15 Şubat 2011 Salı

Musikişinas bebe anasının billur sesini keşfediyor

Ego tatmini mi ihtiyaç duyulan? Hemen bir bebek doğurmalarını tavsiye ederim. En etkili reçete!

Benim sesim korkunçtur, kulağım sıfır! Kendi sesime bile tahammül edemem. Benim tam tersim İlker ise şahane şarkı söyler, kulağı iyidir, sağlam bir müzik geçmişi vardır. Sanırsınız ki Arca babaya şarkı ninni söyletsin! Katiyen! O benim sesime hasta, o bendeki tarifi mümkün olmayan tınıya vurgun. Şarkı illa ki anne söyleyecek! Allahım ne mes-udum!!

Günlerden bir gün, Arca’nın yanında oturmuşum, uyusun diye kırk takla atıyorum, Arca gözlerini kapatmamakta ısrarlı. İyice sıyırmış olacağım ki musikimizin güzide eserlerinden “…kapat gözlerini, kimse görmesin, yalnız benim için bak yeşil yeşil…” şarkısını söylemeye başlıyorum, sırf geyiğinden, gülmeliyim ki Arca’ya girişmeyeyim. Şarkı feci tutuyor.O gün bugündür Arca ısrarla bu şarkıyı söyletiyor.

Ve böyle başlıyor billur sesimin keşfedilmesi... Hemen havaya giriyorum, kaçırır mıyım!

Çöpçü masalının arasında bir kuple seslendirdiğim “….. dün gece çok arağğğdımmm, aradım bulamadıımmm… “ Erkin Koray’ın ölümsüz eseri de repertuarımızın demirbaşlarındandır efenim.

“Dandini dandini dastana” şeklinde başlayan geleneksel ninnimiz programımızın sonlarına doğru istek alır, lakin akabinde Arca gözlerini uykuya teslim eder.

Popüler eserlerimizi de ihmal etmiyor, repertuarımıza dahil ediyoruz. “Vak the Rock” tercihen Arca’nın pek sevdiği oyuncağı Donald Amca’nın ritmik dansları eşliğinde seslendiriliyor, şaşırma ve ilgiyi dağıtma konulu çalışmalarımızın fon müziği ise “sen neymişsin be abi a a a a!”

Baş başa şahane vakit geçiriyoruz Arca ile. “Anne şarkı” diyor, istekte bulunuyor ben ise, gözlerim yaptığım işin ciddiyetine teslim olmuş, yarı açık vaziyette iken sanatımı icra ediyorum. Arca keyifli, bi daha diyor ben coşuyorum, kendimden geçiyorum. Sahne bulsam, ışıkları altında devleşeceğim.

Lakin odaya İlker giriyor, “yav bi sus, çocuğun kulağını bozacaksın” diyor. Beni şiddetle kıskandığını söyleyen, boşver devam et iç sesim, annelik vicdanına yenik düşüyor ve programımı sonlandırıyorum.

En kötüsü sokak ortasında ya da toplum içinde talep gelmesi. Böyle durumlarda, katiyen istifimi bozmuyorum, kulağına eğilip, son derece kısık buğulu bir ses ile sanatımı icra ediyorum. Cemi cümlemizin selameti için iyi ki “sesini aç!”demiyor.

İyi ki…

14 Şubat 2011 Pazartesi

Laf lafı açıyor

Şubat olmuş 14, benim yazıların bu ayki sayısı 12! Çok yazıyorum değil mi?

Birgün Hülya bana blogcuanneyi geçtin demişti, ne gülmüştüm. Sahi ne şahane yazar Elif, keyifle okunur. Bazen yazıları biriktirilip okunur. Benim son aylardaki bu yazıya sarmamın sebebi öyle “ilham kapıyı çaldı hadisesi”değil. Yazılara kaçıyorum, klavye ile ekran arasına sığınıyorum. Motivasyonsuzluğum baki, lakin enerjimi bir yere yönlendirmem gerek. Uzun lafın kısası; yazıyorum… Hem bu bloğun adının “günün çorbası” olmasının sebebi bu! Günlük yazılar, günlük çorbalar, aksi halde haftanın menüsü olurdu.

Bloğun adından bahsetmişken birkaç ay önce 150 TL’ye satın almak isteyen biri çıktı. Evet bu adresi satın almak istiyordu. İtiraf edeyim parasında değilim, tek derdim tüm yazıları başka bir yere taşıma zahmetiydi, kibarca teşekkür ettim.

Bir teşekkür de genel müdürüme. Telefonda travestiden hallice sesimi duyunca bir süre tanıyamadı, sonra da erken çıkmamı önerdi. Eve gidip dinlenmek için. Vücudumun dinleneceğine zerre kadar inansam bir dakika durmazdım, lakin Arca’nın peşimi bırakmayacağını biliyorum, oturup işlerimi bitirmeye karar verdim. Belli olmaz kafama eserse erken çıkıp kitapçılarda vakit öldürebilirim. Ne vakittir almaya karar veremediğim fotoğrafçılıkla ilgili birkaç kitabı incelerim belki, belli mi olur? Bazı kitaplar internetten alınmıyor, dokunmak lazım.

Sevgililer günü hediyesi gibi: ) Sevgililer günü deyince aklıma şahane bir anı geliyor. Yeni taşınmıştık İzmire. Arca’nın fikri bile düşmemiz aklımıza. Düşün düşün, özel bir şey mi yapsak derken ikimizin de canı kebap çekince Öz Urfa’ya gitmiştik. Hani değişiklik olsun diye de Narlıdere’dekini tercih etmiştik. Şahaneydi. Televizyonda maç vardı. Çoğunluk aileler gelmiş. Çocuklar koşturmaca oynuyor. Bir de piyanist şantör koymuşlar, ne eğlenmiştik. Çıkarken bir plastik kırmızı gonca gül ile kalp şeklinde bir balon tutuşturmuşlardı elime. Hem kebaba hem romantizme doymuştuk.

Romantizm deyince bizim balayı aklıma geldi. Elvanın babası o yıllar turizm bakanlığında genel müdür, hemen bize ucuz yollu bir balayı ayarladı sağ olsun. Düğünden sonra vakit yok, Çeşme’de birkaç gün geçirip doğru İstanbul’a gideceğiz. Sheraton o yıllar yeni açılmış, Arabayı kapıdaki çocuğa verdik, çocuk park etti, bavullarımızı getirdi. Biz resepsiyondayız. Diyoruz ki bizim adımıza bir oda ayırtılmış olmalı? Diyorlar yok. Israrlıyız, üstelik bakanlıktan ayarlanmış odamız, gerim gerim geriliyoruz. İş sarpa sarmaya başladı, Elvanın babasını aradık. “eski Turban değil mi orası?” evet burası, e tamam işte oradan ayırttım odanızı. İsim verir, Ahmet bey, otel müdürü, İlker’de hava force desen yanına yaklaşılmıyor, “çağırın Ahmet beyi görüşelim” diyoruz. Otel müdürü geliyor, telefonda Elvanın babası ile konuşuyor, Allahtan Ahmet beyi tanırmış, başka otelin müdürüymüş. Hehe bizim süngü düşüyor tabii. Meğer otelleri karıştırmışlar. Kös kös arabaya geri biniyoruz. Diğer otele gidiyoruz. Kapıdaki çocuk anahtarı istiyor, aman diyoruz dur bi emin olalım. Ahmet beyi soruyoruz çekine çekine, oh bu defa giriyoruz otele. Pek romantik başlamıştı balayımız. İstanbul’a gittiğimizde ağır soğuk algınlığı ile bir hafta yatmıştım. Belli ki Çeşmenin denizini Kasım ayında bizim romantizmimiz ısıtamamış.

Neyse geyiğin sohbetin lafın sonu yok, işler çok.

"Acıktım!"

Bir gün bunu başıma geleceğini biliyordum.

Hayatının hiçbir döneminde yemek sorunu olmadı Arca'nın.

En azılı azılara geldi sıra, tüm o diş çıkarmalar süresince bir öğünü atladıysa öbürünü mutlaka tıka basa yedi. Hadi şimdi anne olarak “ben çocuğum yerse yesin yemezse yemesin, zorlamadım, oyunla televizyonla yedirmedim” havalarına girmeyelim. Adamın tabiatı böyle. Sonradan değişir mi bilmem ama canı çektiği sürece kerevizden karpuza kadar geniş bir sebze-meyve yelpazesine sahiptir. Süte asla “hayım” demez.

Yaklaşık iki yıllık hayatında hiç çekmediği iştahsızlığı geçen hafta gördük. Herkesin eli ayağına dolaştı. O dombik göbek hafiften içine kaçtı. İlker, kaburgaları sayılıyor diye dert etti. Ümit abla muhallebiler, akşamüzerine doğru makarnalar yaptı. Bana dert edecek bir şey kalmadığından olsa gerek üstünde durmadım. Hem arka azıların nazı hem de adam düpedüz hasta işte, ötesi var mı?

