29 Aralık 2015 Salı

2016

Rahmetli anneannem, şahsen tanıdıklarım arasında kişisel gelişimin sırrını çözmüş yegane insandı. Daha doğrusu insanmış. Bu yaşımda yeni idrak ediyorum, takdir edememişim.

Her fırsatta kendisine ana avrat küfreden dedeme (evet gün yüzü görmemiş küfür dağarcığımı rahmetli dedeme borçluyum), çocuk yaşta annesini kaybedip, çok zorlu bir hayat sürmesine, dedemin son yıllarına kadar bağda zeytinlikte ırgat gibi çalışmasına, çok sayıda  kavga ve küskünlük görmesine rağmen vefatına kadar gül yüzlü, pembe yanaklı, tonton anneanneydi.

Hayatı geldiği gibi, olduğu gibi kabul etmişti. Kabullenişinde kendiliğinden bir kayıtsızlık vardı, kimilerine vurdumduymazlık kimilerine göre gamsızlık, bana göre eşsiz bir olumlama vardı kabullenişinde, içtenlik vardı. Öyleydi o…

26 Aralık 2015 Cumartesi

Kitap yorumu: Az seçilen yol

Yıllık olağan "kişisel gelişim kitaplarına merak" sürecimde kitap kulübünden Emine, "az seçilen yol" diye bir kitap getirdi. O kadar sevmiş ki kitabı benim de kitaplığımda mutlaka olmalıymş. Hay allah razı olsun:)

Kitabın başındaki "Yaşam zordur" cümlesi ile beni nasıl da kendine bağladığını anlatmıştım. Kitabın tek dediği şey hepimizin malumu olduğu üzere yaşamın zorluğu değildi. Bu sadece ilk cümleydi.

Bir akşam İlker Poyraz Karayel'i izlerken ben de kanepeye uzanmış bu kitabı okuyordum. Bir bölümünde "İşte bu!" dedim, "işte! Aşk-sevgi kavramları arasındaki en iyi farkı bu adam anlatmış." Dikkat kesilmedi.Aşk da sevgi de bendim, neyi kurcalıyordum? İşte muhteremin kafasını mikemediğim zamanlarda ibre size dönüyor. Madem tıkladınız mecbur okuyacaksınız anlatacaklarımı, ya da tabii ki sağ üst köşedeki X'ya basar ızdıraptan peşinen kurtulursunuz, ama ya ilginç bir şey söyleyeceksem? Ah işte ne geliyorsa başımıza ya meraktan ya...

25 Aralık 2015 Cuma

kısa #12 : Ağaca bu kadar düşmanlık?

Dinimizin ağaçlarla bir alıp veremediği mi var?

Bilmiyorum da ondan soruyorum. Zira ağzından Allahı kitabı eksik etmeyenlerin elinden kurtaramıyoruz ağaçları. Gezi’de böyleydi, yeni havaalanı inşaatında, 3. Köprü inşaatında da böyleydi. Seksen yıllık zeytin ağaçlarını da bu zihniyette olanların politikaları kıydı, Anadolu’nun her köşesinde yapılacak bir icraattan evvela ağaçlar zarar gördü.

Parçaları birleştiriyorum, hop karşıma yılbaşı ağacı çıkıyor. Yılbaşı ağacı nasıl bir rahatsızlık nesnesi oluyor? Dinimizde yeri olmayan her şeyi yakıp yıkmak zorunda mıyız?

Hem dinimizde olmayabilir ama kültürümüzde var, ceddimizi red mi edelim, ne edelim?

24 Aralık 2015 Perşembe

Minnet

THY’den 20:00 uçağına bilet alıp havaalanına erken geldiğinde iki saat önceki uçakta yer bulabilmen artık imkansız, kesin bilgi yayalım! An itibariyle, iki toplantıdan sonra evime erken varırım ümidi suya düşmüş kadının karalamalarını okuyorsunuz.

Ama gün bu kadar kötü başlamadı. Hatta muhteşem başladı. Neyse ki…

23 Aralık 2015 Çarşamba

Kitap yorumu: Sana söyleyemediğim her şey

Ben de yazarın konuya direkt dalması gibi, yoruma dalıyorum: Her anne babanın okuması gereken bir kitap.

Neden? Çünkü çocuklarımızı kendimizin bir uzantısı olarak görme eğilimimizin, onları birer birey değil de küçük bizler olarak görmemizin ne gibi sonuçları olabileceğini anlatıyor.

Çünkü bizler kendi sahip olamadıklarımıza onların sahip olmasını, hayalimizdeki işleri onların yapabilmesini, mirasımızı öyle böyle devam ettirmesini isteriz, sonuçlarını düşünmeden...

Çünkü bu kitap bizler için ufak ve altından kalkılabilir sorunların küçük çocuklar için nasıl da travmatik olabileceğini anlatıyor. Onları terk eden annelerinin geri dönmesi için kendi kendine verilen sözleri, annesi onu sevsin diye kendisinden bambaşka biri olma yolunda ilerleyen bir çocuğun yaşadıklarını anlatıyor.

Kitapta da dediği gibi; bir şeyi değerli kılan onu kaybetmek ve yeniden bulmaktır.

22 Aralık 2015 Salı

Yazmak

Bugün şahsi tarihimde bir ilk yaşandı: Evden çıkarken yanıma kitap almayı unuttum. Telefon unuttuğum oldu, kahvaltımı, anahtarımı hatta Kentkartımı unuttuğum bile oldu ama kitap ASLA! Kabus gibiydi! Metroda uyuklayanları, ellerinde telefon Candy Crush oynayanları, sırf yer vermemek için dışarıyı seyrediyormuş gibi yapanları (evet metroda! sanırım pencereden yansımalarını seyrediyorlardı), yer kapmak için her kıpırdananın önüne yığılanları izlemek zorunda kaldım. Allahım, kitaplar ne kadar da hayat kurtarıcıymış meğer.

Neyse ki hafta sonu verdiğim kitap siparişim, ışık hızından sadece birkaç kilometre daha düşük bir hızla ofise gelmişti ve akşam eve dönerken aynı işkenceyi çekmek zorunda kalmadım. Metroda ayakta kalmak ancak elimde bir kitap varsa çekiliyor, net!

19 Aralık 2015 Cumartesi

kısa #11: Ölüm

"Bir şey yap, güzel olsun. Çok mu zor? O vakit güzel bir şey söyle. Dilin mi dönmüyor? Güzel bir şey gör veya güzel bir şey yaz. Beceremez misin? Öyleyse güzel bir şeye başla. Ama hep güzel şeyler olsun. Çünkü her insan ölecek yaşta.."

Ne zaman genç birinin ölüm haberini alsam Şems Tebrizi’nin bu cümleleri aklıma gelir. Hepimiz ölecek yaştayız. Ve hemen hepimiz ölümden korkarız. Ölümü hayatın bir parçası olmasından ziyade hayatın düşmanı olarak görürüz. Oysa hayatta doğmak, büyümek kadar ölüme de yer var…

18 Aralık 2015 Cuma

Kadın girişimciler: Ebrubazaar

İzmirli anneler mail grubu ile tanışmamı canım Hayat’a yani aslında bu blog bizi Hayat ile buluşturduğuna göre bu bloğa borçluyum. Yanlış olmasın, İzmir anneleri değil, İzmirli Anneler; instagram oluşumu değil, bir mail grubundan bahsediyorum. Karışıklık olmasın diye yazıyorum. 

