“Biraz samimi bir adam yani ben şimdi n’apabilirim?!... Aşkım aşkım neden konuşmuyorsun ay ben burada telefonu kaybettim sandım elim ayağım boşaldı diyorum… a ama niye kızıyorsun? Sadece yemeğe gittik, yani başkaları da vardı, ama ama…”
Bekleme salonundaki bir uçak dolusu insan olarak, o akşam hattın öbür ucundaki şahsın kıskanç, güvensiz üstelik de psikopat olduğuna şahitlik edecek kadar uzun bir süre, kadının nefes almamacasına sıraladığı cümlelere maruz kaldık.
Kadın, muhtemelen iş veya eğitim sebebiyle, bir süreliğine İstanbul’daydı ve bir ara telefonunu kaybettiğini sanmıştı ve yine muhtemelen telefonun kaybolması umurunda bile değildi. Sadece kaybolduğunu sandığı süre boyunca adamın onu arayıp da bulamama ihtimalinden tırsmaktaydı.
Adam hattın öbür ucunda katiyen konuşmuyordu, konuşmama cezası veriyordu kadına, belki de “gel de öyle konuşalım telefonda tartışmayalım” demek istiyordu ya da “gel de dünyanın kaç bucak olduğunu göstereyim” diyordu, ne diyordu? Aslında hiçbir şey demiyor, susuyordu, bunlardan hangisini demek istediğini anlamaya çalışan kadına acıdım.
Adamı konuşturmaya uğraşmanın beyhude bir çaba olduğunu fark edince telefonu kapattı.
Hepimiz kısa bir süreliğine kadının hayatına dahil olduk. Olmamak mümkün değildi.
Aklıma “Nietzsche ağladığında” kitabından bir bölüm geldi. Nietzsche’nin, doktorun muayenehanesine ilk gelişidir. Uzun uzun anlatır sorunlarını, en ince detayına kadar. Bir ara doktorun insanlar hakkındaki tespitlerine yer verir yazar, “herkes hayatının mercek altına alınmasından zevk duyar” fırsatını bulduğunda döker hayatını ortaya, “hiç kimsenin dikkat etmediği bir yaşamdan duyulan dehşet”ten kaçar insanlar. Doğru mu? Doğru tarafları var. Belki bütün çıplaklığıyla değil, belki sadece göstermek istediği kadarını ama insanlar bir şekilde birilerinin merak ettiği bir yaşamları olmasından zevk duyarlar. O paparazzilerden kaçar halde görüntü veren ünlüleri garipsemiyorum artık, garipserdim zira koskoca İstanbul’da gözlerden uzak bir yer yok mudur, vardır elbet, madem fotoğrafçılara kızacaksın eh sen de belli mekanlara gitme ama değil mi? Yok giderler.
Sıradan insanlar bile bir şekilde hayatlarının bir kısmını topluma açmaya çalışmıyorlar mı? Instagram gibi hızlı tüketim mecraları varken ne kadar kolay göz önünde olmak, hayatını başkalarının gözüne sokmak. Vallahi rahatlıkla yazabilirim, zira ben de yapıyorum, dibine kadar! Üstelik fotoğrafla da kalmıyorum, blog bile yazıyorum. Belki de içimizde bir yerlerde mercek altında olmaktan hoşlanıyoruz. Belki de…
Onu boş ver de ben asıl o akşam koptum! Her zamanki gibi uçağı beklerken bir şeyler atıştırayım dedim. Oturduğum masada InStyle dergisi kalmış, masamı toplamaya çalışan garsona “aman” dedim “alma bakarım ben ona” bıraktı. En son bir moda dergisini ne zaman okuduğumu hatırlamıyorum, bir bakalım fırsatını bulmuşken.
Dergiyi garantiye almış menüyü karıştırırken baktım bira patates havaalanı tarifesine göre oldukça uygun bir fiyata kampanyada, şarap salatadan derhal bir U dönüşü ile özüme döndüm. Fiyatın heyecanından biranın 70 cl olduğunu fark etmemişim. Öksüz doyuran boyutunda geldi, kondu masaya. Yanımdaki 33 cl’lik bardağıyla birasını yudumlayan ve “bitiremez bu bunu” bakışı atan erkeklere inat utanmadım geri de yollamadım birayı. (sonra göbek pörtledi, yok belim kalınlaştı peh!) Yalnız bir şey diyeyim mi, bu erkek modası nedir abicim yav, çiçek böcek desenleri. Bir de modacı diyor ki, pantolon askılarında filan hep bu desen olacakmış. Tövbeeığgk (geğirti efekti:P)
Merak edenler için; o yan masadaki 33 cl’lik abiler aralarında iddiaya girdilerse, “yok be bitirir” diyen arkadaş kazandı. Nimet lan lavaboya mı döksünler, tövbeeığgk
4 yorum:
Yarasın :)
:) 70 biram varda patatesi kim kizartacak, canim cekti gurbet gurbet! bu arada gecmis olsun izmirlilere
Nimet deyince sen geldin aklıma:))
Cips desem? Ama sıcacık patatesin yerini tutmaz:)
Yorum Gönder