alışveriş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alışveriş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2012 Cuma

Utanç içindeyim

Yine yeni yeniden güneş gözlüğüm kayıp! (ben senede bir gözlük kaybetmek zorunda mıyım?)

Geçen hafta öğle tatilinde Kipa’ya gitmiştim, sonra ofise döndüm, akşam da eve gittim. Ertesi gün evden çıkarken gözlüğümü bir türlü bulamadım. Ofiste bıraktım herhalde dedim, bütün hafta sonumu gözlüksüz geçirdim.


Pazartesi ofiste gözlüğümü bulamadığımdan beri hummalı bir arayış içindeyim. Her yere ama her yere baktım, yok! Ay delireceğim.

“Ne olacak mesele ettiğin şeye bak” diyene dalarım zira güneşin 8 ay tepemizde olduğu İzmir’de güneş gözlüğü hayati kardeşim, sokağa donsuz çıkarım onsuz çıkmam, işte o kadar!

19 Ocak 2012 Perşembe

Geliş gidiş ben bu bebeye alışveriş olayını çözdüm şerefsizim.


Belli mağazalarda ne zaman nasıl ucuza uygun üst baş alınır küçük bir el kitabı filan yazabilirim.

Hatalar yapmadım mı? Elbette yaptım ama çok sistematik çalışarak takibi elden bırakmayarak kaliteyi ucuza mal ettiğimi düşünüyorum, bu da şimdilik yeterli.

Bir de işin sırrı bokunu çıkarmayacaksın. Ucuzluk var diye kökünü kuruttun mu astarı yüzünden pahalıya gelir yazık olur paracıklara.

Kendim için ilk indirimden önce çöp almazken boyu dize gelmiş eşofmanı pek tabii indirime kadar giydiremiyorsun cüceye.

11 Ocak 2012 Çarşamba

Ruhumu bir lezzete sattım!

Ülker ürünlerini eve sokmuyorum. Kendimce bir protesto yöntemi bu… Tabii Ülker bu duruma “çok da tın” diyerek omuz silkebilir, ben de kendisine iade ederim aynı eylemi. "Dağ dağa küsmüş.." şeklinde takılırız. Ancak bir ürünü var ki muadili yok diyet atıştırmalıklar pazarında.

24 Aralık 2011 Cumartesi

Kaz ayaklarımın müsebbibi bulundu


Hayır pek çok sırıtmak değil sadece. Tamam o da var. Tamam cidden sürekli sırıtan bir suratım! Lakin sadece o değil. Asıl sebep lensler! Daha doğrusu kuruyan lensler!

15 Aralık 2011 Perşembe

"Yeliz, yeni yıl akşamı cezbedici ol."


Puhahahahah
Bugün mailimin gelen kutusuna teşrif eden postalardan birinin “konu” kısmındaki emir cümlesi bu idi.

“Yeliz, yeni yıl akşamı cezbedici ol.”
PEKİ!

3 Kasım 2011 Perşembe

12 Ekim 2011 Çarşamba

Bebem çizmesiz mi kalsın!

Günün ev sevdiğim zamanlarının kahve kokusu ve kafein ile bağlantısı var kuşkusuz. Sabahtan içtiğim çay, maillerimi kontrol ederken arada kaynayıp gidiyorsa da on buçuk on bir civarı ofisi dolduran filtre kahve kokusu bana işe ara vermemi hatırlatır. Böyle zamanlarda genelde şahsi mailler okunur, blog yazıları yazılır. Ya da öğle yemeğinden kısa bir süre sonra masamın üzerinde bir orta kahve varsa değmeyin keyfime. Evde Arca etrafta ise umumiyetle kahvemi boşa harcamam. Hafta sonları onun uyuduğu saate denk getiririm kahve molasını, bilirim piç eder çünkü.

11 Ekim 2011 Salı

Hot kotür senin neyine!

Detoks dellenmelerimden "gardırop" konu başlığı, gündemimi epey meşgul etmişti. Sonunda hazır giyim sektörüne lanet etmiş, soluğu Kemeraltı kumaşçılarında ve terzi Necla teyzede almıştım.

Küçük siyah elbisem ile ceketlerimin altına giyebileceğim aynı kumaştan mevsimlik eteğim sonunda tamamlandı, paketleri kaptım, yağmur atıştırmaya başlamış, Arca ile park yerine gidiyoruz. İçim içimi yiyor, Arca’yı araba koltuğuna bağlayıp şoför mahalline geçer geçmez sağ ve sol omzumdaki melekler kavgaya başladı.

9 Ekim 2011 Pazar

Pazardan dumur diyaloglar

İlker'in sebze ağırlıklı beslenme programı devam ettiği sürece günün çorbası ailesinin her hafta sonu pazar günlükleri devam edecek, sıkılanı tepelerim, benim muhterem kocam otlarken gıkını çıkarmıyor, kıyamam, sıkıldım demek yok!

Bugün pazara tek başıma gidince (Arca ile İlker beni bırakıp babaneye gittiler, sonra gelip aldılar) epey konsantre gezdim, pazarcılarla aşinalığımız arttı birbirimize.

Pazar sohbetlerinden seçmeler:

8 Ekim 2011 Cumartesi

Alışveriş günü

Yer cücesi meydanı boş bulup arkamdan atıp tutadursun, hafta sonu tam gaz başladı bile.

Malum dün İstanbuldaydım. Küçk bi İstanbul turu attım, gün boyu tam altı adet taksici ile muhatap oldum. Ama şu an bunu anlatmaya hiç enerjim yok.

16 Eylül 2011 Cuma

Detoks Üçlemesi #2 : Kitaplık detoksu

Detoks konusunda hızımı alamadım, kitaplığa el attım. Ben çok okurum ama hemen hemen hiç kitabım yoktur. Eğer eşe dosta dağıtmasaydım bir oda dolusu kitabım olurdu kesin!

Geçenlerde annem geldi, elinde önceden verdiğim kitaplar, bitirmiş, geri getirmiş. Baktım baktım.

Maeve Binchy’ler…

Kışa hazırız !

Arca okula artık yarım gün olarak başladı. Orada arkadaşlarıyla takılmayı sevdiğini söylüyor. Okul sahibi ile İlker konuştu, Arca’nın uyumlu bir çocuk olduğunu, önceleri Ümit ablaya çok baplı olduğunu ancak şimdi okula iyice alıştığını anlatmış. Güzel…

15 Eylül 2011 Perşembe

Kemeraltı

OSHO der ki;

"Zeki insanların tüm hayatları boyunca aklından çıkaramadığı şey, çocuğun deneyimleridir. Onu yeniden isterler; aynı masumiyet, aynı güzellik, aynı merak.

14 Eylül 2011 Çarşamba

Detoks Üçlemesi #1 : Gardırop detoksu

Hemen her geçiş mevsiminde iyi sıhhatte olsunlar geçer bizim evden.

Bu yılki seremoninin adını “detoks” koydum.

Şimdi uzun tatil süresince Arca cücesi ile bazı gergin anlarımız oldu, inkar edecek değilim. İlişkimiz hep balayı tadında değildi. İnişli çıkışlı, hafiften yüksek tondan ses verdiğimiz oldu. İşte o günlerin birinde, Arca’yı evde yoramayacağımı anlayıp, Meraklı minik dergisi alma vaadiyle evden dışarı çıkardım. “Orada da kalmamış burada da kalmamış” derken taa Tansaşa kadar yürüttüm. Bir dolu dergi ile döndük eve.

23 Ağustos 2011 Salı

Elegan şıklığın adresi "Yeliz dö bön bön"

Her sabah adet olduğu üzere apartmandan çıkmadan önce girişteki aynada kendime baktım. Günün kombini tasvirine girmeyeceğim. Aynadaki silüetime bön bön bakarken, hafta sonu cumartesi ekinde okuduğum bir yazı geldi aklıma.

