“İnsanın hayata es vermesi gerek, ama gerçek bir es! Önemsiz bir işe gömmeli kafayı ve karmaşık sorunların basit işlerle yer değiştirmeli ki kafası boşalsın…”
Hatırladığım şeyler de var… Mesela İlker’in beni arayıp da “balığa gelir misin benimle?” diye sorduğunda, önce evet, sonra hayır, sonra tekrar evet, sonra “beni yedeğe yaz” dediğimi çok net hatırlıyorum. Geçen bahsettiğim arkadaşımla yemekteydik ve benim kafam “ulen ben beş sene sonra ne b.k yiyeceğim” sorusu ile meşguldü.
Sonrasını da hatırlıyorum. Çeşme’ye giderken İlker “yanına kalın bir şeyler al, sabaha karşı çok soğuk olur” dediğinde, hasss… ben unutmuştum, demek yerine, “mont alırım” dedim. Son dakikaya kadar yırtacağımı düşünmüştüm, ama İlker’in annesi “gidin yav ben bakarım çocuklara” deyince bahanem kalmadığını bile unutmuşum. Omuz silkip, “iyi be, ben de bu balığa gitme mevzusu açıldığında İlker’in gözlerinin niye parladığını anlamış olurum” deyiverdim içimden.
Hatta çok daha sonrasını da hatırlıyorum zira totom donarken “ulennn manyak mıyız lan biz? ne işimiz var lan balıkta! Mis gibi uyuyan oğlanın koynundan çıkıp ne b.kumuza geldik” diye içimden geçirmiştim. Kumrucu Hüseyin’de yediğim yengen bile – evet abicim bu kumrunun mucidi Hüseyin imiş, anlattılar bana, Şevki filan aldı yürüdü ama Hüseyin bir başka dediler – teselli olamadı pişmanlığıma.
Ne zaman ki gün doğarken yüzüme çarpan rüzgarın ayazını Ayhan Kaptan’ın bir kupa çayıyla ısıttım da kafamı kaldırdım, şafağa daldım, işte o zaman dedim ki “var ya sırf bunun için bile gelinir balığa, balık tutmasan da olur”. İçimden de demedim ha, bizzat Emre’ye söyledim. Kanımca yola çıkmadan evvel “bir an var ki o an için bile gelinir” dediği an işte o andı. O andan sonra İlknur da ben de oğlanları düşünmeyi bıraktık.
Martılar “acemi lan bu, birazdan akvaryum balığından hallice bir tane çeker tekneye, diğerleri de küçük bu der atar denize, biz kaparız” diye nasiplenmeyi bekleyedursunlar, ben oltamın iğnesine bir sardalye parçası iliştirmekteydim ve tek düşündüğüm …
“İnsanın hayata es vermesi gerek, ama gerçek bir es! Önemsiz bir işe gömmeli kafayı ve karmaşık sorunların basit işlerle yer değiştirmeli ki kafası boşalsın…”
Balık da tuttum ha, mal mal düşünmedim sadece. İstavrit tutmuşum, sayısız mercan bir de zehirli bir balık tutmuşum, adını hatırlamıyorum, acemi şansı işte.
Yazmakla ilgili önerilerini derleyen birinin yazısında böyle bir bölüm vardı, dönüşümlü olarak önemsiz işler yap diyordu, bulaşık yıka, ne bileyim, tuvalet temizle. Yani fiziksel bir iş yap, kafanı çok çalıştırmana gerek olmasın, bir bakmışsın, oturmuş yerine parçalar.
Balık tutmak mesela… Mesela kışlık domates hazırlamak… Bahçeyle uğraşmak…
Basit gibi görünüyor değil mi? Hatta pek önemsiz. Ama hayata bunları yaparken bir es veriyorsun, o an kopuyorsun ve aslında farkında değilsin ama elin, vücudun yorulurken zihnin dinleniyor. Tazeleniyorsun.
Baktın olmadı, bir tekne alır sahil kasabasına yerleşir, domatesi bahçeden balığı denizden, ekmek elden su gölden yaşar gideriz, her daim taze gezeriz : )
5 yorum:
Çeşme'nin normal zaman sabahları ( Saat 9:00- 10:30) bile çok güzelken, insanın içini tazelikle doldururken sabahın köründe, denizin ortasındaki anlarını düşünemiyorum... İnsanın içi daha bir ürperti, tazelik ve arınmışlıkla doluyordur eminim... Arada bir koyverip gitmek, her şeyi unutmak ve sadece 'AN'ı yaşamak çok iyi gelir. Arı gibi çalışacaksın, temizlik, bahçe işleri ya da sabahtan akşama kadar aynı tempoyu tutturduğun bir el işi yapacaksın,kafa işi değil. Hiçbir şey düşünmeyeceksin. Yazını okurken bu şekilde geçirdiğim anlarım aklıma geldi de iyi geldi... Pelin/ İzmir
Hayata es vermek, ne şekilde olursa olsun es vermek şahane...
http://sezenparim.blogspot.com/
ben bulaşık yıkamayı neden sevdiğimi buldum sayende Yeliz ...
haftasonu salça yapacağız onda da bir anlam ararım artık bundan sonra
Ablam da çok sever bulaşık yıkamayı terapi gibi der:))
Çok güzeldi cidden:)
Yorum Gönder