4 Ekim 2011 Salı

Sonbahara direniş

Alışkanlıklarımdan vazgeçmek ne kadar zor benim için!

“Arca oğlum senin annen bir salaktı!” Vol.2

Biliyordum, “senin annen bir salaktı”dan bir serilik malzeme çıkacağını adım gibi biliyordum.

Gün geçmiyor ki salaklarıma bir yenisini eklemeyeyim.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Yel değirmenleri ile savaşmak

...  Korkarım benim hakkımda asla “şunu yapar idi, bir gün hayatının bir noktasında bir kırılma oldu ve bunu yaptı, şimdi çok mutlu, çok güçlü, insanların hayatını  değiştirebileceğini fark etti.” gibisinden haberler çıkmayacak.


Hayatın zorluklarına karşı yaşanmış örneklerle mücadele önerileri

“Günün çorbası”, bir tas çorbadan fazlasını yapıyor ve hiçbir fedakarlıktan kaçmayarak sizi hayatın zorluklarına karşı mücadeleye hazırlıyor!

Hayat kurtaran öneri #1: Pazara geç kalınca park yeri nasıl bulunur?
 Post yazmakla kitap okuyarak sızma arasında kaldım. Hehe bil bakalım tercihim ne oldu:)

1 Ekim 2011 Cumartesi

Hoş tesadüfler gülümsemesi

Sabah bloğu kurcalarken bir ara buranın mail adresini değiştirdiğimi fark ettim. Diğer hesaba girdim, eskiden kalma bir dolu mail birikmiş. Hani tatilden dönersin ve posta kutunda pek çok mektup vardır. Faturaları, reklamları bir kenara atarsın, en önemli en sürpriz mektupları açarsın hemen.

30 Eylül 2011 Cuma

Eylül biterken…

Sahi ne zaman gelmişti? Ne zaman bitti? Daha karpuz kesecektik!

Daha dün gibi, hafiften serinlemeye başlamıştı akşamlar, şimdi balkona çıkılmaz oldu. Cüce bu duruma bozuk ama mevsimlerle başa çıkmayı öğrenmek zorunda! İzmir’de sonbaharı hissetmek için Ekim’i beklemek lazım ama İstanbul çoktan sonbahara teslim olmuş.

Dumur Diyalog #21

“Tükürsün!”

Arca’nın yatağındayız.

Akşam saatleri, uykudan hemen önce.

“Sihirli mısır tanesi”ni okuyoruz. Beçtavuğu “veremem, veremem, çünkü onu yuttum…” diyor. Arca dayanamıyor bağırıyor! VERSİN!

Arca diyor ki...

Duydum ki annem blog köşelerinde dedikodumu yapıyormuş. Teessüflerimi sunarım. İki çift laf etmeden de duramam!

29 Eylül 2011 Perşembe

Dedikoduyu sevenler elime mum diksin!

“Katiyen sevmem, seveni de sevmem, taşlarım, terbiye ederim” diyene kısaca “hadi len!” diyorum. En uzak duranı bile tanıdığı bir insan hakkında yorum yapar kardeşim! Bu, hemen her kadının ve çokça da erkeğin bir iletişim şeklidir. Ahlak timsalini oynamayalım!

Öğlen kaçamağı

Yarın İstanbul’a gidiyorum. Terminli işlerim, toplantı hazırlıklarım, kısacası dünya kadar işim varken ben ofise kahve almayı bahane ederek öğlen yemeğinden sonra Forum’a gittim. Evet kokoş bir ofisiz, Tchibo’dan çektiriyoruz kahvemizi, Guetamala Grande ile Brazil Mild’i karıştırıyoruz. Merkezden gizli saklı aldığımız bir filtre kahve makinamız var. Özetle çok pis tiryakiyiz. Şahsen ben sabah 10 civarı filtre kahvemi içmemişsem çok çekilmez oluyorum.

Şanlı analık tarihimden bir yaprak

Şanlı analık tarihim şikayetlerle dolu! Bir destan çıkar iki buçuk senelik geçmişimden.

Lakin takip edenler bilirler, bir tek şeyden şikayet etmedim! YEMEK.

Yemek sorunsalı günümüz ve geçmiş çağların analarının özellikle Türk anasının en büyük şikayetidir. Ya yemez, ya ananın istediği gibi yemez, ya az yer, ya yemek seçer liste uzar gider, tutamazsın ucunu.

28 Eylül 2011 Çarşamba

“Arca oğlum, senin annen bir salaktı!”

Ben bu dünyadan göçüp gittiğimde, vasiyetimdir, böyle söyleyebilirsiniz Arca’ya.

Nitekim dün neredeyse kalpten gidiyordum. Yaptığım(ız) salaklığın yol açabileceği zararlar aklıma düşünce düşüp bayılacaktım. Betim benzim attı, açık pencereden derin derin nefes alıp vererek kendime gelmeye çalıştım.

Detoks Üçlemesi #3 : Gıda detoksu

Gardırop tamam, eksizlerimi burada paylaşmayacağım, çünkü şimdilik alay edilmesini kaldıracak olgunluğa ulaşmadım, daha kibarı : eserlerim topluma açılacak seviyede değil diyelim. Ama ciddi yol kat ettiğimi söyleyebilirim. Cumartesi Necla teyze'ye gittim, ölçüler alındı, prova haftaya. Gören de gelinlik diktiriyorum sanacak:)

27 Eylül 2011 Salı

Tavuk suyuna çorba

Yok böyle bir uyku düzeni!

Olmamalı! Arca’dan bahsetmiyorum bizzat kendimden bahsediyorum ve muhterem kocamdan!

Bugünlerde “günün çorbası” = “tavuk suyuna çorba” Tavuk biz oluyoruz bu durumda.

Lanet sarı kamyon ve fil hafızalı cüce!

Arca cücesini oyuncakçıdan oyuncak almadan ve de arıza çıkarmadan çıkarmanın güzel bir yöntemini bir yerlerde okumuş ve devşirip Arca’ya uygulamıştık.

Yöntemin adı “yaz tahtaya al haftaya” : ) yok yok… “aklımıza yazalım”. Biz icat etmedik tabii ki ama tevazu gösteremeyeceğim iyi icra ediyoruz. Hatta geçenlerde Agora’daki Joker’de eli kolu oyuncaklarla dolu bir anne yönteme şahit oldu ve “aa bak ne güzel biz de yapalım” dedi.

Buraya kadar sağlam bir lansman yaptığımıza göre artık yöntemi ve bir tarafımda patlayan gelişmeleri anlatmaya başlayabilirim.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Farklılıklar

Eskilerden bir yazlık anısı.

Ablam da ben de büyük çocuklardık, belki ablam genç bir kızdı, hatırlamıyorum. O zamanlar yan komşumuzun büyük oğlu benim arkadaşım, bizden epey küçük bir oğlan çocukları daha var. Bu küçük çocuk sanırım 2 yaşlarında filandı. Sık sık da bize geliyorlar, biz bakıyoruz ona. Yine bir gün canımız sıkıldı, bu ufaklığı kız kılığına soktuk. Tırnaklarına ojeler, yanaklara allıklar, ruj vs… Benim eteğim var, beyaz üzerine yeşil yoncalar, hala çok net hatırlıyorum, giydirdik, kolye bilezik takıp takıştırdık. Bir güzel dans ettiriyoruz, kıyamam çocuğu maskara ettik.

Ben hiç anaokuluna gitmedim.

Bizim çocukluğumuz zamanında çalışan anneler çocuklarını anaokullarına gönderirdi ya da benim aklımda öyle kalmış. Ablam da ben de anaokuluna gitmedik. Onun yerine haftada birkaç gün bale kursuna götürüldük. Dansa olan müthiş yeteneğimi keşfetmişler diyemeyeceğim, bir kız olarak zarif olmamızı istediklerini hatırlıyorum, sanırım sebep buydu. Bu arada o bale kursuna gittiğime çok memnunum, çünkü sonraki yıllarda dans hep hayatımda oldu, bale ve dans hep farklı bir noktada olmamı sağladı. Zarafet kattı mı bilmiyorum : )

25 Eylül 2011 Pazar

Çok güldüm yav

Mail ile gelen bir yazı, kaynağını bilmiyorum, çok güldüm. Yorumlar benden...bazılarına yapacak yorum bile bulamadım.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Fuar süresince Alsancak'a gitmemenin akıllıcalığından bahsederken en uzak durulması gereken günü seçtiğimin farkında değildim tabii, bık bık ötüyordum.

23 Eylül 2011 Cuma

O kitap var ya o kitap!

Ben eskiden çok pisliktim. Filmlerin sonunu insanlara anlatmaktan hastalıklı bir zevk alırdım. Kendim de kitapların önce sonunu okurdum. “Manyak mısın nesin” diye soranlara “Önemli olan sonu değil, içeriği sana hissettirdikleri…” gibi havalı cümleler kurardım. Tedavi edilmesi zor bir tutum farkındayım, yıllardır kendimi rehabilite etmeye çalışıyorum. Tam kitabın en arka sayfasını açacağım, ciddi çaba sarf ederek dikkatimi başına veriyorum.
Artık büyüdüm olgunlaştım, dolayısı ile uyarıyorum,

“Bir Gün” isimli kitabı okumak veya filmini izlemek isteyenler varsa aşağıdaki “devam” yazısına tıklamasın. Sonra papaz olmayalım.

2,5 yaş babasının babatomisi


Resmi göremeyenler için tam metin....

22 Eylül 2011 Perşembe

Dumur diyalog #20

A: Anne süt içicem

Akşama doğru…

Gardım düşüyor, cüce önceki gece arıza yaptıysa hele göz kapaklarım bile düşüyor.
Hele bir de kahve alma bahanesi ile Forum’a gittiysem, topuklular da vardıysa ayağımda, vah bana vahlar bana!

2,5 yaş anasının anatomisi

2,5 yaş bebesinin anası dediğin, her gece sidikli yatak çarşafını değiştirme rekorunu egale eder. Yeni yöntemler geliştirir, gerekirse üç kat üst üste koruma çarşaf koyar, ama bebesini ıslak bırakmaz. Ve hatta uyandırmaz. Ne yapacaksa uyandırmadan yapmayı başarabilir.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Yaşlandığını nasıl anlarsın? Vol.1

Bazen aynaya bakıyorum “allahım çok yaşlandım” diyorum bazen de “kızım deli misin, 33 yaş için hiç de fena değilsin” diye gülümsüyorum : )

Gerçi yaşlandığımı anlamam için aynaya bakmama gerek yok.

Bu hafta sonu Vol.3 : Arca ilk kez...

Vesikalık fotoğraf çektirdi! Okuldan istemişlerdi, giydirdik damat gibi, indik Hatay caddesine. İlk fotoğrafçıdan girdik içeri. Bir güzel oturdu, bir güzel güldü, “iiii” diyerekten.
Büyüdün mü oğlum sen!!

Demişken…

20 Eylül 2011 Salı

Oyalama taktikleri

Arca’yı hafta sonu çok pis kafaladım. Oyalama taktikleri ile bir dolu iş yaptım. Pratik annenin İzmir şubesi adayı olacağım şerefsizim!

Oyalama Nr 1:

Bu hafta sonu Vol.2: Film "Paris'te iki gün"

Paris’te iki günü iki hafta ve üç defada izleyebildim. Sıkıcı mıydı? Yok be süperdi! Lakin vakit dar!

19 Eylül 2011 Pazartesi

Gece çiş olayı ne ayak?

Hatırlayalım;

Arca yaklaşık bir yıldır kakasını beze yapmıyor.

Arca yaz başından beri bezsiz geziyor, umumiyetle sıkıntısız gündüzlerimiz.

Arca gündüz bezsiz iken bir süre daha geceleri bezli takıldı, sonra gece bezi kafasında soru işaretleri oluşturmaya başlayınca, gece de bezi tamamen çıkardım.

Tüm süreç boyunca ;

Bu hafta sonu Vol.1 : Kitap

Eminim benimkinden daha çok vakti olan biri bu kitabı hafta sonu bitirmiş olurdu. Ben bile iki yüz bilmem kaçıncı sayfadayken saate baktım ve ertesi günün pazartesi olduğunu fark edip başucu lambamı söndürdüm. Evet fotoğrafta görünen lamba. Kendisi IKEA evimizin her şeyinden! Evet yeni. Görgüsüzlüğün gözü kör olsun bir lambam oldu hemen deklanjöre bastım.

17 Eylül 2011 Cumartesi

MİM: Blogger'ların "en"leri boyları kiloları....

Evet başlık itibariyle çok cıvık oldu kabul ediyorum.

Bu hafta sonu "Mim" haftasonusu ilan edilmiştir. Beğenmeyen okumasın (kimi sevmez mim şeysini, ben severim)

Görev bilinci ile yanıtlıyorum.

16 Eylül 2011 Cuma

Detoks Üçlemesi #2 : Kitaplık detoksu

Detoks konusunda hızımı alamadım, kitaplığa el attım. Ben çok okurum ama hemen hemen hiç kitabım yoktur. Eğer eşe dosta dağıtmasaydım bir oda dolusu kitabım olurdu kesin!

Geçenlerde annem geldi, elinde önceden verdiğim kitaplar, bitirmiş, geri getirmiş. Baktım baktım.

Maeve Binchy’ler…

Kışa hazırız !

Arca okula artık yarım gün olarak başladı. Orada arkadaşlarıyla takılmayı sevdiğini söylüyor. Okul sahibi ile İlker konuştu, Arca’nın uyumlu bir çocuk olduğunu, önceleri Ümit ablaya çok baplı olduğunu ancak şimdi okula iyice alıştığını anlatmış. Güzel…

15 Eylül 2011 Perşembe

Kemeraltı

OSHO der ki;

"Zeki insanların tüm hayatları boyunca aklından çıkaramadığı şey, çocuğun deneyimleridir. Onu yeniden isterler; aynı masumiyet, aynı güzellik, aynı merak.

Bu aralar…

Bu aralar…


Ofiste tuvaletimizi romantik bir ortamda icra ediyoruz, mum ışığında. Lamba sizlere ömür.

Sonra artezyende arıza olmuş, damacana su döküyoruz klozete.

14 Eylül 2011 Çarşamba

Detoks Üçlemesi #1 : Gardırop detoksu

Hemen her geçiş mevsiminde iyi sıhhatte olsunlar geçer bizim evden.

Bu yılki seremoninin adını “detoks” koydum.

Şimdi uzun tatil süresince Arca cücesi ile bazı gergin anlarımız oldu, inkar edecek değilim. İlişkimiz hep balayı tadında değildi. İnişli çıkışlı, hafiften yüksek tondan ses verdiğimiz oldu. İşte o günlerin birinde, Arca’yı evde yoramayacağımı anlayıp, Meraklı minik dergisi alma vaadiyle evden dışarı çıkardım. “Orada da kalmamış burada da kalmamış” derken taa Tansaşa kadar yürüttüm. Bir dolu dergi ile döndük eve.

DÖNDÜLER!

Geri döndüler! Her yerdeler! Ve çok uzun bir süre daha bizimle olacaklar! Onlar… Yazlıkçılar!


Şehre döndüler!

13 Eylül 2011 Salı

Dumur diyalog #19

Arca hep benimle uyumak ister, İlker hemen her gece kendisi uyutsun diye Arca'yla aynı polemiğe girer.

İlker: Babacım bu akşam beraber uyuyalım mı?
Arca: uyuyum

Karıncalara yeni ev bulundu

Allah biliyor ya karıncalardan çok çektim. Bir küçük kırıntıya bir milyon adet karınca anında hücum ediyordu. Misafirlerin altına sofra bezi sermeme ramak kalmıştı.

İlker benden bile takık durumdaydı. Çok etkili ilaçlar, parkelerin arasına enjekte edilmesini sağlayan dev şırıngalar ve karınca neslini yeryüzünden silecek kadar yüksek miktar kimyasal kullanmakta sakınca görmedi.

Kimse suçlayamaz bizi! Isırdıkları yerlerim kafam kadar şişiyordu. Muhterem kocam gereğini yaptı!

12 Eylül 2011 Pazartesi

Uyutmayan Allah uyutmuyor işte!

Tatilin son günü bir enerji girdi bünyeye, ben de inanamadım. Sabah erkenden kalkıp, üşenmeyip – ki bu benim için çok olağandışı! – Arca ile birlikte gevrek almaya gittik. Sonra kahvaltıyı hazırladık. Ardından ayaklarını sıktığını söylediği ayakkabıların bir numara büyüğünü almaya gittik. Sabahın tenhasında iki AVM gezdik. Bizi zaten ya yazın hafta sonu açılışı müteakip, ya da kışın hafta içi kapanışın öncesinde AVM’lerde görebilirsiniz. “Kafferengi” ayakkabılara takık olduğu için doğduğundan beri aynı modelin bu defa da kahverengini aldık. Şimdiye kadar siyah, lacivert, beyaz… hepsini giymişti.

Berk ve Ege artık 3 yaşında!! Yaşasın:)

Cumartesi günü çok eğlenceli bir doğum günü partisindeydik!!

10 Eylül 2011 Cumartesi

Orada...

Orada...

Ama özellikle Eylül ayında hava nefis olur. Yazlıkçıların mevkiyi terk etmesini müteakip önce hava tazelenir. Ardında deniz durulur güzelleşir.

Anane nefis mamalarla besler seni. Kilo almış olduklarını fark ettiğin çocukluk arkadaşlarından ikişer tane genç kızlık halleri çıkabileceğini hesaplayıp kendince şaşırırken, dört günün ardından iki boğum olmuş göbeğin düğme pırtlatır, pörtler inceden. O zaman çocuklu ve anne evinde tatilde olup da kilo almanın ne kadar olağan olduğunu fark edersin.

9 Eylül 2011 Cuma

Ben dün... Arca bugün ...

Ben dün...

ilk defa Arca'yı okula bıraktım. Hemen hemen iki haftalık ayrılığın ardından çok özlemişti.
Pek acemiydim. Evden çıkarken neler götürmek gerektiğini bilemedim. Arca'ya sordum. Utanmıyorum sadece çalışan anneyim:)

Bomba derken?

Geçen gün yazlıktan bildirirken "bomba" gibiyim demiştim değil mi? PEH!!

O akşam geç vakit eve geldik. Dünyanın en pis çalışan boyacıları bizim evi boyamış. İlker evi Havva'nın temizleyebilmesi için temizlemiş. Düşün ne kadar kirli olduğunu. İlker'i hiç bu kadar kızgın ve yorgun görmemiştim.

8 Eylül 2011 Perşembe

Keşke...

Keşke daha çok vaktim olsaydı, keşke ağırlaşan göz kapaklarım daha dirençli olsaydı, keşke...

ve keske aramiza baska kitaplar girmeseydi...

7 Eylül 2011 Çarşamba

4 Eylül 2011 Pazar

herkes gider Mersin'e

ben giderim tersine ... Herkes dönerken şehre ben giderim tatile...

Yanımda iki cüce... Arca ve Duru

Yazlıkta üç gün



Ye iç sev sevil terk et uzaklara daha uzaklara

Ümit abla on gündür yok ya, ütü yapılacak giysi birimi sepet üzerinden adlandırılmıyor artık bizim evde, biz buna kısaca "bir oda dolusu ütü" diyoruz. Pratikliğimi yitirmişim. Bana kalsa Arca'nın giysilerini ütülemem ama bu yaşına kadar ütülü giymiş çocuğa karşı saçma bir sorumluluk hissettim. Sanırım alıştıra alıştıra ütüden uzaklaştıracağım bünyesini. 

3 Eylül 2011 Cumartesi

"Elvan nerde?"

Günlerdir, her gün defalarca sorduğu soru bu!

"Elvan nerde?"

Elvan tuvalete gider.... "Elvan nerde?"

30 Ağustos 2011 Salı

Eylül'ün habercisi serin rüzgar, perdeyi havalandırıyor...

Ne kadar özlemişim beni gerçekten tanıyan on beş senedir tanıyan bir dostun sohbetini... ne kadar gerçek olduğunu unutmuşum dostluğun.

İyi ki gelmiş tam zamanında!

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Evren bana bazı sinyaller gönderiyor, hissediyorum

Paçozluğum karşı konulamaz yükselişi evreni dürttü sanıyorum. Hayır Yavrusu’nun annesi değil, bildiğimiz evren. Hani kainat olan! Alıyorum ben sinyali her yerde karşıma çıkıyor!

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Tavla vs Satranç

Yıllar var ki tavla oynamadım.

Geçenlerde tavla hakkında bir dolu şey öğrendim.

Pers imparatorunun baş veziri Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanmış mesela.

Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici.

Şöyle ki;

26 Ağustos 2011 Cuma

Çekirdek çıtlayan insan

İzmirliler çiğdem çıtlar gerçi: )

Çekirdek çıtlayan insan kimi zaman eleştirilir. Ben takdir ederim. Bazen seyirci kalmayı bileceksin. Bu da irade ister, hem de çok güçlü bir irade ister. Kendini bilmek, kendini anlatmakla vakit kaybetmeyecek kadar özgüven ister.

Tatil hiç bir zaman yeterince uzun değildir!

Ümit ablanın kızı erken doğum yapıyor. Kıyamadık erkenden yolluyoruz İstanbul'a. Gelecek, dönecek şimdilik ama en az iki hafta sonra.

Ding dong! Sinyaller yandı. Bayramdan sonraki haftayı izin almalıyım.

25 Ağustos 2011 Perşembe

Bahtsız Bedevi’yi otoyolda…

Türlü türlü aksilikler öpermiş : )

Dün terminli bir işi bitireyim derken çıkar ayak üç kişi telefon etti, hadi bitti derken 15-20 dakika gecikmişim. Otoyola çıkmadan önce bir güzel trafik sıkıştı. 18:00’ı geçirirsen kamyon hazretleri teşrif ediyorlar sahalara. Yarım saat böyle uçtu gitti.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

İki buçuk

Bugün tam iki buçuk. İki buçuktan üç desek, yuvarlayıversek, acaba iki yaş sendromlarını da atlar mıyız?

Arca rekordan rekora koşuyor. Dün gece 23:36’da odasından çıktım. Önceki gece 23:00’ü geçmişti. Önceki gecenin günahı öğle uykusunun boynuna! Saat üç ile beş arası uyunan uyku uzun bir akşam eğlencesine ve uykuya dirence dönüştü haliyle.

5 duyunuza hitap eden bebe : ARCA

Dilimde kan tadı… Dün akşam tepişirken yediğim darbe dudağımı patlatmış. Kaç defa söyledim, “çocuğum babanla tepiş, anan sakar zaten bir tarafımız acıyacak” ! Hala acıyor.

Beş duyumla Arca tarafından sarılmış durumdayım. Bana her şey o cüceyi hatırlatıyor!

Tat tamam!

23 Ağustos 2011 Salı

Ben bugün...

İlker'e market alışveriş listesi hazırladım.

Hani şu saçlarımın kuruluğundan son derece dertli kuaförler vardı ya, hani 100 TL'ye serum satmak isteyen kuaförler... Haklılardı. Evet saçlarım kuruluktan hışırdıyor.

Elegan şıklığın adresi "Yeliz dö bön bön"

Her sabah adet olduğu üzere apartmandan çıkmadan önce girişteki aynada kendime baktım. Günün kombini tasvirine girmeyeceğim. Aynadaki silüetime bön bön bakarken, hafta sonu cumartesi ekinde okuduğum bir yazı geldi aklıma.

Diyor ki dünyanın tartışmasız en iyi giyinen kadınları Fransızlardır. Hemen sıralamış sırlarını:

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Arca ilk kez...

Sinemaya gitti!



Allah biliyor ya, sonuna kadar izleyeceğinden ve bayılacağından 100% emindik!

Ne kadar ön yargılıyım!

Dün müydü?
Yok önce daha önceki gün…

Havaalanında maillerimi kontrol ediyorum. - Bu arada içimde kalmasın söyleyeyim, Atatürk havalimanında free internet yok, illa bir cafede bir kahveye dünya para vermeniz gerekiyor faydalanmak için. Ama Sabiha Gökçen süper! – www.kitapadresi.com sitesinden mail gelmiş. Elif Şafak’ın İskender kitabı belli bir adet için yarı fiyatına! Şahane! Sanırım bir ben kaldım kitabı edinmeyen! Bir de İlker’in annesi! Geçenlerde ona ödünç vermiştim, ömrü hayatımda okuduğum tek Elif Şafak eseri Aşk’ı. O da Aşk’a aşık olmuş, başka kitabı var mı, bu kadını çok sevdim ben demişti. Ben de bekle ay sonu internetten alacağım önce sen okursun sonra bana verirsin demiştim. Fırsatı görünce kaçırmadım : )

19 Ağustos 2011 Cuma

Gece 10 sabah 5 arası çalışan nöbetçi kuaför olsa...


Nefret ediyorum kuaföre gitmekten. Bence kadın nesline verilmiş en büyük ceza! Kitap okuyorum, dergi okuyorum, laflıyorum, yok , bayıyor. Millet nasıl her hafta gidiyor anlamıyorum. Kuaför ile mesafeli ilişkim tamamen mahalle baskısına dayanıyor, bir de aynadaki görüntüm artık çekilmez olduğunda!

18 Ağustos 2011 Perşembe

"Karamel" tadında

Arca'nın uyku saatine eşlik eden film Karamel.

Film hakkında DVD'nin arkasında yazanlardan başka bilgim yoktu.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Dumur diyalog #17

Sabah kalkmışım ama hala uykum var. Uzandım salondaki koltuğa.

A: Anneeee, nerdesin annem?
Y: Uzanıyorum, salondayım
A: Salonda olma sen, mutfakta ol, acıktım, bana kahvaltı hazırla!

İstanbul’daydım.

O gün… 17 Ağustos 1999’da. Ve hatta yurtta, çatı arasındaki etüt odasında tek başıma ertesi günkü yaz okulu finali için çalışıyordum, uyanıktım. Kocaman boş masalar, masaların üzerinde kahve çay içilmiş, bırakılmış fincanlar vardı. İyi hatırlıyorum çünkü, önce köpekler ulumaya başladı, ama her zamankinden farklı. Sonra deprem başladı. Masalar ileri geri gitmeye, fincanlar birbirine çarpmaya başladı. O ses günlerce kulaklarımdan gitmedi.

16 Ağustos 2011 Salı

Sosyal paylaşım insanı

Değilmişim ben anladım.

Facebook hesabıma en son ne zaman girdim bilmiyorum. Bizim şirketin toplasan üç kelime etmediğim uzaklardaki bir ofiste çalışan elemanı ile facebook’ta birbirimizi mi “like” ediciiz anlamadım.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

İki yaşındaki çocuğumuz büyürken... sınır koyalım... çocuğumuzla işbirliği yapalım...

Bizim dönem anababalarının başucu niteliğinde bir kitap var. “Çocuğunuza sınır koymak”
Geçtiğimiz yıl okuyup kenara koymuştum, bizim için daha erken demiştim. Sınırları zorlama konulu krizler baş gösterince tozlu raflardan indi, komodin üstlerinde yerini aldı. Elfanam önermişti, bizim dönem annelerinin kılavuzu gibi. Elfana’dan sonra – algıda seçicilik olsa gerek – birçok ana okul öğretmeni de tavsiye etmişti, birçoklarının da odasında gördüm.

14 Ağustos 2011 Pazar

Dumur Diyalog #16

Geçenlerde bir akşam davulcu kapıya dayandı. Ben de yarı çıplak dolaşıyorum evde, İlker koltukta sızmış, kapıyı açmamayı tercih ettim. Adam da nasıl ısrarlı. Bu arada Arca ile oyun oynuyoruz, huzursuzlanıyor, "kim geldi? kim geldi?"

Kucağıma aldım, fısıltı ile, çok önemli bir sır verir gibi; dedim ki:"baba uyuyor, davulcuyu tanımıyorum, açmak istemiyorum, şşş, sen de hiç sesini çıkarma, bizim sırrımız olsun" Kikirdedik ikimiz de oyuna devam.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Garip takıntılarım var

Her seyahate bir dolu kitap ile giderim. Sanki hızlı okuma kursuna gitmişim de bir gecede kitap bitirebiliyormuşum gibi. Seyahat ne kadar uzunsa kitap kalabalığı o kadar fazladır. Hani kitapsız kalacağım da okuyacak bir şey bulamayacağım korkusu sarar her yanımı. O boşluk hissi çok fenadır.

12 Ağustos 2011 Cuma

Dumur diyalog # özel seans

Ben temizliğe kafayı yormam. Yoracak olursam kendim yaparım, çok da hastalıklı bir karar olur bu ailemiz için. İlk evlendiğim zamanlarda cumartesilerim boştu, İlker de yoktu, kendimi temizliğe vermiştim. Fayans arasındaki derzleri bile tuzruhu ile ovmuşluğum var. Zehirleniyordum nerdeyse. Elvan bana “manyak mısın” çekmese duvarları da silecektim.

Arca’dan sonra pek bir rehavet çöktü üzerime, ohh. Şimdi yerleri süpürmek için Arca’nın çoraplarının altına bakıyorum. Kararıyorsa, tamam temizlik zamanı gelmiş.

Paylaşalım, paylaşasın, paylaşasıcalar!

Bahsetmedim değil mi? Arca okula başladı. Evin yakınındaki bilimum tanıdığın referans olduğu, eski okulda karara varmıştık.

Önce sadece gün aşırı iki saatten başlattık. Oyun grubu şeklinde. Arca ağlıyordu, “Umidini” istiyordu sürekli. Konuşmalar kar etmiyordu. Derken okulun müdürü, her gün gelsin, gerekirse bir saat kalsın dönsün, her gün gelineceğine alışsın, dedi. Her güne çevirdik. Isınma turlarındayız daha. Şimdilik fena değil.

Okul deyince, geçen gün koptuğum bir karikatürü yapıştırayım, çok iyi ya.

11 Ağustos 2011 Perşembe

Bugün...

Sabahın köründe Ümit ablanın telefonu ile uyandım. Hastaymış, doktora gidecekmiş.

Geçmiş olsun. Tabii bize de. Annem yazlıkta İlker'in annesi misafirlikte, İlker aldı eline sazı, daha doğrusu Arca'yı, Agora senin ofis benim geziyorlar. En kötü ben yıllık iznimin bir bölümünü kullanacaktım.

Dumur diyalog #15: köy yumurtası

Akşam bizim mandıradan köy yumurtası ve yoğurt aldım.
Eve gelince Arca'ya reklamını yaptım.

Neyse.. akşam yemek yiyoruz.
Y: Arca taze yoğurt var, yemek ister misin? 

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Somali'li korsanları hatırlıyor musunuz?

Önce son günlerdeki açlık vuruyor hepimizi.

Açlıktan ölen onbinlerce çocuk...

Bir konu daha var halbuki bizi ilgilendiren. Somali'li korsanların 11 ay önce kaçırdıkları ve içinde 3 Türk'ün de bulunduğu gemi.

Bloğun "İzle" butonuna tıklayan 200. Kişiyi….

Öpüjem!

Heyecan yok, en sanalından öpüjem! Ya napacaktım : )

Hediye verebilirim bak, seçkin okur kitlemden şanslı bir kişi en sevdiği blog postumu çıktı alsın getirsin imzalayayım : ))

9 Ağustos 2011 Salı

Ben bugün...

Öğlen Forum'a kaçtım. Güya Kipa'ya gidip sabah tıkındığın Nesfit'ten alacaktım, güya:)

Bütün mağazaları bir güzel gezdim. Ve indirimler 70% rakamı ile telaffuz edilirken tek parça almadan döndüm.

Kelebek etkisi

“Ne sürüyorsun?” diye bence garip bir soru soran İlker’e “oje görmüyor musun?” dedim. “Rengi yok” dedi, ne gördüğünü söyledi evet cila sürüyordum sadece.

33 yaşıma geldim, üç (sayı ile 3) defa kırmızı veya renkli bir oje sürdüğüm görülmemiştir. En afili manikürüm Fransız olanıdır. Süse pek Fransız bir kadının kocasının da oje konusunda algıda seçiciliği olmaması çok doğal, niye garip bulduysam sorusunu : )

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Ben bugün ilk defa...

Ofise kitap getirdim ve bir kitabın finalini kaçak göçek ofiste yaptım iyi mi!

Dün gece İlker'e bu kitabı bitireceğim dediğimde, yat zıbar işin mi yok demişti. Ben onun lafını dinlemeyip kitabı yatağa aldım. Sonra Arca'nın ateşi çıktı ve tüm geceyi ayakta, onun yatağında ve mızırdanmalar eşliğinde geçirdim.

Dumur diyalog #14

Arca okulda arkadaşının kamyonunu ödünç alır, oynar ama geri vermek istemez.
ÜT: Arca artık eve gidiyoruz, arkadaşının kamyonunu geri verir misin?
A: Vermiycem, ağlasın! Eve götürelim!
ÜT: Evde çok fazla kamyonun var
A: Evdeki kamyonlara arkadaş olsun bu, bizimle gelsin !

--------------------------------------------------------

“aa bak bu short ve t-shirt takımmış, hadi gel takımlarını giyelim” diyerek ilgisini çekmiş ve üzerini giydirebilmiştik.

İşte bahsettiğim böyle bir takım



Kasap Aydın abiye gittik, sohbet ediyoruz, şike vs mevzuları yine.

Aydın abi : Arca sen hangi takımı tutuyorsun?
Arca (üzerindeki short ve t-shirt’ü tutarak) : bu takımı!

--------------------------------------------------------

Sabahın körü daha uyanmamışım bile...
A: Çikootalı puding istiyorum!
Y: Annecim ben ev pudingi yapmayı bilmiyorum, Ümit teyzen gelince yapar. Nasıl yapıldığını bilmiyorum.
A: Süt koyuyosun, tuz koyuyosun, kakao, sonra böyle karıştırıyorsun, ocağa koyuyorsun. sen de ocağa koy!

--------------------------------------------------------

Geçenlerde bir akşam balkonu buz gibi yıkamışım, patates kızartmışım hep beraber yiyoruz. Buz gibi bira açtım yanına oh keyif…

Arca bana : “bira kokuyorsun” dedi.
Ben: Peki güzel mi? Kötü mü koku? (bence çok güzel bir kokudur:P)
Arca: Kötü!
Ben: 15 yaşına geldiğinde “anne gel birer bira açalım” dediğinde kötü kokuyor diye içirtmeyeceğim yanımda! Oh olsun!
Arca: Cadı anne!
İlker: Vallaha ben söylemedim.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

hmmm, görürsem söylerim!

Hatırla !! Hatırla!!
Önce numaralı gözlük bulunacak sonra lensler çıkacak!

Her akşam aynı şey. Arca uyuduktan sonra lenslerimi çıkarıyorum ve kör olduğum için bir türlü numaralı gözlüklerimi bulamıyorum. İlker varsa sorun yok, sağ olsun o buluyor. Ama geçen akşam İlker Tufanlara PES oynamaya gitti, ve ben gözlüklerimi bulabilmek için, on dakika arandıktan sonra tekrar lenslerimi taktım, gözlüğümü buldum ve lenslerimi tekrar çıkardım. Ya da gözlükte bir alarm olsa mesela… Çok muzdaripim çok çekiyorum bu körlükten.

Lastikleri gevşeyen bütün donlarımı pazara gideceğim planıyla çöpe attım! Giyecek donum yok desem kimse inanmaz, lakin yok! Üstelik sürekli unutuyorum, bir bakmışım Perşembe geçmiş, gelecek haftanın pazarına kalmış. Hatırla Yeliz hatırla! don alınacak!

Dört tane ajanda tutuyorum ama yine hafta sonu röfleye gideceğimi unutup plan yapıyorum. Bu hafta yazlık planını yaparken aklım neredeydi acaba. Anneme geliriz derken aynaya baktım dört ay geçmiş benim saçlar konsomatristen hallice olmuş. Fön çektiremez oldum, iyice ayyuka çıkacak diye.
Hatırla! Röfle !! Hatırla!

Unutkanlığın sebebi bulunmuş, öğrendim rahatladım. Radyoda söylüyordu, bir araştırma yapmışlar. Eğer karanlıkta, kesintisiz uykunuzu 22:00 – 06:00 saatleri arasında alırsanız, unutkanlık filan çekmiyormuşsunuz. Bingo!

Oldu canım iki senedir, üst üste iki gece böyle bir uyku çektin mi diye sor bakalım önce. Gazı bitti, dişi başladı, dişi bitti çişi, kabusu başladı.

Gül de hamileymiş, yeay!! Daha geçen gün annem sordu, düşünüyorlar mı diye. Yok demiştim, biraz aklı varsa Poyraz (13 ay) ve Arca(2,5 yaş)’yı görüp uzun bir süre erteler. Anlattım Gül’e hatırlattım o Arca’nın kriz akşamını, hatırladı, ama iş işten geçmişti. Bundan sonra zaten sürekli unutacak bir şeyleri, geçmiş ola!

22:00 ila 06:00 arası kesintisiz uyku, hmmm, görürsem söylerim!

5 Ağustos 2011 Cuma

Dumur diyalog #13 : Dap daba daba dababaaa…

Arca’nın hemen hiçbir tarafı bana benzemez. Elinden ayağından tut da yastığa sarılarak ve üstü açık uyumasına, soğuk duş, soğuk su sevmesine, açlığa dirençsizliğine, sabahları müthiş neşeli olmasına, yemek alışkanlıklarına kadar İlker’e benzer. Arca babasının çocukluk fotoğraflarına bakar, kendisi sanar.

Baktım doğuştan bana benzemiyor, bari sonradan kendi özelliklerimi enjekte edeyim bünyesine dedim.

Çok iyi politika yaparım, polemiğe girmeyi sevmem, çok damarıma basılmadıkça insanların suyuna gitme konusunda azimliyimdir. Öyle ki Arca’yı ben ağlatırım, sonra “vah evladım kimler ağlattı seni, noldu sana?” der, Arca’nın kendisinin de şaşırmasını sağlarım, çocuğumla bile polemiğe girmem, altından girer üstünden çıkar, krizi imkanlarım ölçüsünde pasifize ederim.

Arca çok pis politikacı oldu son zamanlarda,bunu iyi bir öğrenci olmasına bağlıyorum.

Alıp karşına konuşmak istersin, lafı değiştirir. Bir şey sorarsın lafı değiştirir. Ona terslenmeni bir şekilde bertaraf eder.
Nasıl mı?
Kendince bir yol bulmuş, diyelim ki, kızacağım bir hareketi oldu, hop hemen yüz ifadesi değişir: “Dap daba daba dababaaa…”

“Oğlum … yiyecek misin?” misal “Dap daba daba dababaaa…”

“Arca hadi çıkıyoruz…” “Dap daba daba dababaaa…”

“Arca işe gidiyorum, hoşça kal de, öpüşelim” “Dap daba daba dababaaa…”

“Arca hadi arkanda sıra oldu, kay çocuğum kaydıraktan” “Dap daba daba dababaaa…”

En son geçen akşam dumur etti yine;
A: Bugün okulda ağladım
Y: Aa şaşırdım, ağlamıyordun ne zamandır? Neden ağladığını sorabilir miyim?
A: Sor!
Y: Neden ağladın?
Cevap:

Untitled from yeliz minareci on Vimeo.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Komik insan manzaraları

İnternetten kitap siparişi verirken aklıma geldi. Bizimkilerin yazlığın orada bir sosyete pazarı kurulmuş. Cidden sosyete lafta değil!

Son günlerin populer kitaplarından birini okuyası geldi İlkerin - ki bu çok nadir olur, ben böyle bir kitap aşkı ile 15 senede 3 defa karşılaşmadım o kadar diyeyim - , gaza geldim, korsan morsan hemen alalım dedim, sosyete pazarındaki kitapçıya daldım. Bandrol filan hikaye. Kitabın üzerindeki fiyat 20 TL, bu kitapçılar yarı fiyatından kapı açıyor, hadi internetten gelişini beklemeyelim dedim, fiyatını sordum. 20 dedi, başladı anlatmaya, yok son günlerin liste başıymış yok çok güzel kitapmış. Tipine bak, sor değil gazete, poşete girmiş yetişkin dergisi bile okumamıştır. Polemiğe girmedim, gerisin geri koydum yerine, İlker'e baktım kaşlarımı kaldırdım, anladı.

Satıcı peşimizi bırakmıyor. "Bu fiyattan aşağısına bulamazsın piyasada hiç arama" diyor.

Kitap D&R'ın web sitesinden sepette, 15 TL bile değil. Hataya düşüp söylüyorum.

"Yok yav mümkün değil, dikkat et korsan olmasın" diyor.

Hey allahım!! Ben durup internetten kitap alışverişinin ne kadar ucuza geldiğini anlatmaya hazırlanmışken İlker tutup kolumdan kurtarıyor beni.

Manzaranın önünü kesiyor, yoksa bizim korsan kitapçıyla diyaloğumuzdan ne biçim malzeme çıkardı!

Bir komik manzara da benden.

Geçen gün çok pis tongaya düştüm. Elfana ile Evren’i Yavrusu’yu görelim istiyoruz, dönecekler bir türlü göremeyeceğiz diye endişeleniyoruz. Neyse ki İzmir’e geldiler vesile oldu. En yakın yer Forum, sözleştik, geç geleceğimi İlker’e haber verdim, biz de gelelim dedi. Aaa süper fikir! Gel gör ki çocuksuz katılacağım diye sabah işe gelirken ayakkabıyı topukludan yana seçme konusunda sakınca görmemiştim.

Hiçbir yerde yazılmayan ama anayasanın değişmez maddesi gibi belleklerimize kazınan “ortamda ben varsam, Arca ile ben ilgilenirim” kanunu devreye girdi. Arca tırmanmaması gereken, koşmaması gereken yerlere tırmanırken arkasından koşan 10 puntoluk topuklu ayakkabıları ile bendenizi gören gözler epey şenlendi kanımca. Forum Midpoint’in önünde bir ara artan kalabalığın sebebini şimdi şimdi anlıyorum. Bahse varım, düşecek mi düşmeyecek mi diye bahse girmiştir seyirci milleti.

Neyse ki kolyemle, kıvırcık sarı saçlarımla Yavrusu beni sevdi ve kendisi gelip öpmeyi teklif etti. İlker buna feci halde içerledi. Zira tanıdık tanımadık tüm kız çocuklarının kendisine hayran olmasına alışkın, bu durum egosunu zedeledi. Bizim Arca oğlanı bıraktı, Yavrusu’ya kendini sevdirme çalışmalarına başladı.

Manzara demişken, bir tane de bizim evden ...

Yavrusu’nun hediyeleri için sabahı bekledik, gördüğünde Arca’nın kalp atışlarının sesini biz bile duyduk. Eşi benzeri görülmemiş bir vuslat manzarası yaşandı evde!

Türkiye’de hiçbir yerde bulamadığımız ve yurtdışından sipariş etmeyi planladığımız küçük cars karakterleri.

“Ramon! Ramon!”
“Noldu Arca?”
“Flo Ramon’u arıyo!”



Flo Ramon’a kavuştu…
Ve Arca Kırmızı’ya ve Sheriff’e…

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Bir çizgiyi aşmak

İlker “Yüzüklerin Efendisi”ne kaptırmıştı kendini, itiraf ediyorum, fırsatçılık yaptım.

Hafta sonu suratımda salak bir gülümseme ile izlediğim “Before Sunrise”dan sonra aldığım yorumlarla dokuz sene sonra çevrilen devam filmini ikinci kez izlemek için yanıp tutuşuyordum.

Dokuz senelik evliliğimizde İlker’le hiç ayrı odalarda TV izlememiştik! Dün akşama kadar …

Kendimi bir çizgiyi aşmış gibi hissediyorum. Bu kararı almak kolay olmadı, kendimi çok kötü hissettim ama kendimce belirlediğim kanunlarımı bir defa delmekten bir şey olmaz diye çıktım yola.

Öncesinde direndim, çok samimiyim. “Bilgisayarı alırım kucağıma, kulaklıklarımı takarım, şu köşeye kıvrılır izlerim”, dedim. Güya TV izlemek istemediğimde önceden yaptığım gibi yine aynı odada oturacak başka bir şeyle meşgul olacaktım, aynı havayı soluyacaktık.

“Manyak mısın!” dedi, beni öbür odaya sepetledi, “rahat rahat izle”, dedi.

Dört adet televizyonu olan dört kişilik bir ailede büyüdüm ben. Ne kadar televizyon o kadar ayrışma… Buna rağmen alışkanlığım yok, her sene edindiğim bir dizim ve filmler, nadiren haber.

Meğer kural koymuşum kendime, ayrı odada televizyon izleyince bir garip oldum önce ama “Yüzüklerin Efendisi” o kadar çok reklam almış ki, İlker benim filmin yarısı benimle izledi, tekrardan. Sürekli yokladı beni, dalaştı, eski günlerimizi aratmadı.

İtiraf ediyorum, ayrı odalarda televizyon izleyen çifte dönüşme korkumu atamadım üzerimden. Allah başka zeval vermesin: )

Before Sunset

Dediğim gibi bizimkiler dokuz sene sonra tekrar bir araya geliyorlar. Bazı diyalogları başa alıp tekrar dinledim. Dalıp gittim… Tek bir öpüşme sahnesi olmayan bir aşk filmine…

Nina Simone…

“Uçağını kaçıracaksın bebeğim”
“biliyorum”

Cümleler hala kulağımda ve sahneler aklımda


Unutmadan...
Julie Delpy'yi, filmdeki siyah bluzuna benzeyen uzun zamandır giymediğim bir gömleğimi giyerek selamladım bugün.

Metroda kitap okurken gülümsüyordum.

2 Ağustos 2011 Salı

Arca'yı kullanma kılavuzu

Üniversiteden ilk mezun olduğum yıllarda kamyoncuydum. Kamyon fabrikasında çalışırdım. Teknik kadro. İşlerimden biri de talimat yazmaktı. İşçi neyi nereye nasıl monte etsindi kısaca. (Şimdi düşünüyorum da şu an çalıştığım neşesiz iç karatıcı boş ofise bile gelmeye can atan bir bebem var, hala orada çalışıyor olsaydım Arca’ya fabrikada kadro açmamız gerekirdi)

Neyse … şimdiki işimin de bir parçası kullanma kılavuzu hazırlamak. Yani kılavuz konusunda nerden baksan on seneyi aşkın bir tecrübe!

Gel gör ki şu Arca’nın kullanma talimatlarını bir türlü tamamlayamamıştım.

Üf tamam biliyoruz, o bir birey, onu bir makine gibi kullanamayız, bık bık bık… Ama ruhumuzu çıkarırsak hepimiz birer makine değil miyiz? Öyle ya da böyle, kullanma şartlarına göre çalıştırıldığımızda maksimum verim, uzun ömür, sağlıklı işleyiş, sıfır arıza ile huzura kavuşmuyor muyuz? Ben sorunları önce basite indirir, parçalar böler, öyle çözerim arkadaş! Yoksa biz de biliyoruz yer cücesinin eşref ve eşek saatlerine dikkat etmedin mi boyunun ölçüsünü alacağını : )

Arca seyirciye oynar bi kere! Kullanıcı buna dikkat edecek! Etrafta çekirdek aile haricinde biri var mı, yazar, yönetir ve oynar, öyle güzel oynar ki “…and the Oscar goes toooo…” diyesin gelir. Geçen hafta yazlık tatilindeyken sanat yaşamının zirvesindeydi, öyle inandırıcıydı ki hani tanımasam ben bile yiyecektim!

Lakin evde baş başa geçirilen bu hafta sonu noldu? Aynı arıza potansiyellerine rağmen Arca lokum oldu! Baktı seyircisiz sahada oynuyor, hemen maçı bitirmeyi tercih etti, ee hiç zevki yok tabii : ) Demek ki tribünlere oynayacağını anladığın an, tenhada yalnız kıstıracaksın cüceyi, bak bakalım, arıza yapıyor mu?

Annemle Arca’nın notunu verdik geçen hafta, aç kalmayacak. Midesi dolu oldu mu ondan şekeri yok, kan şekeri mi düşüyor ne, huysuzluğuyla başa çıkamıyor. İşlere de dahil ettin mi senden iyisi yok!

Cumartesi günü birlikte kahvaltı hazırladık, birlikte kahvaltı yaptık. İlker’i işe postaladık, bütün günü birlikte geçirdik. Birlikte lazanya pişirdik, Arca tek soğuk malzeme olan kaşardan sorumluydu. Vıcık vıcık yaptı kaşarları, elleriyle hamur gibi yoğurdu, kaşarlar gevşedi, Arca gevşedi. Gerçi defalarca yıkanmasına rağmen kaşar kokusu elinden çıkmadı ama olsun!

Baktım lazanya ağzını sulandırıyor, kıymalı malzemesinden haşladığım makarnanın üzerine koydum, kendinden geçti. Karnı tok, altı kuru! Üstüne iki saat uyku.
Dellendi mi verdim suyu önüne battı çıktı, rahatladı. Yazlıkta da böyleydi, suya girdi mi gevşedi, huzuru suda buldu.

Fiziksel bir çocuk değil Arca. Zaten görece geç emekledi, geç yürüdü. Şimdi şimdi hareketlendiyse de aslında umumiyetle tembelliği seviyor. Fiziksel aktiviteler rutininin dışına çıktı mı, arıza kodu veriyor, başa çıkamıyor. Yazlıkta uyku öncesi arızalarının sebebi buydu. Bu cumartesi zaten o kadar sıcaktı ki, akşama kadar evden burnumuzu çıkarmadık.



Akşam lazanyayı eritmek için sahile indik, yürüyüş yaptık. Yazlıkçıların bize bıraktığı şehrin tadını çıkardık. Püfür püfür esti sahil, önümüzde koşan Arca’nın peşi sıra sohbet ettik İlker’le. İki lafın arası “oh iyi ettik de çıktık” oldu. Gelata Roma’dan dondurmamızı attık çantamıza, Arca uykuya biz sefaya.



Talimatlarına uygun kullandın mı, Arca lokum, biraz hayatın ritmine o ayak uyduracak, biraz hayat ona ayak uyduracak.

Haa ne demeye Pazar gecesi kabusuna boynunu kurban verdin diyecek olan olursa, içimden “yürü git!” demek gelse de terbiyeli kadın çizgimi koruyacağım. Olay tamamen kullanıcı hatalarından kaynaklanıyordu bence. Hemen her üretici gibi, kullanma kılavuzunun altına minik harflerle dip not şeklinde "kullanıcı hataları garanti kapsamı dışındadır" yazıp sorumluluk kabul etmeyeceğim : )

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Muscoril

Acıların çocuğu Emrah gibiyim. Boyun hafif sağa doğru bükülü, sol tarafın ağrısından kaşlar yukarı doğru dışbükey bir şekil almış. Gözler çekilen sıkıntının ağırlığı ile hafif buğulu, hani dokunsalar ağlayacak, sel olup akacak. Temkinsiz bir harekette çıkan “aah” sesi, karşıki dağları inletiyor. Nefes almaya korkan ürkek bir ceylan gibiyim.

Var ya o Arca cücesini çok fena yapacağım. Ulen haftaya böyle başlanır mı?

Dün gece işeteyim diye yanına vardığımda ortalığı bir inletti. Uykuda krize çözüm yok, uyanık olsa savaştığın şeyi, istediği her ne ise anlarsın. Rüya mı gördü? Bir yeri mi acıdı? Bir şeyden mi korktu? Yok! O bir metreye ulaşmamış boyuyla geceyi inletiyor, biz uykulu serkeş iki yetişkin şaşkın şaşkın bakıyoruz.

Çıplak yatmak ister, annesi yanında yatsın ister, suyunu soğuk ister, yatağının yanına park ettiği arabaları bıraktığı gibi dursun ister, ayısını ister…. Her isteği yerine gelir, çişim yok der, sonra ben sabaha karşı dört sularında çiş sesi ile uyanırım. Üst baş, yatak, şilte, ılık ılık yıkanırız. Çarşaf değişir ve boynumun tutulduğunun farkına varırım. Artık o saatten sonra yatağıma gitmenin faydası kalmamıştır.

Sabah hala gece krizinin sebebini bilmiyorduk. Ümit abla pazartesi sendromu olabileceğini söyledi. Ne be Pazar gecesinden mi başlayacak artık! Sabah diğer günlerden daha kötü değildi, ayrılığımız... bilemiyorum.

Ama haberini aldım düdüğün! Ben muscorilden medet umarken, arabada yan aynalara göz ucu ile bile bakamaz, dikiz aynasıyla arkamı görmeye çalışırken, o cüce babasını işe öpücüklerle yollamış, okula gitmiş, dün gece hiç yaşanmamış gibi davranmaktaymış. Ah ulen yaktın beni, ahhh!

31 Temmuz 2011 Pazar

Gün doğmadan...

"Neler doğar" diye devam etmeyeceğim.

Bir film ismi bu. Bugün Arca uyurken günün doğuşunu izledim, keyifle.

Before Sunrise

İki genç insanın Avrupa'da bir trende tanışıp gün doğuncaya kadar Viyana sokaklarında turlamaları ve sürekli sürekli konuşmaları üzerine kurulu çok ama çok keyifli bir film.



Unutmadan bu filmin 9 sene sonra devamı da çekilmiş, meğer 6 ay sonra buluşacaklarına dair sözü tutamamışlar. Ama 9 sene sonra tekrar bir araya geliyor, daha olgun daha keyifli bir buluşma...

Son olarak, bu filmde o serseri sokak şairi olmayı çok istediğimi fark ettim. Hani "kim olmayı isterseniz" diye bir soru gelse, direkt bu filmin bu sahnesini adres gösteririm. Diyor ki "bana para vermeyin bir kelime verin ve ben sizin için bir şiir yazayım, içinde bu kelime geçsin, beğenirseniz para verirsiniz". Milkshake... Şiiri de güzeldi de dilenme tarzı çok tarzdı be!!

Ay dur bişey daha diyeyim kapatayım, sabaha kadar sokaklarda sürtmelerinin sebebi çocuğun otel parası olmaması aslında. Ama bütün gece falcılara, dilencilere, sokak dançılarına, iki cafe, bir lunapark, iki bara verdikleri paralarla bir oda tutsalar daha iyiydi: GET A ROOM!! der kaçarım:)

29 Temmuz 2011 Cuma

Veli dedenin torunu

Tatilde Arca umumiyetle ağzıma mıçtı. Huzur karesi hikaye, o ilk günün ve uyku sonrasının rehaveti. Kendisi tüm tatilini planlı ve programlı bir şekilde ;
- seyirciye oynamak
- anane dedenin gözüne girmek ve kendini acındırmak
- her türlü sınırı dibine kadar zorlamak
- katiyen paylaşmamak
konu başlıkları altında topladı.

Kimse bebenden şikayet etme demesin, çok pis dalarım!



Şimdi ben tatil öncesi iki gün İstanbuldaydım ya pek tabii annesiz geçirilen iki günün acısı ziyadesiyle çıkarıldı.

Etrafta çekirdek ailenin haricinde bir kişi görse hemen senaryolar yazıldı ve Oscarlık aktörlere taş çıkaracak şekilde icra edildi.

Sınırları zorlamak oyun haline getirildi.

Ama benim anlatacaklarım başka...

Veli dedenin torunu...

Aslında yok öyle biri, o bir şehir efsanesi, o bir Kayzer Söze...

Veli amca yazlıkta yan komşu. Bahçe kapısından babamla sohbet ederken Arca'yı sevmek ister. Arca'ya sempatik gözüksün diye bizimkiler "Arca bak Veli dedenin de torunu var senin gibi, hadi bir merhaba de" teşvik ederler.

Arca dik dik bakar adamın suratına, sevdirmez ve gerisin geri eve girer.

Üç beş parça oyuncağı tıkıştırır torbanın içine sürükleye sürükleye döner gelir:
"Veli dedenin torunu almasın oyuncaklarımı, paylaşmıycam paylaşmıycam!"

(Pek insancıl pek uysal bir bebe profili:P)

Biz maaile koparız o an ama Veli dedenin torunu efsanesi bütün tatilin konusu olur.

A: İstesin benden
Y: Kim istesin?
A: Veli dedenin torunu
Y: Ne istesin?
A: Oyuncaklarımı istesin
Y: Peki isterse verecek misin?
A: Vermiycem ağlasın!

Arca arıza mı çıkardı, hop Veli dedenin torunu geliyormuş dedik mi, soluğu oyuncaklarının yanında alır, arıza konusu kapanır.

Paylaşmaz! Sadece Veli dedenin torunu değil mesele! Mesele onun temsil ettiğinde!

Aylar önce Cansu'nun dokunduğu tüm oyuncakları teker teker bizim yatağın üzerine yığarak koruma altına almışlığı var.

Ümit ablanın doktorda olduğu gün "Veli dedenin torunu" bizim Duruydu. Duru'nun geleceği önceden kendisine bildirilmişti, evin kapısı çalınınca bir güzel sarıldı oyuncaklarına! Eminim o an daha fazla oyuncağı koruma altına alabilmek için Yavru ahtapot Nino olabilmeyi çok isterdi.Kapıda Umidini görünce vedalaşabildi oyuncaklarıyla.

Poyraz geldiğinde ise biz fark etmeden arabalarını çekmecelere saklıyor. Sonra kendisi de bulamayıp deliye dönüyor, deli işte!

Hani görünürde bu kadar duygusal çocuk nasıl oluyor da iş paylaşmaya gelince bu kadar değişiyor, aklım almıyor, deli mi ne!

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Dönüş

Tatilin iyisi kötüsü olmaz.

Benimki az uykulu çok koşturmacalı bir tatildi. An itibari ile işleri biraz hafiflettim ama göz kapaklarım ağır! Dinlendim geldim bomba gibiyim diyemeyeceğim, zihin yorgunluğu hiçbir şeye benzemiyor.

Annemin leziz mamalarına ve her akşam içilen biralara yenilen mangallara dondurmalara rağmen kilo bile vermişim. Arca ve yer yüzü görmeyen götü sağ olsun!

Arca’nın kaka pek mülayim (bu lafa müthiş gülerim:P) gitti. Geceleri bile “kaka var” diye uyandığı oldu. Arca'nın kaka icraatını müteakip anane, baba kim bulunursa tuvalete davet edildi ve maaile burnumuza kadar klozete yaklaşıp her kakayı tahlil ettik. Ateş olmayınca, tam da su gibi gitmeyince yediklerine yorduk. İyice abarttığı süte bir süre ara, şeftaliye tam gaz.

İlker’in zihin açıcı eğitimleri sayesinde Fiat, Ford, Mercedes, Opel tüm markaları amblemlerinden tanıyor artık. Allahım bugünleri de gördüm ya!! Benim bebem muhteşem:))

Bir de Pegeot gördüğünde PEZOOOO diye bağırmasa daha iyi olacak.



Unutulmaz bir tatildi ama hatırlamak istediğim huzur bu karede! Oğlumla ikimiz akşama doğru boş sahilde dalgalarla boğuşmanın ardından yorgunluk atıyoruz. Kameranın arkasında kitap okuyan bir ben, henüz tatilin ilk günü…

22 Temmuz 2011 Cuma

an itibari ile...



Dün gece ayrı kaldığım cücenin yeni traş olmuş suratının fotoğrafını gönderdi ilker.

20 dakika rötar yapan uçağı beklerken moralim düzelsin diye.

an itibari ile b.k gibi bir kahveye 6 tl vermenin acısını hissediyorum, çoook yavaş bir internet bağlantısı için herşey, ne acı...

Dün akşam ağzının içine düştüğüm, içime sokasım gelen üç kadın ile beraberdim. An itibari ile hala sarhoşluğu içindeyim dün gecenin

An itibari ile evde yemekli misafir var, muhtemelen misafirler salata yapıyor ve muhtemelen ben gece çalışacağım.

Buna rağmen yaşasın long weekend!! yaşasın yazlıkta 4 gün yaymaca...

An itibari ile uçağa binmem gerekiyor, zira LAST CALL!!

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Balık vs Boğa

Arca ile çekişmelerimizi tahlil edeceğiz diye kasmanın lüzumu yok. Öyle iki üniversite müfredatı genişliğinde kitap bitirmeye de gerek yok.

Çözdüm ben, aslında sorun gayet basit! Adamın karakteri zıt bana!

Ama ben bunların başıma geleceğini biliyordum.

Az kasamadık çocuğu boğa burcu yapamadık. İki ay ya çok değil, tut kendini di mi:P

Yok aldık elimize balığın alasını! Şimdi uğraş dur.

Balık burcu kötüdür demiyorum lakin bize ters!

İlker de ben de boğa burcuyuz.

Nedir boğa burcu?
Topraktır, kök salmaktır, ayağı yere sağlam basmaktır, maddedir, gerçekçidir, paracıdır, lükse düşkündür…


Balık oğlan nedir?
Sudur, sulu gözün önde gidenidir, su gibi akışkandır, sınırlarını çizemezsin, hayalcidir, hayallerine kendi de inanır, oyuncudur, seyirciye oynar (pis tiyatrocu!) , maddeye önem vermez, duygusaldır, şekilden şekle girer, bir öyle bir böyledir, bir bakarsın ağlamış, sen daha teselli etmeye başlamadan kahkahayı basmış! Ne ara?




Bana kimse, Balık burcu duygusaldır, sanatçı ruhludur, edebiyata düşkün olur, hayal gücü geniştir, iyi huyludur, sakindir, sosyaldir, sevecendir demesin! Kimse bana “ruhunuzun derinliklerine bakan bir burca mensup çocuğunuz var, şanslısınız”, demesin!

Benim oğlan karanlık bir odada hayali geyiklere hayali yemek ve su veriyor, Ümit teyzesinin olmayan oğluna ait hikayeler anlatıyor, benim aklımın ermediği bu soyut dünyayı ne yapacağız?

Yok yok ... Ben sonumuzu biliyorum, geçenlerde D&R’da kitap karıştırırken, aile hayatımızın gidişatı ile ilgili çok net ve özet bir veri elde ettim.

Boğa burcunun hayattaki amacı : servet edinmek
Balık burcunun hayattaki amacı : dünyayı gezmek


Hemen İlker’i aradım, “biz zengin olacağız diye bi tarafımızı yırtalım, bizim oğlan bizim paraları dünyayı gezecem diye yiyecek, ahanda buraya yazıyorum!”

19 Temmuz 2011 Salı

Sırtta kışlık, elde teşkilat

Hayır dedim bizim başımıza gelmez. O bir kız çocuğu, kız çocukları yapar böyle şeyler. Kendilerini bebek giydirir gibi giydirirler. Yazın kışlık kışın yazlık giyerler, kat kat giyerler... Duru da böyleydi, hala böyle.

İşte Ela'nın fotoğrafını görünce bunları geçirdim aklımdan. Şebek ikoncan.

Her zamanki gibi yanılttı cüce beni.
Don üstü kışlık penye ile Cansu'lara gideceğim diye tutturdu. NEyse ki kollarını kıvırmayı kabul etti.

Son günlerin flaş pozu, el malum teşkilatta! Tüm surata yayılmış gevrek bir gülümseme:)



Evden çıkasıya döktüğü terler ders olmuş olacak, mevsim normallerinde giyinmeye ikna oldu.

Bu arada süper oynuyorlar Cansu ile.
Cansu'nun mutfak seti var, bebekleri var... Bizde olmayan ne kadar çok oyuncağı var. Birlikte yemek pişirip kahve ikram ediyorlar bize. İş bölümü yapıyorlar.

Bir ara balkona bile çıkıp sohbet ettik, onlar Cansu'nun yatağında tavşanlarını konuşturuyorlardı.

Cansu'larda çenesini yardığı gün, Cansu'nun babası Umut (Arca'nın dilinde Unut Amca) kocaman bir arabasını vermişti, ödünç olarak. Pek hoyrat sevdi Arca arabayı. Birkaç parçası eksildi bizim evde.

Şimdiden Arca'ya ezberletmeye çalışıyoruz : "Unut amca sen bu arabayı unut!"

Az laf Çok fotoğraf

Bu çocuklar nereye bakıyor?



Tabii ki PASTAYA!!


Çikolata kıtlığından çıkmış Arca pastanın sadece çikolatasını tırtıkladı, itinayla ayırdı. Ela dilimin tamamına daldı.


Pastadan sonra "iyi ki doğdun Tuna" şarkısı... Arca söyler , Ela oynar, lay lay lay...



Pasta biter eğlence bitmez!
Hülya süper bir sürpriz hazırlamış miniklere... Baloncuklar!
Bayıldılar!



Sihirli üç yaş hoşgeldin:)
Hep gül! Hep böyle neşeli ol, güzel gülüşlü Tunişim:)


Partiden eve dönerken Arca:
"Anne, baba sizi çok seviyom"
"Anne baba çok eğlendik di mi!"
"Baba bana sakız veliii misin" (Parti konseptine uymuyor ama araba ile sakız ve baba bağdaştığı için değişmez talep!)

17 Temmuz 2011 Pazar

Otuzlu yaşlar fos çıktı!

Geçen hafta şiddetli baş ağrısı yakınmasıyla İlker’i hastaneye götürüp MR’dan kollestrole kadar ne kadar tetkik varsa yaptırdım. Öyle acı eşiği yüksek bi adamdır ki kendisi, ağrım var diyorsa hastaneliktir.. Neyse bi şey çıkmadı.

Formları doldururken 33 yaşında olduğu dank etmiş kendisine. Dolayısı ile ben de 33 oluyorum. İnsan alıştıra alıştıra söyler, öyle yüzüne pat diye vurmaz. Ama vuruyor işte.

Kendi adıma otuzlu yaşlardan büyük beklentilerim vardı. Olgunlaşacaktım mesela, yok olmadı. Oturaklı, bilge, profesyonel yapacaktı otuzlu yaşlar beni. Anne gibi anne yapacaktı, şebekyus değil! Fos çıktı otuzlu yaşlar. Hala kendimi lisede falan hissediyorum.

“Küçül de cebime gir!”
Evet benim gibi şuursuzlar için doğru cümle.

Pazar günü pazardan dönüşte Arca koşmak istedi. Koşu parkuru olarak Agora’yı seçtim, sabah saatleri pek serin ve tenha olur, İzmirim insanı daha totosunda pirelerle münasebettedir o vakitler. Onunla yarış yaparken vitrinden gördüm ikimizi. İki yaşında bir velet ve koca kadın! Her ne kadar spor ayakkabılarım ve sırt çantam da olsa, koca kadınım ayol! Utan el kadar veletle dükkanlarda dans etmeye – evet hangisinde güzel müzik çalıyorsa oraya girip kudurduk. (bu arada Arca’yı esefle kınıyorum, Koton’da 70% indirim başlamıştı, iki dakika izin vermedi anası baksın iki parça eşyaya!)

Koca kadınım ama araba yıkayıcısından resmen çocuk gibi azar işittim. Madem Agora’da vakit geçireceğiz, arabayı yıkatayım diye bıraktım. Benim eski emektarla sık kaza yaptığımdan yıkamacıya vermeye gerek olmazdı. Servis, tamirden sonra sağ olsun yıkayıp teslim ederlerdi. Bu arabada daha temkinliyim kanımca, ama bu defa da yıkanmıyor araba. Dolayısıyla yıkamacı abi beni çekti kenara “abla sen napıyorsun, pasta cila yaptır buna, hiç bakmamışsın arabaya, olmaz böyle, bak pütür olmuş, yıka yıka temizlenmedi be..” diyemedim “ulen ne diyon ben 33 yaşında çoluk çocuk sahibi kadınım, sen kimi azarlıyon!”, içimde kaldı.

Tabii bunda adamın haklı oluşunun ve benim bilinçaltımda bir yerlerde kendimi küçük hissetmemin payı büyük!

Zaman denen şey benim bilinçaltımı pek kaale almadan bildiği gibi ilerliyor. Göz çevresi kırışıklıklarım yaşımı fazlasıyla ele veriyor ve kozmetik denen sektör benim derdime mucize bir çare icat etmedi henüz. Botoksa bile sempati duymaya başlamıştım ki Ajda Pekkan’ı gördüm televizyonda, jüri üyesiymiş. Ne zamandır alıcı gözle bakmamışım. Pek biyonik göründü gözüme.

Yok yok bu fotoğraftakinden çok çok farklı gördüğüm yüz...


Sonra bir gazetenin magazin sayfalarını tıklarken onu gördüm... Vahide Gördüm.
1965 doğumlu olmasına rağmen yaşından daha yaşlı göründüğünü haber yapmışlar.

Ne saçma!

33 sene sonra Ajda Pekkan gibi görüneceğime, 13 sene sonra Vahide Gördüm gibi görünmeyi tercih ederim!



Yaş alma ile ilgili bakış açımı değiştiren bir anı da OIP'ten... Çok seviğim bir yazı. Ne zaman kırışıklıklarıma baksam, o yazı geliyor aklıma.

15 Temmuz 2011 Cuma

Adanmışlık, aldanmışlık

Biz küçükken ev işlerine kısmen dahil edilirdik, kendi isteğimiz ölçüsünde. Salata benim işimdi misal, bulaşık ablamın. Temizlik gibi ağır ve ciddi işlerde annem bizi çok zorlamazdı. Toz almak gibi sıkıcı işler belki, ablam da lavabo ovardı. Yemeği tam olarak yurtta kalmaya başladığımda pişirmeye başladığımı, temizliği ise evlendiğimde yaptığımı hatırlıyorum, ütü sadece yazın elimize verilirdi. Hep “siz dersinize çalışın” denirdi bize.

Annem fedakar neslin bayrak sallayanıydı. Hem ana babasının ihtiyaçlarına koşan hem çocuklarının fedakar annelerinden. Hemen herkesin annesi olanlardan. Bir ailesine adanmışlık timsali.

Eleştirmek ne haddime! Sadece bazen keşke bu kadar adamasaydı kimseye kendini diye içimden geçiririm, onun iyiliği için...

Kendini bir insana / bir şeye ne kadar adarsan o kadar çok aldanıyorsun aslında. Ona olduğundan fazla anlam yüklediğinde beklentilerin de aynı ivme ile artıyor. O yerinde sayıyor halbuki, sen yüceltiyorsun. Gün geliyor, kendini delicesine adadığın insanın / şeyin aslında o mertebede olmadığını anladığında, aldandığını fark ediyorsun. Hayal kırıklığı, yıkıntı… Aldandığını fark ettiğinde ne yaşanırsa işte o!

İşin kötüsü suçlayabileceğin kimse yok! Kendinden başka…

“Kendim ettim kendim buldum” meselesi özetle.

Herkes ve her şey için geçerli hayatta.

J. Christophe demiş ki … 'hayatınızda bir denge sorunu varsa daha dikkatli bakın kesin birini yanlış yere koymuşsunuzdur.' Ne güzel söz…

Annelikten başladık, annelikten bitirelim…

Biz annelerimizin nesli gibi saçımızı süpürge etmesek de bir şekilde fazlası ile adıyoruz kendimizi çocuklarımıza… Biz belki ev işlerini paylaşacağız ileride, kendimizi feda etmeyeceğiz ev işlerine, ama biz saçımızı başka türlü süpürge edeceğiz.

Kendimden bunun sinyallerini şimdiden alıyorum.

Doğdu beridir yemesini içmesini dert edindik, giymesini, ilacını, kozmetiğini iş edindik. Sonraki aşama okul olacak. Sonra kim bilir ne? Annelerimiz kadar olmasa da kendi neslimizin adanmışı olacağız korkarım.

Kendimden biliyorum dedim ya… Öyle işte… Çokça kendimi aşarcasına sabrediyorum mesela, kendimi eğitirken kendimden ödün veriyorum. Sabırlı, sakin, metanetli, cool annelik benim kumaşımda yok ama ben kendime annelikten takım elbise dikmeye çalışıyorum. Dikiş yerleri patlıyor tabii.

Ben sabırlı bir insan değilim, anne olduktan sonra edindiğim bir özellik sabır. Ve doğal olarak herhangi bir sonradan edinilmeye çalışılmış meziyet gibi fire veriyor kriz anlarında, açık ediyor kendini, ele veriyor aslında sabırsız bir insan olduğumu yüzüme vuruyor keyifle.

Anneliğe de gereğinden fazla önem verdiğimde en küçük bir kriz, belki bir "höt otur len yerine" diyerek savuşturacağın yerde, "Allahım ben ne kadar kötü bir anneyim ki bir krizi bile atlatamıyoruz" halinde yeni bir içsel krize dönüşebiliyor. Çokça kafa yorduğum için daha çok üzüyor beni.

Nerden mi çıktı bunca laf salatası...
Çok küçük bir hadise aslında, normalde gülüp geçeceğin kadar küçük...

Rahatça yesin diye önündeki köfteyi ikiye böldüğümde, kopan kıyamete tepkim, kapkara güneş gözlüklerinin arkasından dökülen birkaç damla yaş olduğunda, aslında üzüldüğüm çaresizliğim değil, üzüldüğüm bu kadar anlam yüklediğim iki yaş, o yaştaki çocuğum ve tabii ki anneliğim…

Ben de anneliğe, çocuğuma gereğinden fazla kafa yorduğum an, adamaya başlamışım kendimi, dolayısı ile aldanmaya …

14 Temmuz 2011 Perşembe

İşte öyle bir şey

Sıkıcı bir ofis günü…

Şirketin yarısı tatilde, dolayısı ile öyle aman aman yoğun değilim. Dosyalama arşivleme bilgisayarı hafifletme… Ama hani evde de bir dolap düzenlemeye girersin, sonra işin içinden çıkamaz yarı yolda vazgeçersin ya, daha doğrusu vazgeçmek istersin ama o dağınıklığı eninde sonunda sen temizleyeceğin için elin mahkum vazgeçemezsin, işte öyle bir şey…

Sıkıcı bir ofis gününde yapılacak en iyi şey en az bir saatliğine Foruma kaçmaktır. Ama tembelliğin tutar, üşengeçliğin tutar, hava sıcaktır ve beyninde yumurta pişirecek kadar sıcaktır ve çıktığın an her bir ter bezin infilak edecekmiş gibi ter salgılamaya başlar, vazgeçersin işte öyle bir şey…

Hem eve gitmeyi iple çekersin hem de gidince ofiste yorulmuş zihnine yorgun bir bedenin de ekleneceğini düşünüp istemezsin işte öyle bir şey…

Naneli sakızın çiğnedikçe tadının gitmesine gıcık olursun, magnum yerine öğlenden kalma üç dilim karpuzu yediğine gıcık olursun, karpuzun çekirdeklerinin küçüklüğüne , çekirdekleri kibarlık edeceğim diye illa ki çatal bıçakla ayıklamak zorunda oluşuna gıcık olursun… hani hemen hiçbir ayrıntıdan mutluluk çıkaramazsın ya … işte öyle bir şey

Derken ayaklarım takıldı gözüme. Güdük boyuma asla uymayan babetlerim var. Belli ki öğlen gezeyim diye düşünmüş, giymişim. Hayır boşuna giymişim diye bıkbıklamayacağım. Çok ucuza aldım ben onları. Ve hemen her gün ayağımda. Hiç yakışmadığını biliyorum, - bunları alırken İlker yanımda olsa kesinlikle aldırmazdı, o bana hep topuklu ayakkabı alır - , beni iyice götten bacak gösterdiklerini biliyorum ama çok ucuza aldım ben onları!! Evet keyfimin yerine gelmesi için iyi bir ayrıntı…

Şimdi dükkanı kapatıp, eve dönüş yolunda marketten Miller alabilirim. Akşam cüceyi uyuttuktan sonra, buz gibi yıkanmış balkonda çerezimi yanına katık edip ayakkabılarımı ne kadar ucuza aldığımı kutlayabilirim.

Hani kutlamak için bahane ararsın ya, hani yorgunluğun üzerine bir oh çekip ayağını uzatırsın ya, hani her şey gözüne daha olumlu görünmeye başlar ya…

işte öyle bir şey … işte öyle bir şey…

O bir "Survivor"

Sakarım demiş miydim? Evet demiştim, hatırlıyorum.

Kucağımda ağlayan Arca, orasını burasını öperken “of canım çocuğum çok özür dilerim, neresi acıyor? Neresi? Of çok özür dilerim ya, dur bakim, of ya of!!!” diyerek sakinleştirmeye çalıştığım sahneler öyle çok ki. Hayatımızın değişmez bir parçası adeta.

Tatile çıkmak için arabaya binerken arabanın kapısını açmak suretiyle Arca’nın kafasına bamlattığımın üzerinden henüz bir hafta geçmedi ki, bu defa kafasını yardım çocuğun.

Yazlıkta kucağımdan inmemek için direnç gösterirken kafasını arkaya attı ve BAM! Açık kepengin vidası kafasına girdi. İşin komiği fark etmedik, başka yere lasonil sürdük. Denize gittiğimizde kafasını ıslatırken şişliği ve kurumuş kanı görünce fark ettim. İş işten geçmişti.

Tırnağını keserken parmağını dolama yaptığım, emeklerken eline bastığım öyle çok anımız var ki.

Bir de çok pis nazarım değiyor. Yazlıkta bankonun üzerinde kirazları görünce bir güzel çekti sandalyeyi, İlker’le dadandılar tabağa. “Ah yavrum ne güzel yiyor” demeye kalmadı ayağı kaydı çene bankoya çarptı Arca yerde.

Yine aynı gün sehpanın üzerinde arabalarıyla oynuyor. “Ya bak ne güzel kendi kendine oynuyor” cümlesini kurmadım sadece aklımdan geçirmem yetti. Sehpanın ağırlık merkezi bir anda değişti, Arca yerde sehpa kafasında.

Güneşten koruyabiliyorsun, hormonlu gıdalardan, yok efendim çikolatadan uzak tutabiliyorsun, televizyona dikkat ediyorsun da benim şerrimden kim koruyacak?

Derya Büyükuncu halt etmiş en bi survivor benim oğlum: )

Unutmadan, pek çaktırmamaya çalışıyor ama ben inceden fark ediyorum, İlker beni Arca ile mümkün mertebe baş başa bırakmıyor, nolur nolmaz.