Arca’nın geçmişini bilenler daha iki yaşında iken bir orta boy çipurayı silip süpürdüğünü hatırlarlar. Geçmişini şeettiğimin cücesi! Senesi oldu, balığa yanaşmıyor. En son balık konusunda endişelerimi dile getirdiğimde “
antin kuntin tariflere bulaşmadan yemek yedirme” konusunda ahkam kesiyordum. Ispanakta son derece faydalı olan özendirme politikasının balıkta sökmediğine değinmeme bilmem gerek var mı?
Nereden baksan bir yıl olmuş, bir bütün balığı bitirdiği günleri geçtim, birkaç lokma yediğinde zevkten dört köşe oluyoruz. Kendimce zorlamadan çok şey denedim. Balık ekmek, “önce balık sonra makarna” olumlaması, envai çeşit ve pişirme tekniği ile farklı balık sunumları ve hatta İglo’nun kıtır balıkları… Sadece balık ekmek işe yarar gibi oldu, geçen bir sene içinde birkaç defa yediyse böyle yemiştir. Yanına da illa ki salata.
El kadar bebeyken bir bütün balığı ekmeksiz götüren çocuğun bu halleri düşmesi acı verici tabii ki. Balık mühim balık şart. En azından bence… Empati de kuramıyorum zira bende çiğ balık kokusundan bile aşerme görülebiliyor.
Misal dün İlker’in işleri olduğu için Güzelbahçe’deydik. O işlerini hallederken biz Arca ile telaşsız baş başa bir günün tadını çıkardık. Şantiyenin yakınındaki keçileri ebegümeci otlarıyla besledik, tavuklara yem verdik, bol bol koştuk açık havada. Dönüşte İlker aklımı çeldi. Balık ekmek. Aç mıyız değil miyiz derken bir baktım büfedeyiz. Var ya hayatında böyle sardalye yememişsindir. Kendimizden geçerken Arca’ya da teklif ettik tabii ki “ı-ıh” dedi. Varmadık üstüne, kuru ekmeğe talim etti. Oradan balık haline geçtik, zira balık ekmek kesmemişti, kalamar tava ve bira ile cilalayacaktık öğünü.
Arca’nın ekmek kemirdiğini gören haldeki otçu köylü teyze bile karıştı “buna ekmek vermeyin, sulu yemek de yesin” dedi. Hey allahım! Sana ne teyze, çocuk benim çocuğum!
Çocukların yemek yiyip yememesi toplumsal bir sorun mu?