8 Ekim 2014 Çarşamba

Kader benim oyuncağım

Başımı göğe kaldırdım. Ekim rüzgarının bir yandan öte yana usulca savurduğu beyaz bulutları aradım. Görmek ne mümkün. Tam orada, karşımda dikiliyor, dalları ve yapraklarıyla… Mağrur ve umursamaz göğe yükseliyor. Heybetinden nefesi kesilirken insanın, bulutları görmeye çalışmak nafile bir çabadan öteye gidemiyor.

Sırtımı dayadım, o üç yetişkin kollarımızı sarsak sarılamayacağımız gövdesine. Dayanmak yetmedi, parmaklarımla avuç içlerimle dokundum, gövdenin kıvrımlarına. Gözlerimi kapattım ve düşündüm, aslında ne kadar önemsiziz, ne kadar küçük.

Palamut ağacı

Palamut ağacının asırlık ömrünün yanında küçücük kalan hayatımızın küçücük dertleri ne kadar da önemsiz. Debelendiğimiz, hunharca savurduğumuz yıllarımız kısa… Durup düşünmeye vakit ayırmadığımız, bir mola vermediğimiz hayatımızda nereye yetişmeye çalışıyoruz? Neden bir türlü yavaşlamıyor, sol şeritten bastığımız günlerimiz?

Orada o palamut ağacının altında durup gözlerimi kapattığım o an durmadıysa bile saatler kadar uzundu. Çalışmayı seven ama yaptığı işten haz almak için kendini motive etmekten yorulmuş insanlara özgü o yılgınlık var üzerimde. Sanki gerçekten yapmak istediklerimi yapabilecek fırsatım olsa, tamamlanacağım, şimdi ise onlarca uğraşın ortasında hep yarımım, hep üstün körü. Belki de bu yüzden zaman bir türlü geçmek bilmezken yıllar birbirini kovalayıp gidiyor. Hem bir şeyleri bekliyorum, hem o bir şeyler çabucak gelsin diye hayatı hızlı çekime alıyorum, tüketiyorum ömrümü. Peki ya o “beklediğim” şey – ki bu şeyi tanımlayabilecek olsam derhal istikametimi o yöne çeviririm – hiç gelmezse?  

Gelmezse ben onu bulur getiririm, kader benim oyuncağım... kader benim oyuncağım…

Çünkü onu ben var ediyorum. Yaptığım yanlışlar ve yol ayrımlarındaki kararlarla ben karar veriyorum, olacaklara ben yön veriyorum…

Sonra kader bir fiske vuruyor… küçük bir fiske, sarsılıyorum, ama düşmüyorum…

Yıllar önce bugünlerin hayalini kurarken birden her şey alt üst olmuştu. Hayatta mutlu olmak bir amaçsa o amaca giden yolu biliyordum amma velakin yol kapanmıştı. Çok değil birkaç gün benim için hayat biter gibi oldu. Durduğum yerde gözlerim dolmaya başladı, baş edemedim bir süre. Nasıl oldu, hatırlamıyorum ama bir anda kendimi havuz başında uzanır, gökyüzünü seyrederken buldum. Hafif bir eylül rüzgarının bir yandan öte yana usulca savurduğu beyaz bulutlara dikmiştim gözlerimi ve gayriihtiyari gelecekle ilgili planlar yapmaya başladım. Henüz bitirdiğim bölümümü ve bir süredir icra etmeye çalıştığım mesleğimi sevmiyordum. İşini kimse sevmez sandığım için öylesine çalışıyordum, aslında ben çalışmayı seviyordum. Günlerim hafta sonlarını ve maaş günlerini beklemekle geçiyordu. En azından bunu fark etmiştim, demek ki harekete geçmeliydim. Önce yeni bir ülkeye gitmenin yollarını arayacak ve yeni bir dil öğrenecektim, bu süre içinde de kendimi tanıyacaktım. Evet bunun için uzaklaşmam lazımdı. Aslında birkaç dakika sürmüş fakat bana saatler gelen sürenin sonunda yeni hayat taslağım oluşmuştu.

