11 Eylül 2023 Pazartesi

Kitap, kaybolmak, yolunu bulmak ve hep ayağa kalkmak üzerine

 Belçika’da üst üste üç gün otuz derecenin üzerinde seyretmesi Türkiye’de bile haber olmuşken, mayışan beynim yüzünden markette komşumu tanıyamamam gayet normal değil mi? Ya da yaşlılık mı? Belki bilmiyorum, havalar normale dönünce tekrar irdelemek lazım. 

Yaşlılık mı dedim? etrafımdaki gençlerin enerjilerine tanık olunca daha iyi fark ediyorum ki, yaşlanıyorum. Doğal bir süreç fakat insan hayret ediyor…. 


Etrafımda gençler var, evet. Duru geldi. Ve arkadaşı Ayşegül. Ayşegül yirmi dört saat hemen hiç uyumadan yolculuk etmişti, Amsterdam otobüsünden aldık, eve getirdik. Muhterem yine mutfağa girmiş, lazanya yapmıştı. Bir kadeh şarap da içtiler mi, yatar uyur kızlar diye düşünürken baktım duşlar alınmış, nerde bira içmeye gidelim diye soruyorlar. Ertesi sabah Antwerp’e oradan da Gent’e gittiler, trenler, tramvaylar in bin yürü gez, gecenin yarılarında döndüler. Ve en sonunda da Amsterdam’a … Ve tüm bunları mevsim normallerinin rekor üzerinde hava koşullarında yaptılar, yapıyorlar. Ben anlatırken yoruluyorum. 


İlker, biz de onların yaşında buralarda olaydık biz de buraların tozunu attırırdık dedi. Sahi keşke olaydık be! Şimdi kırklarımızda, çocuklu yaşamımızda bu hız nerdeee…


Kendi tempomda bile bazen çok hızlı olduğumu düşünüyorum. Frene basma ihtiyacı hissediyorum. Çünkü beyin yorgunluğu genç olsan bile altından kalkılabilecek bir şey değil. İhtiyaç duyduğun şey: rahatlama. Ben bunu farkında olmadan yapıyormuşum, sabah yedide mesaiye başlayıp öğlen olmadan beşinci toplantıma girdiğim ve oturmaktan basurumun nüksettiği bir evde çalışma günümde kendimi sokağa atınca anladım. 



Hızlı bir öğle yemeği yedim, öğlen birdeki toplantıya red cevabı gönderdim ve spor ayakkabılarımı giyip mahallede yürüyüşe çıktım. Kulağımda müzik, rota belirlemeksizin yürüdüm. Ve tabii dönüşte kayboldum. Altı yıldır yaşadığım mahallede kaybolmak da ancak benim başıma gelecek bir şey. Derken bir yol çıktı karşıma. Gül yolu. Genişliği ancak bir metre hani yan yana iki kişi zor yürürsün, bırak arabayı bisiklet geçişi yasak. Ve bu yolun duvarları resimler, çeşitli el işlemeleri, minik kutular , tek kalmış bebek çorapları ve türlü çiçeklerden saksılar boyu bir sergiye dönüştürülmüştü. Günün geri kalanının bu güzel sürprizle kutsandığını, bana nasıl da iyi geldiğini ve yük olmadan müthiş bir verimlilikle geçtiğini söylesem, abartmış olmam. 


Bugün elimdeki kitabın son bölümüne geldiğimde “rahatlama”, bu anı düşünüp gülümsedim, insana aradığı geliyor.


Elimdeki kitap “5 seçim”. 



Aralık ayında bu eğitime katılamamıştım, çok da umursamamıştım zira zaman yönetimi ise mesele, kitabını yazarım diye büyüklenmiştim ama departman müdürüm ısrar etti, hızlandırılmış da olsa kısa bir eğitim vereyim departmandan eksikli kalma dedi. Yoğunluğun az olduğu Ağustos’a ayarladık. Yeni ve ilginç yaklaşımları vardı, zaten bildiğim pek çok yöntemi saymazsak, uygulanabilirliği olan dahası sadece iş değil, hatta işten daha fazla özel yaşamı kapsayan uzun lafın kısası, verimliliği hayatın merkezine koyan bir anlayış sunuyor. Stefaan kitabı da var, sen çok okuyan birisin, belki ilgini çeker deyince, kitaba aydım ve sıcağı sıcağına Türkiyeden ablamlarla getirttim. 


