3 Kasım 2016 Perşembe

Ne zaman yaşlandığını anlarsın?

Bir fotoğraf çekinirsin ve yüzündeki sarkmalarla çizgiler kabak gibi ortaya çıkar. Yaş almaya hoş geldin. Daha doğrusu yaşlandığını fark edenler kulübüne.

Arca geçenlerde anaokulundan beri en sevdiği arkadaşı Kayra için, “biliyor musun Kayra benim beş yıllık arkadaşım!” dedi. Poyraz’ı hatırlattım, “a evet ya Poyraz benim yedi yıllık arkadaşım vay be” diye ekledi. Biz arkadaşlarımızdan bahsederken yirmili yıllara geçtik bile. Elvan, Gülayşe, Emel, Tuba yirmi yıllık arkadaşlarım, ya Zeynep? Yirmi üç yıl olmuş. İlker’le tanışmamızın üzerinden yirmi bir yıl geçmiş. “Hey gidi” diyor insan.

Bazen yolda genç çocuklara rastlıyorum, lise öğrencilerine. Onlarda İlker’in geçmişi ile Arca’nın geleceğini görüyorum, hem hüzünlü hem umut dolu bir gülümseme beliriyor yüzümde, hoşuma gidiyor.

1 Kasım 2016 Salı

Kitap yorumu: Güvercinler Gittiğinde

Bir kitabı tavsiye etmem için beni alıp götürmesi ilk kriter. Alıp götürmek terimi açıklıyorum. Mesela metrodayım, ayaktayım ayağım ağrıyor fakat yine de kafamı kaldıramıyorum kitaptan, boşalan yerleri bile kesemiyorum. Hatta otobüste bile ayakta kalsam, o sıkışıklıkta birkaç sayfa okumaya çalışıyorum. Sonra elime sosyal medya hesaplarının yerine kitabı alıyorum, bitinceye kadar elimden bırakamıyorum. Sonlara doğru goodreads’teki yorumlara bakıyorum ve hatta yazarın bundan bile iyi bir kitabının olduğunu öğrenince derhal sipariş veriyorum. Öyle işte…

Bu günlerde şansıma böyle iki kitapla yollarımız kesişti.

Sıra ona gelmedi

Fark ettim ki, ben kendim için bir şey yapmıyorum. Hiçbir şey yapmıyorum. Başta manevi sonra da maddi sebepler ağır basıyor.

Vaktim yok. Gerçekten vaktim yok. Nasıl mı?

30 Ekim 2016 Pazar

Pazar gününden...

Tembel bir pazar öğleden sonrasından bildiriyorum şeklinde bir cümle kurmak isterdim. İsterdim ki, tüm pazar günümü üzerimdeki pijamaları çıkarmadan geçirmiş olayım. Ve aşağıdaki fotoğrafı tasvir ederken de, "artık yaymaktan sıkıldığım dakikalarda aklıma birkaç tepsi kurabiye pişirmek geldi de, şimdi iyi demlenmiş kahvemin yanına aldım, bir fotoğraf çekimlik süreye bile sabredemeyerek bir lokma yemiş bile olabilirim", diye devam etmek isterdim. Dur lan, öyle oldu vallaha. Sadece tembel bir pazar değil.

İnsan, beklentileri somut bir duruma dönüştüğünde mutlu olur demiş miydim? Evet şu an için mutlu bir an diyebilirim. Tüm hafta sonu planladığı her şeyi yapmış insanlara özgü bir tatmin olmuşluk var üzerimde.

28 Ekim 2016 Cuma

Öncelikler yüzünden

Dün sabah.

Muhtereme, evle ilgilenelim biraz, dedim. Baktı. Yani, yorganı çıkaralım, çarşafları değiştirelim, evi temizleyelim diyorum. Yarın yarım gün çalışacağım, temizlik yapayım dedim, mesela, “boş ver hep beraber yaparız” dedi. Canım muhterem… Arca bundan hiç hazzetmedi, siz evi temizleyin ben ipad filan oynarım dedi, yok ya! Banyo ışıklığının oradaki menfez kapağının takılması şart, tozu pisi bıraktım, artık soğuk hava girecek, silikonlamanın tam zamanı dedim, hak verdi, canım muhterem.

