7 Ekim 2012 Pazar

Daha da Reyhan'a gitmem!

Agora'ya sabahları gideriz, gittik mi de mutlaka Arca Reyhan'da çikolatalı cheesecake yemek ister. Ama mesela Reyhan'dan vişneli yemez, vişneliyi mutlaka Tea&Pot'ta yiyecek böyle de alışkanlıklarına bağlı bir bebe kendisi. Rutinin bokunu çıkarmada üstüne yok, eh bunu böyle ben yaptım yok EASY imiş, yok Tracy'miş rutin manyağı oldu tabii.

Bu cumartesi yine çikolatalı cheesecake yemek istedi. Hafta başından beri de ateşli, sümüklü hani AVM ortamlarına girmesin yeni mikroplarla tanışmasın istedim. Mikrop camisasında zaten ziyadesiyle seviliyor pek sosyal, bu hafta samimiyete biraz ara vermesinde sakınca görmedim.

5 Ekim 2012 Cuma

Arca bu aralar n’apar?

Puzzle yapar…

Muhterem kocam yıllar boyu onlarca puzzle’ın on binlerce parçasını bir araya getirip tablolar yaptı hatta çerçeveletti, evin duvarlarına astı, benim o on binlerce parçadan tek parça koymuşluğum yoktur. Bunun kardeşi de böyle! İlknur bize düğün hediyesi puzzle tablolar yapmıştı.

Neyse geçenlerde Arca’ya 100 parçalık bir puzzle almış İlknur, tabii ki Cars karakterli. Bir gün eve geldim, Arca ile İlker patır kütür bitirmişler. Eğleniyorlar filan. Ben mal gibi bakıyorum. Sonra bütün hafta sonu puzzle yapıp durdular. Anam aklıma geldi, yılbaşında ablam Arca’ya puzzle almıştı, büyüyünce yapsın diye kaldırmıştım. Zira ben o puzzle’ı bu yaşımda oturup yapamam, Arca da liseden mezun olasıya kadar saklarım diye düşünüyordum. Meğer o da 100 parçalıkmış.

"Arca, oğlum, senin annen bir salaktı!" Vol.14

“Arca” ve “televizyon”un olduğu bir cümleye benim hassasiyetimin girmemesi mümkün değil. Pek çok konuda “saldım çayıra…” olabilirim ama şiddet, hayır abicim ne kadar geç tanışırsa o kadar iyi (gerçi ben çikolataya da böyle yaklaşmıştım şimdi götünde kırmızılıklar çıkasıya kadar yiyor- hmm pek iyi bir örnek sayılmam).

Ege'nin doğum gününde pinyatadan yakaladığı bonibon ile mutlu
olan bebem:) hayır tabii ki ertesi gün okulun sürpriz gününe gönderdim,
paylaş arkadaşlarınla dedim, tek başına yemesine izin vermedim!

Haber kanalı açık kalmışsa, İlker’in başının etini yiyorum. Travma da bık bık da… Kuzey Güney’i izliyor, silahlar çekiliyor, ben evde daha büyük terör estiriyorum. Muhteşem yüzyılın kafa koparma sahnelerini görünce cinnet geçiriyorum.

4 Ekim 2012 Perşembe

Fotoğraf demiştim…

Geçen hafta üniversiteden arkadaşım Emel, - facebook sayfasından blogu takip eder – bana bir mesaj göndermiş. Mesajda ilgimi çekebileceğini düşündüğü bir link var. Bir bülten çıktı, hmm bir tür anne sitesi. Yazı, fotoğraf, video gönderiyorsun, onlar da sana para ödüyorlar. Emeğin karşılığı veriyorlar, ne hoş diye düşündüm. Emel de “ha boyna yazıp duruyorsun bari kazanca dönüştür bir halta yarasın” düşüncesiyle göndermiş zaten.

Teknolojiyi sofranıza sokmayın, aman diyim!

Swissotelin yanında bir Tike vardı bir vakitler. Çok başarısız bir girişimdi. Bir defasında Koreli misafirleri iş yemeği için götürmüştüm, verdiğim (daha doğrusu şirketin verdiği) paraya yemin olsun acımıştım. Yok anam Topçu’ya gitsek daha tatmin olmuş ayrılırdık, eminim. Neyse doğru bir kararla kapanmış orası yerine İstanbul’un İzmir’e armağanı Midpoint açılmış. Vaktiyle Num Num’ın kapanmasına pek üzülmüştüm, zira İzmir’de öküzümsü hamburger yeme şansın yoktur, imkanlar fast food zincirleriyle sınırlıdır. Aşıyı olduktan sonra bu Midpoint’in performansını bir test edelim dedik. Küçük bir aile gibi görünürüz ama Karamürsel sepeti değiliz, öküz gibi yeriz.


