşam bir de hastayken tüy dikti. “Çıkarr” diye bağırdı bir ara. Bezi çıkardım bir daha da taktırmadı, sadece bana sarılıp duruyor. Yatmak da yok, koltukta oturuyoruz. Uyuduktan sonra bezi taktım, bir süre sonra yine başladı. İlginçtir, arca bezsiz dolaşmıyor ki alışmış olsun çıplak popoya? Sadece kakasını ara sıra da çişini yapıyor lazımlığa, sonrası hep beze.

Neyse sonuç? Yok bilmiyorum. 2 yaşından sonra düzelir mi? Geçer mi? Bir derdi mi var? Yok be ne derdi? sabah ben sürünürken adam balonlarıyla oynuyordu, haldur huldur koşuyordu. Bütün günü de harika geçiriyor, ee ne o zaman?

Bütün huysuzlukları geceleri hortluyor.

ARCA = KURT BEBEK

Öyle keyifsizim ki … kafa yoramıyorum bile. Amaan ko gitsin!!

2 Kasım 2010 Salı

benim bebem muhteşem!

UYARI : Bu adı üzerinde bir “benim bebem muhteşem” yazısıdır. Kendisinin b.kundaki boncukları dizdim dizdim, 2 sıra kolye yaptım, biraz yazıp tatmin olacağım. Bu aralar pek bi sevişkeniz, iyi taraflarını yazayım da olur da büyür açar okur, “ulen ne iğrenç bir bebekmişim anamın anasını ağlatmışım” demesin yavrucak, özgüveni neyim zedelenmesin.

Arca’nın kitap sevgisi

Öyle alttan alttan imaya gerek yok! Bizim oğlan kitap seviyor abicim! Hani övünülecek bir şeyse bu, totom kalkabilir, günahtır indirmeyiniz!!

Kargodan gelen paketten çıkan Kirpi ile kestane… eve gelir gelmez daha elimi yıkamadan oturtup okutturdu bana.

alt metin: bütün gün çalış, sonra gel üstünü bile çıkarmadan bebenle ilgilen!! Vallahi muhteşem bi anneyim:P
içses : yok öyle diil yiyosa dur bi elimi yıkayayım de, Allah yarattı demez basar yaygarayı


Sandım ki beni beklemiş! Yok babaneye ve ÜT’ye sonrasında İlkere defalarca okuttuktan sonra bir de benden dinlemek istemiş. Diğer paketi açmamışlar, kitap mı bilememişler. Halbuki paketin büyüğü oydu. Kasaba’nın En şık devi top 10 listesinin tepesine yerleşince, üzerine sevgili Evrenin Julia Donaldson kitapları ile ilgili yazdıkları birleşince, diğer kitaplarını almaya karar vermiştim, bu ayki listenin çoğu bu yazara ayrılmıştı: Tostoraman, Değnek Adam, Pırtık Tekir. Atakan serisinden 2 kitap daha eklendi ayrıca.

Yemekten sonra Arca’ya kargo paketini açtım ve odadan çıktım, hepsini tek tek inceledi, sayfalara baktı.
alt metin : entel bebe kitap inceliyor

Böyle bir 10 dakika sadece yeni kitaplarını sevdi. Ben de çaktırmadan seyrediyorum: ) Yatağa yerleştik, önce Atakanlar okundu. Önceki 2 tanesini yırtıp kendisi çöpe atınca özlemiş belli ki.

kendini telkin edici içses : evet fazla kitap seviyor, sevgisini pek haşin gösteriyor yavrucak, yoksa öyle hırçınlıkları hiç yok bebemin

Değnek adamı okuttu önce ama adapte olamadı galiba pek sarmadı. Tostoraman’dan açıkçası tırstım hani canavar gibi bişey korkar mı acaba oldum, hatta okurken araya kahkahalar filan sıkıştırdım, komik kitap havası verdim. Bayıldı!!
alt metin : evet bebesinin tepkisini öngörebilen, strateji belirleyebilen muhteşem bir anneyim:P

O gece hiç oyun oynamadık, sadece kitap okuduk.
alt metin : diyorum işte, muhteşem anneyim!! Ama bebem de süper entel bebe, okuyor, okutuyor
içses : hay ağzına mıçayım ezeli de kaçırdık!!


Arca’nın damak tadı

Pazar günü yemeğe gittik, İlker büfeden fırında baharatlarla pişmiş patates getirdi, tadına bakmadan Arca’ya yedirdi: “ACİİİ” dedi. Evet dostlar Arca henüz acı yemedi ama tadının acı olduğunu biliyor. Nasıl? Bizim oğlan gurme!! 2 gün karı koca “allahım bir gurme yetiştiriyoruz, yakında şarap tadım kurslarına da başlatırız, evet evet o bir gurme” şeklinde birbirimizi ortak ürettiğimiz mahsül için tebrik ededuralım, ben olayı sabah ÜT’ye anlattım.
- Hee biliyo tabii canım, geçende eline verdiğim biber acı çıktı, epey bir içine işlemiştir, dedi. Sağolsun bizim balon tısladı: )
Bir de çirkini öğretmiş, sağolsun, beğenmediği yemeğe yaftayı yapıştırıyor. Artık sadece makka, piza, pide, ayyan… bu damak tadı denen illet bize yemek seçme olarak geri döndü!

iç ses alt metin filan yok hadise kabak gibi ortada işte!!!

Arca’nın oyuncak konsantrasyonu

Evet bizim oğlan hem entel, hem gurme, hem de oyuncak konusunda muhteşem. Özellikle oyun oynarken dikkat çekici derecede konsantre :))
Ben sustum video konuşsun.
Sesli izlemeye çalışın, hayvanların seslerini çıkarmaya çalışıyor.



Şimdi postu burada kessem diyeceksiniz ki "ne güzel oynuyor çocuk!" öyle değil işte, olayın devamında Arca acayip sinirlendi, yıktı döktü. Hehe tabii çekmedim o görüntüleri. Hiç yakışır mı “benim bebem muhteşem” postuna?

Son söz:
Çok kastım ama olmadı, “benim bebem muhteşem” postu bile ancak bu kadar oldu! Şunu anladım ki insanın önce kendini inandırması lazım çocuğunun herkeslerden daha bi harika olduğuna! Yoksa her çocuk özelinde özel, harika, muhteşem ve her çocuk aslında bir o kadar normal.

--------- bu post ilham kaynağım olan normal çocuk analarına ithaf edilmiştir ------------

31 Ekim 2010 Pazar

hem hepsi farklı hem hepsi aynı

bilmece bildirmece kaydıraktan kaydırmaca :)
5 toddler... hani ne çocuk ne bebek... ikisinin arası bir yaş döneminde geçiş aşamasını tamamlayan insan küçüğü tür.
en büyüğü 2 yaşını dolduralı hepi topu 4 ay olmuş. en küçüğü ise yer cücesi Arca.
Havanın kötü olacağını varsayarak topolinoya gitmeye karar verdik. Arca ilk defa gidecek böyle bir ortama. Nasıl anlatsam? Parka gidiyoruz dedim.

Hayat, Hülya, Elif, Nil... ve pek tabii diğer cüceler Ela, Tuna, Ege, Berk.
Oyun alanına girdik...

Naçizane gözlemler...

Ela(21 ay), Hülya'nın deyimiyle o bir amazon!! Ela ortama girdi ve direkt adapte oldu, hatta saniyeler içinde ortamın bir parçasıydı. Hiç yadırgama yok! Onun için kaydırak olsun, tırmanma, atlama, zıplama olsun. Ela'nın bizi kopardığı an!! Nil dedi ki : "Şahsen BEN kayamazdım!!"


ve son olarak bizim oğlanlar yorgunluklarını ara öğünle giderirken Ela hala orta pistte dans ediyordu.

Berk... 2 yaşını dolduralı henüz 1 ay oldu. Hiç sağa sola bakmadan direkt büyük çocukların oynadığı kaydırağa daldı. Dedim ki "Nil hayrola? geldiniz mi siz buraya daha önce? Berk ne güzel patır kütür oyuncaklara daldı?" ona göre kreşten alışkın, yoksa zor. Olabilir ama bayıldım. O nasıl bir özgüven, hiç arkasına bakmadı.

Yine Arca ile tatlı münasebetleri oldu. Bunlar ilerde garanti kanka olacaklar.

Ege... 2 yaşını dolduralı 1 aydan biraz daha fazla oldu. Tunayla birlikte zıp zıpın dibine vurdular. O nasıldı hatırlamıyorum, Hülya anlattı, Tuna Ege ayakkabısını çıkardı diye, çıkarmak istedi, Ege de Tuna çorabını çıkarıyor mu diye kenardan kesti:P Çıkarsa anında çıkaracak. Arca'nın araba gözüne hoş görününce şansını denedi, Arca ödlek düdük bastı yaygarayı, Ege de "efendilik bende kalsın, küçüğü üzmeyelim" dedi diğeriyle oynadı canım benim!