Dedim ya kader benim oyuncağım…

Birkaç hafta içinde işler değişti, o yıkıldı sandığım hayallerime kavuştum ve o gün o bulutlu gökyüzünün altında oluşturduğum hayat taslağım da hayatın tozlu raflarında kayboldu gitti. Unuttum. O günkü farkındalıklarımı bilinçaltımda bir yerlere gömdüm ve hayatın bana getirdiklerini sorgulamadan, hayatın getirdiği kadarıyla kabul ettim. Çünkü sorgulamayla vakit kaybedemeyecek kadar mutlu, özgüvensiz ve sorumluluk sahibiydim.

Ve kalıbımı basarım, kader bir yerlerden bana gülümsüyordu. İşte diyordu, al sana oyun, hayat oyunu, oyna bakalım…

Oyunbozan değilim, mızıkçılık yapmam ama ben oyunun bu kısmından sıkıldım. Ben kaderle oynamak istiyorum yeniden, yeniden hayat taslakları tasarlamak istiyorum, yeniden başka bir istikametten ilerlemek istiyorum. Kaderle oynadığını sanarak avunan o genç kız olmak istiyorum yeniden.

Palamut ağacının gövdesinden minik bir el ayırdı beni, gözlerimi açtım, ağacın gölgesinden söküp aldı, güneşin ışıklarının vurduğu açıklık alana çekiştiriverdi ve “anne ben bu ağaca nasıl çıkacağım? Kaldırsana beni dallarına tutunayım” dedi.

O kadar yüksekti ki, dallarına çıkaramadım ama onu kaldırdığımda ulaştığı meyveleri topladı. Artık hiç de hafif olmayan o çocuk bedenini, belim çıkasıya kaldırmaya çalışırken ekim rüzgarının bir yandan öte yana usulca savurduğu beyaz bulutların arasından güneş ışıkları gözüme girdi. Henüz detayları hakkında en ufak bir fikrim olmayan yeni hayat taslağıma gülümsedim.

Kader benim oyuncağım, kader benim oyuncağım…

Palamut

32 yorum:

Adsız dedi ki...

Sanki bir romanın sayfalarını okur gibi hissettim ve o romanda benden de bir şeyler bulmuş gibi
Adile

iştemutluluk dedi ki...

Ne kadar çok cümle var katıldığım. En can alıcısı da ''Çalışmayı seven ama yaptığı işten haz almak için kendini motive etmekten yorulmuş insanlara özgü o yılgınlık var üzerimde. ''
Diğer tüm cümleler, düşünceler bunun üzerinde yükseliyor. Yıllar geçiyor. O halde bir şeyler yapmak lazım .Ama nereden ,nasıl başlamalı. İşte ben hep bu noktada takılıp kalıyorum. Bir gün bunu düşünürken beynim kilitlenip ,kalacak sanırım.

Adsız dedi ki...

Romandan alıntı yaptın zannettim gerçekten aynı şeyleri yasayanların (benim gibi) ruhuna dokunabilicegin bi yazı olmuş.. bende 1 sene önceye kadar ne aradığımi bilmiyordum şimdi biliyorum ama onlara nasıl ulaşacağımi bilmiyorum yani hala yollardayim. Demekki bircok insan ozelliklede kadinlar bu durumda mercan

deeptone dedi ki...

heey ama bi saniye kötü bişiler olmadı ama di miii. çok etkileyici anlatmışsın ki. ayrıca, bugünlerde palamut zamanı. balık yani. iyimiş ağacı da varmış hihihi :)

yeliz dedi ki...