Tam ben de havlu atmaya hazırlanmıştım ki, Arca cumartesi itibari ile özüne döndü.

Öğleye doğru uyudu, daninolarını bile yemeden. O uyurken köfteli çorba yaptım, katiyen karşı koyamaz. Uyandı. Çorbayı tarif ettim:
“ Of içinde minik minik köfteler var, mis gibi sıcacık….”
“Havuç?”
“olmaz mı ! patates bile var! Bak ne dicem şimdi kalkalım, sonra sen bana acıkınca söyle, çorbayı tabağa koyalım. Köfteleri ayrı koyalım sen kendin ye, suyundan ben vereyim. “

Arca yataktan doğruldu: “Anne ACIKTIM” dedi.
İki tabak götürdü.

Pazar günü dolaptaki her şeyi silip süpürdükten sonra, akşam kıymalı makarna istedi küçük beyin canı. İyi de kıyma ancak çözünüyor. Bu arada oyalansın diye erik, armut hatta kinder’in süt diliminden bile yer. On beş dakika geçmiştir Arca yine “ACIKTIM! Makavna” der.

Makarnayı birlikte pişiririz ki biraz kokusunda doysun, yok daha çok acıkır. İki insan tabağı yer, anne babanın çubuk makarnasına da musallat olur.

Kendiyle birlikte kaşı gözü saçı da yediğinden yemekten sonra banyoya girer. Makarnanın üzerinden bir saat geçmiştir. İlker televizyonda bir yemek programına bakmaktadır. Bir kadın yörelerimizi geziyor, bir yerde de bir köfteciyi tanıtıyor. İlkerle okul yıllarını yad ediyoruz, onların evinin oraya el arabasıyla köfteci gelirdi, öf ne biçim kokardı. O kadar yerdik kilo almazdık, diye muhabbet ediyoruz. Hatta İlker o kadar çok makarna yemiş ki bak bu köfteyi bile canım çekmedi diyor. Arca “Anne köfte!” diyor.

Şaka yapıyor diyor, oralı olmuyoruz.

Arca azimli “ACIKTIM!” “Annecim yeni yemek yedin, emin misin?” “emin!” “ama köfte yok! Başka bir şey?” “köfteli çorba”

Tereddütle mutfağa gidip çorbayı ısıtıyoruz ve ikinci tabağın bitmesine az kala “doydum” diyor. İlker inanmıyor.

Bir gün başımıza geleceğini biliyorduk ama bu kadar çabuk beklemiyorduk. Evet biz Arca’yı doyuramıyoruz.



Fotoğraf, cumartesi gününden… Güzelyalı parkında deli deli oynadıktan sonra artık tamamen açtığımız yatağı için lastikli çafçaf alıp kuşların yanına gitmiştik. Arca bulgurdan kuş yemini kuşlara yedirdi. Ancak kuşların kaka sorunsalını göz ardı etmişiz, nasibimizi aldık. Zaten oraya gittin mi kuş mıçmazsa piyango bileti alacaksın, boş çıkman imkansız!

Bir Göztepe klasiği olarak fırından gevrek yiyerek eve döndük. Tabii bu şahane gün bana hastalığımın nüksetmesi ve hafta sonunun geri kalanının yatak döşek olarak geri döndü. Olsun onun çocuk kahkahalarını duydum ya, varsın iki gün daha yatayım.

11 Şubat 2011 Cuma

itiraf.com

Hülyayı bu mimi bana paslaması için resmen zorladım. Günah çıkarasım gelmiş nicedir. Hoş, paslamasa da bir punduna getirip yazardım.

Uzun bir post olacak, şimdiden uyarayım.

Bazen 5 (yazı ile beş) gün yıkanmadığım oluyor. Saçlarım kuru olduğu için görüntüyü kaldırıyor ancak kaşınmaya başladığımda zorla banyoya gidiyorum. Çocukken de sevmezdim.

Arca’yı da günlerce yıkamayı unuttuğum oluyor.

Arca ile ilgili sürekli hayaller kurarken yakalıyorum kendimi. Sonra hep bir Kızılderili atasözü ile kendimi silkeliyorum. “Hayalkırıklığı yoktur, yüksek beklenti vardır. “ I-ıh hayır işe yaramıyor! Yine başa dönüyorum.

Kendimde çocuğunu yarış atı gibi o kurs senin bu kurs benim gezdirecek hırslı anne potansiyeli görüyorum. Bundan nefret ediyorum! Arca büyümeden önce bu potansiyelimi rafa kaldırmalıyım.

Arca’nın göz göre göre elini yaktım. Acayip vicdanım sızlıyor. Pilavın suyuna limonu sıktırmamalıydım, kaynar su eline sıçradı, çok canı acıdı.

Ama Arca’nın benim canımı acıtmasına tahammülüm yok. Saçımı çekmesi ya da yanlışlıkla da olsa acıtmasına çok sinirleniyorum. Emzirirken ve doğumda yeterince acı çektim, yeter ulen psikolojisine sahibim

Arca’ya sesimi yükselttiğimde daha yükselttiğim an pişman oluyorum ama bazen durduramıyorum.

Arca ile ilgili krizleri aştığımda dötüm kalkıyor, ben bu işi biliyorum havalarına giriyorum. Tökezlediğimde ise aynı hızla geri iniyor o döt!

Gelecek maçlardan acayip tırsıyorum. Pütürlü yiyemezse diye 7 aylıkken pirzola verdim eline, boğulmasından daha az korkuyormuşum. Sonra 2 yaş civarı emzik zor olur dediler, 18 aylık olmadan bıraktıralım dedim. 2,5 yaş tuvalet konusunda inat edebilir korkusuyla tuvalet eğitimine yöneldim, erkenden lazımlığı koydum önüne. Ha kötü mü oldu? Bilmiyorum çünkü kendimi boşu boşuna yorduğumu ve gerdiğimi düşünüyorum şimdi. Üstelik bunların hiçbirinde öyle aman aman bir çabam yok, Arca bu konularda uyumlu davrandı, o yüzden kendimi övmenin de bir anlamı kalmıyor. Sanki hiç katkım yokmuş gibi hissediyorum bazen.

İlkere çok gıcık oluyorum. Ben uğraşıyorum o kenardan seyrediyor sonra bir tespit yapıyor ve doğru çıkıyor. Benden daha fazla annelik güdüsü olmasına gıcık oluyorum.

Uzun bir süre Arca ile baş başa kalmaktan korktum. İlker eve geç geleceği zamanlarda o gece nasıl geçecek diye ödüm patladı.

Kitap anne hallerimden nefret ediyorum. İnsanlara “…. Kitabında böyle yazıyor” ile başlayan öğütler vermiş olmaktan utanıyorum. Daha da fenası çocuk eğitim kitapları yerine bu aralar romanlara sarmış olmama rağmen itiraf ediyorum hala gizli gizli çocuk eğitim kitapları karıştırıyorum.

Arca’ya kitap almaktan/okumaktan hastalıklı bir zevk duyuyorum. Abarttığımı düşünüp acayip tırstığım zamanlar olmakla birlikte buna engel olamıyorum. Oyuncak almaktan ise nefret ediyorum, çünkü beceremiyorum.

Yaptığım işi sevmekle beraber bazen “farklı bir şeyler yapabilirim” güdüsü geliyor. Ama “rahat dötüne mi battı otur oturduğun yerde” düşüncesi bu karşılaşmada galip geliyor ve oturuyorum. Cesaretsiz ve rahatına düşkün buluyorum kendimi ve bundan nefret ediyorum.

Çok şekilci bir insanım. Hadi bunu “estetiğe önem veriyor” diye yumuşatmayalım düpedüz şekilciyim işte. Etrafımda hep güzel insanlar olsun istiyorum. [Boris Vian “Bütün çirkinler ölmeli!” demiş di mi? Kendisi de pek güzel sayılmaz! - bak başladım yine]

Temizlik yapmaktan nefret ediyorum. Ev 15 gün temizlenmeyebilir, rahatsız olmuyorum.

Evde temizlik yapılırken evde olmaktan nefret ediyorum. Ben de yapmayayım, başkası da yapmasın!

Uyurken dişlerimi sıkıyorum. Özellikle hasta veya stresli olduğumda. Böyle bir şey yaptığımı yirmilik dişimi alacak olan çene cerrahı fark etmişti, altı yıl kadar oluyor. Üstelik antidepresan vermişti. Kendimi psikolojik deli hissetmiştim ve inatla içmemiştim. Sonradan öğrendim ki yetişkinlerin %70’i dişlerini sıkarmış. Bu beni rahatlatmıyor tabii ki, şu anda çenem ağrıyor!

Ve... hasta olmaktan nefret ediyorum. İğrenç mıymıntı tiksinti bir insan oluyorum. Etrafımdaki herkese mikrop gibi bu mıymıntı hallerimi bulaştırıyorum, zamanla etrafımda mıymıntılıktan bir sur örülüyor ve ben bunun içinde boğuluyorum.