Tuna... en büyükleri, ortamın paşası (puhahaha)! şaka bir yana Arca sürekli Tuna'yı kesiyor. Turuncu kamyonu sırf o oynasın diye getirdi, benzeri Tuna'da var ya. Tuna için tüm oyuncaklar hikaye gibiydi, o kaydırağın 3 katı kadarına tırmanmışlığını bildiğimden Tuna'nın rahatlığı hiç şaşırtmadı beni.


Arca... kan bağımız olduğundan en çok onu gözlemledim, daha doğrusu gözümü üzerinden ayırmadım mecburen:) Evden çıkarken dedim ki Arca'ya 2 tane araba alabilirsin. Kırmızı kamyonun yanında üzerine binilebilen mcqueen'i seçti. Eh seçenekleri sınırlamazsan olacağı bu. Dedim ki arabaya sığmaz, bak bu Tunanın çöp kamyonundan hem o da oynar belki, o zaman bipbip'ten vazgeçti. Tabii bu hadise bi tarafımızda patladı. Çünkü bipbipe benzer arabalar varmış, Arca iki tanesini sahiplendi, en az 20 dakika ne bindi, ne paylaştı, sadece elinde tuttu.

Psikolojide bir analizi vardır kesin. Bir ara kaydıraklara gitmek istedi, sanırım, bırakmak da istemedi, beraber gitme girişimlerinde bulundu. Örneğin Elanın daldığı o kaydırağa yaklaşmak Arca'ya 15 dakikaya maloldu. Hatta o hani büyük çocuk kaydırağı var ya, orada sanırım yarım saat harcadık, sadece tepesine tırmanmak için. iki basamak tırmanıyor, 3 defa arkasına bakıyor, sonra birkaç defa geri dönmeye çalışıyor, sonra gözleri beni arıyor, ses etmezsem surat buruşuyor. Görünce, cesaretlenince devam. ÖDLEK!! kibarcası TEMKİNLİ:)

Tadını alınca kudurdu. Biya, biya (bir daha) diye diye defalarca bindi. Zıp zıp daha kolay oldu onun için, önceden alışkın olduğu bir oyuncaktı. (kanepe:P)

Hatta takla attı, çok hoşuna gitti, bir daha denemesin diye kırk takla attırdı bana. Dönüşte yemeğe gidiyoruz uyutmamak için de bir kırk takla atmışımdır. Sohbet etti, akayaylayını (arkadaşlar) saydı, oyunlardan atladığım olunca (bop-top) hatırlattı. Bu güzel günün Arca için ne kadar faydalı olduğunu bugünkü park tecrübesinde anladım. Kaydırağa kendi başına çıktı ve kaydı. Doktor çıkmış çocuğunun diploma törenindeki haklı gururu vardı dolan gözlerimde:)))


Hepsi birbirinden o kadar farklı ki aslında, ama hepsi kuru üzüm söz konusu olduğunda aynıydı!! hiçbiri hayır demedi:)
Canlarım seviyorum hepinizi!!

26 Ekim 2010 Salı

Bizim evin oyuncak gurusu



Benim bu hal vaziyetimin tıpta bir tanımı var mı? Ben bilmiyorum açıkçası.
Aklım fikrim sürekli Arca’ya bir şeyler almak üzerine çalışıyor. Geçtiğimiz haftalarda giyim kuşam eksikleri vardı, tamamlamadan rahat edemedim. Bakınız ,tüketim çılgınlığı… Giymediği oluyor mu? Samimi olacağım, olmuyor! Hepsi mutlaka giyiliyor. Daha az olsa eksikliği hissedilir mi? Ona da hayır, yani daha azı ile idare edilebilir bence de ana yüreği el vermiyor:P (Gören de tek kat giysi ile bütün kışı geçiriyoruz sanır) Bu arada gri pantolonum basenden patladıktan sonra sadece 1 (yazı ile bir) adet işe giyilecek pantalonum var ve hala kendim için alışverişe çıkmadım. Cimri bünye Arca söz konusu olunca bir anda şifa buluyor, nedense?

Sonra hemen her ay bir kitap listesi var. Giysilerden daha çok parayı kitaplara veriyorum, inkar edemeyeceğim. Bir taraftan övünüyorum ama bazen topuzun ayarı kaçıyor gibime geliyor. Son günler kisd sağolsun bir kitap anketi attı ortaya, yanıtlayan anneleri tıklaya tıklaya kitap listemi şişirdim. Misal bugün kredi kartım döndü ya zaten sepetimde olan kitapları bir tıkla sipariş verdim, şimdi bekliyorum gelsinler… Okumayacak mıyız? Yine samimi olayım, okuyacak biliyorum. Kitapların içinde kendimizden geçiyoruz.

Bizim yollardan önceden geçmiş annelerin önerileri çok işe yarıyor. Özellikle boyama konusunda, sonra oyun hamurları. Uzman görüşleri (Başakçım sağol) silkeliyor beni örneğin. Gereksiz tüm oyuncaklardan kurtulma kararı çok gecikmedi ve karar hayata geçirildi. Yapılandırılmış ve yapılandırılmamış oyuncak kavramları günün çorbası ailesinin evine girdi hatta günlük yaşam dilinin bir parçası oldular.

Oyuncak demişken… İşte bu kısımda kendimce tespitlerim var. En çok sağdan soldan kopya çektiğim konu bu. Oyuncaklar pahalı, gerekli gereksiz mi, o kadar para verildiğinde oynar mı beğenmez mi? İşte bu noktada mutlaka kulak kabartıyorum. Mesela Hülya’nın Tuna ile aralarında 6,5 ay var, biliyorum daha onunla aynı gelişim seviyesinde değil ama Hülya ne alsa Tuna’ya bir süre sonra zamanı gelince Arca da keyifle oynadı. Mesela araba rampası, hatta bizim rampa kırıldı da sadece arabalar kaldı. Sonra çöp kamyonu. Hatta bir gün IKEA da geziyorum gözüm bir oyuncağa takıldı, aşina geldi, Hülyayı arayıp sordum, nasıldır işe yarar mı, sizde var mı diye. Hani bu kadar da yüzsüzüm:P Ama fiyat yüksekti, boşver dedim. Dün Hülya Kipa’dan aldığı tren setinden bahsetmişti, Tuna'nın bayıldığıdan. Hemen yazdım aklımın bir köşesine. İlker Kipaya gidince o set aldırıldı, nerden çıktı bu deyince hemen Tunayı referans gösterdim, “haa tamam o zaman” dedi, fazla sorgulamadı. İşte böyle Tuna bizim evin oyuncak gurusu. Bazen kendimi psikopat gibi oyuncak sohbetlerinde “oyuncak” anahtar kelimesine yoğunlaşırken yakalıyorum. Allah ıslah etsin diyorum, tedavisi var mı? Peki tıpta bir tanımı? Bizim oralarda “gördüğünden g.t koparan” derler. Ben “tecrübelerden feyz alıyorum” diye kibarlaştırıyorum.

Sonuç? Bizim hantal orta sehpa vardı ya hani evden bir türlü şutlayamadığım? Artık Arca’nın tepesine çıkmasından daha ulvi bir görevi var sehpanın… Buyrunuz.



Not : Fotoğraflar yeni aletin ilk mahsülleri:)
Diğer not : Arca ilk kurulumda fazlasıyla aktif olunca bu manzaraları o uyuduktan sonraya bıraktık ve çocuklar gibi oynadık:)

25 Ekim 2010 Pazartesi

Sağlık olsun

Bu aralar Tübitak erken çocuk kitaplığından “Yeraltında”yı okuyoruz Arca’ya. Çok ilgisini çekti yeraltındaki trenler. Hadi dedim Kemeraltı’na inelim. Kemeraltı’na araba ile gidilmez, yani gidilir de ben gitmem! Park yeri sorun, ben kapalı otoparkta kolon gördüm mü dayanamayıp dalıyorum filan… gerek yok. Bu sebepten araba ile Üçyol’a gelinir, araba bırakılır, metroya binilir, mis gibi seyahat edilir. Bu programa bu defa Arca’nın da dahil olmasına karar verildi.

Öncesinde “kılım döndü ne yapayım” gibi sorunların bile paylaşıldığı “İzmirlianneler” mail grubuna danıştım. Şaka bir yana güzel bir platform, güzel faydalı paylaşımlar oluyor. Birkaç tane bildiğim çokça da bilmediğim yerleri tarif etti anneler sağolsun. Ananeyi de kafaladık… Böylece cumartesi planı yapıldı.