Diyor ki dünyanın tartışmasız en iyi giyinen kadınları Fransızlardır. Hemen sıralamış sırlarını:

15 Haziran 2011 Çarşamba

Alışveriş ince iş



Son dönem “alışverişten kaçınalım, kredi kartlarımızı keselim atalım, aman harcamayalım” trendini yaz ayları gelmeden bikini giymek için başlatılan diyet seferberliğine benzetiyorum. Yeme alışkanlıklarını ve hayat tarzını değiştirmediğin sürece verdiğin kilolar katlanarak sana döner.

Kaldı ki Nurturia’daki favori gruplar listesinde ilk sıraları hep alışveriş ile ilgili gruplar elde tutuyor. Hala alışveriş dedin mi akan sular duruyor. Çünkü alışmadık dötte don durmuyor : )

“Sen alışveriş gurusu musun?” sorusu akıllara gelebilir, katiyen! Ama maydanoza pazarlık eden bir annenin çocuğuyum. Hiçbir zaman para sıkıntısı çekmememize rağmen ancak belirli zamanlarda üst baş alındığını, bir bilemedin iki çift ayakkabı ile kış geçirdiğimizi hatırlıyorum. Ablam ve kuzenimin üzerindeki kıyafetleri çok pis keserdim, büyüseler de ben giysem diye. Hatta onlardan kalanlar daha özel, daha değerliydi. Keşke Arca’nın önden giden bir erkek kuzeni olsaydı.

O yıllar, baba da memur olmayınca taksit olayına hiç girmediğimizi hatırlıyorum, para olunca alışveriş yapılırdı. Hatta evlenmeden önce maaşımı biriktirip beyaz eşyalarımı peşin parayla almıştım, ee aileden öyle görmüşüz.

Derken kapitalist düzenin çarkına girdim, girip de kredi kartı sahibi olmamak mümkün mü? Mümkündür tabii de, ben kredi kartının maaşlı insan için sakıncalı olduğunu düşünmüyorum. Maaşından fazla harcamamayı başarabilmek, tek kredi kartı, ay sonunda borcunu kapatmak ve en çok üç taksitle sınırlı tutmakla kredi kartı mağduru olunmaz. Bir de biriktirdiğin puan-bonus-para neyse işte, yanına kar kalır.

Unutmadan her yıl kart parası tırtıklamaya çalışıyorlarsa hop kapattırırsın kartını, iki gün içinde arayıp “biz size hediye edelim kart parasını aman gitmeyin” derler.

Alışveriş ince iş, stratejik iş, akıllı işi… Paran olsa da en ucuza mal etme becerin olacak. Fırsat kuponları biriktirip, çok cüzi fiyatlara alabilen, internet başında süper araştırma yapıp üçte bir fiyatına dünyanın öbür ucundan bir şeyler bulabilen arkadaşlarım var. İndirim harici alışveriş yapmamak, pazara mutlaka uğramak, internetten alışveriş gibi daha pek çok bilindik numarayı saymaya gerek yok.

İnsanoğlu akımların peşi sıra sürüklenmeye müsait bir canlı, sürü psikolojisini seviyoruz, benim de hala çokça güldüğüm bir anım var, Arca o kumaş parçalarını ne zaman giyse aklıma gelir gülerim : ) Gülse Birsel'in aylar önce Amerika'dan yayılan trendi anlattığı yazı da aynı postun içinde.

İşte yazının başından beri bahsettiğim bu, Amerikanyalardan ithal trendimiz:)

Lakin akımlar geçicidir, bünye ana fikri sindiremediyse, böyle neşeli bir anı olarak kalır.

Not: Siz bu yazıyı okurken ben Mothercare'in pırlantalı günlerinde alışveriş yapıyor olacağım :)

18 Ocak 2011 Salı

Eşeğimi buldum!!! yeayyyy!!

