Yirmi derece rüzgarlı fakat güneşli bir pazar öğleden sonra.
Saatler 15:26’yı gösteriyor. Yer Brüksel’in kuzeydoğu sınırına yakın bir mahallesi, sakin yeşil ve sessiz.
Elli faktör güneş kremimi yüzüme boca etmişim, az önce makinadan çıkardığım çarşaflarımı güneşe sermiş, kitabımı okurken terasta ayaklarımı uzatmış, biramı yudumluyorum. Yetmişine merdiven dayamış yan komşularımla selamlaşıyoruz, Belçikalıların ayçiçekleri gibi güneşe dönen yüzlerindeki aynı ifadeyi paylaşıyoruz, aman yarabbi Belçikalılaşıyor muyum?
Asimile olmayı nasıl da isterdim. “Français? Nederlands?” Diye hangi dille konuşacağımız konusunda anlaşma sorusuna lütfenden ve de hafiften de utanarak English please… dememeyi nasıl isterdim. İlker pratik yapmak istiyor diye, futbol velileri masasında yavaş yavaş Flamanca konuşan velileri kelime yakalarım diye sanki anlıyormuşum gibi can kulağıyla dinlemeden de sohbete dahil olabilmeyi.
Bitmek bilmez Flamanca öğrenme sürecimi , her eylül yeni hedeflerle ve fakat bebek adımlarıyla kat edemediğim sefilliğimi…. İyi de ingilizceyle hallediyorum Brükselde, iyi de göt kadar ülkenin üç dilinden hangisini öğreneyim allahsızlar… türünden mesnetsiz bahanelerle dil bilmezliğime ne çok küfrettiğimi… bir ben bilirim bir de dünya alem.
Ama soğuk öğle birası ve yirmi derecede güneşlenilen pazar öğlenden sonralarım tam bir Belçikalı ve sadece bu kültür adaptasyonu için bile vatandaşlığı hak ediyorum.
Henüz hak etmedim ama - yaram var ki gocunuyorum - hiçbir dili bilmeden ve fakat beş yıl kesintisiz vergi ödeyerek vatandaşlığı hak eden arkadaşıma bir başkasının - ki kendisi masterı burada yapmış ve bir Belçikalı ile evli olmaktan dolayı iki dili de bilen bir Rus - “Hiçbir dili bilmeden nasıl vatandaş oldun anlamıyorum” şeklinde yargı bildirimi yapmasına (bunu bir Belçikalı söylemiyor dikkatinizi çekerim) dalacaktım! Çok affedersin ama bu adamın vatandaşlığı hak etmesine sen mi karar vereceksin sen mi yargılayacaksın diye dalacaktım ki bilirsiniz dalarım! Arkadaşımın “evet objektif olarak dil bilme kriterine bakmaları gerekirdi, bakmadılar ve verdiler” diye efendice omuz silkmesi ile dalmama gerek kalmadı.
Fark ettim ki , o Rus’un o dilleri bilmeye ihtiyaç duyarken (entegre olması kocasının belçikalı olması vs…) benim arkadaşımın dil öğrenme zahmetine girmeden aynı haklara erişmesi içine oturmuştu. O noktadan bakınca büyüklendiğini farz etmek yerine eziklendiği gerçeğiyle avunmak, bana zalimce bir zevk verdi. tebessüm ettiren bir farkındalık yaşadım!
Neyse ne diyecektim… Ben bir silkelendim bir fark ettim, ne yapıyoruz ne yapıyorum diye… Kaç gündür içimi yiyen mutsuzluğumun bir kısmı muhteremin sağlık sıkıntıları olmasının yanında ve sebebiyle buralarda ne yaptığımızı sorgulamaktı. Göçmenlikteki altıncı yılı doldurup tam anlamıyla entegre olamamış her makul insanın geldiği noktadaydım, “doğru mu yaptık?”
Arca açısından bakarsak, cevap netti, evet! Benim açımdan bakarsak, on dört yıllık kıdemimle bir türlü ilerleyemediğim Türkiye’deki kurumsal bir Alman şirketinde ne uzayıp ne kısalacağımdan emin olduğumuz noktadan bugünkü kariyerime bakarsak da evet! İlker açısından bakarsak, hayır. Bir gün olsun şikayet etmeyen muhteremin mutsuzluğu sağlığından çıkabilir miydi? Bunca yıl üretmiş insan, pandeminin etkisiyle de hedeflediğimizin çok daha gerisinde miydi? Maalesef. Muhterem mutfakta olmanın ötesinde potansiyele sahip miydi? Evet!