Çıktık yola…

diyerek başlayacağım bir post olacaktı. Ama olmadı. Çünkü Cuma akşamı eve geldiğimde, fonda “kul kurar kader gülermiş” şarkısı dönmeye başlamıştı. Arca’ya sarıldım, hmm biraz sıcak ateş mi var acaba dedim. Ölçtük 37,5.Yemek yedik, bir daha ölçtük 38!! Cuma akşamını Zeyneplerde dvd izlemeye ayırmıştık, hatta ateşi sıklıkla kontrol ederken dvd seçiyorduk İlkerle. Şarkı “nedense” kulaklarımda. Bu arada geleceğiz dedik ama hadi bir daha ölçelim diyor, erteliyoruz. Halbuki çanta bile hazır, biz giyinik. Yok 38,3 ü görünce vazgeçtik. Diştendir diyoruz ama Zeyneplerde de bebek var, bulaşıcıdır belli mi olur. Ateş düşürücüye başladık. Gece 39’a fırladı ve hatta Arca kustu.

Sabah ateş düştü, ama ateş düşürücünün etkisi kısa sürüyor. Doktoru aradım, akşama kadar orda olduğunu söyledi, ateşte farklı bir trend görürsek getirmemizi istedi. Öğlen yattı, bu arada belki de ömrü hayatında 2. Kez iştahı kesildi. Öğle uykusu sırasında ateş 38,5 in altına inmedi, İlkeri aradım uyanınca götürüyoruz dedim.

İlaç saati geldi ama doktor başka bir şey verir diye içirmedik, doktorda 39 un üzerine çıktı. Enfeksiyon! Bu ay güya doktor kontrolünü atlayacaktık, ne zaman böyle desek bir arıza çıkıyor! Antibiyotik! Ben anti-antibiyotikçi bir insan değilim. Antibiyotik vermeyeceğim diye kasmıyorum. Doktor uygun görürse verdiğimde de üzülmüyorum ama sanki bu ara sıklıkla oldu gibime geldi. Yok Türkiye ortalamasının altındaymışız. Bir de kreşe filan gitse doktorla akraba olacağız. Dedim ki “nereden kapmış bu enfeksiyonu?” artık nasıl sorduysam, dedi ki; “ ne yapacaksınız? İntikam mı alacaksınız?” “evet fena fikir değil!! Yakalarsam öpeceğim:)” Her şeyden olabilirmiş, kısacası CSI’cılığın alemi yok! Böyle böyle bağışıklığı artıyor.

Keyifle eve döndük, lakin ateş nispeten düşmüştü. Akşam ilkerin katılması gereken bir düğün var, tamam keyfimiz yerinde, sorun yok diye düşünüyorum. Arcaya da sırf yesin diye domatesli makka yapmışım, keyifliyiz. İlaç saati yaklaşırken ateş de hafiften çıkmaya başladı. Çünkü Arca “dakat” (yatak) gösterdi ve kitap okumalar başladı. İlacı içti ama ateş düşmüyor, daha da çıkıyor. Böyle durumlar için çok ağır bir ateş düşürücü vermişti ama gece 10’da içmesi gerekiyor önce değil. Defalarca soğuk duşa girdik birlikte, bu arada kesinlikle tepemden inmiyor. Ben lanet olasıca ateş ölçeri doğru kullanamıyorum 39 u görüyorum, garanti gerçekte 39,5!! Ah İlker olsa daha iyi ölçer diyorum. Benim ölçtüklerimin 38,5 gördüğüm an duşa sokuyorum, ben de tabii. Beni bırakmadığı için giyinemiyorum. (zaten ertesi günü cırcırspor olarak soğuk algınlığı etkisini gösterdi) neyse saat 10 oldu, ilacı içti, kendinden geçti ama vücut sıcak ayaklar buz. İlker geldi ve bam!! O kadar duşa hala 39’du ateşi, demek ki bir ara 40 a yaklaşmış. gittikçe düştü, ben de yığılmışım. Gece ilaca devam. Sabah sanki başka bir çocuktu, keyifli neşeli. Gecenin ilerleyen saatlerinde babane de bize gelmiş, kalmıştı, gece yaklaştırmadık uykusu açılmasın diye, sabah görünce şok oldu, sevindi. Onlar oynarken ben biraz uyudum.

Ve Pazar günü ateş hemen hemen hiç çıkmadı. Ama çok keyifsizdi. Hava güzel gel gezelim diyorum “ı-ıh” diyor. Bir ara markete gittik, bu defa da ben kötü oldum döndük.

Pek keyifsiz olunca genelde zıplamalı oyunlar oynamadık. Nopper Legoları sipariş etmiştim – iyi ki de hemen gelmiş : ) (Duploları 2 yaşında alacağız) ben işteyken konuştuğumuzda Ümit abla sevmediğini söyledi ama biz müthiş oynadık. Arabaları için köprü, hayvanları için ahır, ev, sonra robot, araba… çok keyifle oynadık. İlkerlerin de varmış babane saklamış getirecek, parçalarımız artacak. Zaten bizim çocukluğumuzda hemen herkeste bunlardan yok muydu? Bir de boya kalemleri aldık. Arkadaşlarımızın önerdiği gibi “sadece deftere çizilecek” kuralını koyduk, şimdilik iyi gibi, masa illaki boyandı ama onu da Arcaya temizlettim hatta temizlik kısmını daha çok sevdi galiba : ) hızını alamayıp bütün rafların tozunu da aldı.

Güzel neşeli bir hafta sonu planı kurarsın, kader sana güler, enfeksiyon kapını çalar ve işte böyle … Belki de bu sonbaharın en güzel ve son havaları, enfeksiyona kurban gitti. Olsun napalım, yeter ki minikler sağlıklı olsun, yeter ki sağlık olsun

21 Ekim 2010 Perşembe

Ne zamandır haftasonu yazısı yazmamışım


Bu haftasonu için planlar yaparken ne zamandır haftasonu yazısı yazmadığım aklıma geldi.

Bir süredir günün çorbası ailesinin onur konuğu “terrible 2” hallerini saymazsak, aslında acayip neşeli günler geçiriyoruz.

Cumartesi sabah erkenden kalkıp ananeye gittik. Oh mis gibi kahvaltı. Arca her odayı kurcaladı. Ananesinin gümüş tamtan(şamdan)larıyla oynadı. Bizimkilerle iki çift laf ettik. İlker yapı fuarına gidecekti, bizi de götür, Alsancakta turlayalım sonra döneriz beraber dedim, kahveye yetişti. Bu arada Duru ve ablam geldi. Arca Duru’yla kudurdu, çıldırdı, kendinden geçti. Sonra Alsancak’a indik. Fuarın içinden Lozan kapısına yürürken fuar ile ilgili türlü planlarla yaparken yakaladım kendimi. Bir kere fuar İzmir’in en güzel yeri bence. Atatürk’ün armağanı. Çocukluğumun bileğime bağlanan uçan balonuyla – itiraf ediyorum balon beni uçuracak diye korkar, annemin eline yapışırdım - bütünleşmiş bütün anılarının fonunda fuar var. İçinde binbir çeşit bitki, yürüyüş yolları… O artık senede bir rağbet görmeyen enternasyonal fuarı sırasında kullanılan bilmem ne pavyonları artık sadece köhne binalar olarak kalmış. Hâlbuki düzgün caféler açılsa, trafiğe biraz daha kapansa, mis gibi havasıyla çoluk çocuklu ailelerin uğrak yeri olur. Ama katlı otoparkındaki sidik kokusunu hatırlayınca bu hayallerden uyanıveriyor ve bildik “biz adama olmayız” moduna geçiyoruz.

