İğne oyalarının, saten
yorganların yanı sıra eskiden köy yerinde kızların çeyizlerine tohum
koyarlarmış, ya da çiçek soğanı. Annemin çeyizinden kalma zıpçıktılarınhikayesini anlatmıştım. O tohumlardan tohumlar üretilir, yüzlerce yıl boyunca sürdürülebilir
bir gıda temini sağlanırmış.
“Mış” diyorum çünkü artık
böyle bir şey yok!
Çünkü devlet baba çiftçisine tohumu bedava veriyormuş. Allah
zeval vermesin. “Atın o tohumları, eciş bücüş domates verenleri, biz size
yakışıklı domates verecek tohumlar vereceğiz, tezgahta güzel duracak”,
diyormuş. Ama küçük bir ayrıntıyı söylememiş devlet baba. O ektikleri tohumlar
kısırmış. Bir mahsul verir, tohumundan ikinci mahsulü alamazmışsın. Çiftçi
ikinci sene sadece fide veren, ama sebze vermeyen tohumlara itiraz edecek
olmuş, devlet baba “aaa sen ne üzüyorsun güzel canını, ben sana her sene bedava
vereceğim tohumu” demiş. Çiftçi de gevşemiş. Atmış yüzyıllık yerli tohumları,
bakmış devletin eline. Hiç ama hiç dememiş ki, gün gelir elimde ekin verecek
tohumum kalmadığında devlet fikrini değiştirir de parayla satmaya kalkarsa…
Ya devletin tohumları
temin ettiği o kaynak “yeter artık vermiyorum tohum” derse? Bereketli
topraklarımız, elverişli iklimimiz, iyi kötü suyumuz varken ya tek mahsul
alamayacak hale gelirsek, ya dışa bağımlı olursak?
Biz ilkokuldayken “Türkiye’nin
geçim kaynağı tarım ve hayvancılık”tı. Türkiye kendi kendine yetebilen az
sayıdaki ülkeden biriydi. Şimdi ne durumda? Tarım politikaları el alemden
aldığı melez tohumları bedava dağıtmaktan öteye geçemeyenlerin elinde ne halde?
Ben söyleyeyim soğanı, buğdayı bile ithal edecek halde. Yazık.
Geçen hafta, üç sene önce
çıkardığı yönetmeliğin uygulamasında elle tutulur tek adım atmamış kimselerle
yaptığımız toplantıda, masanın diğer ucunda çevre ve doğadan bahsetmeye cüret
eden şahsa uçacaktım. Evet, Türkiye’nin çevre ve doğa politikaları o kadar
çağdaş ki, geri dönüşümden bahsediyorlar. Yavrum sen önce bin yıllık ağacını
köklemeyeceksin, önce kendi tohumuna, ormanına, Cerattepe’ne sahip çıkacaksın
ondan sonra çevreden bahsedeceksin.
7 yorum:
O kısır tohumları öğrendiğim günden beri içim soğumuyor yapanlara.Ve ama diye söze başlayanlara...
ofiste bir arkadaşımın amcası sadece domates yetiştiriciliği yaparak geçiniyormuş, o anlatmıştı benzer bir hikayeyi.. yanılmıyorsam israil'li çiftçiler önce bizim öz hakiki tohumlarımızı yok pahasına elimizden almış, sonra onlara her anlamda bagımlı hale getirecek şekilde senelik mahsul veren ve tamamen genetigiyle oynanmış domates tohumları satmaya başlamış. bizim gerzekler de, üç kuruş az para vercez diye cağnım tohumları elden çıkarmışlar. yıllardır böyleymiş bu. özellikle bir dipnot ekledi arkadaşım, ona da amcası söylemiş. ben de buradan iletmiş olayım; hani o hepsi aynı boyda ve pasparlak görünen salkım domatesler var ya, fiyatı digerlerinden yüksek diye "kesin onlar daha iyidir" mantıgıyla tercih ettigimiz o domatesler "en tehlikeli domates türü" imiş. Çünkü salkım domates diye bir domates türü yokmuş ve tamamen yapısıyla oynanarak o hale getirilmiş domateslermiş. Almamak lazım yani;)
Ankara'nın ayaş domatesi meşhurdur. Bizim siteye yıllardır haftada 2 kez gelen Ayaş'lı üreticimiz var. Ben vaktiyle sormuştum "ya bu domatesin nesli tükenirse" diye. O da "abla olur mu öyle şey?" dedi. Şöyle ki sezon sonunda kasada kalan yumuşak domateslerle salça yapıyorlarmış. Salçayı elekten geçirip tohumlarını ayırıyorlarmış. Gelecek sene de o tohumları ekiyorlarmış. Bu döngü böyle devam ediyormuş yıllardır.
Vuslat
Sorma ya memleketin neresini tutsan elinde kalıyor. Elbirliği ve yıllardır yapılan düzenli adımlarla buraya getirildik, geldik. Hepimize geçmiş olsun!
Ben de uzun zaman önce blogda parmak zeytin isimli bir yazı yazmıştım. Yurt dışında satılan tüm zeytinler çekirdeksizdir sadece bizimkiler çekirdekli. O zeytinlerin çoğu avrupanın akdeniz ülkelerinden geliyor, çekirdekleri ayıklanıp satılıyor. Zeytin çekirdeklerini geri dönüştürüp birsürü şey yapıyorlar orası ayrı mevzu ama bir diğer yandan da tohumlarını koruyorlar. Nasıl imrenmiştim
Çok doğru...
Yorum Gönder