16 Aralık 2015 Çarşamba

Söz vermek, verdiğin sözü tutmak üzerine... (2)

Takip ediyor musunuz bilmiyorum ama benim aktif olarak kullandığım goodreads hesabımda “currently reading” kitaplarımın sayısı bir ara beşi buldu. Hayır, yanlışlık yok. Evet, hepsini aynı anda okuyordum. Kitap kulübünde, Kara Kitap buluşması yıl sonu yoğunluklarımız sebebi ile Ocak başına ertelenince ben de kitabı bitirmeyi erteledim, sanırım son birkaç aydır orada “okundu” olabilmeyi bekliyor. Aslında biraz da hazzı erteliyorum ben! Bir an evvel biterse tadı çıkmayacakmış gibi geliyor. Bu arada birkaç kolay okunur cinsten kitap bitti tabii ki. Özellikle “Sana söyleyemediğim her şey” çok etkileyiciydi. Anne babalar olarak çocuklarımız üzerindeki gücümüzün nasıl da tanrısal olduğuna dair mesajları bir kurgu romanda almak fazla ciddiye almamamıza neden olabilir. Lakin benim tesadüfen üzerine okuduğum “Az Seçilen Yol” isimli kişisel gelişim kitabı benzer yöndeki psikanalizleriyle fena salladı.

15 Aralık 2015 Salı

Sinüzitten doğal yollarla kurtulmanın yolları

Kalem kağıtlarınız hazır mı? İyi, o halde bu defa sinüzitten antibiyotiksiz nasıl yırttığımı anlatacağım. Siz not almayabilirsiniz, paşa gönlünüz bilir, ben yazayım ki, bir dahakine yine aynı reçeteyi eksiksiz uygulayabileyim. Bloga yazmak iyi oluyor, mantar soslu bonfile ile chocolate chip cookies tariflerini kendi bloğumdan okuyorum:)

Hep yemek tarifi verecek değiliz, bu da sinüzitten yırtma tarifi.
Öncelikle nazal yıkama dedikleri, o karbonatlı tuzlu suyla burnu iyice yıkama. Bunu leğende sümüklerimizi nasıl yüzdürdüğümüze kadar oldukça ayrıntılı anlatmıştım, buyrun buradan yakın.

10 Aralık 2015 Perşembe

Dumur diyalog #153

Zeyneplerdeyiz, kim sordu hatırlamıyorum, Orçun ya da Tufan olabilir : "Arca sen en çok hangi yemeği seviyorsun?"
Arca: Dananın sırtını.

9 Aralık 2015 Çarşamba

Donanım

Bir yerde gözüme çarpmıştı, iş hayatındaki başarın kişiliğine, diğer kişilerle olan ilişkilerine, sorun çözme ve pazarlık edebilme yeteneğine doğrudan bağlıymış, yani teknik bilgi tüm kriterlerin sadece %15’ine denk geliyormuş. Evet o yüzden ben hep %85 üzerinden değerlendiriliyorum :P Ay yok mütevazilik değil yav, mezun olalı on beş sene olmuş, teknik bilgiden geriye ne kaldı ki?

Demem o ki; mesleğinde iyi olmak, başarılı olmak için tek kriter değil yani. Bütününle varsın iş dünyasında hem de hayatta. Sorumluluk sahibi misin? İşlerini zamanında bitirmek için adam gibi çalışıyor musun? Kendinden bir şeyler katabiliyor musun? Bir iş yemeğinde konuşacak kadar hoş sohbet bir insan mısın? Tüm bunları okulda öğretmiyorlar, biliyorsun. Daha doğrusu bizim eğitim sistemimizde böyle detaylara yer yok. Bizim kuşak ve yeğenimden biliyorum, şimdiki TEOG kuşağı mensupları sadece iyi okullara girebilmek için derslerinde çok ama çok iyi olmak üzere yetiştik, yetişiyorlar.

8 Aralık 2015 Salı

Ben her gece oğlumla birlikte uykuya gidiyorum.

Bebeklerin ve çocukların bir rutine sahip olmasını önemsiyorum. Çünkü onlar bir sonraki adımı bilmenin güvenliği içinde hissediyorlar kendilerini.