Hava şahaneydi. Arca uyudu uyuyacak, Kordon’a çıktık. Alsancak limanında vapurlara baktık, en kısa zamanda vapura bineceğimize söz vererek el salladık ve ayrıldık. Bütün Alsancak’ı saran inek heykeli sergisine Arca bayıldı. Cumhuriyet Meydanına gelmeden sızmıştı. Ben de Mothercare’e baktım, bu ayki ucuzlukta almaya değecek bir şey yoktu. Sonra twiggy’den panduflara baktım ama Arca uyuduğundan ve denenmeden alınamayacak kadar pahalı olduğundan erteledim. 30 TL yav, sen ne yaptın! M&S’e girdik. Asansöre çıkmak için 5 basamak çıkman gerekiyor ve rampa yok, buyurun buradan yakın! Avrupalı şirketler dünya paraya sattıkları mallarının yanı sıra biraz da “insana saygı” düsturlarını getirseler bizim memlekete ne şahane olur! Puseti kucaklayıp çıkardıktan hemen sonra teessüflerimi bildirdim tabii ki. Arca’ya termal atlet ve içlik aldım. Pijama üstü niyetine. (ve tavsiye ediyorum, Tchibo’nun termal taytı + termal atlet ve içlik ile hiç terlemeden ve üşümeden bir gece geçirdi) Ablam Duru’yu bu şekilde giydirirdi, akıllıca valla. Arca hala uyurken İlker katıldı bize. Yapacak bir şey kalmamış, dönelim dedik. Ananeyi aradım evde Arca’ya göre nefis mamalar var, damladık ananeye. Akşam üzerine kadar evi yine talan ettik. Eve geldik, banyo yapmam lazım, ee Arca artık ancak gece uyur, yalnız da bırakılmaz. Açtım duşun kapısını, bizim odanın kapısını kilitledim, gözümün önüne oturttum Arca’yı, daha önce göstermediğim bir oyuncağı çıkardım. O oynarken ben yıkandım. Komik haller: ) Sonra birlikte ayakkabılığı düzenledik, çamaşır yıkadık, annenin saçlarına bigudi sardık…

Pazar sabah tantanasından sonra Arca arabasının telefonunu buldu. Başladı “bip bip”lemeye. 2 hafta önce Cansu şimşek Mcqueeni çok sevince (hiç oyuncak oynamaz, bu sebepten hepimiz şaşırdık) Arca uyurken birkaç gün denemesi için ona verdik. Artık oynanmayan oyuncaklara para vermekten bıktıkları için önce oynayacak mı görelim sonra alalım dediler, haklılar. Arca 1-2 defa sormuştu, unutturmuştuk Bu defa yemedi. Yıktı ortalığı. Tamirde diyoruz, gelecek diyoruz yok! Neyse utanarak aradım Nazlıyı meğer pek sevmiş Cansu, üzerindeymiş. Çıkarken getirdiler. Bu arada uzay mekiği lazımlığı hani Arca’nın hiç icraati olmayan lazımlığı Cansuya verdik. Sanırım kızlara daha uyun bir alet! Parka gideceğiz, Arca bip bip’ten inmek istemiyor. 1 saat kadar ikna turları… Sonra ikna oldu. Parka yürüdük, parkta coştuk. Arca acayip tembel bi tip. Hala kaydırağın tepesine çıkmak için kucak istiyor, biraz da ödlek galiba. Ne kadar her gün parka götürsen de (Ümit abla götürüyor tabii ki) bünyede olmayınca zor : ) Dönüş meyva saatine rastlayınca manava uğradık. Muzu bitirdikten sonra mannamin(mandalin) diye tutturdu. Dönesiye kadar 2 mandalin yedi. Dönünce acıkmışız, dedim ki ilkere oynayın beraber hemen lazanya yapayım. Ama Arca anneyi bırakmaz!! Neyse marul salatası yapmakla oyalandı bir süre, sonra lazanyaları dizerken kutudan çıkarıp bana verme işi yaptı, bir süre sonra lazanyaları kırmanın daha eğlenceli olduğuna karar verdi. Lazanya fırına girdiğinde yerler marul ve lazanya parçaları ile şenlenmişti.

Ufak bir sınırları zorlama denemesi… Mutfağın bu pisliğinin üzerine bulaşık makinesinin düğmesine basma diyorum basıyor, defalarca denedi hatta oyuna dönüştü. Bende de inat!! Bu defa hiç tepki göstermeden İlkere bıraktım Arcayı, odaya gidip yattım. Peşimden geldi tabii. Dedim ki git babanla oyna kızgınım sakinleşeyim. Ama yumuşak söylüyorum korkmasın diye. Bastı yaygarayı nasıl ağlıyor. Koştu geldi, bi çeşit özür dileme. Sarıldık, baktım yalnız kalarak sakinleşmem mümkün değil, açtım bi şişe şarap, kadehlerde aradım huzuru: ) Terrible 2 sürecini alkolik olmadan atlatırsam iyi. Ya antidepresan yutacağım ya alkolik olacağım ya da Arcayla birbirimize bağırıp duracağız. Alkolizmi seçiyorum bu aralar! Lazanya şahaneydi, “uğraşma kıymalı makarna yiyelim” diyen İlker ilk lokmada doğru karar olduğunu anlamıştı. Arca ilk defa lazanya yedi. Önce temkinli yaklaştı. Makka(makarna) filan diyoruz ama benzetemiyor. Neyse tadına baktı ve resmen zevkten gözlerini kıstı. Klasik biya!(bir daha) ve “mm lezzetli olmuş” işaretleri ile arkaya arkaya lokmalar birbirini takip etti. Arca kendinden geçti. Artık yeni bir kelimesi var : “layanya”.

Akşam babane uğradı, son süt mısırları kaçırmamış pazarda kapmış gelmiş. Arca 1,5 adet mısırı uyku öncesi yedi. (Bakar mısınız sürekli yedi fiili ile biten cümleler kuruyorum, b.k boğazlı Arca!!) Babaneyle kudurdu. Artık Yüko(Şüko) diyor. Bundan sonra zor mamami dedirtiriz. Banyo yaptı, Şüko’nun uydurmasyon Miki ile Tiki masalını defalarca anlattırdı, masal her defasında değişti. Arada başka masal ister misin dedi “Hayım, Miki!” ben bile uyumuşum onunla: )

Tüm krizlerine rağmen mutlu bir hafta sonuydu…

18 Ekim 2010 Pazartesi

Pazar sabahıydı…

Arca sabahın 7’sinde uyanmıştı, önceki gece ise defalarca kalkmıştı, şiddetli bel ağrım artık Arca’yı yatağından defalarca kaldırıp kucağıma almama izin vermeyince, yine aile yatağı moduna geçmiştik, bu defa da tekme darbeleri böbreklerimi epey hırpaladı, hani taş olsa düşürürsün!!

Arca sabah cin gibi uyandığında benim içim uyuyordu hala. Ve neden bilmiyorum çığlık atmaya başladı. Hayır, neşeli!! Hem de çok hatta sinir bozacak kadar çok! Hem koşuyor hem bağırıyor. O çığlıklarının keyfini süredursun, İlker uyanıp boş gözlerle suratıma bakarken benim aklımdan geçenler… şimdi ilgisiz mi davranmalıyım, yoksa kızmalı mıyım, sesimi yükseltirsem yükseltir mi, bitip de yanıma geldiğinde öğüt verecek miydik, ulen burada napacaktık!! O kitapta yüz verme diyor beriki sıcağı sıcağına uyarını yap ki anlasın diyor. Peki ben hangi yolu izlediğimde önceki krizi başarı ile atlatmıştık? Yok lan ilgisini dağıtmıştık. Bu kafayla ilgisini nasıl dağıtacağım? Arca yanıma geldi ve ben en olmayacak şeyi söyledim “hıh annecim bitti mi çığlıklar?” SALAK!! Ne hatırlatıyorsun!! İlker de aynını söyledi, yok benim İlker terbiyelidir, güzel güzel söyler, bu cümle benim iç sesim!! Arca çığlıklarla 2. tur koşusuna başladı. Benim asfalyalarım attı! Neyse ki İlker vardı da Arca’ya yansımadı. Hala o olay nasıl bitti hatırlamıyorum. Bütün sabah Arca dünyanın en şeker çocuğuydu ve benim onu göresim yoktu! 11 gibi yorgunluktan bitap bir şekilde koltukta sızarak öğlen uykusuna daldı. Kendimi tutmuşum demek ki, o uyuyunca bir başladım ağlamaya. Böğüre böğüre ağlıyorum! Bi taraftan da saydırıyorum. İlker yarım saat kadar sakinleştirmeye çalıştı.

Tespiti doğru; tahammülsüz bir insan oldum ben! Ya da daha yumuşatılmışı “tahammül eşiğim çok düştü” ki bu da hiç sağlıklı değil!

Evren çok güzel bir yazı yazmış. Buraya bir tık lütfen! Kendi payıma düşenleri aldım, çok sevdim, dün yaşadıklarımın aynası gibiydi. Supermom olmak için çok çaba harcamadım, zaten imkanlarım ve enerjim o kadarını yapmama izin vermiyor. Belki çalışmasaydım o tuzağa düşerdim. (Belki mi? Kesin düşerdim!! ) Hani organikana olmadım diye gururlanıyorum ya relaxmom da olamadım. Onca kitap, araştırma, internet manyaklığı fikir alışverişleri… hepsi daha fazla donanım, hepsi gözümde inanılmaz büyüttüğüm “terrible 2” olayını daha hasarsız atlatmak için teoriyi sağlamlaştırma çalışmalarıydı. Her şey çok masumane başladı. Ne zaman ki tüm bu annelik üzerine delilik halleri, “kendimi eğitiyorum” bahanesi araç olmaktan çıktı, amaç olmaya başladı, işte o zaman yanlış giden bir şeyler olduğunu anladım.