Eğitimin üzerine kitabı ana dilde okumak epey pekiştirdi. 


Kitabın ve eğitimin bence püf noktası beyne odaklanması ve beyni her anlamda sağlıklı tutma önerilerini bir arada toplaması. İşte rahatlama 5.seçimde devreye giriyor. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur sözünün vücut bulmuş hali diyelim.


Kitabı, itiraf ediyorum, İlkeri düşünerek okudum. Ve İlkerle ilişkimizi. 


Hayattaki rollerinizi modellemenizi istiyor kitap. Anne, baba, kardeş, evlat, lider, sporcu vesaire… Hayatta pek çok rolümüz var. Her birinde neredeyiz? Ve nerde olmak istiyoruz? Bunu hayatının odağına koymanın bize getirisi ne olur?


Eş olarak şahane bir rolüm olduğunu düşünürken birden bundan daha iyi ne yapabilirime odaklanınca ne çok eksiğim ihmallerim olduğunu fark ettim. 


Ben İlker’in en iyi arkadaşı olarak onun hayallerini gerçekleştirmesinde ne kadar katkıda bulunuyordum? Burada ne yapmak istediği ile ilgili hayatına ne kadar müdahildim? Halbuki o,  buraya gelirken anlaşmaya vardığımız iş bölümü ve rol paylaşımında olması gerekenin de ötesinde bir performans sergilerken ben ne yapmıştım? Cömertçe bana sunulanı kabul ederken iş bölümündeki kendi rolüme - kariyer yapmak - fazlaca dalmış ve ihmalkar davranmıştım. Nasıl ki ilk geldiğimizde kendimi aptal gibi hissedip daha azına razı olacakken İlker bana benden fazla inanıp destek olduysa, benim de onun için yapabileceğim bir şeyler olmalıydı. 


Kendimden yola çıkarak konuşmaya başladığım bu konu artık bende bir tıkanmışlık olmaktan çıktı. Belki geç kalınmış bir adımdı ama ve lakin hiçbir şey için geç değildir.




26 Ağustos 2023 Cumartesi

Yaz muhasebesi

 Eylül ufaktan yaklaşırken, ve tabii ki iklim gereği sonbahar kendini şimdiden hissettirmeye başlamışken her mevsim dönümü olduğu gibi muhasebelere girmem kaçınılmazdı. Gönül isterdi ki, buralar da İzmirim gibi ekimlere kadar şurup havasıyla suyuyla sarmalasın bizi, gönül isterdi ki Eylül 1 dedin mi okullar açılmasın da eylül tatilleri yapalım ama öyle değil işte.

Çok özlemişim eylülde hala tatil kafasında olmayı. Malum biz kasıma kadar yazlıktan ayrılmazdık, kah hafta sonu kah günübirlik. Hele de Arca okula gitmezken tatillerimizi bile eylüle ayarlardık. 


Benden yaşça büyük olduğunu tahmin ettiğim bir iş arkadaşımla sohbet ederken, Brüksel’in yazının (bu seneki yağmur istisna, Brüksel’de yaz harbi keyifli olur) ve herkesler döndükten sonra eylüle doğru tatile çıkma ihtimalinin ne şahane olduğundan bahsediyorduk. Dedim “bizim oğlanın yetişkin olmasını sırf tatile eylülde çıkmak için iple çekiyorum ama çok değil 4 seneye ben de eylülde tatile çıkıp sakin sahillerin ve şurup gibi denizin tadını çıkaracağım”. Benim çok mu genç anne olduğumu sorunca ve 45 yaşında olduğumu söylediğimde şaşırması günümü güzel eyledi, hala içimde bir yerlerde genç gösterme meraklısı olduğumu da fark ettirdi.


Neyse konumuz o değil. 


Yaz muhasebesi. Bugün telefonumdaki fotoğrafları temizlerken bir kere daha fark ettim.







Bu yaz çok farklıydı, farklı bir şekilde çok iyi geldi. Evet belki yazı İzmir’de geçirmedik ama yine de muhteşem geçti.


