Niyetim hem gösterip hem de kitabın adını telaffuz etmekti, iki harfli kelimeyi söyletmedi bile bana. Yüzünü ekşiterek "ha yok biliyorum, olmaz o bizim ülkemizde olmaz o işler" dedi, döndü yüzünü cama. Mal gibi kaldım. Ona uzun uzun anlatacağımdan mı korktu ne?
Ben sevmem ki seyahatte sosyalleşmeyi, yüzlerce yolcunun arasında tek başımaymışım gibi seyahat ederim. Kimselere bulaşmam. Tamam kim ne okuyor diye bakacağım derken sekiz olmuşluğum var, halinden tavrından hayat hikayesini yazdığım tipler de var ama o kadar. Sohbet etmem, seyahat kafamı boşaltmam için fırsattır, ha doldurmak mı istiyorum, okurum. Hepsi bu! Kimse de bana bulaşsın istemem!
Dedim ya tek başımaymışım gibi hareket ederim diye, bu her şey için geçerli. Misal normalde dış görünüşe son derece önem veren ben, konu seyahat oldu mu utanmasam pijamayla binerim uçağa. Bu konuşmanın geçtiği gün de üzerimde takım elbise ayağımda parmak arası terlikler vardı. Metrodan iç hatlara on beş dakika yürüyorsun, hiç topukluların üzerinde cambazlık yapamam vallaha. Kime beğendireceğim kendimi? Tövbe tövbe!
Yolculukta karşılaştığın insanları bir daha görmeyeceksin bir de isterse burun kıvırsın zevksiz ve uygunsuz kombinime, çok da tın! Tanıdık birisini görme ihtimali de hiç mühim değil, zevksizliği ile barışık bir insanım neticesinde.
O gün uçağa erkenden doluşturacaklar bizi, zira üç yüz kişilik uçakmış. Sezon açıldı tabii, yurtdışı aktarmalar olacak. Eh iyi bindik otobüse. Şansıma oturdum. Bir güzel lenslerimi çıkardım. Otobüs sakinleri sayemde nasıl kontakt lens çıkarılır, ufak bir eğitim aldılar. Numaralı gözlüklerimi de taktım, oh benden rahatı yok vallaha. Hazır oturmuşum, çıkardım kitabımı.
Derken otobüse orta yaşlı bir kadın ile torunu bindi. Doğal olarak kalktım yerimi verdim. Bıcırık bir kız çocuğu, tadından yenmez. Bir an aceleyle çıktılar otobüsten, “ne oluyor” dememize kalmadan terminale geri döndüler, küçük kızın Minnie’li çantası otobüste kaldı. Otobüs hareket ederken önceden küçük kızla şakalaştığını gördüğüm bir adam geldi durdu yanımda, “uçakta hosteslere veririz, ulaştırırlar” dedi. Eh iyi ben kitaba gömdüm yine kafayı.
Kibar abimiz belli ki benim soydan değil, sosyal böcek, başladı konuşmaya “İzmirli misiniz?” kısa ve net “evet”. Ama gülümserim ben, öküz değilim, medeni gülümsemem vardır, ondan yapıştırdım bir tane.
“Gezmeye mi geldiniz?” Şimdi kim olsa ayağında parmak arası terlik giymiş insanı gezmeye geldi sanabilir, doğal. Medeni gülümseme yerleşti yüzüme ve arka planda uçağa kadar sürecek birkaç dakikalık seyahatte iki çift laf etmenin kimseye zararı yok diye telkin etmekteyim kendimi.
“Yok iş için günübirliğine”
“Aaa günübirliğine olur mu canım gelmişken gezseydiniz.”
"Eksik olmayın İstanbul'da yaşamışlığım var, bilirim az çok..."
"Bakın ben de Didim'den denize açılacağım, ama önce Kordon'da rakı balık yapmadan katiyen geçmem Didim'e"
Tipine bak, Ali Ağaoğlu'nun 5-10 yaş genci. Kendini genç göstermeye çalışan ama artık yaşlanmakta olan tiplerden, paçalarından akan paranın satın alabileceği lükslerin rahatlığına bırakmış kendini. Hafta ortasından çıkılan deniz seyahatleri, vakit yaratıp rakı balık yapmalar... Üzerindeki keten gömlek kocama pek yakışır diyorum içimden ama kıyamam parayla olmuyor işte bu abimizin üzerinden dökülüyor.