Hayır, kitaplarımı çöpe atmayacağım, kimseye de dağıtmayacağım, onlar bu günlerin güzel anıları olarak kitaplığın başköşesinde duracaklar. Belki bir gün, bu zamanları atlattığımda başvuracağım sağlam kaynaklar olacaklar. Ama şimdilik sadece başka şeylere yönelerek Arca’ya ve anneliğe sardırdığım bu dönemi hafifletme kararı aldım.

Fotoğrafçılık… sonra yeni yazarlarla tanışma… Murakami… Seni nasıl da ihmal etmişim…

Pişman değilim. Bugün böyle düşünebilmem için o süreçten geçmeliydim. Dünya kadar kitap okumalıydım. Tüm donanımlarımı kazandığımı düşünmeli, sonra en küçük bir kriz anında dünya başıma yıkılmalıydı ki bugünkü ben olabileyim.

15 Ekim 2010 Cuma

Bir varmış bir yokmuş…



Evvel zaman içinde… çok uzak ülkelerin birinde… turuncu bir kamyon varmış. Bu kamyon aslında sıradan bir kamyonmuş görünürde, ama çok işe yararmış.

----------------------------------------

Dün gece saat 21:30 civarı “yataaak!” diye tutturan bir Arca. Işığı kapattırmak istemiyor, Ayı yogi ve çöp kamyonu ile yatakta debelenmek istiyor. Kucak istemiyor, sallanmak, ninni, şarkı, okşanmak, aydede, kitap … her şeye tepki var! Yine o döt kadar yatağın içine sığışıyorum, tekmelerden nasibimi alıyorum, ama azimliyim, bir yolu bulunacak Arca uyuyacak!

-----------------------------------------

Çünkü bu kamyon bir çöp kamyonuymuş. Arkasında kocaman bir kutusu varmış, çöp kamyonu tek başına çalışmazmış, arkadaşları da varmış, çöpçü amcalar…

"Dün gece çok aradım, aradım bulamadım
Körolası çöpçüler aşkımı süpürmüşler"

Nağmeleri araya girer.

-------------------------------------------

Arca kafayı, yatağa uzanmış annenin göğsüne koyar, bir eli ayı yogide gözü çöp kamyonunda… Tamam tutturdum, doğru yoldayım devam ediyorum masala

-------------------------------------------

Çöpçü amcaların biri kamyonu kullanır, diğer ikisi evlerimizin önündeki çöp bidonlarını toplar. Kamyonun arkasındaki mekanizmaya yerleştirir, çöpleri kamyonun içine atarlar. Fosforlu kıyafetler giyerler ki gece görünebilsinler, kocaman eldivenler takarlar ki bidonları rahatlıkla kavrayabilsinler. Çöpcü amcalar çok yardımseverdir, gece çıkarlar sokağa trafiği karıştırmamak için…

---------------------------------------------

Arcanın gözler hafiften gider… ben devam!!

----------------------------------------------
Çöp kamyonu bütün şehrin çöpünü toplayıp çok uzaklara götürür. Evlerimizin temiz olması için çöp kamyonu çöpcü amcalar takımı bize yardım ederler

"Dün gece çok aradım aradım bulamadım
Körolası çöpçüler aşkımı süpürmüşler"

Dizeleri ninni kıvamında söylenir

----------------------------------------------

Arca uyur, ben kaçar!!

9 Ekim 2010 Cumartesi

KİTAPANNE PEH PEH PEH!!!

Şimdi şu aşağıda gördüğünüz foto var ya... hah işte o benim kitaplığın çocuk eğitim bölümüne ait bir kısım. Hepsini okudun mu derseniz ? Hayır hala okunmayı bekleyen 4 ve az karıştırılıp sonra okunmak üzere ayrılmış 2-3 tane var. Demek ki 18-20 tanesini okumuşum.



Canım Başakla ikili sohbetlerimizden birinde takılmıştı bana "kitapanne" diye, amanin nickimi neyimi kitap anne yapacağımdır diye pek hoşuma gitmişti:)

Bu kitapları okursun, altını çizersin, eşe dosta çocuk eğitimi ile ilgili ahkam keseceğin zaman "..... kitabında der ki" ile başlayan cümleler kurarsın da kitaplar işe yarıyor mu dersen işte orada dur derim. Yani bugün dedim! Hem de öyle yüksek bir sesle dedim ki karşıki dağların cendermeleri "olay mı var bacım" diye soluğu yanımda alacaklardı. Ve hatta olay süresince bizimle talihsiz bir tesadüf sonucu yolculuk etmekte olan Hayat ve Ela kuzusunu bile sindirdim, "benim gibi bir anne ile arkadaşlığını gözden geçirebilirsin Hayat, alınmam" bile dedim...

Olay şu : Arca sabahın köründe kalkmış, korkunç bir sabah geçirtmiş, kafayı yine kapıya vurarak şişirmiş, ve pek tabii uykulu bir halde arabaya binmişti. Biner binmez uyudu. Hayat ve Elayı aldık, tam yolun ortasında (hatta bizim evin kavşağını geçince) Hayat Elanın yanında oturmak için arkaya geçti. Artık Arca kıskandı mı bilinmez oto koltuğunda kalkmaya, şiddetle ağlamaya başladı. Önce biraz kucağıma alıp sakinleştirdim, tatlı tatlı oturtmaya çalıştım, yay gibi gerindi. Bu arada kolik sancılarında bile böyle ağlamamıştı, o derece sinir bozucu. Uyku arkadaşı Ayıyogiyi verdim susmuyor, kamyon araba, vız geldi. "Yürü len! senle mi uğraşacağım" diyerekten (evet hiçbir kitap yazmaz ama bazen çemkirmek işe yarar:) ) ve de zor kullanaraktan bağladım koltuğa geçtim direksiyonun başına. Yok susmuyor, radyo açıyorum, eline üzüm veriyorum, yok!! Benim tansiyonum bi iniyor bi çıkıyor. Bu arada sesimin yüksekliğinin farkındaym ama kendimi tutamıyorum. Bir şekilde sustu. Ya kendi kendine sakinleşti ya da başka çaresi olmadığını anladı ya da kafa göz dalacağımdan korktu, BİLMİYORUM!!! Hülyalara kadar sakin geldik, ama hala ellerim titriyordu. Arada arkamı dönüp baktığımda hala içini çeke çeke nefes aldığını duyunca nasıl fena oldum. İçimden muhasebe hesaplarına başladım. dursaydın birazcık, hatta belki evin oraya çekseydin, iyice sakinleşince arabaya dönseydin!! yapsaydın etseydin !! olmadı işte! Durum bu! kitapları okursun, kendini teoride eğittiğini sanırsın. Ama iş tecrübe etmeye gelince bazen keyifle atlatırsın krizleri bazen de böyle korkunç anıların olur. Ona buna "bilmem ne kitabında şöyle diyor, bilmem ne kitabında der ki..." demeye benzemiyor. 2 yaş kapımızda, ve hiç kolay olacağa benzemiyor.

Hülyadaki organizasyon şahaneydi. Çok pis bir arkadan iş çevirme ile organize edilen doğumgünü çok neşeliydi. Berk çok tatlıydı. Yine Arca ile çok güzel oynadılar, bence aralarında güzel bir elektrik var. Arca birkaç defa Elanın elinden oyuncak alma savaşına girdi, asabiyet yaptı, ama neyse ki zararsz atlatıldı. Hatta en az 15 dakika Arca Ela ve Berk halka geçirmece oynadılar, birbirlerinin sırasını beklediler, bitince hep beraber el çırptılar ve bu oyun defalarca devam etti. Büyüyorlar mı ne?

Arcayla barışmamızın şerefine güzel bir foto koyayım. Bu slingler için buraya bir TIK!! Arca 13 kilo ve hiç ağırlık hissetmeden taşıdım, yükü dağıtıyor sanırım. Arca da çok keyifliydi, dıgıdık dıgıdık yaptık bol bol.




Akşam arabaya binerken bu defa Arca Elayı yadırgamadı, hatta kendince Ela da geliyor mu diye yokladı, bir güzel uyudular.

Akşamı hiç umulmadık hayati bir tesadüf ile tamamladık. Hayatları bıraktıktan sonra normalde gitmeyeceğim bir yoldan eve ulaşmaya çalışıyorum, tam da öğlen yaşadığımız krizin geçtiği kavşağa geldim, öğlen durduğumuz yerin tam karşısındayım, ışığın yeşile dönmesini bekliyorum, kafamı gayriihtiyari sola çevirince bir de ne göreyim.... Arcanın ayıyogisi!!! Demek ki kavga sırasında Arca yere atmış ben de farketmemişim, yerde duruyor, kavşaktan dönüp gidip yerden aldım, pek pisti tabii şimdi çamaşır makinasında.(oraya nasıl geldi ve nasıl bu kadar kirlendi allah kerim, kuvvetle muhtemel köpekler sayesinde!!) Hayat sürprizlerle dolu!!