İzmir’e gidemesek de Avrupa’da yepyeni yerler, lezzetler keyifler keşfettik. Hem de çok farklı biçimlerde. İki ergenli, deniz kum güneşli İspanya

Arca’nın bizden ayrı üç hafta geçirmesi ve bizim de 14 yıldır ilk defa bu kadar uzun süre baş başa kalabilmenin tadını çıkarmamız 

Muhteremle baş başa rüzgarlı bir Kuzey Fransa kaçamağı

Ablamlarla çocuksuz iki çift olarak bol ormanlı bir Almanya seyahati











Bu yazın bir farklı tarafı da üç hafta iznimi bir hafta Almanya iki hafta İspanya olarak bölmemdi. İyi mi oldu? Pek emin değilim. Bence blok bir izin ve bu izin içinde hem gezmeli hem dinlenmeli bir tatil daha iyi olabilirdi. (Bababbba on yıllar boyunca Türk beyazyakalısı olarak iki hafta blok izin kullanamamış yelize bak sen!) 


Yaz oldu mu, insan eksikliğinden ister istemez ofiste işlerin nispeten hafifliyor ve kendi planın içinde özgürce çalışabiliyorsun. 


Ayrıca herkes bir yerlere dağılıyor ve yepyeni bilgi ve tecrübelerle geri dönüyorlar. Malum herkes tatile çıkabildiği için de öğle yemeklerinin konusu “nerde ne kadara tatil yaptım” 


Benim için bu yazın bonusu: Kitaplar, yepyeni mis gibi akıp giden kitaplar okumak, yepyeni kitaplara kavuşabilmek oldu.


Yaz kitaplarımı uzun uzun yazasım var. Siz bu yazdan karelere bakarkenx ben kitapları sonraki posta bırakayım yoksa güme gidecek.


23 Ağustos 2023 Çarşamba

Silent Room hakkım engellenemez!

Ablamların İzmir’e dönüşü ve Arca’nın arkadaşında yatıya kalmasıyla bir anda sessizliğe bürünen ev, GS maçının ilk düdüğüyle hareketlenince bana da terastan arka odaya taşınmak düştü.

 İki hafta sonra odama, koltuğuma, blogumun ana sayfasına dönüş yaptım. Yarın evden çalışmaya, bilinçli rutinlerime, ve yağmuruma da dönüş yapacağım gibi görünüyor. Ablamların gelişiyle ısınan havalar gidişiyle yerini yağmura ve serine bırakıyor. 

Ablamlarla bir haftası Almanya tatili olmak üzere iki haftayı birlikte geçirdik. O ara Arca İzmir’den tek başına döndü. İzmir’de geçirdiği üç hafta herhalde hayatının en muhteşem tatiliydi. Ana baba yok, hep sevdiklerinin evlerinde takılma, hep kuzenler arkadaşlar anane baba dede üçlüsü, çok yemekler çok yüzmekler… değerlenen öyrolarıyla alışverişlere sevinmeler. Tam bir gurbetçi stayla! 

Arca için tatilin son demleri, futbol kampı, arkadaşlarla gezme, okula hazırlanmalarla geçerken, bizim ofis de tatil sonrası kalabalıklaşmaya başladı. Geç kalsan oturacak masa bulamayacaksın o derece! Ofisteki ve evdeki bu kalabalıklığın neticesinde ofisteki Silent Room kısmını sıklıkla kullanır oldum. 

Neden? Çünkü ben bir iş üzerinde çalışmam gerekiyorsa dikkatimi dağıtan her şeye gıcık olurum ve tam bir sessizlik ararım. 

İster bireysel ofisimin olduğu İzmirdeki şirketimden kalma bir alışkanlık, ister benim odaklanmamdaki beceriksizlik olsun sebep, gerçek ortada ve çözümü Silent Room (toplamda 6 masanın olduğu bir oda, etüt gibi bir yer)  

Evde çalışanların mutfak masasında veya önünde TV radyo açıkken nasıl çalışabildiklerini aklım almıyor, nitekim arka odayı Covid zamanı işgal etmemin ve sonrasında da iyice yerleşmemin sebebi bu. Benim sek sessizliğe ve sakinliğe ihtiyacım var. 