Arca bebekken, özellikle uykusunun düzenli olmasına kafayı takmıştık. Tabii ki yemesi içmesi sıçması gazı boku püsürü hepsine taktık da en bi’ çok bu uyku. Benim gibi uyumayı pek sevmeyen bir insan bile o uykusuzluğa isyan etmişti. Arca el kadar bebeyken Tracy’nin yatır kaldır yöntemiyle bir güzel kendi kendine uykuya dalmayı öğretmiştik ya da öğrenilmiş çaresizliği o yaşta kavratmıştık. Neyse vicdan micdan oralara girmeyeceğim.

Biz o kadar uğraştık da çocuğa uyku eğitimi verdik ya, elimizde patladı.

Arca iki yaşına bastığının ertesi günü hastaneye yatırıldı, ben de tabii ki.

4 Aralık 2015 Cuma

Havada bir kadın kokusu

Haftanın ortası bir gün, günün ortası bir saat. İlker’le arabadayız, galiba ev taşıdığımız dönemdi, yani benim izinli ve İzmir’de olduğum bir gün. Kendimi hava almaya çıkarılmış fino köpekleri gibi meraklı gözlerle etrafıma kolaçan ederken yakaladım. Etrafta insanlar, kadınlar, adamlar… Aklıma geldi, muhtereme sordum: “Ev hanımı diye meslek var mı? Yani çalışmayan kadınlar, ev hanımıyım diyor, bunu TÜİK (Türkiye istatistik kurumu) istatistiklere “işsiz” diye mi giriyor, yoksa “ev hanımı” diye bir meslek var mı?” Bir şey demedi, arkasından bir şey yumurtlayacağımı bildiği girizgahlarda sessiz kalmayı tercih eden bir kocam var. Ben tabii devam ettim. “Yani şimdi çalışmayan erkek olsa, TÜİK bu kimseyi “işsiz” mi yazar yoksa benzer şekilde “ev erkeği” diye bir meslek de var mı? Yani kadın çalışmıyorsa ev hanımı olabiliyor da erkek çalışmıyorsa ev erkeği olamaz mı? Ev hanımı veya ev erkeği meslekten kabul edilmiyorsa (ev erkeği diye bir tanımlamanın olduğunu bile sanmıyorum ya) yerine “işsiz” demeleri gerekir o zaman da işsizlik oranı çok yüksek çıkmaz mı? Ya da ev hanımlığı yapanlar işsiz kategorisine alınmıyorsa o zaman işsizlik istatistikleri yanlış olmaz mı? Sahi neden ev erkekliği diye bir şey yok? Ev kızı diye bir şey bile var, hiç evlenmemiş ve çalışmayan dişiler kendilerine ev kızı diyor, o nasıl oluyor?”

3 Aralık 2015 Perşembe

Aralık, Sindrella Kompleksi ... ortaya karışık...

Sizi bilmem ama ben Aralık ayında seyahat edeceğim hem de bir değil iki değil tam dört kere! Üçü İstanbul biri Ankara. Bakanlık “projeyi bitirdik gel anlatalım” dedi, kıramadım kerataları puhahahah! Yok yav ciddi bir piyasa gözetimi söz konusu, nasıl gözetleyecekler bizi bir öğrenip geleceğiz, sonra ters köşe olmayalım. Yani yılbaşına kadar hemen her hafta havaalanlarındayım, beklerim:)

Aralık ecnebilerin ve Hristiyan kardeşlerin tatil zamanı, biz de atmosferinden yararlanacağız tabii ki… Bu hafta bizim oğlanın okulunda kermes var, Alman konsolosluğu tertip ediyormuş, geliri Behçet Uz çocuk hastanesine verilecekmiş. Bana böyle etkinliklerle gelin kardeşim, ne o öyle götünle balon filan patlatmak?! (aylar geçti hala utanç duyuyorum:P)