Beni evde bekleyen bebem var, kendisine kavuşacağım anı iple çekiyorum yemişim İstanbulu demek geçiyor aklımdan susuyorum. Fırtınayı kastederek "hava koşulları denizini etkilemez umarım tatiliniz iyi geçer" derken, konuşmayı sonlandırmanın kibar yolunu kullandığımı anlamış olmasını umuyorum.
Otobüsün uçağa gidesiye kadar attığı tur biraz daha sürse, İzmir'e karayoluyla ulaşacağız diyeceğim, zira alandaki yolculuk bitmek bilmiyor.
Yanımda dikilen zat, İzmirliyle yapılacak en gereksiz sohbetlerden biri olarak Kordon temasını sürdürürken otobüs nihayet devasa uçağın önünde duruyor ve oh yollarımız ayrılıyor. Herkese iyi yolculuklar!
Koridor kenarındaki koltuğuma yerleşirken tanıdık bir ses hop dibimde bitti. Yeri yanımmış. "aaa ne tesadüf yanyana düşmüşüz"... medeni gülümseme yine suratımda, korkarım bu mimik yakında tik haline gelecek! Küçük kızın Minnie'li çantasını kapıdaki hostese teslim etmiş, çok geçmeden yan tarafa çantanın sahibiyle anneannesi de geldi, selamlaştık. Teşekkürleri kabul ettik, meğer güvenlik kontrolünde saatini unutmuş teyze.
Kitap ilginç hemen hiç bırakmıyorum elimden. Ben okurken yol arkadaşım sorular soruyor, medeni gülümsememle medeni cevaplar veriyorum. Kendisiyle konuşmaya kitap okumayı tercih etmemi anlamayan bir hal var üzerinde. Bulmaca çözecek, ben kalem veriyorum, bulmacanın bir yerinde takılıyor, yardım ediyorum. Sorular artınca kitap okumak saygısızlık olacak gibi geliyor, parmağım kaldığım yeri tutacak şekilde sohbete dönüyorum.
Memleket meseleleri ile ilgili birkaç kelam ediyoruz, THY'nin grevi ve Gezi Parkındaki ağaçlar konusunda hemfikiriz. Henüz TOMA ve biber gazı yok gündemimizde, demek Mayısın 28'i bilemedin 29'u.
Memlekette mesele bitmez ya, bir ara boşluk bulunca, yol arkadaşıma ve sohbetine ayırdığım sürenin sonuna geldiğimize kanaat getirerek kitabıma geri dönüyorum. Yazık ki yanılmışım zira yol arkadaşım dayanamayıp "nedir o okuduğunuz?" diye soruyor ve yazının başındaki monologla kalakalıyorum. "şimdiye kadarki tüm yolculuklarımda yaptığım öküzlüğün intikamı mı alınıyor" düşüncesi belli belirsiz geçiyor zihnimden...
Halbuki ben hayatın anlamını bulmak üzereydim!
6 yorum:
İlahi! :)
yeliz kitabın adı ne acaba arada geçti ben mi kaçırdım diye yazını 2 kez göz gezdirdim ama yok bulamadım adı ne çatlayacağım :)) mercan
Bende çok merak ettim, yok evet kitabın ismi neydi:)
:)) aslında kitabı yazacaktım ama jr ali ağaoğlu gevezeliği çok uzadı, kitabı kaynatmak istemedim.
kitap yarın:)
Kitabı merak ettim ben de ama adamı resmen görmüş kadar oldum :)
Haahh haah haaa 'İnsanlar nasıl merakta bırakılır'a güzel bir örnek yazı yazmışsın. Adamın yaptığı gevezeliğin acısı biz, sadık okurlarından mı çıkıyor? cık cııık :) Bak hepimiz kitabın adını merak ediyoruz :) Pelin/ İzmir
Yorum Gönder