Eskiden yani bir ekibim olmadan önce, daha az toplantılara girdiğim, sadece proje yönettiğim zamanlarda orada daha fazla geçirirdim, hatta Yelizin Ofisi derlerdi de arada kahve getirmeyi teklif edenler olurdu. Artık toplantılar ve ekiple daha çok vakit geçirmem gerektiği için daha seyrek uğrasam da, haftada birkaç saatimi Silent Roomda geçirmeme alıştılar, ortalık kalabalıksa ve ben toplantıda ya da masamda değilsem, biliyorlar ki Silent Roomda saklanıyorum. İnanır mısın yaratıcılık gerektiren en iyi işlerimi orada çıkarıyorum. Yani benim Silent Rooma ihtiyacım var!

Bir de o odayı amacının dışında kullananları affetmiyorum ve derhal sepetliyorum. Sohbet edecek onlarca alan var, yallah coffee cornera! Muhtemelen adım Silent Room Bitch’e çıktı ama umrumda değil!

Tabii bu düzen böyle sürdüğü sürece…

Fakat kim yaptı nasıl oldu bilmiyorum - belki yallah dediğim baĞzı arkadaşlar olabilir - ofis yönetiminden bir anket geldi. Neymiş o oda amacına ulaşmamışmış, neymiş acaba toplantı odası ya da sohbet köşesi yapılsa mıymış… bababababa! Dalarım! 

Dedim ve daldım. Oylamaya katılmakla kalmadım anketi yapanlara da yazılı tehdit savurdum. O oda olduğu gibi kalmazsa her gün en az 2 saat gereksiz yere toplantı odasını tek başıma Silent Room niyetiyle işgal ederim, haberiniz ola dedim. Demekle de kalmadım, etrafımdaki herkese lobi aktivitesi yapmak suretiyle istediğim gibi oy vermeleri için zorladım. Yoksa dedim başınıza bela olurum, bu açık ofisi Silent Rooma çeviririm görürsünüz ebenizi demediysem de bakışlarımdan anladılar. Nasıl bir pislik olduğumu bilirler. Garibim bazıları Silent Room diye bir yerin varlığından bile haberdar değillermiş, hiç ihtiyaçları olmadıysa demek. 

Bu ofis düzenlemecilerin tepesine kadar çıkacağım. Baktım olmuyor çare yok Vice Presidentlığa oynayacağım, zira şirkette bireysel ofisi olan en düşük seviye bu. 

Ya da bunlardan bir tane de işimi görür, kapımı çekivereyim, yeter ki sessiz olsun!



3 Ağustos 2023 Perşembe

Nerden başlasam nasıl anlatsam….

Belki de ecnebilerin small talk dedikleri “havadan sudan” sohbetlerle başlamak, ısınmak bir nevi, eh malum arayı epey açtık. 

En son bu kadar uzun yazmadığım ne zaman oldu acaba? Gezi zamanı mıydı yoksa buraya taşındığımız zaman mıydı? Emin değilim, emin olduğum tek şey koca bir temmuz 2023’ü blogda göremeyeceğiz. 


Aman yarabbim kitleler bensiz bir ay ne yaptı?!


Ne yapacak, tatil yaptı :))) 


Benim gibi. Bizim tatil dönemimiz ilginç geçiyor. Birçok ilk bir arada yaşanıyor;


Temmuza iki çocuklu başladık. Yeğen Deniz (12) üç hafta bizimleydi. 

13 saatlik bir araba yolculuğuyla İspanya’ya gittik. İşte bunlar hep ilk!


Arca ilk defa bizsiz Türkiye’ye gitti. Biz ilk defa Türkiye’ye yaz tatilinde gitmedik.


İlk defa Fransa’ya baş başa haftasonu kaçamağına gittik.


Ya Arca ile ya da yalnız Belçika yazı geçirdiğim çok olmuştu ama ilk defa muhteremle geçiriyoruz.


Ve muhteremin şansına mı diyeyim, tüm zamanların en yağmurlu Belçika yazını yaşıyoruz. Günlerce yağmur yağar mı? Yağıyor şerefsiz! 


Bu kadar yağmur, bizim için olduğu kadar buranın yerlileri için de ilk! Hepsi depresyonda. Bir yağmur sever olarak ben bile sıkılacağım neredeyse, neredeyse… Az önce bile “ay ne güzel yağıyor” diye pencereden dışarı kokluyordum, yani neredeyse.