Arca makarna yiyemeyeceğini anlayınca çok gıcık oldu. Söylemesi ayıp benim makarnamdan başkasını yiyemiyor, illa anasının makarnası olacak (bilmeyen de mantı açıyorum sanacak) dışarıda ısmarladıklarımızı hep İlker’le ben yedik o yüzden artık dışarıda makarna söylemiyoruz cüceye. Ya zaten nedir kardeşim? Evde alasına yapacağın makarnaya on liradan fazla veriyorsun. Neyse… hamburger de yemezmiş (görürüm seni birkaç seneye) köfteye tav oldu. Öncesinde bizimkine hemen boya kalemleriyle boyama kağıdı getirdiler. Müşterilerin veletleri ortalığı yıkmasın diye böyle bir önlem almışlar, takdir ettim. “Sınırlı boyama” kültüründen nasibini almamış cüce, haliyle kendi özgün sanatını icra etti kağıt üzerinde. Bu arada benim de yanımda oturmak istemedi, babasıyla oturacakmış, aman canıma minnet.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Dün aşı olduk, bugün ateş?

 Dün akşam aşı olmaya gittik. Evet grip aşısı. Bu bence biraz kurşun döktürmeye benziyor. Hayır, aşı oluyoruz, sonrasında daha beter hasta oluyoruz. Hani olmazsak daha daha beter olur muyuz? işte bundan tırstığımız için “olmayacağız” demeye cesaret edemiyoruz. Çaresiz, her yıl olduğu gibi tıbba teslim ettik kendimizi.

Arca aşı lafını duymasıyla “aşı olmayacağım” nakaratına başladı. Üstelik doktordaki muayene sırasında ortalığı birbirine kattı. Hayır ağlama değil, katiyen, bir hiper-süper-düper aktivite hali. Her şeyi kurcalama, yerinde duramama, o kadar ki doktor “ne çekti bu?” diye sorma ihtiyacı hissetti. Okulda Prozac verdiklerinden şüpheleniyorum:P

Aşı konusunda Arca ile polemiğe girmedik. Nasıl olsa hissetmeden acımadan aşı olacaktı.

Bizim insanımız harbiden mal!


Yok bu defa inceden filan dokundurmayacağım, bodoslama gireceğim.

Bizim insanımız harbi mal, ciddi söylüyorum saf filan değil mal!

Benzine zam yaparlar, vergiyi arttırıp, benzin istasyonlarını bir nevi vergi dairesi gibi kullanırlar bizim insanımız “benimki şirket arabası” der, “ay ben zaten 50 liralık alıyorum” der, hatta “benim arabam yok kardeşim, arabası olan tuzu kurular düşünsün” der. Mal işte!

Vallahi pes!

Açıkçası az sonra yazacaklarımı yazıp yazmama konusunda küçük bir tereddüt yaşadım, zira ne tür manyak olduğum anında okuyanlar tarafından fark edilecekti. Sonra amaann ko gitsin dedim! (zaten bilmiyorlar mı?)

2 Ekim 2012 Salı

Beni neden seviyorsun?

Ya da "burasını, Günün Çorbasını neden takip ediyorsun" mu demeliydim? Neden okuyorsun?

Hiç sevmem yorum sayısını tavana fırlatmak için yazılan postları. Hani "siz ne dersiniz?" diye post bitirilir ve okuyucuya pas atılır, okuyucu yorum bırakırsa şut ve gol! Bırakmazsa top taca gider, olacağı bu! sorun değil yani. Benim de akıl danışmak istediğim konularda elbette ki böyle bir şey yapmışlığım vardır, hani bin küsür yazının birkaçında soruyla bitirmişimdir. Kınamıyorum kimseyi, sadece sevmiyorum ve samimiyetine inanmıyorsam topu taca atıyorum.

Her neyse...

Dumur diyalog #71

Yatakta babasıyla tepişmece oynayan Arca’ya “ben de geleyim mi?" diye sordum.
“OLMAZ!”
“Niye?”
“Araba oynuyoruz biz!”

1 Ekim 2012 Pazartesi

Arca'nın sanata dönüş öyküsü

Bakırköy’de yaşarken boş bir odamız vardı, bir de ailelerimizden kalma bir “oturma odası” kültürümüz. Biz de kendimize o boş odayı oturma odası yaptık. O yıllar “L” koltuklar pek modaydı, piyasadakileri beğenmedik de kendi tasarımımızı çizdik. Dedemden kalan Yağcıbedir halımıza uysun diye de kırmızı! Hey gidi kırmızı koltuk!! Bugün hala on senelik krem rengi salon takımımızı kullanabiliyorsak sayesindedir!


Neyse İzmir’e geldik, yatılı misafirimiz kalmadı. Bunun yanı sıra oturma odasına sığamayacak kadar çok yemekli, oturmalı, coşmalı misafirimiz olmaya başladı. Eh bizim öyle ayrı odalarda ayrı kanalları izleyelim gibi bir adetimiz de yok… Kaldı mı kırmızı koltuk boynu bükük! Artık tüm hayatımız salonda geçiyordu. Arca ayaklandığında kurcalayacak yerleri sınırlamak adına o odaya yönlendirdik kendisini bir de oyuncak rafı hazırladık, ne de olsa kendi odası küçüktü. Derken Arca büyüdükçe bir genişleme politikası izlemeye başladı. Kendi odasına sığmadı, bizim kırmızı koltuklu oturma odasını kendisine oyun odası tayin etti. Kırmızı koltuğumuz da kahve-mavi yeni döşemesi ile yazlığa sepetlenince cüce yayıldıkça yayıldı oturma odasına.

Sonunda onu yine bir odaya tıkma düşüncesiyle yatak odasını bu oturma odasına taşımaya karar verdik. Böylece mevcut yatak odası bizim hobi, sinema, çalışma odamız olacak kendimize yer açılacaktı. Hayır olmadı. Arca bu yaz itibariyle yatak odasını oyun odasına taşısak bile bizim hobi odamıza musallat olacağının sinyallerini verdi. Düşündük taşındık, yerleşimi bu haliyle bırakmaya karar verdik.

29 Eylül 2012 Cumartesi

Peki ya Cango, Kango, Fısıltı, Uyku, Garip, Arap, Bady ve diğerleri?

Bu yandaki fotoğraftaki güzellik Aylin. Özge'nin güzel kızı, daha doğrusu kızlarından biri. Diğeri de zaten Aylin'in koynunda. Susam.

Benim kendi evladımla bir dört ayaklı dostunun böyle bir fotoğrafını çekmeme imkan yok. Çünkü ben bu fotoğrafa her baktığımda irkiliyorum, çok fena oluyorum. Elimde değil, çünkü ben köpeklerden korkuyorum, kedilerden korkmuyorum ama her ikisine de katiyen yaklaşamıyorum. Tüylerinin tenime değmesi sağlam bir çığlık atmam için yeterli. Belki fiziksel belki psikolojik bilmiyorum, üzülüyorum ama gerçek hissiyatım bu.

Bu sebepten Özge'den fotoğraf için izin istedim. Aslında başka bir yazı vardı taslağımda, çocuklarla hayvanların dostluğu üzerine, benim hiç tatmadığım ama bu yaz çokça tanık olduğum dostluk... Ama işler değişti.

28 Eylül 2012 Cuma

Flaş flaş… Arca cücesinin röportajını tüm çıplaklığıyla yayınlıyoruz!

Okulda duygularıyla ilgili sorular sormuşlar. Akşam çantasından çıkarıp verdi. Tüm içtenliği ile verdiği cevaplar:


Soru : En çok ne olunca sevinirim?
Cevap: Doğum günü partim olunca, arkadaşlarımla doğum günü partimde oynarken

Soru: En çok neler olunca şaşırırım?
Cevap: Arabalarımı sularken, sürprizlerimi yerleştirdiğimde

Soru: En çok neler olunca kızarım?
Cevap: Gezmeğe gittiğimde çünkü birazcık uykum geliyor

Soru: En çok neler olunca üzülürüm?
Cevap: Resim yaparken çünkü daire yapmak çok zor bir iştir.
….
Cevaplar gerçekten çok içten. Kendini çok iyi ifade edebilmiş bence. Sadece şaşırmayla sevinci biraz karıştırıyor galiba : ) Parti dedin mi her çocuk gibi akan sular duruyor ve akşamları misafirliğe gitmekten nefret ediyor ve direkt arızaya bağlıyor. Ama asıl dikkatimi çeken başka bir şey…

İşkilli anne mode on:)

27 Eylül 2012 Perşembe

Ham elmayı koparmışlar dalından yine de vatanım vatanım demiş

Bu sabah fire verdim. Uyku tatlı geldi. Az sonra Jillian bu avareliğin acısını fena çıkaracak biliyorum. Umrumda değil! Nasıl bir hamlık bu kardeşim hala kolum kanadım kırık.


Günün çorbası eşrafı benim bu sportmenlik oyunuma yavaş yavaş alışıyor. Misal dün İlker beni uyandırdı. Gerçi ben Arca’nın odasında minişime sarılarak uykunun en ballısını tadarken onun kulağının dibinde 05:58 – 06:00 – 06:05 saatlerinde çalan telefonu kafama fırlatmaya gelmiş ama olsun, sayesinde kalktım sporumu yaptım, mühim olan insanlık. Gün gelecek tek evladım da bana destek olacak, biliyorum, sabrediyorum.

Dumur diyalog #70

Annesine el kaldıran cüceye; “Arca! HEMEN ELİNİ İNDİR!”


Arca : “Elini indir değil”, “elini indirir misin lütfen” demelisin.

26 Eylül 2012 Çarşamba

Bugün günlerden...

Boya badana dolayısıyla home office günü.

Önce aşağı attılar sonra da yer kalmadı diye eve sepetlediler beni. Öğleden sonra evden çalıştım. Ancak bu home office olayı sakat abicim. Hem çalışıyorum hem dıkınıyorum, cola dondurma fındık… ha babam yedim.

Bir de araya kredi kartı yıllık ücretini ekstreme sıkıştırmış olan bankamı kalaylamayı bile sığdırdım. Geçen sene böyle olmuştu, bu sene utanmadan pazarlık etmeye kalktılar benimle.

Aynen şöyle gelişti olay:

Y: Benden yıllık aidat alamazsınız, derhal parayı hesabıma iade istiyorum
(Senelerin verdiği bir bıkkınlık var, artık öyle ık mık yok, direkt koyuyorum postayı)
Müşteri temsilcisi: hemen kontrol edelim. Hmm kartınıza 20 TL’lik … yükleyelim.
Y: Benden 55 TL alacaksınız, karşılığında 20 TL vereceksiniz, (aslında burada salak mıyım lan ben, sen kim oluyorsun beni söğüşlüyorsun dümbük diyecektim ama kişiselleştirmek istemedim, ne de olsa kurumun bir çalışanı karşımdaki, ee tabii bir de kaydediliyor:P ) doğru mu anlıyorum?

25 Eylül 2012 Salı

Önceki gün... dün... bugün ... günlerden...

SPOR!!

Daha doğrusu Jillian denen spor koçu mu ne haltsa onun sülalesine saydırma günü. An itibariyle hiç bilmediğim kaslarımı hissedebiliyorum ve hayır mazoşist olmadığım için hoşuma da gitmiyor.

Tamam baştan alalım. Ben ortaokuldayken… Puhaahah fazla baştan oldu ama beni başka türlü duyumsamanın imkanı yok, aramızdaki münasebet bir yanılsamadan ibaret olmasın istedim, istedim ki ilk gençliğimin köklerine ineyim.

Uzatmayalım, ben beden dersinden sınıfta on üzerinden yedi alan tek insandım. Matematiği on aerobiği yedi. Hırslı bir öğrenciydim. Evde turnike çalıştım başaramadım (evet evde beden dersine çalışan tek insandım ayrıca, bu kadar da inek bir insanım), takımlara girersem direkt on verirler düşüncesiyle baktım basketbolda kıvıramıyorum, voleybol takımına girmek istedim, alınmadım. Yılmadım, atletizm takımına girdim yüksek atlama diye tutturdular, bıraktım.

3,5 yaş babasının babatomisi

“Biz bunu yaptık ama olmadı bu!” repliğini 3,5 yaş babalarının icat ettiği, Gülse Birsel’in arakladığı rivayet edilir. Babayı sallamayan veletler büyük bir titizlikle anaya havale edilir. Zaten despotlukta duayen mertebesine ulaşmış 3,5 anasına böyle laf dinlememeler çerez gelir, söylemesi ayıp.

3,5 yaş babası babatomik olarak çocuğun istediği oyuncağı en ince ayrıntısına kadar çözmüştür. Ananın ofis komşusu İstanbuldaki oyuncakçıda siyah kumandalı büyük BMW bulunacağını içgüdüsel olarak hissetmiş, tam isabet ettirmiştir.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Dumur diyalog #69

Facebook'ta okulun koyduğu fotoğraflara bakıyoruz.
Geziye gitmişler. Aşağıdaki fotoğrafı görünce;
Y: Aa Arca hangi spor bu?
A: Trabzonspor

21 Eylül 2012 Cuma

Dumur diyalog #68

Okuldan haber monologları / diyalogları:


Y: Arca bugün okulda uyudun mu?

A: Uyumadım, uyumuyorum ben, bebekler uyuyor.

(Hafta sonu öğlenleri dötünde pireler uçuştu ama!)