Tam evden çıkacağım, gözüm mutfağa kaydı, akşamki on dördüncü evlilik yıldönümü kutlamalarından kalan pizza kutuları hala masanın üzerindeydi. Aynı anda KFC kutusuna burnunu sokup “tüh ya hiç kalmamış” diyen Arca’yı gördük, kahkahamızı zor tuttuk, ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk, mutfak bekar evi mutfağına benziyordu. N’apalım akşam eve vardığımda saat dokuza geliyordu. Fakat artık silkinmenin vakti geldi. Madem şimdilik işteki yoğunluk biraz hafifledi, stres yerini rutine bıraktı o halde biraz hayatımıza odaklanalım.

27 Ekim 2016 Perşembe

Kitap yorumu: Bayan Jean Brodie’nin Baharı

Yeni yetme dönemlerimi hatırlıyorum. Ortaokul zamanlarını. Okulda gruplaşmalar olurdu. Bir gruba dahil olmak, ait hissetmek ergenliğin gerekliliğiydi demek ki… Oğlan gruplarında genelde tek tipleşme hakimdi. Aynı saç modeli, aynı takımın oyuncusu olmak… Fakat kızlarda, aynı gruba mensup bile olsa, ayrık bir ruh hali hemen göze batardı. Birbirlerine katiyen benzemeyen ayrık otları. Kadınların doğasından gelen bir ayrıklık var bence, bireysellik, birbirinden bir şekilde ayrışmak.

24 Ekim 2016 Pazartesi

kısa #17: Eyvallah

En sevdiğim kelime.

Daha doğrusu en sevdiğim kelime olduğunun farkına yeni vardım. Geçen hafta uçaktan önce erken akşam yemeği için İtalyan misafirleri götürdüğümüz Yeşilköy'deki balıkçıda sohbetin koyulaştığı bir vakit, lisanlarımız hakkında konuşuyorduk.

21 Ekim 2016 Cuma

Mutluluk

Bir süredir zihnimi kurcalayan cümleyi nerede okuduğumu hatırlamıyorum, kenara not ettiğim cümlelerin kaynaklarını da yazsam iyi olacak.

Cümle şu:
Mutluluk somut bir durum ile soyut beklentiler arasındaki ilişkiye bağlıdır.

Bu cümle doğru ise, mutluluğun formülü çok açık: bir sen bir ben bir de bebek :))

Hayır, değil tabii ki.

19 Ekim 2016 Çarşamba

Kitap yorumu: Hayvanlardan Tanrılara, Sapiens

İkinci üniversite olayını duymuş muydunuz? Eğer bir fakülte bitirmişseniz, iki yıllık veya dört yıllık bölümlere, herhangi bir sınava girmeden kaydınızı yaptırabiliyorsunuz, açık öğretim gibi. Ben bu yıl sosyoloji bölümüne ön kaydımı yaptırdım.

Bölüm seçimimde “Yılmaz Morgül’ü bir millet neden izler” sorgulamamın etkili olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yok lan şaka yapıyorum, bana ne. Bizim millet Kürk Mantolu Madonna’daki Madonna’yı şarkıcı Madonna diye canlı yayında goygoy yapanları izliyor, Yılmaz Morgül ekranların gülü be gülü!

17 Ekim 2016 Pazartesi

6 dakika: DEV

Babam, geçenlerde bir yazımı okumuş, ne kadar zamanda yazıyorsun bunları diye sordu. Kendisini yazıdan ziyade sözle iyi ifade edebilen insanlara özgü küçük bir hayranlık vardı sesinde.