Bu aralar yazamıyor olabilirim ama tadını çıkardığım başka ilklerim var.


Mesela bilinçli ritüeller oluşturmak. Gerçekten farkında olarak, gerçekten o ritüeli oluşturmanın amacım olduğunu kendime söyleme dürüstlüğü içindeyim. Oluverdi değil, olmasına çaba gösteriyorum. Her gün aynı saatte kalkıp yarım saat yoga on dakika meditasyon yaparak bunu alışkanlık haline getirmeyi bilinçli olarak seçiyorum ve seçtiğim bu yolda her gün bir adım atıyorum. Bu beni taş gibi yapmayacak, bu beni yirmi yaş gençleştirmeyecek, hayır kilo verdirmeyecek ya da verdirecek bilmiyorum. Tek bildiğim her gün kendime ayırdığım bu dakikalarda seçtiğim şeyleri yapmanın bana verdiği his, o hayatın kontrolü elimde ve ama aynı zamanda hayat akışında hissi iyi bir şey. Bunun mutlaka bir adı vardır, terminolojisini bilmeksizin sadece iyi diyorum. İyi. Bu da yeterli.


İlk defa deneyimlediğim bu “iyi”yi de seviyorum diğer tüm ilklerim gibi güzel bir yeri var, bu “iyi”nin. İyilikler getiren ilkleriniz olsun dilerim,



Sevgiyle ;)

25 Haziran 2023 Pazar

Yaşlandığını nasıl anlarsın?

 Eski elbiselerimi giymeyeceğim gerçeğini kabullendim.

Her ne kadar iki kiloyu verdimse de İlkerin gelişiyle açılacak iştahımın bana verdiğim kiloları geri aldıracağı gerçeğini kabullendim, kollarımı açtım bekledim.

Artık 36 beden olmadığım gerçeğini kabullendim.

Artık 45 yaşında olduğum gerçeğini kabullendim.


Kabullendim de ne oldu? Muhterem İzmir’deyken Trendyoldan elbise sipariş ettim. 38 beden Koton ucuzundan. Tam da düğününde parti modu isteyen Ayşenin talebine uygun. Mavili ışıltılı parıltılı. Muhterem bana İzmirlerden ulaştı, dalgasını geçti “repertuar hazır mı?” Pis! Elbise eve geldi, giydim, cuk oturdu, ne de olsa 38 beden :) Arca yorumunu yaptı: “Disco topu gibi olmuşsun” Peki! 



Allah seni inandırsın 36 beden eskilerimden olmadığından değil sırf bu evin pipililerine inat giydim elbiseyi (bir kat tülü kestim ama Barbie olacak değiliz) düğüne. Umrumda değil! Arek benim iş arkadaşım aynı zamanda, ofisten bir dolu iş arkadaşım vardı, Arca’nın tabiriyle disco topu gibi dolaştım, umrumda değil! 


Bir şişe şampanya içtim sanırım, üstüne şarap allahtan İlkerin benim için aldığı cin toniği reddecek kadar kendimdeydim. Yoksa beni kucaklayıp götüreceklerdi. 


Şansıma birlikte dans edebileceğim bir ergen kızım vardı, Sedanın kızı allahım ne büyük şans! Arcayla yemek boyunca sohbet ettiler ama kız kıza dans ettik malum benim oğlan disco topuyla aynı pistte olmak istemedi. Ay ne güzel ya … insanın kızı olacak. 


Ama bacım yaşlanmışım. Nerden anladın dersen postu bir daha okumanı tavsiye ederim. Beden genişlemeleri, kabullenmeler, ışıltılar, maviler (ben gençken siyahtan başka renk giymezdim) danslar vs… Daha ne olsun. O kadar kabullenmenin üzerine hala bir inkar çabası da cabası. 


Orta yaş sendromu da böyle bir şey…


An itibariyle Muhterem kocam bana uçmalı adrenalinli videolar gösteriyor, yapacakmış, peki, benimse tek sendromum dekolteli disco topu (ama rica ediyorum bir kat tülü eksiltilmiş…) 


An itibariyle terasta blog yazarken kitabım bir yandan ütüler bir yandan göz kırpıyor. Limelı sodamı içip ütüye dalacağım kanımca. 



































































18 Haziran 2023 Pazar

Yağmur

 Günler süren aşırı sıcaklar yerini yağmura bıraktı. Oh be!