çok teşekkür ederim:)

yeliz dedi ki...

ben de maalesef:( hayatta en gıpta ettiğim insanlar kendilerine sevdikleri işleri ile yol çizebilmiş insanlar:)

yeliz dedi ki...

bence bizim neslin sorunu bu mercanım. Biz kayıp bir nesiliz. özellikle meslek seçiminde. Ve bizdeki en büyük (bendeki diyeyim) sıkıntı bir sorun olduğunu bildiği halde, bırakamamak, sorumluluk de, özgürlük ipinin kısalığı de, ne dersen de... Ama o bizden sonraki neslin "ehhh yetti be! basar giderim" özgüveni yok bende, hiç olmadı. Sağlamcılığın taa...

yeliz dedi ki...

o mevkiinin adı da palamutluk. Görsen dev ağaçlar, sit alanıymış zaten. hayır kötü bir şey yok tabii ki:) öylesine çiziktirme denemeleri... bu arada bir palamut olsa da yesek yav üfff

Pratik Anne dedi ki...

Cok ama cok benzer seyler geciyoruz. Icsel yolculuk diyelim.

Adsız dedi ki...

Uc asagi bes yukari ayni nesildeniz tahmin ediyorum. Ben ozguvenden degil de, icimde susturamadigim bir "haydi bas git, yine git, baska diyarlarda kaybolup kaybolup kendini yeniden bul" durtusunden diyeyim yaprak misali bir yerden baska yere savrulurken buldum kendimi hep. Bunun adini herkesin anlayip takdir edecegi sekilde "akademik hayat" koydum. Sozde zaten benim kararim degildi gitmek, okul bitirince doktorayi bitirmeye yurt disina ucmak gerekiyordu, sonra baska sehirde baska hocalarla calismalar yapmak, kimse ayni sehirde is bulamamisti zaten, simdi yine ucma zamaniydi falan filan. Benimki icimdeki serselige en guzelinden bir kilif uydurmakti aslinda. O kadar okuduktan sonra denizci falan olamayacaktim madem, tek yolu buydu :)) Iyi ki yaptim ama cok cok bedeller odedim. Tam ev olmusken ayrilinan mekanlar, insanlar, hoscakallarla gecti bu omur. Kaderle fazla mi oynadim diyorum bazen :) Cocukken hep hayalini kurardim, kendin olmaya devam etmek mi, her gun baska bir zamana baska bir insan olarak dogmak mi diye. Hep ikinciyi secerdim, cocukluktan aidiyetle bir derdim varmis demek. Icgudusel olarak hepimiz kendimiz icin en dogrusu buluyoruz bence bu hayatta, her secim bedelleriyle beraber geliyor fakat. O yuzden bu tur ic sorgulamalar olmadan mumkun degil olmaz!

Konudan bagimsiz: cok guzel yazmis ve ifade etmissin! Her zaman oyle ama bu sefer gercekten cok ozenilmis bir roman kahramaninin sesiyle cikmis sanki bu sorgulamalar. Okurken kendimi, bu kadar okursan bu kadar guzel yazarsin derken buldum.

Burcu/Boston

Adsız dedi ki...

sat anasini ve ayril o isten beyninle....bi sure isini yapmaya devam et...para lazim sonucta..sonra yenisini bul ayril gitsin...tahmin etitiginden daha guclusun..hepimiz biliyoruz...walla :)) inan sen bize..

mandira filozofunu mutlaka seyret...bu konuya sahane uyuyor...bi menemen yapiyor...offffff...bak gene canim istedi...

GeCe dedi ki...

Yazıya bayıldım ve okurken kendimi sorguladım ben de. Şimdi işsiz güçsüz dönemde olduğumdan ben de sık sık düşünüyorum ne yapmak istediğimi. Tabi bu arada yönlendirici dış sesler ve benim onları hayal kırıklığına uğratmamam gerektiğini fısıldayan iç sesim hiç susmuyor. Ancak gerçekten bir şeyi anladım artık, zamanı gelince onun ne olacağını nasıl harekete geçeceğimi tüm benliğimle bileceğim. Bu duyguyu o kadar çok yaşadım ki artık şu an sadece bekleme aşamasındayım. Tabi bunları sorgulamak ve anlamak için zaman bulabilmiş olduğum için mutluyum. Yakınlarım bu düşüncelerimi söyleyince anlamıyor ama ben hissediyorum. İçimde birşeyler olgunlaşıyor ve gün gelecsk patlayacak inşallah

Jardzy dedi ki...

Çikolata yollayayım mı?
Ben de o kesimdeyim. Çalışmayı çok seven ama şu an işini sevmeyen biri. Çok güzel bir yazı olmuş.

Nil dedi ki...

Uzun zaman aradan sonra bloglara bu yazıyı okuyarak dönmek yüzümü gülümsetti. Kalemine sağlık. Baş karakteri benmişim gibi hissettim. Eşime göre hayal ettiğim hayatı yaşıyormuşum.
Ama ben hala çözemedim. kim kimin oyuncağı ???

CEREN dedi ki...

Harika bir yazı olmuş, okurken bir gün kitapçıdan senin de kitabını alacağımı hissettirdi bana, sendeki potansiyel blogdan taşıyor artık bence :)

yeliz dedi ki...

evet bu ara sürekli bir içsel yolculuktayız, umarım huzura ulaşırız:)

yeliz dedi ki...

hani demişsin ya içgüdüsel olarak aslında kendimiz için doğrusunu buluyoruz diye, belki de öyle... içgüdülerimizle kaderimizi, yazgımızı biz yazıyoruz.
güzel sözlerin için ayrıca teşekkürler:)

yeliz dedi ki...

bu ara sinemadan çok uzağım, kendimi pek cahil hissettim, hemen baktım, güzel filme benziyor, izleyeyim ben bunu, çok sağ ol:)

yeliz dedi ki...

hah işte ben de beklemedeyim ama benim başıma daha önce hiç gelmediği için, ya bekler bekler hiç gelmezse diyorum:))

Nihan dedi ki...

Ya yeliz abla çok güzel yazmışsın, çok duygulandım okurken 🙏

yeliz dedi ki...

bir nutella kavanozunu beraber kaşıklayalım mı:) böyle bir dernek mi kursak? amblemimiz de nutella kavanozu olur hahah

yeliz dedi ki...

ona bakarsan, yani uzaktan bakarsan ben de hayalimi yaşıyorum. Sorun şu ki hayali hayal ederken biraz eksik hayal etmişim:))
kader bizim oyuncağımız, arada bakma bir dürtüyor ama yok biz yazıyoruz kaderimizi.

yeliz dedi ki...

Cerencim ne güzel bir temenni... yazmakla okumakla haşır neşir olan birçok insanın hayali... ama tabii her güzel cümle kuranın kitabını basmıyorlar:) napalım burası da benim ego tatmin merkezim

yeliz dedi ki...

canımsın ben de senin yazdıklarına bayılıyorum minik mucizesin sen:)

okuyanguzel dedi ki...

Ahhh ahhh senin yazıların beni alıp başka diyarlara götürüyor.

Katılıyorum bunun bizim nesilin sorunu olduğuna ama değiştirebilen de pek yok ben dahil... Neden yapamıyoruz.. Sen ifade etmişsin işte...Aynen dediğin gibi..

Günlerimiz hafta sonunu beklemekle, tatili beklemekle, yıllık izinleri beklemekle geçiyor. Aslında durumdan memnun olmadığımız için o güzel günleri bekliyoruz ama bu arada ömür geçiyor.Bazen emekli oduğumu hayal ediyorum. (14 yıldır bankada çalışıyorum ve emekliliğime 22 yıl var. Garip ama gerçek!)

Dünyaya bir kere geleceğim ve 36 yılımı bu bankada çalışarak geçireceğim. Yaşlandığımda emekli olup hayallerimi gerçekleştireceğim öyle mi PEH!