Çok mıymıntı bir yazı oldu, böhüüü iyileşmeden dönmemek üzere gidiyorum!!!

Gitmeden...
Elfanam, Başakçım canım benim ve babadan itirafları duyalım!!

Hangi çizgi film kahramanı?

ATOM KARINCA!!

Çocukken öyle aman aman çizgi film yoktu. Bir atom karınca bir ağaçkakan bir de değerli. Ablam değerli olurdu hep, sakin miskin kenarda ama her şeyden haberdar. Ben asla ve asla yer yüzü görmeyen dötümle atom karınca.

Sonraları en sevdiğim çizgi filmler çok değişti. Kendimi şeker kız candy sandığım uzun bir dönem oldu. Hatta üniversitedeyken tekrar yayınlamışlardı, Elvan’la izleyip ağladığımızı hatırlıyorum. Siz bize bakmayın bizim Banu Alkan’ın Serpil Çakmalı ile filmini izlemek için ders ektiğimiz zamanlar oldu, Candy kimmiş: )

Şirinlerin hastasıydım, Tom ve Jerry için yanıp tutuşurdum. He-man için annem sokaktan çağırırdı, Disney’in cumartesi sabahları için erkenden uyandırırdı. Kaçırırsam terör estirirdim. Çocuk olmayı çok seven, çocukluğunu doya doya yaşayan bir çocuktum.

Şimdi çizgi filmleri çok bilmiyorum. Mesela Kayyu (tabii başka türlü yazılıyor) çok güzelmiş. Arca henüz izlemedi ama babanesi iki kitabını almış. Arca bayıldı. Bence izlenebilir, sevimli, zararsız güzel bir çizgi filme benziyor.

Arca Mickey’nin hastası. Haftada bir veya iki defa izliyor. Televizyonda kayıtlı. “A şimdi Mickey varmış, hadi açalım” deyince hemen Mickey ve Donald Amcayı koltuğunun altına sıkıştırıp geliyor. Şimdilik sarmadı, ısrar etmedi ama öğrense istendiği zaman izleyebileceğini eminim sarar.

Bir de Cars… Bu film tabii aslında. İlker DVD’sini almış, 15’er dakikalık parçalarla seyrettik. Ben önceden izlememiştim. Bayıldım. O son sahnelerde Kral’ın kaza yaptığı hani, ağladım. Manyak mıyım neyim! Evet Arca da suratıma manyak mısın diye baktı.

Arca biraz büyüsün de sinemaya gidip çizgi film (şimdi animasyon diyorlar değil mi?) izleyelim istiyorum. Ice Age'i defalarca izledim, sonra o aşçı fare, bir de Incredibles...

Hay allah unuttum. Mim bu mim! Çok baba bir blogger var. Blogger baba pek bulunmaz bilirsiniz, hazinedir onlar. Mimi bana paslamış, ben de ...
Aslında soru şu: hangi çizgi film karakteri olmak istersiniz? Ben çocukluğuma indim kısa bir süre, yenilerden bilen varsa buyursun:)

Tekir
Huysuz
ve çocukluğunu harika anlatan iça'ya paslıyorum,
heyecanla bekliyorum

9 Şubat 2011 Çarşamba

Çarşambaya çıkmadı garip!

Hani Arca'nın ateşi 40'a çıktığında doktora gitmiştik ya, bi de sormuştuk : biz ne zaman hasta oluruz diye. Malum virüs, bulaşmaması mümkün değil. Pazartesi bilemedin Salıya ömür biçmişti sağolsun.

"Beni Türk doktorlarına emanet edin!"

Dün akşam saatlerinde başlayan baş ağrısı, tüm vücuda yayıldı. Saat sekiz itibari ile daldığım uykudan sabaha karşı Arca'nın ateşlenmesi ile uyandım. Sonra birlikte uyuduk.

Arca iyi, anne beter!

Çok da iş var. Yeliz, baş kas, kıç ağrısını da alır kaçar.

8 Şubat 2011 Salı

Dumur diyalog #6 : Bizim evde uzaylı var!



Arca bir gün "beni leylekler mi getirdi anne?" diye sorarsa "yok anam seni uzaylılar getirdi" deyip aşağıdaki anıyı anlatacağım, hak verecek fakir.

Ben bu uzaylı sendromunu koca göbeğini aylarca kaldıramayıp 15 aylık civarı ilk adımlarını atmaya başladığında yaşamıştım.

Gelelim yeni hadiseye.

Arca düdüğü kitap okutur, hani artık bunu bilmeyen yok.

Yeliz eskileri diğer kitaplığa koymuştur,
Bulmuş Arca düdüğü, "oku" buyurur.
Odasında yerde oturulur, okunur,
Kitap "Yavru ahtapot olmak çok zor"dur.
Bu kitabın okunması onbeşmilyonyüzüncü defayı bulmuştur!

(Sara Şahinkanat kadar olamasa da biz de ucundan bir kafiye attıralım dedik:) )

Tam bir satırın sonuna gelinir:

Yeliz : Babası tıkıştırıyordu lokmaları
herkes bilirdi
çok önemliydi ...

İlker : cüzdanımı bulamıyorum
şeklinde ortadan dalar

Ben İlkere cevap yetiştirirken, Arca sabırsızca; KAHVALTI!

Y&İ: HÖNK!

İlker : Ezberlemiş düdük
Yeliz : Yok be tesadüf
İlker : Oku, satır sonlarını boş bırak göreceksin

Yeliz : ..... (öf ben hatırlamıyorum işte)
Arca : OPOTÜSÜN!
Yeliz : HADİ BEH!

Yeliz : Daha çok işimiz, fırçalanacak...
Arca : DİŞLERİMİZ

Yeliz haıahhahd şeklinde korkan gözlerle bebesine bakar!
kitap baştan aşağıya son kelimeleri boş bırakılırak okunur ve hepsi Arca tarafından tamamlanır.

O kitap yetmez hemen başka kitaplara geçilir.

"Kim Korkar Kırmızı başlıklı kızdan"
Yeliz acayip tırsar düştüğü bu durumdan
Rastgele satırlar seçilir kitaptan
(kafiye devam! sevdim ben bu işi:P)
"Geç kalma
soğumasın sofrada..."
Arca : Mantarlı pizza!!
"hasta bir büyükanne,
yanında da alev alev yanan..."
Arca : bir şömine
.
.
.
.
.

Böyle böyle en sevdiği kitaplar okunur baştan,
Pırtık Tekir, Tostoraman...

Sırrın ortaya çıktı! Hepsini ezberlemişsin işte!
Utanmadan bir de "oku!" buyuruyor pis cüce!

Sen oku da biz dinleyelim bundan böyle!

7 Şubat 2011 Pazartesi

iyi iyi kuyruğu doğrulttu

Cuma gecesi nöbeti İlkerdeydi ve artık oturduğu yerde gözleri kapanıyordu. Arca'yı uyuttuktan sonra aslında uyumalıydık ama uyusam kesinlikle ayılamazdım. İlkere dedim ki sen yat ben uyumayacağım, birşey olursa uyandırırım.

O gece beni Nurturia ayakta tuttu. Gecenin bir vaktinde Sims muhabbeti yapan birkaç kadındık. Kimimiz ateş nöbetinde, kimimizin uykusu kaçmış. elfanam, annevebebişi, asna, anneyazar... Hem eski günlere giderek biraz ortamdan uzaklaştırdım kendimi hem de uyanık kalabildim.

Nurturia: çok işlevsel bir icat:)

O gece 4 gibi son ateş düşürücüyü verdikten sonra ateş düştü. İnanamadım ama gerçekten düştü. Bütün pazar günü evde pıtı pıtı dolaşan bir cüce vardı. Öyle koymuş ki öyle çırılçıplak yatışı, bu hareketlilik hepimize iyi geldi. Ama öğleye doğru pilimiz bitti, Arca'nın gözünün içine baktık uyusun diye.

Blog dostları, o kadar mutlu oldum ki güzel mesajlarınıza, iyi dileklerin ve duaların pozitif bir enerji oluşturduğunu biliyorum, iyi ki varsınız.

Arca'nın iyileştiğine dair en önemli kriter; iştah!

Dün akşam itibari ile yerine geldi, hatta bu cümle yetmez, gripe çare tavuk suyuna çorbadan bir insan tabağı yedikten sonra oyalansın diye bulgur pilavı koydum önüne. Artık tavuk yemez dedim ama ayranın üzerine bizim tabaktaki tavuklara göz dikti, bir buçuk tavuk kalçayı da götürdü.

Dostlar!! ARCA SAHALARA GERİ DÖNDÜ!!!

6 Şubat 2011 Pazar

40.2 ?!?

Tarih yazıldı bugün bizim evde, bu gözler 40.2'yi gördü.

Halbuki dün akşam saatlerine kadar herşey normaldi.

