Halbuki İzmir'de yılın sekiz ayı hava koşulları dışarıda vakit geçirmek için - biz her ne kadar bunu Kordon'da bira içmek için kullanıyorsak da - uygundur.
Belki de yılın hatırı sayılır bir bölümünde hava sıcaklıkları düşük olsa, mesela Belçika'daki gibi, güneş pek az olsa, izlenen yol farklı olurdu. Burada ilk gözlemlediğim şeylerden biri, insanların hava koşullarından bağımsız bir yaşam sürdürmeleri oldu.
Yazın sürekli yağan yağmur umurlarında değil, açık ayakkabılarını giyiyorlar, bir yağmurluk, bir şemsiyeyle yağmuru atlatıyorlar. Kapalı mekanlara tıkılmıyorlar. Kışın da böyle. Adamakıllı giyindiler mi, sürekli sokaktalar. Gerçi hava harbiden bok gibi, hani havaya göre yaşamını sürdürmeye çalışsan ne olacak? Bütün gün evde oturman lazım. Zira güneş çıktı diyorsun, birkaç dakika içinde sağanağa dönüyor.
Geçenlerde sıcaklık 2 derece filan, evet Celcius neyse ki Fahrenheit değil, o kadar değil yav tırsmayın :) Biz Arca cücesiyle evde yaymaya aşırı meyilliyiz. Hani aramızdan biri "aman evde oturalım" dese, o saniye pijamaları çekip battaniye altında günü geçirebiliriz. Ama aramızdaki o biri, yani İlker, dürttü bizi. "Yav yeni bir şehre gelmişsiniz, kalkın gezelim, bu ne tembellik!" dedi, " ama soğuuukkk" diyecek olduk, "soğuk bir memleketteyiz kış uykusuna mı yatacağız bütün kış? Kalkın!" diye payladı. Haksız da değil hani. Bundan böyle marta kadar bırrrr...
Hadi şimdi pek öyle koymuyor. Kar filan da yağdı Arca'nın şansına. Şansına diyorum çünkü uzun yıllardır kar ilk defa bu kadar erken yağmış, üstelik tutmuş. Bir rivayete göre bu kış karlı geçecekmiş. Peki, tamam kar yağdı. Christmas pazarları kuruldu. Biz Arca ile ilk teftişi yaptık. Sonra bu pazar İlker'le ilk keşfi yaptık, önümüzdeki hafta sonu ve hatta yeni yıla kadar muhtemelen her hafta gideceğiz, Evropa'nın göbeğine gelmişiz, pazarına gitmeyelim mi? Peki ya sonra? Sonra daha iki ay var. Soğuk, Noel ışıltıları bitmiş, günler kısa, geceler uzun... Abovvv depresyonun kollarına gel...
Biz geçen hafta o Christmas pazarına gittik ya, hah işte ondan evvel Türk mahallesine gittik. Hani İlker'in perde kornişi almaya gittiğinde adresini öğrenenlerin "abi sen naptın ya sizin oralarda Türk yaşamaz ki! Tutaydın burada bir ev, hay allah!" dedikleri mahalle.
Ben batı özentisi yoz Türk, dört ayı geçti, bu memleketteyim, bir defa olsun, Scharbeek'e gideyim dememişim. Candan Market, tüm Belçika'da yaşayan Türklerin bildiği güzide alışveriş merkezine (market demek bence alçakgönüllülük, zira dükkanda soba, semaver filan var, Kemeraltı'nın minyatürü) gittik. Yurdum evladı Arca Uludağ gazozları, koska helvaları ve de simitleri görünce coştu. Sırt çantalarımıza, turşuları sucukları atıp tramvay durağına yollandık.
Türk mahallesinde herkes ve her şey Türk. Dükkanlarda Türkçe tabelelar var, yoldakiler Türk, evlerdekiler perdelerden anladığımız kadarıyla kesinlikle Türk. Duyduğumuza göre mahallede hava karardıktan sonra "kız başına" ve yahut "kadın başına" gezmek iyi olmazmış. Hem zaten mahallenin polisleri bile Türkmüş. Belediye çalışanları ve hatta bir ara vekaleten de olsa belediye başkanı da.
Hava bok gibi soğuk, tekrar belirtmek isterim. Durak bir manavın dibinde. Yol gidiş dönüş birer şerit ve hatta tramvay hattı, yani rayların üzerinden araç trafiği de akıyor. Gözüm panoda 92 no'lu tramvayın gelişine 1 dakikayı gördüm, sevineceğim, bam! N'oldu? Yok kaza değil. Bir araba manavın önünde caddenin tam ortasında durdu, Allah için dörtlülerini yaktı ve şoför manava girdi. Tam o sırada aracın arkasında tramvay belirdi. Tramvay durdu. Tramvayın arkasındaki araçlar tramvayı ve dörtlülerini yakmış olan aracı solladı. Karşı şeritten gelenlerle ufak bir papaz olma durumları yaşandı lakin saygı çerçevesinde atlatıldı. Derken gevrek gülümsemesiyle duran aracın şoförü aracına bindi. Sandık ki, bir tur filan atacak hani yol açılsın diye. Katiyen! Birkaç metre öne çekip tekrar durdu, indi, manava girip paketlerini aldı, bagajına koydu. O soğukta o tramvayı bekleyen onlarca insandan ve tabii ki tramvaydakilerden özür bile dilemeden bastı gitti.
Ve ben anladım ki, Avrupa'nın göbeğinde de olsan, Türklerin mahallesindesin. Saygı sıfır! Otur! Demek bunun için bir mahalleye doluşuyorlar, adapte olmak için değil, bir arada güçlü olabilmek için. Rahatça başkalarının haklarını çiğneyebilmek için. Çünkü Türk olmak bunu gerektirir.
Dört durak sonra merkezdeydik. Etrafımızda çalan müzikle dans eden adamlar, sıcak şarap içen insanlar, buz pateni yapan çocuklar... Ben tam kültür şoku!
Geçenlerde sıcaklık 2 derece filan, evet Celcius neyse ki Fahrenheit değil, o kadar değil yav tırsmayın :) Biz Arca cücesiyle evde yaymaya aşırı meyilliyiz. Hani aramızdan biri "aman evde oturalım" dese, o saniye pijamaları çekip battaniye altında günü geçirebiliriz. Ama aramızdaki o biri, yani İlker, dürttü bizi. "Yav yeni bir şehre gelmişsiniz, kalkın gezelim, bu ne tembellik!" dedi, " ama soğuuukkk" diyecek olduk, "soğuk bir memleketteyiz kış uykusuna mı yatacağız bütün kış? Kalkın!" diye payladı. Haksız da değil hani. Bundan böyle marta kadar bırrrr...
Hadi şimdi pek öyle koymuyor. Kar filan da yağdı Arca'nın şansına. Şansına diyorum çünkü uzun yıllardır kar ilk defa bu kadar erken yağmış, üstelik tutmuş. Bir rivayete göre bu kış karlı geçecekmiş. Peki, tamam kar yağdı. Christmas pazarları kuruldu. Biz Arca ile ilk teftişi yaptık. Sonra bu pazar İlker'le ilk keşfi yaptık, önümüzdeki hafta sonu ve hatta yeni yıla kadar muhtemelen her hafta gideceğiz, Evropa'nın göbeğine gelmişiz, pazarına gitmeyelim mi? Peki ya sonra? Sonra daha iki ay var. Soğuk, Noel ışıltıları bitmiş, günler kısa, geceler uzun... Abovvv depresyonun kollarına gel...
Biz geçen hafta o Christmas pazarına gittik ya, hah işte ondan evvel Türk mahallesine gittik. Hani İlker'in perde kornişi almaya gittiğinde adresini öğrenenlerin "abi sen naptın ya sizin oralarda Türk yaşamaz ki! Tutaydın burada bir ev, hay allah!" dedikleri mahalle.
