10 Nisan 2024 Çarşamba

“One of many”

Martiniçkalarımı çıkardım astım. Leylek mi gördün dersen, yok görmedim, ama sürü halinde bir kuş grubu üzerimden geçti, tamam dedim zamanıdır. 


Martiniçkamı gören Romanyalı bir abimiz anlattı, Romanyada martiniçkalar erkekler tarafından beğendikleri kızlara takılırmış, bir tür güzellik-beğenilme statü ifadesi gibi. Paganlıktan gelme bir adet. Bizim Hıdrellezi anlattık, sonra Afsaneh İran’da çok önemli bayram olan Nevruz’u nasıl kutladıklarından bahsetti. Türkiye’de Kürtlerin kutlamalarından farklı ritüelleri var sanırım, sofralarına yiyecekler, çiçekler, yumurta ayna ve nazar boncuğu koyuyorlarmış. Aşağıdaki Afsaneh’nin sofrası mesela.


Marteniçka iplerimden Elena’ya da takmıştık. Ruslarda yokmuş bu adet, ama o da benim gibi, dilek dilenecekse var olan adetleri benimseyebiliyor. Dileği yerine geldi. Terfi ve Belçika dışında bir pozisyonla biraz hayat değişikliği dileğindeydi, vallahi oldu. Darısı benim dileklerimin başına. 

Elena’nın gitmesi, Piotr evladımızın işe başlaması gibi değişimlerin arkası kesilmedi ve Elena’nın yerine Elif geliyor ekibe yuppiii! Artık departmanda üç Türk olacağız. 

Ve de kadın çoğunluğunu da muhafaza edeceğiz. Bak bu mühim. 

Kadınlarla çalışmak çok güzel. Bana mı denk geldi bilmiyorum ama benim kadın çalışma arkadaşlarım hep çok azimli, çalışkan, akıllı, çözüm odaklı, yaratıcı oldu. Hem gençken Türkiye’deki bana örnek olan benden birkaç yaş büyük mühendis kadınlar, hem de burada şimdi benden çok daha genç ya da yaşlı her milletten kadınlar.

Terfi ettiğimde, Elena “bir kadının terfi etmesine çok sevinmiyorum, burada çok kolay değil gibi” demişti, ondaki azim ve istek, tabii ki yolu önü açıldı. Bir konuda haklıydı.

Bizim şirkette kadın departman yöneticileri, orta kademe kadın müdürler bulunuyor ama yönetim kurulunda sadece bir tane kadın var. 

Geçenlerde üst yönetim toplantılarından birinde sunum yapmam gerekti, hiç kadın yoktu. Benim o toplantıdaki tek kadın olmamın ya da benzer şekilde üniversitedeki son sınıfımda tek kız öğrenci olmamın, ailedeki tek mühendis kadın olmamın, iyi bir tarafı yok. Çok olmamızın, çoğalmamızın hepimize faydası var, tabii iş dünyasına da. 




6 Nisan 2024 Cumartesi

3N 1 ben Nisana girerken

Ben bu “ne yapıyorum” “ne okuyorum” “ne izliyorum” üçlemesini okuyanlar için mi yoksa kendim için mi yazıyorum bilmiyorum. Ara sıra dönüp de o vakitler hayatı nasıl geçiriyormuşum diye bakmak hoşuma gidiyor.

Neler yapıyorsun Yeliz diye soracak olursan, sabah Zeynep’e verdiğim cevabı vereyim; “biz aynı, her gün evin inşaatına gidip kaç tuğla koymuşlar diye sayıyoruz”. 

Altı ay kadar önce oturduğumuz dairenin satılığa çıktığını söylemişimdir. Her hafta gelen giden oluyor, artık kanka olduğumuz emlakçıdan İlkerin öğrendiğine göre teklifler de varmış, ama henüz satıldığı bilgisi gelmedi. Aman gelmesin, ben ziyaretlerden önce tütsüler, büyüler yapıyorum, evi biraz kötülüyorum filan. Ne kadar geç satılırsa o kadar iyi, ki burdan direkt kendi evimize geçebilelim. Bana sorarsan iki ay daha satılmazsa yırtarız. Zira bizim evin inşaatı devam. 