Geçen hafta Ümit abla İstanbula gitmek için iki gün istemişti, kırmak istemedik. Hem mutlu hem de üzücü bir haberle döndü, kızı hamileydi ve Arca'yı yakında bırakacaktı, en geç Eylül gibi... Hani bir yıl içinde bırakacağını düşünüyorduk ama daha önce olması fena koydu. Hazmetmeye çalışıyorum...

Neyse salı gün döndü, o gün iyiydi. Çarşamba geldiğinde çok öksürüyordu, içimize sinmedi, doktora gönderdik. Ümit abla kuvvetle muhtemel gripti ama doktorlar bronşitte ısrar ettiler. Biz yine önlemimizi aldık, pazartesiye kadar gelme dedik. Üç gün Arca'ya imece usülü bakıldı, annem, ablam, İlker...

Son olarak ben dün öğlen evdeydim. Arca öğlen uykusunda keyifle uyanıp yanıma geldi. Birlikte temizlik yaptık, neşeliydik. Akşama doğru başladı ateş. Arka azılara yorduk masumca.

39'ları görünce azı mazı rafa kalktı.

Aksiyon başladı!

Ateş bir türlü düşmedi, her yol denendi. Doktor arandı yeni talimatlar alındı. Yok yine düşmüyor. 40 sınırına dayandı, kaptık doğru doktora. Enfeksiyon şüphesi olduğundan bizi başka odada beklettiler, Arca kudurur durmaz. Aklıma "Kar Masalının" iphone uygulaması geldi, Arca'ya daha göstermemiştim. Bayıldı!! Hatta doktor sordu, o da eve gidince 2,5 yaşındaki kızına gösterecekti.

Doktor grip teşhisini koydu, biz antibıdıbıdıda ısrar ettik. Dünyada doktorunun anitbiyotik vermek istemediği ancak ailesi ısrar eden tek bebe Arca'dır herhalde. Yok öyle zor bir sabah geçirdik ki totomuz yemedi, ya ateş daha da çıkarsa?

Doktor bizi ikna etmek için kan tahlili ve boğaz kültürü talep etti. Sonunda ikna olduk. Acayip kıl bir anababayız, biliyorum. Yine de her ihtimale karşı reçeteye yazdırdık.

Kullanmamak üzere antibiyotik, kullanmak üzere ateş düşürücüler, kullanmama ümidi ile novalgin damla ayrıca şurupları içirmek için şırınga ve muhtemel sümükler için otribebe. Evet tüm donanımlarımız hazır! o grip virüsünü yeneceğiz!!

Arca iyiydi hoştu hatta 38 derecelere kadar düşen ateşi ile bipbip ile turlarken cıbıl poz verdi...



Sonra halası geldi, hoşbeş etti, ama hali yok.



Birlikte yemek hazırladık, tavuk ve bulgur pilavının yanına ayran istedi, birlikte çırptık. Ne olduysa o 15 dakika içinde oldu ve bir anda çıkan ateş hiç düşmedi. 40.2 yi gördük. Duş, sirkeli sular... Üstelik ateş düşürücülere daha vardı.

Bir ara düşer gibi oldu hatta üşüdü. Ama bu defa da kakası geldi, bingo ishal!!

Bu gece böyle... Uyumuyorum nöbetteyim yoksa top patlasa uyanmam. İlacın saatini bekliyorum, 10 dakika arayla ölçüyorum ateşi.

Bütün gün hiç bir şey yemedi. Normalde bütün gün boyunca yemek yiyen bir insan yavrusu için çok ama çok zor olmalı! Ara uyanmalarından birinde süt içmeye ikna oldu sadece.

Bir rivayete göre bu rezil ateş 5-6 gün sürüyormuş. Bakalım önümüzdeki geceler ne olacak. Bir de ayrılmadan doktora sorduk, kesin biz de kapmışsızdır, ne zaman hasta oluruz tahminen? Pazartesi bilemedin salıya kadar ömür biçti bize.

Bir de unutmadan....

İlker bir kulağından ateşini ölçüyor, Arca hop kalkıyor, öbür tarafı dönüyor "bunu da!!" illa ki iki kulak birden ölçülecek! Hani bir defa da değil her seferinde!

Allah iyiliğini versin Arca!

4 Şubat 2011 Cuma

Arca karanlıktan korkuyor

Ve ben nasıl yaklaşacağımı bilemedim.

Spontane gelişti her şey.

Önce karanlık bir odanın ortasına gidiyor, sonra hüngür hüngür ağlıyordu. Bir iki defa sadece gidip ışığı yakmış, ağlamana gerek yok, beni çağır, ışığı yakayım, dedim. Hiç işe yaramadı tabii ki.

Sonra bir gün yine aynı şey olunca, bu defa daldım konuya hönk diye: Arca karanlıktan korkuyorsun?

Çok net EVET dedi.

Bebem sen bi dur ben iki satır kitap karıştırayım diyemeyeceğiniz bir andır o!

İç ses: annaaam zıştık, ne edecektik? Dur bir zaman kazanayım, belki dökülür.

Hmm peki, gel beraber karanlık odaya gidelim, ben yanındayken anlat, ne görüyorsun, ben de bakayım.

Odaya gidilir.

Y: Karanlıkta bir şey görüyorsun ve bu seni korkutuyor.
A: Evet
Y: bu bir hayvan olabilir mi? (tostoraman veya ejderhadan şüpheleniyorum)
A: GEYİK!

İç ses: ulen geyik nerde vardı yav? Çalıştır saksıyı yeliz, çalıştır, hangi kitaptı o? Dur biraz daha zaman kazanayım

Y: bana nerede olduğunu gösterir misin geyiğin?
A: Orda!

İç ses: yok lan orada bişey gölge bile yok, hadi bir hamle yapman lazım, hadi koçum, ahanda buldum Agoradaki bir vitrinde kocaman bir geyik koymuşlardı, o galiba!!

Y: hani Agoradaki geyik gibi değil mi? Hani büyüktü, o beyaz geyikten, evet şurada gördüm.Büyük bir geyik.
A: Küçüükk!

İç ses: hadi beh! Tutturamadık!

Derken…

Arca hayali küçük bir geyiğin uçtuğunu pandomim hareketleri ile tarif eder. Hayali geyiği yakalamaya çalışır.

İç ses: uçuyor lan bu geyikler.

Y: Ahanda yakaladım!! yok annem geyiği yakalamadım, değnek adam kitabındaki geyiklerden di mi? Uçuyorlar hani?
A: evet

İç ses: ohhh yırttık, şimdi hadiseyi yumuşatalım

Y: hmm gel o kitabı bir daha okuyalım. Geyikler Noel baba hediyeleri hızlıca dağıtsın diye yardım ediyorlar. Geyikler güzel hayvanlardır, ot yerler, boynuzları vardır, insanları, çocukları çok severler (ah ulan daha çok belgesel izlemem lazım, ot yiyordu di mi bunlar?)

Kitabı baştan tekrar okuduk, geyiklerin ne şeker ne sevimli hayvanlar olduğu ile ilgili brifing verdik. Hemen İlker ve Ümit abla uyarıldı ki, hazırlıklı olsunlar.

Çözdük! Diyemeyeceğim, çünkü bazen karanlık odaya girdiğinde yine ağlıyor, bazen ışığı kendi kendine açıyor. Ama en kötüsü uyumaya gittiğinde oda karanlık olmayacak. Bu da uyku öncesi ritüelimizi cidden sekteye uğratıyor. Hala kökten bir çözüme ulaşamadık yazık ki! Sadece onu anladığımı biliyor artık, tek kazanç bu!

3 Şubat 2011 Perşembe

İkidir ne yapsa yeridir

İnsanın küçüğüne çocuk denir, çocuğun delisine “2 yaş çocuğu” denir.

Arca olumsuzluk eklerini öğrendi beridir, keyfimize diyecek yok!
Bir negatiflik hakim ki sorma gitsin!

Y: Gel annecim
A: gelme!
Y: Hadi yemek yiyelim
A: Yeme!
Y: Öpeyim mi bi kerecik?
A: Öpme!
Sonra öpülmek istediği aklına gelir hemen düzeltir : öp öp öp!!!

Yolda sokakta “kucaaak” olayı ayrı bir eğlence konusu. Neyse ki pusette anlaşıyoruz. Ama zırlayacaksa kucak şahane bir bahane!

Bir de öğle uykusu konusundaki direnç dostlar başına! Cumartesi düğüne gideceğiz, banyo yapmam lazım ama Arca 12’de gözleri kapanmaya başlamış olmasına rağmen tam üçte mırıl mırıl kitap dinlerken uyuyakaldı. Özel bir radarları var bu veletlerin anne telaşlı mı işi mi var, çocuğun uykuya yatmasını dört gözle mi bekliyor, hoop antenler devreye giriyor, başlıyor arızaya.

O nedensiz krizler mesela, çok ilginç! Elleri yıkamak için lavaboya yaklaşıyoruz, suyu açıyorum, kızıyor, kapatıyorum kızıyor. Empati hak getire! Biri de anadan yana empati kursa?