Bu iklim petunyaya nasıl da iyi geliyor. Diktiğim yerde coşuyor.

Cumartesi sabah yeni bir egzersiz denedim, ağırlıklı filan. Yetmedi üstüne banyoları temizledim, aylar var ki dokunmamıştım, Arca’nın duşunun taşları beyaz bizimki siyahmış. Ben krem ve füme sanıyordum. Yetmedi üstüne markete gittim. Üç gibi eve döndüğümde birkaç kayısı ve bir elmadan başka bir şey yememiş olduğumu, yorgunluktan sesimin bile cılızlaştığını fark ettim. Hiç de iştahım yok. Smoothie içiverdim. 


Niyet ettiğimin üzerinden ne kadar geçti bilmiyorum ama -2 kilo ile görüşlerinize hazırım komutanım! İşin sırrı muhteremde. O etraftayken iştahım açık, eh sürekli yemek konuşuyoruz, yemek yapıyoruz, yemek yiyoruz ya ne olacaktı. Bir de hamilelikte çıkan çok affedersin basurum nüksetti mi? Eh olacağı buydu, sürekli stres, saatlerce oturma, egzersize yürüyüşe vakit bulamama… Dolayısıyla sıvı lifli beslenme mecburiyetinden gitti o kilolar, bir haftaya bir kilo daha gider mi? Hiç sanmam yarın muhterem dönüyor, benim sefil beslenmemin sonuna geliyoruz. 


Akşam üzeri façayı düzeltmeye kuaföre gittim, saçında kimyasallarla beklerken oturduğun saç yıkama koltuklarını dişçi koltuğu gibi ayak uzatmalı yapmışlar. Beklerken mis gibi içim geçmiş. Kuaförümle seçimlerden konuştuk, ikinci kuşak gurbetçi olup da akepeye oy vermeyen yegane insanlardandır herhalde. Türkiye’yi sinirleri alınmış ölmüş dişe benzetti, artık acı yok ama kaybettik. Öyle … 


Açık açık sordum, bizim buradakilerin mutluluğu neden? Nereden geliyor bu coşku? - Zira seçim gecesi Antwerpte evinin önünde bayrak açan Türkleri görünce akepeyi sepetledik sanan Elena neredeyse bize tebrik mesajı gönderecekmiş de, rte sloganlarını duyunca şaşırmış. 


Güya gurbetçilere trafik cezası kesmiyorlamış Türkiyede. Olur mu ya? Trafik kurallarını sallamamalarından anlıyorum da, insan sırf bunun için minnet duyar da oy atar mı? Gerçi bizim toplumumuzun fırsatçılığı ve beleşçiliği üzerine kurulmuş bir parti örgütünün başarısını artık teslim etmek lazım. Teslim ettim, kabullendim, tebrikler. 


Kuaför koltuğunda şekerleme yapmak, üstüne Tufanla memleket meseleleri üzerinden deşarj olmak ve  yazlık sarışını saçlarımla kuaförden çıkmak iyi geldi. İyi ki fön çektirmemişim zira eve yürürken bir yağmur bastırdı, yazlık elbisenin içinden donuma kadar ıslandım. Brüksel sokaklarında yüzünü göğe vermiş, gülümseyen bir kadın görenler, yanıldılar, deli değilim sadece yağmur seviyorum. Yaz yağmurlarını daha da çok seviyorum.


Yağmur iyidir, uçuşan karahindiba tohumlarını da yıkar temizler. Yol kenarındaki ıhlamurların kokularını iyice ortaya çıkarır. Evde ergenim aç beklemese ben daha uzun uzun yürürdüm, ıhlamurların altında…



Ve bu sabah. Mis gibi yağmura uyandım. Pazar sabahı için ne harika bir sürpriz. Çalışmak zorunda olduğum bir pazar günü için ne isabetli bir hava. Arca sınavlara, ben raporuma çalışacağız bugün. Ve sonra yemek, ve sonra ütü. Evet ütü için de isabetli bir hava. 




