Son bir aydır hiçbir şey izlemediğim için N’ler ikiye düştü. İlker ve Arca’nın Ağustos başı, ablamların ortası Belçika’ya intikal etmeleriyle birlikte televizyonla ilişkimi kestim.
O kadar çok şey yaptık, yaşadık ki son bir ayda, bloga bile bakamadım. Günlerim, eğlenceyi kaçırmayayım diye akşam eve beşten önce varmak için sabah yedide işbaşı yapmak, her akşam sohbet muhabbet, ve ertesi sabah yine erkenden ofise yollanmakla geçti.
Arada bir Knokke, küçük bir Hollanda gezisiyle (Amsterdam-Vollendam- Girthoorn) turistliğin zirvesine çıktık.
Ablamlar döndü, Duru kaldı. Duru bir süre daha bizimle. Yirmi yaşında bir gençkızın ihtiyaçlarını göz önüne alarak benim çalışma odasını ona genç odası olacak şekilde tahsis ettik. Kapısını kapatsın az biraz kendi alanı olsun.
Biz de yaklaşık bir haftadır iki çocuklu ev tecrübesi yaşıyoruz. Keyfimiz yerinde. Markete, çöp atmaya alternatiflerimiz ikiye çıktı. Didişmeleri, sohbetleri de keyifli. Duru evlendiğimizde bebekti, diyoruz ki hemen doğursak şimdi böyle olurlardı. Ama onlara soruyoruz, kardeş isteyen zamanlarının aksine “yok” diyorlar “şimdi böyle tek çocuk iyiyiz”.
Neyse ki sürekli birlikte değiller. Arca okula döndü. Duru, hemen her gün bir yere gidiyor, misal cuma Gentteydi.
Henüz tam rutine dönmüş olmasak da, ufaktan yaza vedalar, ufuktaki güze selam çakmalar, falanlar filanlar…
Hava şurup. An itibariyle bizim sitenin yaza veda partisi var ama biz evde margarita partisi yapmaya karar verdiğimiz için katılmadık, karşıdan seyrediyoruz.
Margarita- tabbii ki made by “muhterem” |
Ofiste de çılgın bir yoğunluk, yazın bitişiyle koptu gidiyor. Şehre dönüş, tatile veda, okula dönüş, covidle iki sene ara verilen geleneksel akşam yemeği organizasyonları, haftasonu şehir festivalleri… kahve molaları bu sohbetleri bu eksende dönüyor. Ofis de tümden değişti. Hibrit çalışma sistemi benimsendi, flex desk, yeni dekorasyon tümden değişen bir anlayış hakim artık. Bence insanları ofise çekmeye kasmaktan ziyade rahat bırakmaları daha iyi ama beyse o bir başka postun konusu… en nihayetinde ofisi çalışmak isteyene, sosyalleşmek isteyene göre de hazırladılar. Bu da bir şeydir.
2N’den diğeri “ne okuyorum?”
“Seninle başlamadı” Zeytinağacı dizisinden önce de ara ara okuduğum bir kitaptı, son dönemde fırsat bulmuşken okuyorum. Terapistimin de söylediği gibi ağır yoğun bir kitap. Okuyup sindirilmesi zaman alır. Zamana yayıyorum. Benim, hissettiklerimle ilgili bu kabullenmeye ihtiyacım var: “benle başlamadı, benden önce de vardı, benim suçum değil”
Kitabın yoğunluğunu göz önüne alırsak akşam işten ve iş sonrası evdeki kaostan mikilmiş beynimle anlamam imkansız yani sabahlara berrak zihinlere bırakıyorum kitabı. Az ama sindire anlaya okumama yardımcı oluyor bu rutin.
Geçenlerde bitirdiğim Atomik alışkanlıklar kitabında da önerdiği gibi minicik bir alışkanlık edinmiş oluyorum. Sabah okumak. Bir sayfa da olsa her gün aynı saatte okumak.
İyi bir kitaptı, Duru önermişti ve hem çok şey öğrendim hem de keyifle okudum.
Kitap dinlediğimden bahsetmiştim. Bugün ütü yaparken kulağımda “Japonların 100 yıl yaşama sırrı” vardı. Japon şirketinde çalışmak, çok sayıda Japon iş arkadaşımın olması sebebiyle belki de, bu kültüre çok ilgi duyuyorum. Meslek hayatımda uzun yıllar Koreli, Çinli hatta Malezyalı ekip arkadaşlarım oldu, hepsi ayrı ayrı çok özel fakat Japonlar çok başka. Yıllar önce İkigai de beni çok etkileyen bir kitap olmuştu, Murakami aşkımı biliyorsunuz, şimdi de kulağımda bu kitap var bakalım…
Rutinimize, daha doğrusu buzlu kokteylli, teras koltuğu yayılmalı sohbetlerimiz son bulduğunda, çayımızı demleyip ne izleyeceğiz bakalım :)
uzun kış kapımızda :(
2 yorum:
Evet kış geliyor :(
Ahu
blog yazılarını okumak eski bir dosttan mektup almak gibi, sesinden iyi olduğunu duyup rahatlamak gibi, iyi ki varsın, hep yaz... baisy
Yorum Gönder