8 Ekim 2010 Cuma

KUABİYE!!

Yüksek müsaadenizle çocukluğuma ineceğim…

Akşamüzeri okuldan dönmüşüm, merdivenleri ikişer ikişer çıkarken burnuma inceden tuzlu kurabiye kokusu geliyor. Kapıyı annem açıyor, palto bi tarafa çanta bi tarafa atılıyor. (Hala da gelir gelmez atarım bunları) Ellerimi yıkadığım sahneyi hatırlamıyorum bile. Bi taraftan yıldız, ay, maça şeklindeki susamlı tuzluların bensiz yapılmasına gıcık oluyorum bi taraftan çaylı keki görünce tüm gıcıklığımı üzerimden atıyorum. Yumuluyorum ikramlara çaya… Komşular bizim eve pastane derdi o vakitler… Çay saati illa ki yenecek bişeyler olurdu. İkramın olmadığı nadir zamanlarda petibör bisküvi eksik olmazdı. Hala demli çay kokusunu duyduğumda petibör bisküvi tadı gelir damağıma.

Çocukluğumun tozlu sayfalarında bu sahne hiç unutulmaz. Yazık ki ben böyle bir anne olamayacağım. Dışarıda çalıştığım için ancak akşam yemeğine yetiştiğime sevineceğim. Yok, sebep o değil… Yemeğin her türlüsünü beceririm de iş kurabiyeye geldi mi ya da keke, çuvallarım. Oysa Arca’ya anne kurabiyesi, keki pişirebilmeyi çok isterdim. En azından ekmek yapabilmeyi… Arca’ya ne “bilmem ne yatağında levrek bilmem ne” yapmışım. Çocuk dediğin anne kurabiyesi sever. Geçende IKEA’ya gittiğimde boy boy kek kurabiye kalıplarını görünce elim gitti yine, sonra dedim ki yapmıyorsun, beceremiyorsun, neyine alacaksın. Gerisin geri bıraktım. Ümit teyzesi alasını yapıyor. Arca iyice dillenince “anne bana ümit teyzemin kurabiyesinden yap” diyecek, ben yine ölçülerine riayet etmeyeceğim, derken “ümit teyzenin kurabiyesi” olacak “at kafana delsin kurabiyesi” : )

Ve bir gün Arca büyüyecek… “Annem çok kafa kadındı, çok eğlenirdik ama bi kurabiye yapmayı beceremezdi” diyecek çocukluğuna indiğinde… Benimki gibi mis kokulu anıları olmayacak. En iyi ihtimalle kahkahalarımızı hatırlayacak, danslarımızı, tepişmelerimizi, belki birlikte yemek yapışımızı, kitaplara dalışımızı, göz göze sohbetlerimizi… Eh hiç yoktan iyidir:)

7 Ekim 2010 Perşembe

İzmir'e sonbahar gelmiş!

Bu sabah içim üşüdü, güneş de gitmiş. Demek ki neymiş? İzmir'e sonbahar gelmiş!

Sadece hava mı? Bizim eve sonbaharın gelişi ufak tefek değişikliklerden fark edilir. Ev içinde giyilen penye şortlar hafiften kaldırılır, uzunlar çıkar. Misal düne kadar pike ile uyurken ani bir karar ile battaniyeye geçilir. Bir tane de salondaki koltuğa konur ki Arca uyuduktan sonra her ne yapılıyorsa (TV, PC, kitap…) bacaklar üşümesin.

Tarhana akşamları başlar. Dün törenlerle tarhana akşamlarının açılışını yaptık. Annem muhteşem tarhana yapar, ne pütürsüzünden, kaynattın mı kaymak gibi olur, fırından yeni çıkmış ekmekle el ele tutuşup mideye akarlar. Evde yemek yoksa tarhana vardır!

Arca’ya geçen sene indirimden alınan “2 yaş” cicileri çıkarılır, denenir, etiketleri çıkarılarak makinaya atılır. Hafiften dolapların düzenlenmesi planlarına başlanır. Eee ne de olsa havalar soğuyasıya kadar ertelenmişti, artık zamanıdır. Bir cumartesi günü birkaç saatliğine Arca anane-babane-hala veya teyze olasılıklarından biri seçilerek şutlanacak, tüm dolaplar kışa göre düzenlenecektir. Bu hafta Buca Gölete gidildiğine göre en iyisi bu işi haftaya halletmek!

Babamın 19 Mayısta törenlerle terk ettiği yün atletiyle buluşması tüm aileye duyurulur ki sonbaharın geldiği resmiyet kazansın. Olur da ses seda çıkmazsa, havalar hafiften serinledi mi babama sorarız “yün atletini giydin mi?” Hemen gömleğini sıyırır “işte burada” der! Tamamdır! Sonbahar gelmiştir!

İlker kanepede her gece istisnasız uyuyakalır. Bazı günler Arca’yı uyumaya götürürüm, bir bakmışım İlker çoktan uyumuş. İnatla ben gitmeden yatağa da gitmez, öyle bütün akşamı kanepede geçirir.

Sonbahar başlangıçların mevsimidir ya… Yeni kararlar alınır! Aklının bi köşesinde varken ama bir süreliğine ertelenmişken bir fırsat çıkar karşına ve “tamam şimdi !”dersin!! Hayatın da küçük değişikliklere ihtiyacı var.

5 Ekim 2010 Salı

Son günler

Şimdiye kadar pek çok defa yazıştık, birbirimizin bloglarını okuduk, ama sesini hiç duymamıştım. Bugün telefonla konuştuk, bu ses!! allahım bu ses!! (fonda eski türk filmlerinden bir sahne ve hafiften bir müzik, mümkünse "o bakış ki götürür beni yıllarca geriiii.... " nağmeleri) sanki benim hemen her gün konuştuğum bir ses kadar tanıdıktı. Demek ki onu yazılarından tanırken sesini bilinçaltımın derinlerine kodlamışım, duyunca hem hiç yadırgamadım hem de bu kadar cuk oturmasına şaşırdım. Ne güzel oldu, canım kisd:)

haftasonu bir ilk yaşadık. Arca ilk defa anne ve babası olmadan ananesinde kaldı. Çalışmalara 1 hafta öncesinden başladık. Atakan Arcanın hayali arkadaşı ya "atakan geceyi ananesiyle geçiriyor" kitabını aldık hemen. Her gece okundu tabii defalarca. 3 gün öncesinden "anne ve baba uzağa gidecek, Arca ananesinde kalacak, Duru da gelecek, oynayacaksınız, birlikte uyuyacaksınız" repliği dile gelmeye başladı. Cumartesi gününü de yapışık geçirdik. Peki arıza çıkarmaması için yapılan bu çalışmalar işe yaradı mı? Tabii ki hayır!! Ananeye gittik, Duru da orada ama Arca mızık!! Yarım saatten fazla konuştuk, "tamam mı annecim hadi bize el salla biz gidiyoruz" diyorum, "peki" diyor ama mızık!! Uzun uğraşlardan sonra Duru'nun da müthiş yardımları ile kendisi ile vedalaştık. Bu arada otelde kalıyoruz ama Alsancakta yani şehirdışına çıkmaya bile tırstık. Neyse ki korktuğumuz olmamış biraz arandıktan sonra oyuna dalmış, gece uyandığında ise duruya sarılıp tekrar uyumuş.

Asıl bizim için şahane bir geceydi. Zeynepler de aynı otelde kaldılar, Poyrazı akşam yemeği için babaneye bıraktılar, yemek için Güller de katıldı. Kordon'da uzun zamandır yürüyüş yapmamıştık, el ele, kol kola... Ayıptır söylemesi İzmirde hala akşam bir hırka ile sokakları arşınlayabiliyorsunuz:) Gençliğimizin mekanı pizza Venedikte geçmişimizi yaadettik. Kordonda bira içmeye gittik. Çok önemli bi karar aldık. Ayda bir bebeleri bırakıp yemek+kordon organizasyonu yapacağız! Gece çorbacıya bile gittik! Kısacası Arca ile ne yapamıyorsak hepsini yaptık. Kendimize geldik. Yapmalı yapmalı imkanları kullanmalı!!