Arca’nın Mike Tyson günüydü, en son kareler o günden kalma…

Akşama doğru markete gittik, dönüşte hava kararmıştı ve gözlüğümü çıkarıp sırt çantasının suluk gözüne tıktığımı hatırlıyorum. Sonrası malum, elektriklerin kesilmesi ile başlayan uğursuzluk Arca’nın düşmesi ve gözü morartması ile devam etti, bitti sandıydık. Bitmemiş, gözlüğüm de kayıp!

Bu kadar dağınık bir insan olmama rağmen gözlük kaybetme huyum yoktur. Hala lisedeki güneş gözlüğüm durur, Arca takıyor. Üniversite yıllarında aldığım gözlüğüm ise yazlıkta, denize giderken takarım. Ama bu 3 numara çok özeldi benim için. Çok para vermiştim, o bi kenara , çok aradım taradım. İlker’le internetleri araştırdık. Çok gözlükçüye girdik çıktık.

Neden kastık bu kadar? Çünkü;
1. Suratımın göz kısmı küçük, her gözlük olmuyor
2. Hem büyük hem de arı maya gibi göstermeyecek gözlük bulmak zordu o yıllar (2007)
3. O kadar para vermeyi bünyemin sindirmesi için zamana ihtiyaç vardı

Yaklaşık 3 ay süren bir fizibilite çalışmasının ardından inanılmaz bir pazarlıkla kavuştum bu gözlüklere. Çok emek var üzerinde, sapı kırıldığında, henüz garanti kapsamındayken 30 gün yolunu gözlemiştim, yani işin manevi kısmı çok ağır basıyor.

İzmir güneşli memleket, yaz kış güneş gözlüğü ihtiyaç, özellikle benim gibi hassas gözleriniz varsa ve araba kullanırken gözlüksüz yapamayanlardansanız.

Evi dip köşe aradım, Ümit ablaya sordum, ilknura sordum o akşam belki onlarda bıraktım diye, yok! Arabanın altını üstüne getirdim, dellenip dellenip ara ara evi alt üst ettim. YOK!! O kadar eminim ki gözlüğümü kaybetmediğimden! İlker kalk gözlük alalım der, ben yok o çıkacak bir yerden asla gözlük almam derim. Gözlerim güneşten yaşarır yine de gidip almam. Arabada liseden kalma gözlüklerimi kullanırım, yine de almam.

Sonra düşündüm, dedim ki uyduruk bir gözlük alayım, nasıl olsa bir yerden çıkacak. İki gözlüğüm olur, hem o kadar para da vermemiş olurum. İlker kör mü olacaksın diye karşı çıktı. En az 3 haftalık debelenmenin ardından en son Pazar günü pes ettim. Hala “hiç yapmam ama herhalde markette filan unuttum” diyorum.

Sabahtan Agora’ya gittik. Arca nasıl huysuz. Kelimeler kifayetsiz kalıyor. Belli ki yorgun uykusu var.

Puset HAYIM! Yürümek HAYIM! Kucak İVİT!

Ama anne kucağı olacak da yavrum oldun 14 kilo ben nasıl dolaşayım seninle? İlker hiç tasvip etmediğim rüşvet yöntemi ile Arca’yı kucağına almayı başardı. Gözlükçüye girdim, fazla yayılmaya niyetim yok, zira Arca her an kriz çıkarabilir. Satıcı “sırt çantanızı çıkarın rahat edersiniz” diye öneride bulundu, hiç adetim olmadığı üzere çemkirdim “rahatım böyle” diye azarladım adamı.

Uzun süren tak çıkar seremonisinin ardından hiçbir gözlük gözüme olmadı. Üstelik İlkerin fikrine şiddetle ihtiyaç duyuyorum, ama o Arca’yı oyalıyor. Zaten almak da istemiyorum ya her şey bahane. Arca’nın uykusu geldi, yok zaten burada hiç çeşit yok, yok yok fiyat çok yüksek (1000 TL telaffuz edildi, tansiyonum düştü)… Çıktım, vazgeçtim.