Agora’daki oyuncaklara söz vermiş İlker, bindirdik, hareket edince bastı yaygarayı, hop boynumda! Talep şu, bütün jetonları kullanıp oyuncakları çalıştıracağız, o nasıl hareket ettiklerini karşılarına geçip seyredecek, inceleyecek, çalışma prensiplerini keşfedecek! Oldu canım görürsem söylerim!!

Biliyorum dişler de zorluyor, keyfini kaçırıyor, bazen o kadar ağrım olsa koşup oynar mıydım diyorum. Mümkün mü?

Kendini ifade edememenin gerginliği bunlar, hem her şeyi yapabilecek gücü damarlarındaki asil kanda hissedecek hem hala anneye bağımlılığın gerçeği ile yüzleşecek.

Bu kadar çelişkiyle bu kadar acı ile o küçücük bedeni ve sevgi dolu yüreği ile baş edebilmek ancak deli işi olabilir.

Biz de ne yapalım “ikidir ne yapsa yeridir” deyip geçiyoruz.

Bitirirken…

Arca’nın ilk şarkısnı unutmadan yazalım

Oooo (işaret parmağı büzülmüş dudaklar çember yapılarak arasına sokulur, bazen bu kısım o kadar hoşuna gidiyor ki şarkıya geçemiyor)
Pokkavavı soydum (es)
Başucuma koydum (es)
Arca bir yalan uydurduh (es)
Duma duma dum kımını mum
Kocakarı kalktı
Nambayı yaktı
Üç göbek attı
Yatağına yatttt - tıh

2 Şubat 2011 Çarşamba

Giyinmekten sorumlu devlet bakanı : Panda



Arca'yı giydirmek ölüm!! Daha doğrusu ölümdü! Artık değil.

Hemen tarifi vereyim.

Önce malzemeler:
1 adet insan yavrusu Arca
1 adet temiz bez
1 kat giysi, çorap vs...
1 adet panda

Evdeki malzemeleri de değerlendirebilirsiniz, mesela panda yoksa, tavşan, ayı vs... iş görür. Bizde Ayı uykudan sorumlu olduğundan bu işlem için pandayı tercih ettik.

Hazırlanışı:
İnsan yavrusu önce insani yollarla ikna edilmeye çalışılır.
Genelde bu ön sevişme sökmez, direkt olaya girişeyim denilir. Lakin hırpalanma olasılığı yüksek olduğundan Panda alınır, tam yüzünüzün ortasında yüzü Arca'ya bakacak şekilde tutulur. Tercihen değiştirilmiş bir ses tonu ve eller hareket ettirilerek şu ve benzer cümleler sarfedilir:

Panda: AA merhaba Arca, ben Panda, nasılsın?
Arca: İyiyim
Panda: Hmm ama üzerinde hiç giysi yok, bezin de çiş olmuş, böyle arkadaşlık edemeyiz seninle. hadi giyinmek için annene yardım edeceğine söz ver, el sıkışalım anlaşalım, olur mu?
Arca: anlaşalım

Panda ve Arca el sıkışırlar, Panda Arca'nın yanağından öper, yanına oturup giyinmesini izleyeceğini söyler ve Arca giyinir, sorunsuzca... Garip ama gerçek!!

Defalarca denendi!

Konu ile ilgili başka bir diyalog:
Yeliz: Arca giyinmemişsin, hhm nerede senin giyinmekten sorumlu arkadaşın? konuşmadı mı seninle?
Arca: Panda!

Doktordayız, aksi gibi Panda yanımızda yok, Arca'yı soyup giydirmek sorun!
Y: Panda burada değil ama hemen giyinecek olursan çok sevinecek, eve gidince birlikte anlatırız.
Arca giyinir.

Ümit ablanın olmadığı gün annem baktı Arca'ya, sabahtan akşama kadar bezini üstünü kesinlikle değiştirmemiş, eve geldim. Panda devreye girdi, annemin şaşkın bakışları arasında 5 dakikada tertemiz olmuştu!

Madem sınırsız hayal güçleri var, azıcık kendi yararımıza kullanmakta ne sakınca olabilir?

1 Şubat 2011 Salı

Hayat "hayat" kurtarır!


Aylar var ki Arca'nın yatağını büyütmek istiyorum. Yandaki komodinleri başka bir tarafa alıp koca yatakta Arca ile uykuya gömülmenin hayalini kuruyorum.

Bu süreçte çok araştırma yaptım, hatta -kazara- Arca'nın karyolasındaki korkulukları kırdım? Kendimi psikolojik olarak hazırladım.

Ama en çetin cevizde takılı kaldım. İlker! Her türlü radikal kararı gözü kapalı alırım da İlker'in gönüllü olmadığı işe asla girmem. Çünkü özellikle Arca konusunda müthiş bir sağduyusu vardır. Her seferinde beni dumura uğratır. Kısacası İlker'in ak dediğine kara demeyi totom yemez.

O hep erken diyordu. Geçtiğimiz haftalarda Arca'nın epey uzayıp da kırık korkuluklardan yere kapaklanmasına ramak kala korkuluğu kaldırdık.

Peki düşmesine nasıl engel olacaktık?

İşte burada devreye hayat kurtaran Kuzu Ela'nın annesi Hayat girdi ve bu postunda ilginç bir ürünü tanıttı. Denemeden harika olduğuna karar veremezdim.

Bu süngerlerden biri bizim evde şimdilerde, deniyoruz. İlkinde düştü, yerde uyumaya devam etti. Diğer düşüşünün sebebi Ümit ablanın çarşaf altına iyi sıkıştıramamasından kaynaklandı. Yani o gün bugündür fire yok.

Biz de alacağız, düşmekten yırtacağız. Daha iyi bir alternatifle henüz karşılaşmadım.

Anlatmazsam çatlarım, Arca'nın normal yatakta yatma olayı başladığından beri gece yatmadan önce bütün odaların kapıları kapanıyor, sadece bizim oda ve Arcanınki açık. Sokak kapısı kilitleniyor. Arca'ya her gece birşeye ihtiyacı olursa seslenmesi tembihleniyor. Aklımda inanılmaz felaket senaryoları var. Geçen İstanbula giderken tuvaletin kapısını kapatmayı unutmuşum sabahın köründe İlkeri arayıp kapattırdım. Mazallah Arca uyanır, kafasını klozete sokmaya karar verir filan? Bu arada evden çıktığımda arkadan sokak kapısını bir güzel kilitlediğimi söylememe gerek var mı?

30 Ocak 2011 Pazar

Pazar gecesi hesaplaşması

Bugün fark ettim ki, geçen hafta pazartesiden beri bugün ilk defa evde yemek yedim.
Salı...
Arca'nın doktor kontrolü vardı. Tahminlerimiz bizi yanıltmadı, 14 kilo! Öyle çok yağmur yağıyordu ki Alsancak'ta kalmayı totomuz yemedi, Göztepe'ye kaçtık. Ora Lahmacunda yedik. Oyun odasının yanına konuşlandık, Arca deli gibi oynadı. 5 yaşlarında bir kıza "heeeey çocuuuk!" diye seslenmmesi... komik velet yav! Doktor "olmuş bu artık, tamamdır" dedi. Bir de kalabalık saatlerde AVM'leri önermedi, malum salgın beter, herkes hasta.

Çarşamba...
İstanbuldaydım ya malum havaalanı tıkınması, Burger King kaçamağı!

Perşembe...
Dışarıdaydık. Arca balıklı havuzun başından ayrılmadı, arabasını da bir güzel dibe yolladı. Yorucu ama güzel bir akşamdı.

Cuma...
Annemlere yemeğe gittik. Duru ve Arca tepişmekten helak oldu. Ertesi gün için sözleştiler.

Cumartesi...
İlker'in kuzeninin düğünü. Tek düğün kıyafetimin içine sığmamı üç kadeh şarap ve tüm menüyü süpürerek kutladım. Aa tabii genç çiftleri de kutluyoruz. Bol bol kurtlarımızı döktük, iyi geldi be!!

Sonunda bugün...
Günlerdir acayip dağıtmışız evi. Sabah baş ağrısıyla uyandım. Arca kahvaltı etti, sıra bize geldi. Ekmek almaya çıkalım derken iş kumru yemeye dönüştü. İyi de sabahın bu vakti hiçbir kumrucu açık olmaz derken Çiftekumruların 24 saat açık olduğunu öğrendik. Sabah ayazında İnciraltı keyifliydi. Şöminenin yanına konuşlandık. Arca pokkavav suyunu anne baba kumruları götürdü:)Keme şeker taşımacılığının üstü açık vosvosla yapılabileceğine tanık olduk!
Güzeldi be!!


Evde yemek yapıp yemek ayrı güzeldi!

Aa unutmadan Arca'nın arka azıları çıkyor. Ellerinin ağzında olması bir tarafa açık ve net söylüyor : "Dişim acıyor!"