Ben batı özentisi yoz Türk, dört ayı geçti, bu memleketteyim, bir defa olsun, Scharbeek'e gideyim dememişim. Candan Market, tüm Belçika'da yaşayan Türklerin bildiği güzide alışveriş merkezine (market demek bence alçakgönüllülük, zira dükkanda soba, semaver filan var, Kemeraltı'nın minyatürü) gittik. Yurdum evladı Arca Uludağ gazozları, koska helvaları ve de simitleri görünce coştu. Sırt çantalarımıza, turşuları sucukları atıp tramvay durağına yollandık.
Türk mahallesinde herkes ve her şey Türk. Dükkanlarda Türkçe tabelelar var, yoldakiler Türk, evlerdekiler perdelerden anladığımız kadarıyla kesinlikle Türk. Duyduğumuza göre mahallede hava karardıktan sonra "kız başına" ve yahut "kadın başına" gezmek iyi olmazmış. Hem zaten mahallenin polisleri bile Türkmüş. Belediye çalışanları ve hatta bir ara vekaleten de olsa belediye başkanı da.
Hava bok gibi soğuk, tekrar belirtmek isterim. Durak bir manavın dibinde. Yol gidiş dönüş birer şerit ve hatta tramvay hattı, yani rayların üzerinden araç trafiği de akıyor. Gözüm panoda 92 no'lu tramvayın gelişine 1 dakikayı gördüm, sevineceğim, bam! N'oldu? Yok kaza değil. Bir araba manavın önünde caddenin tam ortasında durdu, Allah için dörtlülerini yaktı ve şoför manava girdi. Tam o sırada aracın arkasında tramvay belirdi. Tramvay durdu. Tramvayın arkasındaki araçlar tramvayı ve dörtlülerini yakmış olan aracı solladı. Karşı şeritten gelenlerle ufak bir papaz olma durumları yaşandı lakin saygı çerçevesinde atlatıldı. Derken gevrek gülümsemesiyle duran aracın şoförü aracına bindi. Sandık ki, bir tur filan atacak hani yol açılsın diye. Katiyen! Birkaç metre öne çekip tekrar durdu, indi, manava girip paketlerini aldı, bagajına koydu. O soğukta o tramvayı bekleyen onlarca insandan ve tabii ki tramvaydakilerden özür bile dilemeden bastı gitti.
Ve ben anladım ki, Avrupa'nın göbeğinde de olsan, Türklerin mahallesindesin. Saygı sıfır! Otur! Demek bunun için bir mahalleye doluşuyorlar, adapte olmak için değil, bir arada güçlü olabilmek için. Rahatça başkalarının haklarını çiğneyebilmek için. Çünkü Türk olmak bunu gerektirir.
Dört durak sonra merkezdeydik. Etrafımızda çalan müzikle dans eden adamlar, sıcak şarap içen insanlar, buz pateni yapan çocuklar... Ben tam kültür şoku!
19 yorum:
Diyecek birşey yok üzülmekten başka. Avrupa'daki Türkler maalesef oraya gittikleri halleriyle kalıyorlar. Burada yaşamış olsalar belki zamanla eğitilebilirlerdi diye düşünmüyor değilim. Orada olunca gittikleri gibi kalmak için fazladan bir çaba sarfediyorlar sanki. Mesela, bir yolculuk sırasında 30-40 yıldır Viyana'da yaşayan bir Türk'le karşılaşmıştım. "Biz de tüm çocuklar kazandıkları parayı eve getirir, ihtiyaçlarına göre paylaştırırız, başka türlü para birikmez" demişti. "Türkiye'de öyle bir adet kalmadı" dediğimde ise çok şaşırmıştı. Biz maalesef ne öyle Türklerdeniz ne de ecnebi...Okumuş,çalışan orta sınıf Türk insanının kaderi de bu işte Yelizcim.