Bir taraftan da ömrü hayatımda ilk defa gözlük kaybettiğimi kabul ediyorum ama hala içimde bir şeyler o güzlüğün bir yerlerden çıkacağını söylüyor. Tama sus diyorum o sese, unuttun işte, uzatma, sakin sakin araştırıp uygun bir gözlük bulacağız!

Bu sabah…

Arca uyanmış, opotüsü ile oynuyor, işe gitmek için hazırlanıyorum. Bir anda ilahi bir gücün eli değdi sanki her şeyi hatırlamaya başladım.

Evet bir çantanın yan gözüne tıkmıştım gözlüğü ama sırt çantasına değil, önce oraya tıkmıştım ama sonra Arca’nın suluğunu koyarız buraya deyip çıkarmıştım. O an elime geçirdiğim fotoğraf makinasının yan gözü gözüme güvenli gözükmüştü ve oraya koymuştum.

Hemen çantaya uzandım, yan gözü açtım, işte ORDA!!!

Sabah 8 itibari ile çığlık kıyamet!! İlker koştu, taşkın sevinç gösterilerime sükunetle gülümsedi, belki milyonuncu defa “Allahım ben bu kadını nerden buldum!” diye kendi kendine sordu.

Arca önce anlamadı sonra baktı ortamda neşe var, hemen dahil oldu. Neşeli Günler filminin dağlardaki sahnesindeyiz şimdi…

Do.. bir külah dondurmaaaa
Re… masmavi bir dereeee
Hayat bir müzikal, lay lay lay….

Neye sevineceğimi bilemedim? Bulduğuma mı, dünya para vermek zorunda olmadığıma mı, tekrar gözlük aramak için kazandığım zamana mı,” ben demiştim işte kaybetmem ben gözlük” cümlesini kurabileceğime mi???

Nasreddin Hoca’nın kulakları çınlasın.

21 Aralık 2010 Salı

Geçmiş zaman olur ki

Hamarat insanlara çok özeniyorum. Hani her şeyi kendi yapan, eline her iş yakışan insanlar vardır. Bir poşetten bir oyuncak bebek yapabilir böyleleri. Annem böyledir mesela.

Konfeksiyonun bugünkü kadar kolay ulaşılabilir ve ucuz olmadığı yıllarda bütün kıyafetlerimizi annem dikerdi.

Dikiş, çocukluğumun en güzel anılarından biridir.

Annemin çok güzel dikiş dikmesinden midir yoksa dikiş malzemelerinin her daim ortalıkta olmasından mıdır bilinmez, çocukken terzi olmak isterdim. Annem Burda dergilerinin bütün sayılarını alır, içindeki patron kağıtlarından kalıplar çıkarırdı. Eski sabunları atmaz, kumaşı bu sabunlarla çizerdi. En çok da Duru elmalı yeşil sabun! Salonun geniş yerinde oturur, kumaşa ilk makası vurmadan hemen önce beni çağırırdı, “ oturma odasından koşarak gel” derdi. Çocukluğun heyecanı ile uzun koridoru patır kütür koştururdum. Mutlaka boynuna sarılırdım. “Ay tamam dur makas var elimde” değişmeyen cümle. Koşar gelirsem dikişin hızlıca biteceğine inanırdı(k).
Ben çok küçükken Singer dikiş makinası vardı annemin, altı dolap olanlardan, içine girip saklanırdım.

İşte bu resimdeki gibi…



Kumaşı iğnesinin altından geçirip sedefli beyaz ojeli parmaklarıyla iki tarafından gerdirdiği geliyor gözümün önüne, gözümü kırpmadan seyrederdim. Hep bir dikiş makinem olsun istemiştim. Parmaklarımı anneminki gibi iki tarafında çeke çeke tutturayım kumaşımı, makine bızt diye diksin.