Güzel bir kaç ayın ardından yine uykusuz gecelere yelken açıyoruz, yine huysuz nöbetlere bünyeyi hazırlıyoruz.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Çocuk Eğitim kitabı orucumu bozduran kitap: Koruyucu Psikoloji

Önceki postta çok keyifli bir kitap önereceğim demiştim değil mi?

Takip ettiğim sevdiğim bir blog var: anne café

Geçtiğimiz aylarda daha önce adını hiç duymadığım bir kitaptan bahsetti. Çok ilgimi çekti. Kendimi kaptırdığımdan beri çocuk eğitim kitaplarına ara vermiştim.

Roman, öykü, fotoğraf… son günlerde ruhum bunlarla hayat buluyordu. Kitapçılarda dolanırken elime geçti, almadan edemedim. İlker’in gelmesini beklerken kahveme ve bana eşlik etti, çok sevdim.

Neden?

Keskin köşeleri yok kitabın. Yapın edin yerine yapılabilir, hiç bir şey için geç olmaz, birbirinizi sevin, çocuğunuzu anlayın mesajları var. Aynı “2 yaşındaki çocuğunuzu büyütürken” tarzında ama daha bilimsel yaklaşıyor olaya. Bazı yöntemler öneriyor, çocuğunuzun psikolojisini anlamanıza yardımcı oluyor. Sonra çocuğunuz ile aranızdaki bağı da tanımlamaya yardımcı oluyor. Bilimsel bir deney var, yeni bir oyun grubu veya yepyeni bir ortamda denemk istiyorum mesela, sonuçlar elbette sorgulanabilir ama benim çok hoşuma gitti.

Ben de yazsam aynılarını yazardım diye düşündüğüm için enerjimi daha fazla harcamıyorum ve sizi anne café'nin şu yazısına davet ediyorum.

28 Ocak 2011 Cuma

Yaktın beni SPK!

Birkaç ay öncesine kadar çok kullandım bu lafı.

Anne İş’te kitabını yalayıp yutmuştum Sabiha Paktuna Keskin’in (bundan sonra SPK olarak yazacağım). Şimdi ben SPK ile ilgili duygularımı tam netleştirebilmiş değilim, hepi topu okuduğum da tek kitabı var, zaten haşa b.k atmak bize düşmez. Lakin işe başladığım dönemde süt sağarken filan ofiste hep bu kitap vardı elimde. Bu sahneyi hatırladığıma göre demek ki Arca daha 5-6 aylık filan.

Çalışmaya başlamışım, çalışmam lazım ama bir taraftan süt kokan bebe evde beni bekliyor.

Öyle bir psikoloji ki ancak taze anneler anlar. Bebek işten geldiğinde tavır mı yapıyor, Ümit teyzesini benden çok mu seviyor, sürekli bir gözleme hali. Gece uykuları kötü mü? Hmm çalışıyorum bütün gün görmüyor , beni özlüyor tespitleri. İş haricinde her dakikamı onunla geçirme arzusu. Say say bitmez…

Hadi itiraf edeyim, içten içe bir suçluluk duygusu. Ondan ayrı zaman geçirmemin vicdanıma yüklediği ağır yük.

Bu sebepten kitaplara sarıyorum, ondan ayrı olduğum zamanları internet başında araştırarak geçiriyorum ki vicdanım biraz rahatlasın. Daha iyi anne olabilmemin onunla daha çok vakit geçirebilmekten geçtiğini düşünüyorum, geçiremediğim zamanları yine onunla ilgili konu başlıklarına adıyorum ki biraz teselli bulayım.

Anne İş’te kitabı işte tam bu psikolojime rastladı. Ben kitaba çok inandım. İlker’e de bilmiş bilmiş kitaptan pasajlar aktardım. Bilin bakalım ne oldu? İlker tabiri caizse okkalı küfürü bastı SPK’ya!

Ben resmen dumur oldum, çünkü dedim ya acayip inanmıştım ilk başlarda.
Kitap der ki; “Çalışan anne, evde olduğu zamanlarda, 3 yaşına kadar bebeğin her türlü ihtiyacını, karşılamalıdır. Babalar anneye ancak ev işlerinde yardımcı olarak destek olabilirler.” İşte bu cümle İlker’i kopardı.

Niçin Arca’nın altını değiştiremiyormuş efendim! Niçin o uyutamıyormuş! Biliyorum biraz da ev işi kısmı işine gelmedi:)

Bir taraftan diyorum ki “o da babası, ne olacak ki”, bir taraftan da diyorum, “yok yav koskoca SPK bir bildiği vardır zaten bütün gün ayrıyız, aman diyim!!

Bir de bir arkadaşımın anlattığı hikaye kanımı dondurmuştu. Annenin sağlıkla ilgili sıkıntısından dolayı, bebeğin yaklaşık 3 yaşına kadar her türlü ihtiyacı ile baba ilgilenmişti. Çocuk 3,5 yaşında iken annesinden nefret eden ve babasına aşık bir profil çizmeye başlayınca pedagoga gitmişler ve teşhis konmuştu: “çocuk babasını anne yerine koymuş, anneyi reddediyor”. Bu olay beni feci etkiledi. Çocuğumun beni reddetmesi dünyanın sonu olurdu herhalde.

Kader ağlarını örmüştü ve…

Ve böylece yeni bir dönem başladı. İlker’e hıhhı dedim, aslında hak da verdim ama kitaptaki o pasaj zihnime çakıldı kaldı, sonra arkadaşımın hikayesi… İçten içe Arca’nın her şeyi ile kendim ilgilenmeye başladım. İlker müthiş müdahil iken olaya, ufaktan dirsek attım, hep bir adım öne geçtim.

Sonrasında zaten “anneci” dönem başladı, benim de kendi kendime tek tabanca olma hallerim eklenince ortaya anne manyağı bir Arca modeli çıktı. Düşünce anneee diye ağlamalar, gece uyandığında kesinlikle İlker’e gitmemeler, İlker’i görmezden gelmeler, tepkiler, anne odadan çıktığında İlker’in odada bulunmasının anlamsız olduğu ve kıyameti kopardığı zamanlar…

Bu benim için yorucu olduğu kadar, İlker için de çok üzücü bir dönemdi. Şehir dışı seyahatlerimden bile çekinir olmuştu. Gece gelmeyeceksem hemen evi hala, babane, anane, teyze, Duru şeklinde kalabalıklaştırma projesi hayata geçiriliyordu.

Üstelik sürekli “bu çocuk beni sevmiyor mu?” diye soruyordu. Ben “yok canım saçmalama geçici bir dönem” diyordum ama iç sesim, bilinçli olarak çocuğu kendime bağladığımı söylüyordu ve artık geri dönülemez bir yola girmiştik.

Zamana, benim kendimi törpülememe, İlker’in işin peşini asla bırakmamasına bağlıymış her şey. Son günler babaya aşık haller kendimden geçiriyor beni. Beraber oynamalar, kudurmalar, birlikte uyumalar, sarılıp öpüşmeler, seni çok seviyorumlar…

Ama en çok geçen gün emin oldum! Seyahatlerden geç dönecek olmama bile telaşlanan İlker, Çin’e gideceğimin haberini alınca sevindi bile, oh Arca ona kalacak tabii.

Kıssadan hisse: Okuduklarımızı iyi yorumlamak ve körü körüne feyz almamak lazım. Bu kadar içine daldığınızda içgüdülerimizi rafa kaldırmış oluyoruz. Hani bu hikayede SPK’nın kitabı vesile oldu, MPK da olabilirdi, yani sonuçta vurun kahpeye yapamam. Ama kesin, hatta keskin söylemler, siyah/beyaz teşhisler bence çocukla ilgili her konuda çok olumsuz sonuçlar doğuruyor.

Next post : Yumuşak yollu bir ana baba eğitim kitabı önerisi

27 Ocak 2011 Perşembe

Bir yol hikayesi : Arca'nın Kitaplığı

Sabah ofise geldim, geçen haftaki kitap siparişinin bir kısmı gelmiş, masamda duruyordu. Evet "out of office" sonrası bir tarafımda patlayan işler bekleye dursun ben kahve ve nesfitten oluşan kahvaltımı tıkınırken açtım kitapları okuyorum!

Geçen hafta kitap siparişini vermeden önce kitapla yolculuğumuza bir göz atmıştım, sonra aşağıdaki uzun yol hikayesi çıktı ortaya. Üstelik daha yolun başındayız:)

Ne demişiz?

Arca 4 aylıktı kitaplarla tanıştığında, Tiny love 3 boyutlu bez kitaplar... uzun bir süre Pocoyo, Pisi Kedi gibi çok kısa hikayelerle okuma serüvenini devam ettirdi.

Uzun hikayelere geçişimiz pek temkinli oldu:

Arca 16 Aylık:

Ayağına Diken Batan Süper Karga
Erken Çocukluk Kitaplığı-Diş Hekiminde
Küçük Einsteinler - Annie'nin Tek Kişilik Görevi
Cemile oyuncaklarını paylaşmıyor


Şaşırtıcı derecede ilgi gösterdi. Önce sadece resimlerine bakıp aa karga, aa diken batmış gibi kısa tanımlar yapıyordum. Diş Hekiminde kitabını baştan sona okuyunca hiç yadırgamadı. Mesela hala şu Annie’yi sevmem ben ama Ümit Ablayla birlikte hareketleri yapıyorlar ve hala kitaplıkta, hala böh gelmedi! Cemile’yi ise sanırım yazlıkta bıraktık, aylardır ortada yok. Sonradan bir dolap kitap ve Evrenin serinin diğer kitapları ile ilgili eleştirilerini yerinde buldum, hiç yanaşmadım.

Arca 17 Aylık:

Atakan Süpermarkete Gidiyor – Atakanla tanışıyoruz, önceleri hikaye uzun geliyor ama okudukça Arca’nın Atakanla dostluğu pekişiyor.

Kasabanın En Şık Devi – Julia Donaldson ile tanışıyoruz. Ve ailecek Dev’e aşık oluyoruz. Arca yatağında doğrulup işaret parmağını kitaplığa yönelterek DEV DEV diye talepte bulunuyor, defalarca okuyoruz. Hala kitaplıkta, hala okunuyor.

Yaramaz Fındık – Çok dokunuyor bu kitap, son sahne illa ki sarılarak canlandırılıyor, evet hala ve her defasında!!

Ormanda Doğum Günü Partisi – Sevgili Esra ve tatlı kızı Ada’nın tavsiyesi. Bu kitaptan sonra Ada ile Arca’nın zevklerinin ne kadar tuttuğunu fark ediyorum ve yeni bir dönem başlıyor benim için, artık işim çok kolay.

Önce Ada’nın dönem dönem sevdiği kitaplar listeleniyor, sonra Bir dolap kitap’tan detaylar okunuyor, vakit olursa Agoradaki Remzi kitapevinde inceleniyor, olmazsa direkt internetten sipariş ediliyor. İşte bu kadar!!

Bay Bay Bezim – Hiç hoşlaşmadığım ama Arca’nın hastası olduğu uğruna kakasını söylemeyi öğrendiği kitap. Kaybedip tekrar aldık, işte o maceramız.

Arca 18 aylık:

Dediğim gibi artık işim daha kolay, Arca’nın beğendiklerinden devam ediyorum:

Atakan serisinden Atakan Parka Gidiyor & Atakan Geceyi Anneannesiyle Geçiriyor
Erken Çocuk Kitaplığından diş hekiminde kitabını sevdi ya hemen doktorda ile seriye devam!

Anna Millbourne ile tanışıyoruz ve Hülya’nın tavsiyesi ile hemen Rüzgarlı bir gün ile Gölde’yi ekliyoruz kitaplığa. Bir taraftan önceden sevdikleri yeni tatlarla harmanlanıyor ve maya tutuyor. Arca glup diye sineği yutan kurbağanın yeni hayranı!

Aynı seriden 1001 hayvanı bulun da ilgisini çekmeyeceğini düşündüğüm ve yanıldığım başka bir kitap. Arca artık şaşırtmaya başlıyor.

Aç Tırtıl ve Ay’a yolculuk yine Esra ile Ada’nın tavsiyelerinden

Arca 19 Aylık:

Anna Millbourne o kadar seviyoruz ki seriden 4 kitabı daha katıyoruz kitaplığa, hem Arca öğreniyor hem biz: )
Yağmurlu Bir Gün
Yeraltında
Ay'da
Deniz kıyısında


Teker Teker Tekerleme ile unuttuğum çocukluk tekerlemelerine kavuşuyorum. Sayfa sayfa şarkılar söylüyorum. Arca mest, İlker odayı terk!!

Melül bakışlı Nino Arca’nın baş tacı, o kadar çok okuyoruz ki uzun bir sure kahraman Nino rüyalarımıza giriyor. Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor – seni okumak daha da zor! Ama keyifli: )

Bazen yanlış kitaplar aldığım da oluyor. Tübitak serisinden Denizin Altındayı almışım meğer 7-8 yaşa uygunmuş ama Arca resimlerine baktı.

Bebek Koala Çiftlikte denemek için aldığımız bir kitap. Arca kısa sure çok yoğun bir sevgi besledi, sonra bir sure bıraktı, çalkantılı bir ilişkileri var bu kitapla. Serinin devamına cesaretim yoktu sonra Nilda'ya Ümit abla için Hülya'nın tavsiye ettiği kayıp oyuncak kitabı almıştım geçende. Sonra Kipa'dan bulduğum yapbozları daha çok seveceğini düşündük, bu yeni kitap Arca'ya kaldı. Tahmin edin? Evet çok sevdi!!

Arca 20 aylık:

Atakan’ın supermarket ve parkta serisi yırtılınca ciddi bir Atakan ihtiyacı doğuyor ve diğer iki kitabı ile devam ediyoruz.

Atakan Marangoz Ustası Oluyor
Atakan İnşaat Ustası Oluyor


Ben şahsen diğerleri kadar sevmiyorum bu ikisini, belki de Atakan denen veletten bıkkınlık geldi, olabilir. Hep eve gelen misafire okutturuyorum bunları

Bisiklet,Kızak ve Vapur : Yeni kitap kurtları keşfediyorum, Füsun ve Defne. Füsun bloğunda çok güzel anlatıyor kitapları. Artık yeni bir referansım var. Bu ne biçim kitap dedik önce, şimdi bayılıyoruz, çok zekice çok!!

Julia Donaldson’ın b.kunu çıkarıyoruz:
Tostoraman
Pırtık Tekir
Değnek Adam


Hepsine tapıyor Arca. Julia Donaldson haremi gibi bizim kitaplık, her gün bir başka kitabın koynunda. Sülümanım benim:P

Araya yeni bir yazar sıkıştırıyorum: Feridun Oral, Kirpi ile Kestane. Bu da tutuyor! Artık şaşırmıyorum.

Arca’ya ne versen okutacak sanki, öyle bir hissiyata kapılıyorum. Evet benim çocuğum kitap yiyicisi!

Ara sıra gelen hediyeler, yeniliklerle tanıştırıyor bizi. Sevgili Kisd’in hediyesi “Kim korkar Kırmızı başlıklı kızdan?"
Kitabı benim şahsen öle bayıla okuduğum bir kitap. Hep en öne onu koyuyorum, Arca seçsin diye (pis yönlendirici ana:) )

Arca 21 aylık:

Mutlu Su Aygırı: Bana çok uzun ve biraz da sıkıcı gelse de güzel mesajları var. Arca tabii ki mesaj kaygılarıyla yaklaşmıyor kitaba, o şarkıyı söylememize bayılıyor, sabaha “yo yo yoooo” şeklinde uykudan uyanıyor. Evet bu çocuk yenilikleri seviyor!

Kırmızı Elma : Geçen ay Feridun amcayı çok sevince, hiç tereddüt etmiyorum.

Julia ah Julia… İyi ki yazıyorsun
Nohut Oda Bakla Sofa : Replikleri seslendirirken dümdüz okumayacaksınız, o zaman çok eğlenceli bir kitap. Bilge İhtiyarın sesini değiştirmeme bayılıyor Arca! Abuk subuk el kol hareketleri ile Yaşlı minik hanım favori!

Süpürgede Yer Var mı? Ejderha!! Arca cadıdan çok ejderhayı seviyor. Kitabın kötü kalpli karakateri olduğunu anlatmaya kasmıyoruz hiç. Ejderha'yı ailecek seviyoruz!

Arca 22 aylık:

Yılbaşı yaklaşıyor, Arca’nın kitaplık epey doluyor. Hatta küçük ayıklamalar yapıyorum. Ufaktan düzenliyorum ama büyük çoğunluğundan hepten vazgeçemiyorum. Çünkü Arca kimi günler Pocoyo’ları bile okutuyor. Idefix’in yılbaşı kampanyası bile cezbetmiyor beni düşünün nasıl abartmışız. Ama o kampanyanın sipariş listeleri bize yeni referanslar sağlıyor.

Yılbaşı çekilişi için Berk Arca’ya Mickey kitabı seçmiş. Arca bayılıyor. Defalarca okutuyor, hey bilgiliiii diye çağırıyor. Arca Noel babadan kitap isteyince internet siparişine bulaşmadan iki tane Mickey kitabı alıyorum. İki ay bunlarla idare ediyor, yeni kitap yok. Geçen hafta Kipa’dan 1 TL’ye aldığımız iki kitaba acayip sarıyor.