Ve babalar günü kutlamaları. İlker ve ablamlar bizimkilerde kahvaltıda buluşmuşlar. Bol babalı bir babalar günü kutlaması yaptık. Gurbetlik zor ama keyifler gıcır olduktan sonra dert değil. 


Hadi ben dükkanı açam da çalışam yoksa bu hafta da kabus gibi geçecek. 


16 Haziran 2023 Cuma

Bitch Yeliz Top Ten

 Bir yaz akşamı

Cuma

Sabah altıda kalkıp sekizdeki toplantı için son hazırlıkları tamamladım ve yedi buçukta ofise intikal ettim. Akşam altıda çıktığıma göre 12 saat çalışmışım. Ama cuma ama zaten bütün haftam aşağı yukarı böyleydi ama çocuğum evde yalnız aş ekmek bekler… Çıktım. Yolda gelirken canlı yayında Arca’ya makarnanın sosunu yaptırıyordum. Çalışan bekar anne simülasyonu. İlginç bir deneyim ama ben kocamı tercih ederim, İlker eve dön! 


Neyse… Hayatımın yoğun iş ve ucundan azıcık Arca halinde geçen bu günlerinde, aldığım en güzel iltifat “vay Yeliz hattın diğer ucundaki şahıs olmak istemezdim, neyse ki aynı takımdayız” diyen Elena’dan geldi. 


Toplantıların arasında gözüme Afsaneh’nin mesajı ilişmişti, başka bir departmanla toplantıdaydı, paniklemişti, destek lazımdı, virtual da olsa bastım toplantıyı, önce sert sonra daha sert sonra tatlı ve de nihayetinde gönül almacalı bir süreçten sonra toplantı iyi haftasonları dilekleriyle bitti. 


Evet bazen gerçekten “bitch” olabiliyorum. Bazen bilerek yapıyorum, bazen içimden geliyor :)) 


Geçen gün yine dellendiğim bir toplantı sonrası, Marco, Elena ve Afsaneh benim top ten bitch listemi çıkardılar. Ortamlarda benim nasıl bir manyak olduğumu anlattıklarına kalıbımı basarım. Ama ispat edemem.


İlk sırayı işe başladığının ilk aylarında Marco’yu “şimdi pis yüzümü göstereceğim, korkma sakın” diye uyararak ortalığı kırıp geçirdiğim episode var. Hala unutamıyormuş.


Bence ArGe müdürlerinin sorularıma kıvırma cevaplar vermelerinden dellenip de ya allah sıra sorgusunda “sorularıma evet ya da hayır diye cevap verin başka cevap kabul etmiyorum” diye yaygarayı bastığım, hattın öbür ucundaki Japonların her soruma “ はい (hai-evet) Yeliz san” diye cevap verdikleri toplantı birinci sırayı daha fazla hak ediyor. 


Afsaneh o toplantıyı uzaktan duymuş da Marco’ya “beni de davet et hemen, kaçırmayayım Yelizi” demiş. Genç nesillerin bitch idolüyüm nitekim :))) 


Bir de ofis binasının asansörlerini tümden durduğum video çekimimiz vardı, sadece Japonlar değil Belçikalılar da pis yüzümü gördüler, “benim çekimim yapılırken o asansör sesi duyulmayacak, hepinizi yakarım bu binayı yakarım” dercesine bir bakış atmışım, Marijke “adamların kabusu oldun” dediydi de bir gururlanma geldiydi üstüme. Diyorum işte içimde varsa demek…

Baktım görsel yok yazıyı bitirince çekiverdim


Baksan sevimli kadınım aslında, hatta son haftalarda sürekli yüz yüze toplantı yaptığım Japonlarla iyi anlaşmama Avrupalı meslektaşlar hayret ediyorlar, ama işte tersim pis, hiç beklemedikleri bir anda bitch Yeliz mode on. Bence beni renkli bir kişilik olarak görüyorlar, zira sevdiklerime çay bile yaparken, herkese acayip pozitif yaklaşırken tepemi attırdılar mı, gerçekten silkeliyorum, ama sonra işte lanet olsun içimdeki insan sevgisine, gönüllerini alıyorum. Manyak mıyım neyim? Bilmiyorum bence kimse bilmiyor ama işte seviyorlar nitekim :))