O zamanlar cadde üzerinde olan Nokta kırtasiyesi, oyuncak da satardı. Nicedir vitrinden bakıştığım bir dikiş makinası vardı. Hem pilli hem de kollu. Minicik pembe beyaz. bayram harçlarımı biriktirmiş, üzerine de annemler eklemişti, kalbim küt küt, alıp eve gelmiştik. O zamana kadar elle yaptığım makine dikişini artık makinemle yapabilecektim, Allahım ne mutluluk. Annem ne zaman dikiş tezgahını kursa, ben de kendi malzemelerimi dökerdim. Saatlerce dikiş diktiğimi hatırlıyorum. Öyle tasarım harikaları değil tabii ki, oyuncak bebeğin annemin artan kumaşları üzerine yatırılarak çıkarılmış kalıplardan elbiseler, etekler. Keserken bez bebeğimin kolunu kesmişim, hadi bir dikiş de ona.

Terzilik çocukluk hayali olarak kaldı. Sonraları lisedeyken annemle şahane elbiseler, bluzlar diktiğimizi hatırlıyorum. Tabii o dikerdi ama ben de onunla Kemeraltı’na iner Tatarlar’dan Hacılar’dan köşedeki parça kumaşçıdan kumaş seçerdim. Sağda solda gördüğüm modelleri anlatırdım, annem yine Burda dergilerinden çıkardığı kalıplarla uydurur, dikerdi. Defalarca prova defalarca oynama, kurcalama. Çok keyifli günlerdi.

Sonra sonra hazır giyim ucuzladı, dikmek külfet gelmeye başladı anneme. En son ablama hamile kıyafetleri diktiğini hatırlıyorum. Öyle bıkmış ki dikmekten şimdilerde dikiş desen “aman pazarda 3 kuruşa alasını alıyorum, ne gereği var, o kadar zaman harcamanın” der. Belki de ben odadan koşup gelmiyorum ya artık tadı kalmamıştır dikişin:)

O zamanlardan kalma bir alışkanlıkla, alışverişe çıkmadan önce dergi karıştırırım, satın alacağım kıyafetleri önce kafamda giydiririm kendime. Sonra butikteki tezgahtarlara anlatırım, şurası şöyle burası böyle diye. Genelde anlamazlar, başka bir şeyler önerirler. Kabinde denediğim kıyafetlerin hemen hiç biri aklımdakiyle örtüşmez, pek çok defa elim boş dönerim.

Alışveriş dönüşü İlker ne aldığımı sorar, çoğu zaman "hiç" derim, nasıl bir şey aradığımı anlatırım, "hadi" der "nerde gördüysen gidip alalım". Alamayız ki kafamın içinde gördüm ben o kıyafeti.

Geçende alışverişe gittiğimde yine bu geldi aklıma, keşke annem gibi derdimi anlatabildiğim bir terzi olsa elimin altında, istediğim elbiseleri anlatabileyim, istediğim kumaşları birlikte seçelim, sonra dikelim. Ya da keşke vaktim, becerim, sabrım olsa, kendim diksem eski günlerdeki gibi.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Çocukluğumda hiç çam ağacı süslemedim ben!

Neden bilmiyorum, yani ağacımız yoktu hiç olmadı. Hani yılbaşı kutlamayan bir aile miydiniz deseniz, yooo hem öyle bir acayip kutlardık ki öff! Sofralar kurulur, tombalalar çıkar, video olduğu yıllarda eğlence illa ki kaydedilir, ertesi günlerde de seyredilir, hatta dansözlü kısımlar geri sarılarak defalarca izlenir, Zeki Müren heyecanla beklenir, Zeki Müren de bizi görecek sanılır: ) Harika geçirirdik yılbaşlarını. Kokinamız eksik olmazdı. Bir de ablamla mutlaka gramafon kağından yaptığımız kedi merdivenleriyle, para biriktirip köşedeki kırtasiyeden aldığımız balonlarla, süslerle evi süslerdik. Demek ki o yıllar yılbaşı ağacı süsleme olayı pek moda değilmiş diyeceğim bu durumda. Ha bir de minik not, şimdi annemlerde devasa bir ağaç her yıl süslenir.