Artık kitapları kendisi okuyor: ) Tabii ki okumuyor, sadece bize oku demiyor, yanımıza gelip “bitti!” deyince elindeki kitaba bakmış, kitabı bitirmiş olduğunu anlıyoruz. Bu bizim için güzel birşey ! Ama bir taraftan da yeni kitaplara ihtiyacı olduğunu hissediyorum. Sıkılmaktan çok ezberledi hepsini. Öyle sayfa atlayayım, iki satır az okuyayım şeklinde yırtamıyorsunuz, mutlaka yakalıyor ve foyanızı ortaya çıkarıyor.

Mickey ve Atakanların ciltleri kötü olduğundan sayfa sayfa ayrılmasına acaip gıcık oluyorum, bu arada. Uzun ömürlü olmuyorlar, üzücü!

Yeni siparişte emniyetli kitaplar var, kesin sevecek dediklerim, bir de sürprizler, daha önce benzerini hiç okumadığımız çok ilginç kitaplar var.

Çayır,Ahır ve Çiftlik Evi : Bisiklet kızak ve vapurun yazarından. Aslında Hayat'ın tavsiyesi üzerine Koalalı olanı alacaktım ama bulamadım, bununla idare edeceğiz artık. Listemizde vardı ama bunu daha tedarik edememişler, sonra gönderilecek.

Koyun Russell : çok yeni kitap bizim için, tutarsa muhtemelen devamı gelecek

Bütün Gün Esneyen Prenses: Remzi kitabevinde bayılarak okudum sevdim hatta hediye aldım, özellikle çizimlerine hasta oldum, Arca'nın tepkisini merak ediyorum.
Bu kitabı ilk Füsun'un bloğunda görmüştüm.

Fark ettim ki, ben kitapları kızlara yönelik, erkeklere yönelik diye ayırmıyorum. Mesela çok sonra bebek koalanın kitap tanıtımında kız olduğunu ve kız çocuklara yönelik olduğunu öğrendim. Gerek var mıydı böyle bir tanıma? Sonra Cemile’yi de aldık. Bu da bir prenses nihayetinde: )
Zaten referans kitap kurtlarım hep kız çocukları: )

Burun : Hem bloglarda (Füsunun blogtu sanırım) hem bir dolap kitapta çok güzel eleştiriler okudum. Ben çok merak ediyorum, bakalım Arca sevecek mi?

Baloncu Dede ve Üç Küçük Yaramaz: Yine Remzi Kitabevinde okudum, bayıldım, çok kitabı var diye ertelemiştim, vakti geldi. Diğer Feridun Oral kitaplarına göre daha canlı çizimler. İtiraf ediyorum, Kirpi ile Kestane ve Kırmızı Elma çok solgun gelmişti bana.

Limon Ağacının Şarkısı ve Yetenek Yarışması, yine bilmediğimiz sularda gezeceğiz, düşüncesi bile heyecan veriyor. Yazık ki bu paketin içinden çıkmadı.

Zogi!! Ben nasıl atlamışım bu Julia şah eserini? Hem de bir dolu ejderha varmış içinde, kalıbımı basarım Arca okutmakla kalmayacak birlikte uyuyacak bu kitapla.

Arca'da bu ilgi ben de bu heves oldukça daha çok listeler yazılır buraya:)

Hadi ben kaçtım, işler bekler.

Not: Ben mesela çok okurum ama kitaplığım boştur çünkü çok dağıtırım, hele bir daha okumayacaksam kitaplıkta durmasına ihtiyaç hissetmem ama Arca'nın kitaplarıyla bir türlü vedalaşamıyorum. Arca da öyle maalesef! Hani yine ilgi duyar mı, okumaya başlayınca bunları kendisi okur mu? Bu kadar kitabı alt alta koyunca şimdi aklıma geldi de, keşke Arca artık bazı kitaplarla tamamen vedalaşsa da bunları bir koliye koyup çocuk esirgeme kurumuna gönderebilsem. Arca'nın gözlerindeki ışıltıyı bir çocukta daha görmek ne güzel olurdu.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Dumur diyalog #5

Siz Arca'dan inciler okurken...
Ben yine bir İstanbul seyahatindeyim...

.....................................................

Evin kapısındayız, asansöre binmek üzereyiz.

Y: Arca hadi çıkalım da asansörü çağıralım
A: ATANTÖÖÖRRR (bağırarak çağırıyor)

.....................................................

Müdahale etmezsen asla sonlanmayacak bir diyalog, ikisi de bu hatır sorma işini yeni öğrenmiş.

Arca : Nasılsın
Cansu: çok iyiyim
A: Nasılsın
C: çok iyiyim
A: Nasılsın
C: çok iyiyim
.
.
.
.

....................................................................

Feridun Oral'ın 365 güne masallar kitabını bulmuş çıkarmış bir yerden, aslında tam da 4 yaş civarı okunacak cinsten bir kitap saklamıştık ama ısrarla okutuyor masalları

Y: Serçe (ya da başka bir kuş hatırlamıyorum şimdi) evin penceresinden içeri bakmış, Evin içinde bir ağaç, üzerine süsler ve altında hediyeler…
A: Noel Ağacı!

.....................................................................

Ufak bir sakar-ana anısı...

Y: of
İ: aman yeliz ya koskoca sehpayı görmüyorsun, kapıyı görmüyorsun, insan kendi evinde bu kadar çarpar mı ya orasını burasını? Morardı di mi?
A: Buz
Y: yok annem o kadar değil, sakar anayım ben, kısaca sakar anne diyebilirsin puhaha
A: ı-ıh iyi anne

Yeliz Arca’ya dalar, Arca’yı bu iltifatı yapacağına pişman olasıya kadar sömürür.

25 Ocak 2011 Salı

Alsancak İskelesinin önünde... yağmurda... şap şap yapan iki deli

Soğuk ve yağmurlu kış günlerini sevmezdim çocukken. Dışarı çıkamazsın, gezemezsin.

Babam evde tıkılı kalmayalım diye, Pazar öğleden sonra bizi alır dışarı çıkarırdı. Araba ile gezmeye: )

Boş caddelerde cama vuran yağmur damlalarını seyrederken Alsancak’a doğru yol alırdık. Arka koltukta oturmayı sevmezdim, annemle babamın koltuklarının arasına dizlerimi sıkıştırır (o yıllar bilinçsizmişiz, Arca böyle bir şey talep etse dizlerini kırarım:P), kıvırcık kafamı ikisinin kafasının arasına sokar durmadan konuşurdum.

Ablam tercihen sağ tarafta dışarısını izleyerek hayallere dalmış olurdu. Kordon’da tıngır mıngır ilerler, dönüşte İzmir sinemasının önünde park eder, sinemanın yanındaki meşhur salepçiden salep ısmarlardık. Küçücük su bardağı şeklinde ama hacmi çay bardağından hallice bardaklarda arabaya servis edilirdi. Arabanın içi mis gibi tarçın kokardı. Üflerken tarçınlar illa ki burnuma kaçardı ama keyfim asla kaçmazdı. İlginçtir bir süre sonra radyo illa ki bir maç yayınına dönerdi, saleplerimiz biter, dönüş yolunda maç dinleyerek Pazar gezmesini tamamlardık.

Fark ettiniz değil mi? Asla arabadan inmemişiz: ) Yağmurda çocuk sokakta dolaşır mı? Dolaşırsa illa ki araba ile dolaşır: )

Bu Pazar…

İlker önceki geceden beri aşerdiği cheesecake talebini sonunda itiraf etti. Ciddi değil sandım, yoo çok ciddiydi. Gecenin üçünde canımız hamburger çektiğinde üşenmeden Alsancak’a giden bir çift olduğumuz için talebi çok yadırgamadım sadece hani güya yediklerimize dikkat ediyoruz ya, lahana turşusu ilişkisini kurmaya çabaladım, o da çok değil birkaç saniye: )

Arca’nın güzellik uykusundan uyanmasını bekledik sabırsızlıkla. İtiraf ediyorum, öpme bahanesiyle dürtmüş bile olabilirim. Kimse beni suçlayamaz, o cheesecake’ten yememiş hiç kimse suçlayamaz!

Arca’nın ısrarla defalarca dinlettiği şarkılar eşliğinde Alsancak’a gittik. Dinlemek yetmiyor, bir de eşlik edeceksin!

Tam iskelenin oraya döndük, yağmur bastırdı. İlker Baks’a girdi, sonra yanımıza gelip hazırlanmasının 15 dakikayı bulacağını söyledi. Otur otur sıkılmışım, Arca’yı ayarttım indik arabadan.

İlker içerde kahvesini yudumlaya dursun...

Evet Alsancak iskelesinin önünde, yağan yağmurun altında, su birikintilerinde kahkahalarla şap şap yapan ve donumuza kadar ıslanan iki deli bizdik!

Yedek alt? Vardı canım!! Ama çorap unutmuşuz, çıplak ayaklarını eve dönünceye kadar elimde ısıttım, biri ısınınca “bunuuu” diye öbürünü uzattı.

Evet biraz üşüdük ama benim de çocukluğumda içimde kalan “Kordon’da yağmur altında şap şap yapmak” konulu uhde böylelikle huzura ererek gökyüzüne yükseldi…