Pazar eve döndük ailecek, ne zamandır görüşemediğimiz Nazlılar bize geldi. Cansu nasıl tatlı, cümle kuruyor. İnsan sevdiklerinin bebeleriyle kendisininkiymiş gibi gurur duyuyor. Arca ile çok güzel oynadılar, arada arıza çıktı tabii ama hasarsız atlatıldı. Biz ailecek bira kötü örnek olduk Cansuya. Misal bizim mutfak dolaplarını açmak serbest, tencere dolabı Arcaya tahsis edildi. Ama Cansularda aynı dolap deterjan dolabı diye yasakmış, alışmasın dediler ama çok geç kaldık. Sonracığıma Arca artık tepelerde geziyor. Ananedeyken iyice azıtmış. Çözüm bulamadık, oturma odasındaki kanepeyi her bi tarafını yastıklarla güvenli hale getirmek suretiyle zıplama kanepesi yaptık. Başka evde ve başka yerde zıplamak tırmanmak yok! Cansularda böyle bi uygulamadığı için bir puan daha düştük!! Cansu tam hanım hanımcık olmaya karar vermişken şimdi biz onu bozacağız korkarım. Ne kadar anladı bilmiyorum ama sadece bizim evdeyken bu yaramazlıkları yapacağına dair anlaştık.

Pazartesi gör dötüm yollar İstanbul. Toplantı sunuş, akşam yemek. Yemeğin en sıkıcı anlarının kurtarıcısı sohbet konusu yine açıldı "Bizim Yeliz hn İzmirde oturuyor" "oooo ne şahane, nasıl oluyor ?" .... Derken bütün macera sil baştan anlatılır, İzmir gibi yerde bi de maaş mı veriyorlar, aman ne şanslısın, aaaa hava hala sıcak mı orda.... geyikleri ile geceye neşe katılır, bulutlar dağılır... Bu defa Boğaza gittik, İstanbulun özlenesi yerlerini gördüm yine, sonra arabada etrafı seyrederken 10 küsür yıl önceki halimizi gördüm gençlerde, paramızı Ortaköyde bitirdik mi yürüyerek Beşiktaşa dönerdik. Gece 12 uçağıyla İzmire geldim. Sabah karşı uyanan Arcayı aldım koynuma mis gibi uyuduk.

Sabah ofise geç gitmeye karar verdim. Zaten çalışacak hal yok. Salı pazarına uğradım. Karga kahvaltısını yapmadan gittiğim için birkaç tezgahta siftah yaptırdım.
Pazar diyaloglarına bayılıyorum:
Pazarcı: abla siftahı senden!
Yeliz : hadi hayırlı işler
Pazarcı : yok abla bereketi allahtan diceksin.
Yeliz : demeyince noluyo, olmuyo mu?
Pazarcı: ya abla de işte! Al parayı da at şöyle tezgahın üzerine!
İyi tarafıma geldi, dedim gitti! Kayyuuu kayyuuu diye bağıranlara hasta oldum bi de, özlemişim pazar hallerini. Zara babyci fiyatları arttırmış sanki, penye yelekler aldım, çalı süpürgemiz sizlere ömürdü, yenilendi. Kendime birkaç toka çorap derken pazar da hareketlenmeye başlamıştı.

Akşam Arca ile yumul yumul... Arca uyuduğuna göre şimdi dün kaçırdığım Ezeli izlemem lazım...

Bu arada Arca'nın dişleri çıkıyor!! Gece uyanmalarının sırrı çözülüyor mu ne? 2 elinin parmakları en arkaları kaşıyıp duruyor. Tamam Arca 4,5 aylıktı ilk dişleri çıktığında ama bu son arka azıları bu kadar erken beklemiyordum. Bir süre geceleri rahat uyuruz diyordum, kader yine ağlarını örmeye başladı.

1 Ekim 2010 Cuma

Oyuncak dediğin...

Herkese göre değişir en çok da anababanın anlayışına göre... Misal çevre bilinci yerleşmişler plastiğe zinhar karşıdır, (Yakın zamanda Canım Evrenin canım oyuncaklardan haklı vazgeçişine tanık olduk birlikte) Monticiler oyuncak yerine materyal üzerinde dururlar, mümkün mertebe ahşap olanından. "Yemişim aktivitesini" diyenlerin favorisi tencere tavadır. Yaratıcı ve yetenekli anababalar evdeki malzemeyi iyi değerlendirir. Zeka takıntılıları zeka geliştirici oyuncaklara para akıtır.

Günün çorbası ailesi bu kriterlerin neresinde? Kısa anababalık serüvenlerinde nasıl bir tercih yaptılar?
1. Çevreci? Yok o bilince saygı duyarlar da yazık ki henüz çok duyarlı değiller.
2. Yaşına göre? Yok hatta bünyede ciddi miktarda sabırsızlık olduğundan henüz oynanabilmesi mümkün olmayan +3 yaş oyuncakları bile alınmış öylee durmaktadır.
3. Yaratıcılık? İki sokak öteden gidiyor, bu çıkmaz sokağa uğramıyor.
4. Materyal, aktivite? Allah biliyor ya çok istedi anne olacak kadın, lakin sürpriz sepetinden sonra Arca bi ayaklandı, tek aktivite beden eğitimi !
liste uzar gider...

O halde ne? Neye göre oyuncak? Dedik ya herkese göre değişir, burasının anahtar kelimesi: Konsantrasyon!! Evet Arca'nın uzun süre konsantre olarak vakit geçirdiği, anneye musallat olmadğı oyuncaklar baş tacı! Çok eskilerden bi örnek verelim, hemen her blogger anasının edindiği oyun halısını henüz 2 ayı doldurmuşken alındı. Mızıklamadan altında dakikalar geçirmesi nasıl bir nimetti.
İlerleyen aylarda ahşap yapbozlar imdadımıza yetişti. Tekerlekli hemen herşey oyuncak raflarında yerini aldıysa bu yarım saatten fazla Arca'yı esir almalarındandır.
Kısaca motto: "Arca oynasın, anne rahat etsin"

Bu anlamda en büyük yardımcım kitaplar oldu. Ben kitap okumayı çok severim, öyle CV'sine hobisi olarak "kitap okumak" yazanlardan değilim, bildiğin elinde okuyacak kitabı olmayınca rahatsız olan tiplerdenim. Hatta otobüs, vapur, cafe.. nerde olursa elinde kitabı olan insanın ne okuduğunu öğrenmek için sekiz olurum. Kitap okuma konusunda bu kadar takıntılı iken kitaplardan Arca'nın da zevk almasını sağlayabilmenin en önemli ebeveynlik amaçlarımdan biri olmaması garip olurdu. Arca'nın kitaplara ilgisi olabileceği düşündüğümde henüz yeni yeni oturabilmeye başlamıştı. Arca daha çok küçükken arkadaşım Emel'in hediye ettiği kalın masal kitabının, her fırsatta Arcanın eline geçtiğini ve yaklaşık yarım saat sayfalarını karıştırdığını farkettiğimde hemen bebek kitabı alalım demiştim. Üstelik daha erken diyen ilker'e rağmen. Tiny Love'un deniz kıyısı kitabı bebek çantasının vazgeçilmezi oldu uzun süre. Derken gelsin pisi kediler gitsin pocoyolar... Yaş ilerledikçe küçük öykü kitaplarına geçiş başladı. Alüüü'den ve Ayağına diken batan süper kargadan bahsetmiştim, sonra Atakan serisi sayesinde Arca ile Agagan sıkı dost oldu. Yaramaz Fındık'ın annesi ile vuslatı, Dişçi ve doktor kitaplarındaki sahneler temsili olarak canladırıldı, Gölde ve Rüzgarlı bir gün gibi Tübitak kitapları, Aydede ziyareti yapan Bebek ayı...
Ne güzel bi taraftan anne eline kitap almış bi taraftan Arca, paralel kitap okuma sahneleri yaşadı günü çorbası ailesi... Ne mutlu ne harika zamanlar... Anne içinden "Allahım ne iyi oldu bu kitap işi, dakikalarca resimlerine bakıyor, rahat ediyorum, şimdiye kadar Arca için aldığımız en iyi oyuncaklar bu kitaplar oldu" derken, kader ağlarını örmeye başlamıştır.
Aylar geçmiş, bu mutluluk tablosunun üzerinde kara bulutlar öbek öbek yerleşmiştir. Arca çat pat konuşmaya başlamış dahası kitapların resimlerine bakmaktan sıkılmış, annesinin okumasından, öykülerden zevk alır hale gelmiştir. Üstelik en tehlikeli kelimeler artık telaffuz edilebiliyordur. "OKU!" "BİYA!" (meali bir daha oku)
Önceleri bu yeni durum annenin hoşuna gider, çünkü kitap okumak zevklidir, Arca kitap seçer, beraberce koltuğa ya da yatağa otururlar, Arca anne ya da babanın koltuk altı ile göğsü arasına konuşlanır, Arca Cebral misali "OKU!" der, kafayı dayar ve kitap okunur. Buraya kadar herşey harika! Ama Arca'nın bilmem kaçıncı defa aynı kitabı okutması yüzünden, zaten uykusuz olan vücut dayanamaz çoğu zaman sızar. Arca dürter "biya!!" okunur kitap, Arca sıkılmaya karar verinceye kadar. Hatta tek başına vakit geçirdiği günler unutulmuşçasına sadece ve sadece anababa ile kitap okuma dönemi başlamıştır.
Yandı gülüm keten helva!! Kötü mü ettik bu kitap işini? Biz oyalanıyor derken bizim bi tarafımızda patladı. Bakalım daha neler göreceğiz?