Vuslat
Ocak subat mart aylarinda depresyondan korunmak icin bir kayak tatili tavsiye ediyorum. Alpler’e ugramiyor depresyon����
Benim bu hikayede asıl merak ettiğim , şu arabasını park eden adam , sizin geçtiğiniz " medeni" tarafa geçerse ne yapar ? :)
Medeniyet ayrı şey.
yorumsuz kalmak istiyorum :)
Benim merak ettiğim şey şu, "burada kız başına gece sokağa çıkılmaz" diyen adamlar 4 durak sonrasına gidip dans edenleri izleyen, müzik dinleyen ve katılmasa dahi gizli gizli bundan keyif duyanlar (adım gibi eminim) işte. Ama kendi mahallelerinde karı kıza ahkam kesmek adamlıklarını artırıyor herhalde. İşte ben buna ifrit oluyorum. Gerçekten merkeze gidip oranın tadını çıkarmıyorsan ve mahallede bu yaşam olsun istiyorsan o bile tamam, çünkü istikrar var. Ama ben istediğimi yaparım, sonra da mahallemde kısıtlarım diyorsan işte o ikiyüzlülük. Coştum galiba:)
Kesin festivaller filan olur yılbaşından sonra. Almanyada faşhing (yazılışından emin değilim) var mesela şubatta.sokaklar kostümlü insanlarla renklenir. Kışın da eğlenmenin bir yolunu bulurlar. depresyona girecek vaktiniz olmaz bence:)
Pınar
Katılıyorum, bir arada yaşama nedenleri güçlü olabilmek:-(
Kesin yerleşim mi yaptınız Belçikaya'ya bu arada? Uzun zamandır bakamıyordum bloglara.
Türkiye'deki 70'li yıllardaki haliyle kaldılar maalesef. Gelişmeyi değişmek sandıkları için muhtemelen gelişmekten korkuyorlar.
biz masum izmirliyiz, kayaktan kızaktan ve hatta buz pateninden zerre anlamayız, kafa kol bacak kırarız gibi geliyor:) başka bir yol bulmalı belki de:))
kesinlikle uyum sağlar. çünkü öte tarafın kurallarını o koymadı, yıkmaya da gücü yetmez, mecbur uyar. Uyamazsa gider, bence.
kesinlikle:)
en iyisi:)
Yok yok ben de acayip sinirlendim. Türkiyede bu öküzlüklere bir şekilde normal gözüyle bakıyrsun da avrupanın göbeğinde karşılaşınca hazırlıksız yakalanıyorsun.
Hemen bakalım, araştıralım teşekkürler.
Buraya taşındık, şimdilik planlar tam net değil, en azından iki sene buradayız gibi görünüyor.
Yazının başını ayrı, sonunu ayrı beğendim. Soğuktan ve hasta olmaktan aşırı korkan bir ailede büyüdüm. Hala da öyleler, Türk insanı neden böyle bilmiyorum. 40 yaşından sonra doğru kıyafet olayını kaptım nasılsa ve kış kabusum olmaktan çıktı. Problem kumaş palto-kaban giymekmiş meğer. Alıyorsun bir kaz tüyü palto hiç üşümeden 5 saat dolaşıyorsun. Olmadı termaller var, kalın kazaklar var. Geçen sene Berlin'de 0 derecede 12 saat gezmiştik.Avrupa'da o kadar çok pozitif şey var ki, hele bu mevsimde çok güzeldir, kışına, soğuğuna her şeyine razı olmak lazım. Saygısız, empatisiz Türkler ise her geçen gün artıyorlar Türkiye'de. Apartmanda, spor salonunda, kafelerde her yerdeler ve gitgide daha kalabalık oluyorlar. Politika her şey bir gün şahane olsa bile artık bu halktan umudum yok.
Tadını çıkarın, Benim için bir de Brugge'ye gidin hazır ışıl ışılken..
Sevgiler.
hey son yazımdasıın :)
Yorum Gönder