Az önce cüzdanımın iç gözlerini kurcalarken birkaç tane "6 dakika" kartı buldum. Galiba yazlığa filan giderken cüzdana atmışım, ne zamandır unutulmuş. Bir kart çektim, DEV sözcüğü çıktı ve 6 dakikada aşağıdaki pasajı yazdım. Şimdi sorsa babama "6 dakikada yazıyorum" diyebilirim:))

13 Ekim 2016 Perşembe

İyi hissettiren küçük şeyler

Geçen gün işten biraz erken çıktım, İlker ve Arca ile buluşacaktık, vaktim vardı ve sokak sokak yürüdüm. Kıbrıs Şehitleri caddesinin arka sokaklarını, Kemeraltı'nın ara sokaklarını, Pasaport'a kadar Kordon'u (o siyah beyaz eski kaldırımlarda) baştan başa yürüdüm. Buluşma zamanına yakın Topçu'nun karşı köşesindeki Starbucks'ta dinlendim. Yanımda defterim vardı, sayfaları karıştırırken Sanatçının Yolu kitabındaki görevlerden birine denk geldim.
Mutluluk veren şeyleri listelemişim. Görev buymuş demek. Ara sıra başka kalem kullanmışım demek ki dönüp dönüp eklemeler yapılmış.
O an içlerinden üçünü yapmış olduğumu fark ettim, yürümek, kahve içmek, yazmak/okumak...
Diğerlerini de yazayım, zira düşünmek ve yazmak ve hatta sonradan o listeyi okumak bile iyi geliyor.

10 Ekim 2016 Pazartesi

Dumur diyalog özel : Kedi

Ödevde ne hayal ettikleri sorulmuş.
Biri bisiklet, bayram harçlıkları, yazın kazandıkları ve anne baba katkısı ile sahip olabildi, pek heyecanlı kendisi. 
Diğeri; sarı tüylü bazı yerleri beyaz olan tombalak bir kedi. imiş.
Hedefi, böyle bir kediye sahip olmakmış.
"Hedefine ulaşmak için ne yapmayı düşünüyorsun" sorusunun cevabı: Annemi ikna etmek.

9 Ekim 2016 Pazar

"Eve döndüm, geleceğim"

Çocukluğumuzda bizi ödül almaya alıştırmışlar. Eğitim sistemimizde böyle bir kara delik var. Dersleri sınavlarda çıkacak sorulara göre öğrenmeye çalıştık çoğumuz. Mutlaka zevk aldığımız dersler olmuştur ama iyi notlar almanın ya da sınıfı geçmenin en birinci hedefimiz olduğunu söylerken ve genelleştirirken abartmış olmam sanırım. Sonra o bitmek bilmeyen ortaokula, üniversiteye giriş sınavları... O sınavları kazanmak o kadar öncelikliydi ki, kazandıktan sonra dünyaları kazandığımızı düşündük. Yeni hedefimiz fakülte bitirip diploma almaktı, onu da hallettik tamam, sandık.

Halbuki yeni bir sınav başlıyordu, hayat sınavı. İşte aramızdan sadece sonuç odaklı olanların, dışsal ödüllerle hedefleri tutturmaya alışanların bu hayat sınavında "başarılı" olsalar bile mutlu olmaları daha doğrusu mutluluklarının sürekli olması mümkün olmadı. Evvelden sınavlarda iyi not almaya alışkın olan bünye, şimdi ay sonu alacağı maaş için, yıl sonu alacağı title için çalışmaya devam etti. Alamamak büyük bir motivasyon kaybı iken alabilmek bir süreliğine gönlümüzü oyaladı, zira ödülün etkisi de cezanınki gibi kısadır.

Rutin iyidir.

Pazar. Saat 11:12. İlker yirmi dakika kadar önce Arca'yı alıp şantiyeye götürdü. Beni evde bir saat yalnız bırakmakla, bana nasıl bir iyilik yaptığının farkında mı acaba? Aslında onlarla çıkıp beni pazara bırakmalarını dönüşte de almalarını istemiştim ama sonra pazardan bir sonraki haftaya kadar bozulacak ve çöpe atılacak sebzeler almak yerine evde bir başınalığımın tadını çıkarmaya karar verdim. Pazardan aldıklarımızı tüketemediğimiz hiç olmamıştı, bu haftaya kadar. Evle ilgili hafta sonundan alışveriş, yemek, ütü gibi konularda plan yapar, bu planları genelde de uygularım. Ama bu hafta...