Bu evlerin satılması, yapılması vesaire gibi uzun süreçler bize garip geliyor. Mesela işte verilen tekliflere 1 ay içinde cevap verilmesi, anlaşılırsa işlemlerin 3 ay kadar sürmesi, evi boşaltma zorunluluğunun 6 aydan başlaması filan. Türkiye’de git tapuya yarın taşın filan… 

Yavaş süreçlere alışmak … hala yapabildiğim bir şey değil.

Başka ne yapıyorsun diye soracak olursan, her gün ofise gidiyorum çünkü yeni bir arkadaş başladı ekipte, yalnız bırakmak istemiyorum. Nasıl genç bir bilsen. 25 yaşında daha. Bu kuşağın 25’i bizim kuşağın 15’i gibi. Ben 25 yaşında evliydim bile. Bu daha anasının evinden Polonya’dan kalmış gelmiş. Bazen karşımda Arca varmış gibi geliyor. Yakında evladım demeye başlayacağım :)) Ki pratikte erkenden çocuk yapaydım pek ala benim çocuğum da bu yaşta olabilirdi. 

Yok yok bu yazıyı  “yaşlandığını nasıl anlarsın” serisine dönüştürmeyeceğim, korkmayın.

Bu hafta sonu Belçika’da hava sıcaklıklarının yirmi derecenin üzerine çıkacağı haberi haftanın başından beri en önemli gündem maddesi. Brüksel’de güneşe yüzünü verirken içkini yudumlayacağın teraslar önerisi, en iyi açık hava aktivite listesi ve daha niceleri sosyal medyayı meşgul ediyor. 

Bense hava koşullarından bağımsız hemen her gün yaptığım gibi, sabah yürüyüşü bahanesiyle fırına gittim. Tüm kiraz ağaçları açmış, çiçeklerin renkleri güneş ışığıyla daha da parlamış. Van Gogh için Hollanda’dan Fransa’ya sırf güneşin ışığını yakalamak için taşındığını söylerler, haksız sayılmaz. Güneş ışığıyla yıkadığı her şeyi muhteşem bir renge dönüştürüyor. 


Hiç içimden Brüksel’in hınca hınç olacağını tahmin ettiğim cafelerinde oturmak gelmiyor. Geçtiğimiz hafta resmen üzerimden geçti. Bizim terası elden geçirip öğleden sonramı terasta okuyarak ya da Flamanca çalışarak geçirmeyi planlıyorum. 



Demişken … Neler okuyorum? 

Bitmeyecek Öykü. 

Masalsı bir fantastik. Okumadıysanız, hiç öyle çocuk kitabıdır demeyin okuyun, içine alıp götüren nefis bir kitap. 

Yürürken ya da araba kullanırken dinlediğim “Japonların kadim beslenme sırrı” da ilginç. Tek öğün yemenin, tam doymadan sofradan kalkmanın, aç kalmanın ne kadar sağlıklı olduğunu anlatıyor. Tıbbi araştırmalar ne kadar doğru olduğunu kanıtlasa da uygulanabilirliğine katkı sağlamıyor maalesef. Bakalım belki kitap bittiğinde fikirlerim değişir.

Bundan evvel, Sinem Sal’ın “bizim zamanımız” kitabını dinlemiştim. Eğlenceli bir kitaptı. İncelikli espiriler, hızlıca akıp giden bir hikaye. Sinem Sal’ı Behice’nin Yarım kalan işleri ile tanımıştım, bu kitabını da çok sevdim. Yaz gelirken iyi gider, önermeden geçmeyeyim.

Neler izliyorum? 

Netflix’ten üç cisim problemini son bölümünde dün akşam uyuyakalmam pek iyiye alamet değil. Hani güzel dizi de beni öyle deliler gibi merak ettirmedi. 

Çarşamba gelse de, çayımı koyup izlesem dediğim Bahar tabii ki şahane. (Benim için Çarşamba zira youtube’tan izliyorum) 

Gibi’nin yeni sezonu gelmiş, hafta sonu ona saralım bari. 

İşte benden bu kadar … E siz neler yapıyorsunuz bakalım? Bayram telaşları tatiller? Haftaya hayat memleketimde başka türlü akacak hadi bakalım. 

(Bu yazıyı yazarken öyle uzatmışım ki, içinden iki yazı daha çıktı. Önümüzdeki günlerde düşer bloga hadi bana eyvallah)



31 Mart 2024 Pazar

Easy going? Ben?!