Hayatımızın en güzel yılları sevmediğimiz işleri yapmakla geçiyor. Ve ben bunu düşünmemeye çalışıyorum. Düşündüğümde mutsuz oluyorum. Düşünmediğimizde de kendimizi kandırmış olmuyor muyuz?

Jardzy dedi ki...

Ehehe kallavi bir nutella kavanozu içine tahta kaşıklarla da girebiliriz. Var onlardan ben görüyorum 9gag'de.
5 Şubat ayrıca Nutella günü. Kaşıklar havaya! Başka yolla mutlu olamıcam ben.

Jardzy dedi ki...

"We had a dream. And a spoon!"
Bu tarikata üye olalım.
http://www.nutelladay.com/

yeliz dedi ki...

işte bu yav:)))

Gulcin dedi ki...

kader benim oyuncagim...
Cok garip hisler icindeyim yeliz bu ara. herseyi yikip gidebilirmisim gibi geliyor arada. Arkama bakmadan yuruyebilirmisim gibi. Sonra yapamiyorum. Yapamayacagimi hissediyorum. Cok yapmak istiyorum. Sifirlamak, yeniden baslamak, verdigim kararlari degistirmek. Sonra biliyorum bu kararlari degil baskalarini vermis olsaydim belki de o zaman bu kararlari verseydim diye dusunuyor olacaktim simdi. Ama iste insan dusunuyor, Dusunmeden olmuyor. Hayalsiz olmuyor.
hep diyroum ya seninle cok benziyoruz. Karsidan cok guclu gorunuyoruz. gecen gun bir arkadasim dedi sen tanidgim en guclu insanlardan birisin diye. bense kendimi cok gucsuz hissediyorum cunku hayat ne verirse onu yasiyorum sanki. Ozguvensizim kesinlikle. Yillarca dusunup bunu buldum. en buyuk eksigim bu benim. Ama Yeliz umut var. Bak ben simdi daha cok sevdigim bir isi yapiyorum ya yenilendim inan. umudum artti. ozguvenim bile artti. cunku biz basarabilmeyi seviyoruz. Hani lisedeki gibi guzel kompozisyon yazdigini bildigin halde vaktinin cogunu fizik dersi calisarak gecirridin degil mi? Cunku onu yapamazdin ve yapmak isterdin. OYleydim ben de. ne yazik ki. Ama umit var yeliz. Ve ben kendime sunu hatirlatmaya calisiyorum biz guclu akdinlariz. insanlar bizi boyle goruyorsa var bir sebebi. ve ben de seni cok guclu goruyorum. bak inan var bir sebebi. Bak boyle olmuyor bize bir raki sofrasi var. Oyle hissediyorum ki beni en guzel sen anlayacaksin.
bu arada cok ama cok guzel yaziyorsun yeliz cok.

Gulcin dedi ki...

raki sofrasi lazim diyecektim tabi :)

GeCe dedi ki...

Geliyor merak etme birebir aynı olay için değil ama farklı birçok konuda bunu yasadım ve o mekanizmaya güvenim tam benim

yeliz dedi ki...

Ah gülçin yorumunu birkaç kere okudum da öyle cevap yazabiliyorum. Güçlüymüşüm gibi gelmiyor bazen. yani yıkılmam tabii ki bugün her şey bitse, sıfırdan başlarım ama her şeyi olduğu gibi bırakıp benim sıfırlamaya gücüm yok. Çünkü bu bir karar ve verdiğim karardan sonra pişman olurum diye korkuyorum. Hayat bizi öldürmüyor süründürüyor, halbuki öldürse küllerimizden doğacağız:) ve evet çok benziyoruz, benzer çocukluğumuz var bizim, çocukluğumuza inmeli:) bir rakı sofrası lazım bize, kesinlikle:) Ah bu mesafeler de olmasa...