Yılbaşı atmosferi demişken, bizim ağacı haftaya kurarız artık. Arca hatırlattı, geçen sene kahvaltı organizasyonu yapmışız, sonra da ağacı misafirlere kurdurmuşuz, hmm iyi fikir. Ama daha iyisi toplamaya da davet etmek. (Zeynep burayı okuyorsun biliyorum, bunu bir davet - hatta iki - kabul et:P)

2 Aralık 2015 Çarşamba

Dumur diyalog #152

Kuzeni Deniz ile telefonda konuşuyorlar.
Deniz: N'apıyorsunuz Arca?
Arca: Ya işte n'apalım annemin en nefret ettiği şeyi yapıyoruz, bana ayakkabı alıyoruz.
..........................

30 Kasım 2015 Pazartesi

Kasım

Sevgili İstanbullu arkadaşlarım, allah gani gani kolaylık versin sizlere. Bir daha "İzmirde trafik" gibi bir laf edecek olursam allah benim belamı versin! Abicim o ne öyle yav! Siz nerde yaşıyorsunuz!

29 Kasım 2015 Pazar

Porselen demlik

Az önce 38,8 dereceyi ateş ölçerde gördüm ve ağlamaya başladım. Son birkaç saatimin hatırı sayılır bir kısmını (onar dakikadan dört defa) duşta küçük kurbağa şarkısına eşlik ederek geçirdiğim düşünülürse Arca'nın ateşinin iki ateş düşürücü üzerine 39,9 dereceye çıktığını tahmin etmek zor değil. Tabii düşen ateşe sevinçten ağladığımı da...

En son doktoruna telefon edip seyri anlatınca novalgin vermemi önerdi. Bana kalsa acile bile gidebilirdik. Zira İlker yok ve ben hastalık konusunda maalesef sağ duyu sahibi olmayan ebeveynim.

Acil lafına kulak kesilen Arca duşta evvelden mızıklarken "bu sıcak annem daha soğuk açalım suyu" gibi kalıbından beklenmeyecek cesurca bir laf edince, bana isterik kahkahalarla karışık bir ağlama nöbeti gelmişti ama onu saymıyoruz zira gözyaşlarım duş suya karışıp kanalizasyonu boylamıştı.

24 Kasım 2015 Salı

Sindrella Kompleksi

Geçen haftaydı. İlkere hasta olduğu için çok kızmıştım. Ve tepkimi de açıkça dile getiriyordum. Bok mu vardı hasta olmuştu! Nasıl hasta olurdu? Hatta şefkatle yaklaşmam gerekirken adama resmen kötü davranıyor, itip kakıyordum. Dudağını bükmüş, “hasta olmak benim suçum mu” demişti. “Evet senin suçun” diye bağırmak gelmişti içimden. “Evet senin suçun daha doğrusu hasta olmak değil de, gözümdeki “kahraman” imajını yıkmak senin suçun!”

"Sen, hem duygusal, hem psikolojik hem de fiziksel olarak sağlam olmalısın, çünkü sen busun. Sen bu olduğun için ben kendimi iyi hissediyorum, bütünleşmiş hissediyorum, sen hasta olduğunda sana gıcık oluyorum. Normal bir insana dönüşüyorsun."

Ne kadar sağlıksız değil mi? Biliyorum.

20 Kasım 2015 Cuma

Kumkurdu

Arca’ya doğduğundan beri yüzlerce kitap aldım. Tabii hepsini onlarca defa okuduğum için kendime de almış oldum:) Ben çocukluğumda bu kadar çocuk kitabı okumamıştım!

Arca’nın kelimeleri doğru telaffuz ederek çok erken yaşta konuşmaya başlamasını da, kendi kendine okuma yazma öğrenmesini de, benim Arca’yı kitaplarla beslemem, hatta semirtmemle açıklayabiliriz. Ama konumuz o değil.

Konumuz tüm bu kitaplar arasında en çok neden Kumkurdu serisini sevdiğim(iz).