 Sabah erkenden kendimi sokaklara attım. Pazar sabahları açık olan tek marketin sabaha sakinliğini yakalamak, kilisenin meydanında kurulan pazardan eksik birkaç sebze alıvermek, mahallenin fırınından sıcak baget ekmek ve evin ergeni için ecnebi usulü tatlı hamur işleri alıp yüzümü güneşe vere vere yürümek çok iyi geliyor. Hele bir de yağmur yoksa… 

Dün hava feciydi, üstelik de Paskalya turnuvası için sabahın yedilerinde yollardaydık. Arca arka arkaya üç beş maç yapacak biz de izleyeceğiz, harika ama hava güzel olursa. Hava dediğim gibi feciydi, yağmur desen var, çamur desen var, soğuk hele aman aman. Kulübün cafesinde de oturup kahve içebilirsin ama ıslak ergen teri kokan havası çekilecek gibi değil, maç aralarında çayır çimen yürümeyi tercih ettim. Termosunda kahven sırtında iyi bir montun, başının üzerinde de bir şemsiyen varsa, mis gibi serin havayı solumak iyi geliyor bile denebilir. 


Arca’ların takımı üst üste üçüncü Paskalyadır kupayı kazanıyorlar. Bol bol video fotoğraf çektim, ama ancak dedesine gönderilmesine izin verildi, instagramda paylaşılmayacakmış. Peki. 


Spotlight altında olmayı sevmiyormuş ergenim, “radar altında da değilim spotlight radar arası bir yerlerdeyim” şeklinde beyanat verdi. 


Aklıma Nathalie geldi. Buradaki ikinci yılımızda, Arca ilkokul dörtte iken bir öğretmeni vardı, Nathalie. Hani hamile olduğunu sınıfta açıklamıştı da, Arca şiddetle karşı çıkmıştı, “evli değilsin, hamile olamazsın” diye… Hah işte o Nathalie Arca’ya bayılıyordu, bir de etiket yapıştırmıştı, “cool nerd” diyordu Arca’ya. O ne ya demiştik de açıklamıştı, entelektüel, çok bilen, çok okuyan, bilgisayar oyunlarına meraklı ama aynı zamanda sosyal havalı bir tip. Nathalie’yi hatırlattım,  “Cool nerd müsün lan sen” dedim, öyleymiş. 


Öyle etiketler var kafasında. 


Arkadaşlarından hangileri under radar hangileri under spotlight hepsini sayıyor. 


Ben de etiketlerinden nasibimi alıyorum. Hem bende öyle bir iki değil epey etiket var. 


Eğlenceli bir tipmişim mesela. Bu hoşuma gitti. Fun mummy😜


Easy going etiketine biraz gıcık oldum, ama bu favori ebeveyn etiketlemesi olduğu için şimdilik sesimi çıkarmıyorum. Easy going ne ya? O kadar cadılık o kadar yaygara, o kadar bağır çağır, easy going! Artık İlker’den nasıl çekiyorsa ben manyak easy going mertebesindeyim. 


Geçenlerde Tiago’nun anasından bahsederken “o da işte senin gibi, hiç sormadan etmeden açmış telefonu üst ligin takımına oğlumu deneyin demiş” deyince, önce “e iyi yapmış sizin götünüzü kaldırdığınız yok” dedim, sonra aydım meseleye “oğlum ben takım takım aramıyorum ki, zaten dillerini bilmem ne konuşacağım? Babanın ilgi alanı o. Neyim benziyor Tiago’nun anasına” diye sordum. “Aksiyon alan” tarafım benziyormuş. 


Evet, doğru. Hiç bekleyemem, acilen müdahale etmem lazım. Diyete mi girilecek, pazartesiyi beklemem, o gün perşembe mi, başlarım, başlatırım. Gerçi başlatamıyorum, kimse beni sallamıyor, ben kendi kendime başlıyorum. 


Ya da ne bileyim birinin bir sağlık sıkıntısı mı var, derhal doktor randevusu alınır gidilir, halledilir. Şimdi burdan bakarsak Arca’nın şahsıma ait tespitleri doğru o vakit ben resmen easy going bir tipim! Nasıl easy going ya? Benim despot, disiplinli, kuralcı olan ebeveyn olmam gerekiyordu, öyle anlaşmıştık ben ne ara easy going oldum?