Dünyanın sonuna yolculuk….
İlkerle Bois de la Cambre parkında yürüyoruz. Ara sıra başı boş köpeklerden sakınıyorum kendimi ara sıra kol kola gezinti yapıyoruz, bazı bazı yavaş ilerleyenlere gıcık oluyoruz, bazı bazı temiz havayı içimize çekiyoruz.
Güneşin yüzümüze vurmasına engel olan metrelerce yükseklikten ağaçlara ve sık yeşil yapraklarına bakıyoruz, “dökeceksiniz yapraklarınızı, dökeceksiniz ve çııplak kalacaksınız, yakındır” diye geçiriyoruz içimizden.
Park, buraların dediği gibi indian summer (pastırma yazı diyeceğim ama 18 derece pastırma yazı mı olur?) güneşinin tadını çıkaranlarla dolup taşmış biz ise dünyanın sonunun gelmekte olduğunu tartışıyoruz.
Ben, insan kaynaklarında çalışan arkadaşın yetişkin iki çocuğunun da (yaşları 24 ve 28) çocuk yapmamaya karar vermelerinin tek sebebinin sonunun gelmekte olduğunu bildikleri bir dünyaya çocuk getirmeye aracı olma sorumluluğunu kabul etmeme olduğunu söylüyorum -anneleri çok üzgün ben torun sevemeyecek miyim diyor! Anneanne müessesinin coğrafyası yok arkadaşlar Belçikalı bir orta yaş üstü kadın da torun sevmek istiyor ve gezegenin sonunun yaklaşmasının onun torun torba sahibi olma ihtimalini sıfıra indirmesinden çok rahatsız! - İlker ise izlediği bir belgeseli anlatıyor. Dünyayı son 50 yılda tüketmişiz, geriye bir yüz kaldı mı, kaynak var mı belli değil. Biz insan denen yaratık nasıl bir çekirge sürüsüyüz? Hani bu covid illetini nüfusu azaltma planı komplo teorisine neredeyse inanacağım. Sonra ufak bir hesap yapıyorum, 50 sene.. Biz görmeyiz de, Arca? Onun çocukları (tabii yaparsa) ? Pek parlak değil anlayacağınız. Ne kadar karbon emisyonu yok efendim çöplerini ayrıştır filan…. En nihayetinde insan boktan bir varlık, sen yaptın, o yapacak mı ? ya beriki?
Diyet döngüsü ….
Bugün Pazar.
Sabah dokuz gibi kalktım. Uyku depoladığım bir cumartesi gecesi olmuş, mutluyum. İki kadeh şarabın üzerine çay içerken gofret yemiştim, Netflix’te Manifest’i izliyorduk, son hatırladığım battaniyenin altına kıvrıldığım, saat olsa olsa on bilemedin on bir. Direnmedim ballı ballı uyumuşum, kimseler de ellememiş. Benim o “hafta sonu bile altıda kalkarım” laflarım palavra. Ama var ya uyku da mis gibi ihtiyaç. Kalkıp bir kahve içtim. Akabinde ütü - evet ütüyü minimize etmiş de olsam sıfırlamam mümkün değil hani varsa bir yolu sıfırlamanın, bir dal alırım - çamaşır yıka as … derken bir dalmışım mutfağa aklın çıkar.
Ispanak, taze fasulye, kinoa kısır, barbunya … sebzeleri dizdim ocağa. Manyak değilim. Mesele başka. evde salata sebze olmazsa İlkerin diyetten cayma - erteleme güdüleri devreye giriyor ve bir anda kendimizi makarna yerken buluyoruz.
Döngüyü kırmamız lazım. Çünkü İlker yine yarınlar yokmuşçasına, yaşımız 44 değilmişçesine, göbek önden gitmiyormuşçasına, en yaramaz en kalorili yemekleri aklımıza sokmakla kalmıyor bir de pişirip önümüze koyuyor. Yemeyelim mi? Ve bu döngü böyle devam ediyor. Üç gün kötü yedik, iki de salatayla gün geçirelim de yok, ha boyna yiyoruz.
Devrim yaptım, duruma el koydum, hadi bakalım ne kadar sürecek göreceğiz. Marketten çıkarken haribo paketini açan bir muhterem var, haribo ikramına hayır diyemeyen ben var elimizde, spagetti carbonara ile pizza arasında karar veremeyip ikisini de yemeye karar veren bir ilkerle yeliz var… ne diyebilirim?
Diyet pazartesi başlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder