Hafta kötü başlıyor. Hastalıkla devam ediyor. İşler öyle birikiyor ki, bir gün daha rapor alsan - ki aslında ihtiyacın var -, boş veriyorsun, biliyorsun ki evde raporlu otursan yine çalışacaksın, kurtuluşun yok git bari işinin başına.
Gün kötü başlıyor. Her an yürek burulması. Eskiden de böyle miydi yoksa anne olduğumuzdan, yaş almaya başladığımızdan beri mi böyle? Daha bir ağrılı oluyor bu yürek çarpıntıları?
Gün zor devam ediyor, yığılan işler, kontrolünden çıkmış işler ve hemen hiçbir şeye konsantre olamama hali. Tuvalette, iki arada bir derede oyalanayım diye eline aldığın sosyal medyada yurtdışına taşınmış uzak yakın tanıdıkların "ah evropa" temalı paylaşımları... Iyyy... Almanya merkezde bile işe alımların durdurulduğunu öğrenmek ise tuz biber...
Uzun lafın kısası, uç uca bağladığından buradan Van'a yol olacak "arkası gelmez dertlerimin" dizeleri...
Ve hiç bunlar yetmezmiş gibi, metroda ineceğin durağı kaçırmak, ve bu yetmezmiş gibi istasyonda çete kurmuş sokak köpeklerinden kaçacağım diye yanlış istikametteki İzban'ı bekleme şapşikliğine son anda ayabilmek...
Neyse ki, ama neyse ki bir şekilde buluşma mekanına varmanın iç ısıtan atmosferi, Lavinia o sımsıkı sarılıp kalbimizin ta derinine sokma hissi uyandıran kitap ve her kitabı konuşmaktan ziyadesiyle mutluluk duyduğum bir avuç kadın.
Tüm o üzüntülerimizi, dertlerimizi, Ursula K. LeGuin'in muhteşem dehası sonlandırabilir mi? Sıkıntılarımıza çare olabilir mi?
En azından hayatı unutturup, şahsi mücadelelerimizden sıyrılmamızı, anda kalmamızı sağlıyor, eh bu da bir şeydir. (züğürt tesellisi:P)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder