23 Nisan 2013 Salı

Yemek için yaşamak … ya da… Yaşamak için yemek … İşte bütün mesele bu!

Yaşamak için yemek yiyenlere lafım yok. Onlar zaten aç kalmayacak kadar yerler ve bu da bir sorun değildir, keşke hepimiz sadece yaşamak için yiyebilsek.

Benim derdim yemek için yaşamakla. Daha doğrusu yemek yemekten inanılmaz zevk almak ve sonunda ipin ucunu kaçırmakla. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama yazanın bir tespiti vardı, bundan kırk-elli yıl önce insanların sosyalleşmek için gittiği tiyatro, sinema gibi etkinliklerin yerini artık restoranlar aldı. Yemek yemek artık sosyalleşme aktivitesi oldu.


Bunu okuduğumda üniversite yıllarıydı ve “cidden yav” demiştim, zira yemek bizim de tutkumuzdu, dışarıda yediğimiz bir yemeği evde denemek, yemek üzerine sohbet etmek… Öğrenci de olsak, damağına düşkün iki boğa burcu olarak yemek için yaşıyorduk.

Şimdi gençler neler yapıyor acaba?

Arca’nın doğumundan beri işler değişti. Normalde sofradan en geç kalkan ben, ne yediğimi bilmeksizin arkamdan atlı koşturuyormuşçasına yemeye başladım. Sofradan defalarca kalkıp tekrar oturmak zorunda kaldığım zamanlar ise ne yediğimi, ne kadar yediğimi fark etmez oldum. Arca’nın tabağındakileri sıyırmak gibi bir vazifeyi de gereksiz yere üstüme aldım beridir miktar iyice şaşmış durumda. Ve ben buna ağzımla değil çok affedersin dötümle yemek diyorum!

Bir de şu kendini ödüllendirme var. Farkında değildim ama yapıyorum bunu. Geçenlerde Zeyneple konuşuyoruz, dedi ki, “akşam işten gelip oğlanla ilgilenip ev işlerini de tamamladıktan sonra benim saatlerim başlıyor ve tek keyfimi yapıyorum, kimse karışmadan yiyorum” AYNEN!

O gün çok mu çalıştım? Ödülüm kahvenin yanına çikolata!

Çok mu sinirlendim, sakinleşeyim hadi bak hadi televizyon izlerken çiğdem bira!

Çok mu yoruldum? Bir kadeh şarabın yanına fındık, peynir!

Ve aslında bunun adı abur cubur yemek değil “duygularını yemek!” Keşke yediğimizde biten bir şey olsa duygularımız. Bitmiyor işte hatta basenlerden hemen sonra bel ve karın bölgesinde iyice depolanıyor.

Uzun lafın kısası “dötünle yemek” ve “duygularını yemek” bir süre sonra yol, su, elektrik olarak bünyeye geri dönen iyi bilinen fakat önlenemeyen yanlışlar.

Ahkam kesecek değilim, - hiç haz etmediğim blogger tipinden biri didaktik söylemlere girense diğeri ahkam kesendir - sağda solda okuduklarımı hayatıma yedirmeye çalışıyorum, anlatacağım bundan ibaret.

Gelecek yazı : Ruhunla yemek yemek

6 yorum:

Unknown dedi ki...

aynı ben :) doğum yapalı 9 ay olmasına rağmen hala verilmesi gereken 10 kilo var :( her gördüğümü denemeye kalkıyorum bende :)

Adsız dedi ki...

yemekle ödüllendirmek kendini berbat bişey bunu zihinden çıkartmalı ama nasıl? tespit ise çok doğru yeni bir yere gideceğimiz zaman ilk önce ne yenir nerde yenirlere bakıyorum istemsiz. sana yazdığım gün ve ertesinde anladımki ben mehtap hanımın önerilerine gece 11e kadar uyabiliyorum çünkü o saate kadar her lokmasına dikkat etmiş olan bir ben gidiyor yerine darkları fondipleyip 1 koca kase patlamış mısır üzerine 4 ayrı paket cips yiyebilen canavar çıkıyor:( mercan

Gulcin dedi ki...

bir de yemek yerken yemek konusan insanlariz bak Yeliz. Biz oyleyiz en azindan :)
Sofrada yemek yoiyoruz ah suranin kebabi nasil guzeldir, ah buranin bilmemnesini yersin agzinda dagilir. ya onundekini ye iste. Hayir hala aklimizda da baska yemekler. ah ah!

Tuten dedi ki...

Eğer okumadıysan Yeliz dün Hürüryetle Melike Karakartal'ın yazısını okumanını öneririm, linkini ekliyorum:http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23110561.asp Bu yazıya ben de blogumda yer vermeyi düşünüyorum.

yeliz dedi ki...

yavaş yavaş gider emziriyorsan bırak kalsın az daha sonra gder şimdi hiç takma bence:)

coraline dedi ki...

"duygularını yemek" süper tanım çok sevdim :)