Takip
ediyor musunuz bilmiyorum ama benim aktif olarak kullandığım goodreads
hesabımda “currently reading” kitaplarımın sayısı bir ara beşi buldu. Hayır,
yanlışlık yok. Evet, hepsini aynı anda okuyordum. Kitap kulübünde, Kara Kitap buluşması yıl sonu
yoğunluklarımız sebebi ile Ocak başına ertelenince ben de kitabı bitirmeyi
erteledim, sanırım son birkaç aydır orada “okundu” olabilmeyi bekliyor. Aslında
biraz da hazzı erteliyorum ben! Bir an evvel biterse tadı çıkmayacakmış gibi
geliyor. Bu arada birkaç kolay okunur cinsten kitap bitti tabii ki. Özellikle “Sana
söyleyemediğim her şey” çok etkileyiciydi. Anne babalar olarak çocuklarımız
üzerindeki gücümüzün nasıl da tanrısal olduğuna dair mesajları bir kurgu
romanda almak fazla ciddiye almamamıza neden olabilir. Lakin benim tesadüfen
üzerine okuduğum “Az Seçilen Yol” isimli kişisel gelişim kitabı benzer yöndeki
psikanalizleriyle fena salladı.
Dönem dönem kişisel
gelişim kitaplarına ilgim artıyor, bu yıl benzer bir dönemden geçerken kitap
kulübünden Emine bir toplantıya bu kitabı getirdi. "Çok faydalandım, sen de oku
mutlaka" dedi. O ara elime geçen onlarca kitap arasında bu, hep ertelendi ama unutulmadı.
Ben evde darlanınca kitaplığın önüne atıyorum kendimi, kitap karıştırıyorum.
Hani bir kitapçıya girersin bir kitabı alır, diğerini bırakırsın, raflar
arasında gezer vakit geçirirsin, işte o hesap. Pazar günüydü, misafirler gitmiş,
ev toplanmış, haftalık yemekler yapılmıştı. Mutfağı öylece bok içinde bıraktım, bir fincan kahve aldım ve kitaplığın önüne dikildim. Birkaç kitabı karıştırıp
bıraktıktan sonra baktım bu kitap elimde. İlk paragrafını okudum. O kadar
net o kadar vurucuydu ki, elimden bırakamadım. Diyor ki; Yaşam
zordur.Bu yüce bir gerçektir, en yüce gerçeklerden biri. Yüce bir
gerçektir, çünkü bir kez bu gerçeği görürsek, onun üstesinden gelebiliriz. Bir
kez gerçekten zor olduğunu anlarsak, iyice anlar ve kabul edersek, yaşam artık
zor olmaktan çıkar. Çünkü bunu kabullenince yaşamın zor olduğu gerçeği artık
önem taşımaz. Çok
basit değil mi? Zaten vuruculuğu da sadeliğinden geliyor. Bu paragraf üzerine sayfalarca yazabilirim ama bugün konumuz o değil.
Kitabın devamında anne
babaların bilerek ya da bilmeden bir çocukta ne gibi yaralar açabileceğini,
çocuklukta yaşananların yetişkinliğe nasıl aktarılacağını anlatan bir bölüm
var. Özellikle hiçbir yetişkine güvenmeyen bilgisayar teknisyeninin hikayesi
beni çok etkiledi. Adam, çok parlak bir zekası olmasına rağmen hiçbir işinde
bir buçuk yıldan fazla kalamıyor, genelde de üslerinin güvenilmezliğini bahane
ederek sürekli iş değiştiriyor, hiçbir şekilde arkadaş çevresi edinemiyor ve
son olarak karısı tarafından terk ediliyordu. Tek sevdiği çocuklarıydı.
Psikanalizin sonunda anlaşılıyordu ki; çocukluğu güya onu seven anne babası
tarafından sürekli verilen sözlerin tutulmamasıyla sonuçlanan anılarla doluydu.
Anne baba sürekli meşguldü, söz veriyor ama tutmuyor, sevdiklerini söylüyor ama
çocuklarına değer vermiyorlardı. Sonuçta yetişkinlere güvenilmeyeceğini
öğretmişlerdi ve bu güvensizlik yetişkin bir birey olduğunda da yakasını
bırakmamış yıllar sonraya aktarılmıştı.
Bugün çocuklarımızı yetiştirirken erdemli, sorumluluk sahibi, vicdanlı bireyler olmaları için çabalıyorsak, bunu ahlak dersi nutukları atarak değil, kendi ahlakımızla hal hareket tavırlarımız ve yapmamız gerektiğini, ben tabii ki bu kitapta öğrenmedim.
Evvelden de uygulamalı örneklerini ve hatta sonuçlarını paylaşmıştım ama bugünün çocuklarının yarının yetişkinleri olacağını hatırlatması iyi bir silkeleme oldu. Bugün anne baba olarak yaptığımız her davranışla, bir yetişkini şekillendiriyoruz. Ona göre ayağımızı denk alalım. Küçük bir insanın bir yetişkin olmasına yardımcı oluyoruz, onun büyümesine tanıklık ederken kendimiz de büyüyoruz. Yani yaptığımız şey hiç de öyle basit bir şey değil, ciddi bir sorumluluk! Bugünün anları, yarında anıları oluyor, ona nasıl anılarla dolu bir geçmiş inşa ettiğimizin farkında olalım. Geçenlerde Arca’ya günlük tutmaktan bahsetmiştim, o da istemişti, alacağıma söz verdiğimi ve ikimizin de unuttuğunu fark ettim. Arca unutabilirdi ama sözü ben vermiştim unutmamam gerekiyordu. El yazısı öğrenince bana kitap yazacaktı ya, günlükten başlasın bari dedim, eve giderken bir güzel yazı defteri aldım. Hani o cheesecake aldığım gün. Var ya cheesecake’ten daha fazla sevindi ve şaşırdı günlüğe, gerçekten unutmuştu. Hele özgürce istediğini yazabileceğini, isterse stickerlarla süsleyip resimler çizebileceğini söyleyince acayip mutlu oldu. Çünkü okul defterlerine karşı temiz tutma, düzgün yazma gibi sorumlulukları vardı, kendisine göre özgür olamıyordu. Evet artık özgürdü, günlük onundu, ne isterse yapabilirdi, oh be!
Baktım
akşam hemen başlamış yazmaya :)
(Bu
arada CUBUŞ ben oluyorum, neden bilmiyorum ama ben CUBUŞ’um puhahaha)
8 yorum:
Çis kek�� Kitap da hemen okunacaklara eklendi...
Ben bu Arca'yı çis kek niyetine yerim yaa..
çİS KEK süper cidden :)
Yalniz bu yasimda ben oyle guzel yazamam, masallah.
Bayıldım Arca'ya. Kendi nafi, çocuksu, şirin günlüklerim geldi aklıma. Hala arada bir oturur okurum. Ben de Ela'ya verdim aynı sözü. Hele bi başlasın yazmaya :) Çis kek ama ya :)
Cubuş ne yaw, çok güldüm:))
Arcanın hayatı da yeme içme üzerine:)) Tıpkı ben:)
Sevgiler Cubuş:)
Yorum Gönder