Tam bu zamanda yıllardır görüşemediğimiz NA çıktı geldi.
NA, Nadire abla, canım Nadire abla.
Arca’nın biricik Ümit teyzesi torununa bakmak için Arca 2 yaşındayken ayrıldığında yine onun arkadaşı olmak referansıyla bakıcı mertebesinin en üst seviyesindeki - bizimle çalışmaya tamam dediğinde İlkerle birbirimize bakıp “too good to be true” diyerek bize ve Arcaya mucizevi dört beş yıl yaşatan Nadire abla.
Bana “tebessüm ettiren farkındalıkların çok olsun” gibi cümlelerle mesajlar atan Nadire abla. “Ne zamandır sebze yemediniz” diye gelirken bir kilo ıspanak alıp pişiriveren, Arca’ya okuma yazmayı dört buçuk yaşında öğreten, akşam üstü benden önce eve gelen İlkerle tatlı tatlı sohbet ettiği için kıskançlığımı saklayamadığım Nadire abla.
Bizden sonra baktığı kız çocuğu büyümüş Amsterdamda üniversiteye başlayacak diye buralara onu yerleştirmeye gelip InterRail ile bir aylığına Avrupa’yı gezmeye karar verdiğini bize bildirince ve Brüksel’de bir bira içeriz deyince, şiddetle karşı çıktığımız, Airbnbsini iptal ettirip Belçikada geçireceği birkaç gün için bizim evin misafir odasını teklif ettiğimiz Nadire ablamızlayız.
Dün akşam yemekten maç sebebiyle erken ayrılan Arca ve İlkeri uğurlayıp, bir şişe şarabımızla uzun uzun sohbet ettik. Hava şurup, şarap nefis, sohbet boğazda düğümlüydü. Döküldük birbirimize. Pandemiyi, çok sevdiği eşini kaybedişini, buraları, halimizi, hallerimizi…. Cevabı verdi, “iyi yaptınız!” Dedi, ne yapacaktınız, gelecektiniz tabi!” “Yapacaksınız beraber halledeceksiniz, ne var” dedi. Dedi de dedi
.
Mücadelenin kitabını yazmada eline kimsenin su dökemeyeceği bu kadın, altmışına yaklaşırken her şeyi geride bırakıp gençlik hayali olan trenle tek başına Avrupayı gezmeye gelmişti. Parasının ve keyfinin yettiği yere kadar, burdan Parise oradan Barcelonaya, İtalyaya Avusturyaya Macaristana geçecek, sıkıldığı yerden trene binip ya da uçağa, memlekete geri dönecekti.
Yeni yerler görmek, evet ama derdi aslında yeni şeyler öğrenmekti, yepyeni insanlar, şehirler, yeni şeyler, ve yeni farkındalıklar…
Neredeyse on yıl önce bir whatsapp mesajında dediği gibi, “tebessüm ettiren farkındalıklar” ;)
4 yorum:
ozlemisim seni okumayi Yeliz.
Iyi yaptiniz. Inan iyi yaptiniz.
Ama ne zor biliyorum.
Simdi NA ablanin size gelisinin yazisini okudum. Ve orada yazdigin birinci sikki hep yasayisimizi. Cunku uzakta olmak oyle bir sey iste. Bir yandan guzel, iyi yaptik cocuklar icin hissi. Bir yandan zor, hem de cok zor.
Ama sonucta iyi yaptik be yeliz.
Ya da bilemiyorum. O kadar yorgunum ki bazen ne yaptik bilemiyoru.
Ne muhteşem bir kadın. Muazzam bir hikaye. Ben de su bardağımı kaldırıyorum şerefinize. Hiçbir şey için geç değil!
Ay çok içim ısındı.
Blogları da özlemişim.
"Tebessüm ettiren farkındalıklı yazı" için teşekkürler. Nadire Ablayı anlatan kelimelerdeki naiflik içime derinden işledi. 🌺
Bence kalsaydınız da aynı soruyu soruyor olacaktın. Gitse miydik? Bence de iyi yaptınız. Hayatta her şeyin olumlu ve olumsuz yanları var bence. Ve orada olmak zor bilmesem de anlayabiliyorum. Burada olmak da çok zor inan. Ne yazık ki :(
Yorum Gönder