30 Eylül 2016 Cuma

Seyrek yazıyor olabilirim ama...

O kadar perişan görünüyorum ki, metroda bana yer veriyorlar. Üzerlerine aksıracağımdan, kusacağımdan veya bayılacağımdan korkuyorlar. Belki de kokudur sebep. Zira bu hafta duş yaptım mı hatırlamıyorum. Saçlarım yağlı olsa mecbur bir saçım olsun yıkanacak da, iki mıncıkladım mı sokağa çıkılabilecek (bedhead akımının öncüsüyüm) hale geliyor, sallıyorum.

Çok mu uzattım? Peki. (daha yazının uzunluğunun farkında değilsiniz tabii, başındasınız).

28 Eylül 2016 Çarşamba

Oblomov

İki yıl önceydi, klasik okusam da ne okusam dediğim zamanlar. Evet, bu kadar okuma meraklısı biri için klasikleri okumamış olmak ilginç, biliyorum. Ama öyle…

Her şeyin bir uygun bir zamanı olduğuna inanıyorum artık.

23 Eylül 2016 Cuma

Persephone sen misin? Daha gitmedin mi?

Sabah bakkala giden (muzlu süt için yer cücesi tarafından zorla gönderilen) İlker, "sabah serini var, üzerine bir şey al", dedi. Halbuki ben daha kot monta hazır değilim, ayağımda spor ayakkabı üzerimde incecik elbiseyle çıkmak üzereydim. Dünkü yağmurlu İstanbul’un serin sonbahar havasını hatırlayınca, buna da şükür dedim içimden, hala ılık buralar.

Her sabah metroya bir patikadan iniyorum. Sağı solu ağaçlı. Mevsimleri ve mevsimlerin birbirine dönüşmelerini, o patikada yaptığım yürüyüş sırasında fark etmek çok keyifli oluyor.

22 Eylül 2016 Perşembe

Eş zamanlılık

Telefonda Timehop diye bir uygulama var. O gün için geçmişe hopluyor zıplıyorsun. Bugün bir bildirim geldi, bak diyor, bundan 1-2-3… sene evvel neler paylaşmışsın, neler yaşamışsın. Zaman makinesi gibi ama sadece geçmişe… (About Time filmindeki gibi)

Bu uygulamayı en çok Arca’nın bebeklik fotoğraflarına denk geldiğim için seviyorum. Bugün uygulama bana bir sürpriz yaptı, tam 8 sene öncesine götürdü beni, blogda bir haber vermişim o gün: IT’S A BOY!
  

19 Eylül 2016 Pazartesi

Tatil sonrası hayata adapte olma rehberi

Derler ki, bir tatilin tam anlamı ile tatil olması için işle ilgili her şeyi geride bırakmak ve unutabilmek gerekir. Ancak böyle tazelenmiş bir zihinle işe dönebilirsin. Benim genelde tatillerim telefon, mesaj ve mail trafiği ile piç olduğu için uzun zamandır işi, en son işte ne yaptığımı unuttuğum bir tatilim olmamıştı. İlk defa geçen haftayı tam anlamıyla kafayı boşaltarak geçirebildim. Bundan sebep hep gülümseyerek hatırladığım bir tatil olacak. İçimize sinsin.

Gel gör ki, zaman geçiyor ve tatil de bitiyor. Gerçek hayata adapte olmak gerekiyor. Her ne kadar rutinin, düzenin, yerleşik hayatın özlemini çeksek de, itiraf etmem gerekirse, bizim hane için hayata dönüş çok zor oluyor.

10 Eylül 2016 Cumartesi

Kışlık domates yapımı

Geçiş mevsimlerinin insan metabolizması üzerinde bir araştırması yapıldı mı acaba?
Sizi bilmem ama bana müthiş bir enerji veriyor. Özellikle sonbahar başlangıcı. Yazın rehavetini bir düzen telaşıyla üzerimden attığımı fark ediyorum. Deliler gibi planlar projeler ve daha iyisi, hayata geçiriliyorlar…

Mesela kışlık domates.