30 Eylül 2010 Perşembe

Alüü!!

Arca’nın lazımlık maceralarını takip edenler az çok bilir. Bu süreçte bize yardımcı olan bir kitap var: Bay bay bezim. Önce ben okudum, bişeye benzetemedim, bu ne ya dedim. Sonra Arca kitaba yanaşmadı. Dedim ki zaten olaya pek hazır da değil, kitap da sarmadı herhalde, normal! Kitap lazımlığın yanında duruyor. Gel zaman git zaman, Arca Ali’nin lazımlığının kendi IKEA lazımlığına benzediğine kanaat getirdi. Ali de aynı Arca gibi lazımlığını anne tuvaletinin yanına koyuyordu. İcraat sırasında kitaba bakarken o küçük işaret parmağıyla önce kendi lazımlığını, sonra Ali’ninkini gösterir oldu, sonra da “annenin” “ arcanın” “alinin” şeklinde sohbetler sürdü. Bu bağdaştırma pek işimize yaradı, lakin Arca lazımlıkta daha çok oturur oldu. Derken Arca oyun oynarken kaka işaretleri aldığımda, elindeki oyuncak her ne ise – mesela araba diyelim – “aa Arca hadi gel arabanı Ali’ye gösterelim acaba onun da arabası var mıymış bakalım” diyerekten lazımlığa gitmeye ikna ediyordum, Arca da koşa koşa Ali’nin yanına gidiyor, onun gibi oturuyor, elindeki oyuncağı Ali’ye gösteriyordu. Hah yakalamıştım işte!! Sonrasında kakayı nerdeyse tamamen bu yöntem ile lazımlığa yapar oldu. Sadece oyuncak değil, mesela Ali’nin Sena adında bir arkadaşı var. Eve ziyarete geliyor, “aa bundan bizde de var” deyip lazımlığa çişini yapıyor. Ali de bundan özenip lazımlığa yapmaya başlıyor. Arcanın da Nilda diye bir komşusu var. Bu Sena oldu mu Nilda!! Arca’nın kendisi ile Ali’yi bağdaştırmasının son noktası bu oldu. Bu arada kitap tuvalette dura dura türlü sıvıya maruz kalmaktan sayfalar mikrop yuvası oladursun Arca bu kitabı ve Ali’yi en sevdiği tuvalet arkadaşları yapıvermişti. Dolayısı ile biz de mecburen her yere Ali’yi ve lazımlığı götürür olduk. En son tatile giderken yanımıza almıştık, oraların tuvaletlerini de gördü Ali.
Tatilden döndük, lazımlık var Ali yok. Arca mıçmak ister “Alüüü”sü yok. Atakan ile idare edelim dedik. Yok Atakan koltuk arkadaşı lazımlığın yanına ille de Ali’yi istiyor. Önceleri unutur oyalanır dedim, sallamadım, evden bir yerden çıkar diyorum. Ama yok, kuvvetle muhtemel otelde bıraktık. Arca’da Ali özlemi tavan yaptı sonunda! Bir yandan mıçıyor, bir yandan Alüü diye ağıt yakıyor. En son ağlayınca acılarına son verelim dedik. Hayır niye inat ettiysek, al işte çocuğa di mi:)
Dün Foruma gittim, D&R der ki yok, 1 haftaya kadar gelmez. Ohoo internetten sipariş veririm aynı hesap! Ordan bi oyuncakçıya yollandım, yok. Inkilap kitapevinde ve Kipa’da şansımı denedim, yok yok. Başka kitaplar öneriyorlar. Desem ki bizim oğlan Alisiz mıçamıyor, bön bön bakacaklar:) Elim boş döndüm ofise. Bütün İzmir D&R’larını ararsın. Biri de demezler mi baskısı tükenmiş!! Ben arıyorum ya tedavülden de kalkar!! Çaresiz internetten sipariş ettik.
Tek derdimiz bu olsun di mi? Ne küçük işler aslında. Ama insan böyle dertleri olduğuna seviniyor, bloga böyle anılar yazmak ne güzel, sağlığı düşününce.
Bu arada kitap daha yola çıkmadı ama galiba Arca unuttu sonunda:) Dün akşam icraatı sorunsuz ve Alüsüz atlatıldı. Çocuk işte!!

28 Eylül 2010 Salı

Kitabın sonunu önceden okumak

Arca’nın yatak, şu Türk usulü büyüyebilen cinsinden. Büyütelim artık diyorum. Sebebi çok!
1. Arca yatakta dört dönüyor, korkuluklara kafayı vurup uyanıyor.
2. O düdük kadar boyu ile tırmanmaya çalışıyor, artık yatakta yalnız bırakmak mümkün değil.
3. Yatağa çıkmak için hep bize ihtiyacı var, halbuki normal yatağı olsa tırmanır.
4. Korkulukların üzerinden atlarken ucundan azıcık kırdım iyice tehlikeli oldu:P
5. Yanına girdim mi iki büklüm oluyorum, biraz da bencilce büyük yataaak!! diyorum.

Ama erken mi geç mi bilemiyorum? İlker erken diyor, illa ki bir alçak bariyer konacak, üstünden atlar diyor, sonra gecenin bi vakti bütün evi dolaşacak, olmadık yerlere girecek diyor… diyor da diyor! Kararsızlık noktasında kıvranıyorum (en gıcık olduğum şey) Nurturiaya mı sormalı, napmalı?



Benim sorunum bu, hayır benim bebem her şeyi önce yapıyor, derdi değil bu, başka bişey. hemen bir sonraki aşamaya geçelim istiyorum, sabırsızım! Hemen emeklesin koşsun hemen konuşsun hemen hemen… sonunu heyecanla beklediğim bir macera filmi gibi Arca. Bazen diyorum ki Arca da sonunu önceden okuyabileceğim bir kitap olsa elimde! – ben kitapların sonunu önceden okurum, çünkü okumadan başıma bişey gelir de hiç öğrenemezsem sonunu diye korkarım ! –

Bir film vardı, Ben Stiller sanırım, pek Hollywoodvari bir filmdi, CLICK. Filmi net hatırlamıyorum, demek ki göz ucu ile izlemişim, ama hatırladığım bu başrol oyuncusu bir aile babası, iş yoğunluğundan sürekli bir şeyleri zaplıyor. Mesela eşinin ailesi mi geldi, hop o kısmı ileri sarıyor, bir proje mi teslim edecek hop ileri! “Arca büyüyünce nasıl biri olacak acaba ?” diye düşünürken elimde bu imkanım olsa bi süreliğine ileri sarsam da görsem dediğimi hatırlıyorum.

Arca daha portakalımızda vitamindi, şimdi bir hamur oldu, çamur oldu. Allah için hammadde iyi de bundan sonrası nasıl olacak? Onu ellerimizde şekillendirmek ve bir ürün ortaya çıkarmak bir süreç meselesi. Doğrusu bu sürecin tadını çıkarmak, her anını yaşamak olmalı. Olmalı da benim derdim ürün! Sonuç odaklı bir yapım var maalesef! Ana babanın dilekleri istekleri bitmiyor. İlkere sorsan terbiyeli, dürüst, insan ilişkileri kuvvetli biri olsun, zekadan da yüksek notlardan da daha iyi meziyetler bunlar. Bense altını doldurmak isterim, detaylandırmak isterim. Mutlu insan olmalı pozitif olmalı, neşeli olmalı, her şeye negatif ve mızmız yaklaşmasın. Kitaplardan, sinemadan, sanattan keyif alan, yaptığı işten, sosyal çevresine kadar hayatının her anından mutluluk çıkarmayı bilen bir insan olsun. Çocuğun anlık mutluluğunu beslemek değil anlatmaya çalıştığım, bunu kendi kendine yapabilmesi için yol göstermek. Derin mevzulara giriş yaptık, sustum!

Lafın dönüp dolaşıp geldiği yere bak! Ne diyordum büyük yatak? Geçmeli mi beklemeli mi? Bu süreçte ne yapmalı?

----------------------------------------------------------------------

Filmi izlemek isteyen gerisini okumasın ama ben yazmadan edemeyeceğim:
Sonunda adam çok yaşlanmış, ve hayatını ileri sarmakla, durdurmakla geçirmiş. B.ktan zamanları yaşamaktan kurtulayım derken çocuklarının ailesinin değişme sürecine tanık olamamış. Kötüydü be!