İlk yılbaşı ağacımı İlker aldı bana. Okuldayken anlatmışım özencimi demek ki, yılbaşı hediyesi olarak almıştı. Yıllarca o maki (20 cm kadar olunca ağaç demek pek saçma geldi) evimizi süsledi. Hatta hiç unutmam, İlker askerdeyken annemler bana gelmişlerdi, yılbaşı arifesi hadi dedim çıkaralım ağacımızı süsleyelim, itina ile paketlediğim diplerden çıkarıp, özenle kutuyu açıp içinden bu çalı çıkınca annemler kocaman ağaç kuracağımı ummuş olacak epey dalga geçmişlerdi, hala özenle kutusundan çıkarışımı taklit edip gülerler. Gülsünler napalım benim ilk yılbaşı ağacımdı o!

O küçük makinin üzerine ağaç koklayamadık bak seneler geçti. Geçen yıl özenip büyük alacak olduk hadi dedik Arca’nın anlayacağı zamana bırakalım.

Cuma günü izin aldım, arabanın alım satım işleri devlet daireleri, arta kalan zamanda İlkeri ayarttım, çam ağacı alacağız. Bornova’da işimiz vardı, gitmişken İkea’ya girdik. Şahane süsler var, ağaçtan önce süslere daldık. Hatta ağaç devrilmesin diye bir düzenek yapmışlar, ondan bile aldık.

Ağaçları bir türlü beğenemedik. Kipa’ya geçtik, yok, en iyisi Koçtaş’a da bakalım dedik, elimizde süslerle döndük.

Pazar sabah erkenden önce Koçtaş’a gittik, yok güzel değil. Sonra AVM’deki oyuncakçıya baktık, yok buradaki de vasat. Tekrar Kipa’ya gittik, artık kesin ağacı alacağız. İstediğimiz ağaç kalmamış. Bastık Bornova’ya gittik, orada da yok. Yine İkea’ya girdik, yok yine içimize sinmedi, dünya para ama yapraklar seyrek seyrek! Alsancak’a inecektik, dönüşte Gaziemir Kipa’ya girdik. Orada da kalmamış! İlker “var mısın Karşıyaka?” dedi orada kopmuşum!! Çok ama çok kıl bir çift olduğumuza İzmir’in yarısını turladıktan sonra karar verdik.

Eve elimiz boş döndük.

Arca çok keyifliydi ama … arabada Barış Manço’nun nane limon kabuğu şarkısını defalarca çaldırıp "hapşuuu" diye eşlik etti, her durakta dışarı çıkıp yağmurda yürüdü, birikintilere şap şap yaptı, hatta Kipa’da tırtıla bile bindi.

Hadi biz sabrederiz de işin kötüsü Arca süslere hasta oldu, oynamak istedi. Ne kadar gıcık bir çift olduğumuzu, kıçı kırık bir çam ağacını bile beğenemediğimizi anlayacak durumda değildi.

Bari nefsi körelsin diye, akşamın ilerleyen saatlerinde emektar çam makisini törenlerle kutusundan çıkardık.

Arca büyülendi. Noel Babalara hediye paketlerine bayıldı.

Bir de şu düdükler (ne deniyor onlara bilmiyorum) kalmış geçen yıldan, yaklaşık bir saat birbirimize üfürttük, çok neşeliydi çook! Yılbaşı öncesi eğlence provası oldu.


Süsler hazır, yeri belirlendi, sabit tutacak kaidemiz mevcut, bir de süslemek için deliren bir sabırsız Arca var elimizde! Tek eksiğimiz bir çam ağacı şimdilerde!

8 Aralık 2010 Çarşamba

Yelek : 5 TL / İttaiye : 15 TL / uykuda üşüme ve uykuya dalma sorunlarına çözüm : PAHA BİÇİLEMEZ


Adım gibi biliyorum sabaha karşı üşüyor.

Geçenlerde gece zıçması yaşadığımız gece biz üşüdük, o nasıl üşümesin! Sonra başka bir geceydi, direkt sordum, üşüyor musun diye, evet dedi en kocamanından! Ama iş üstünü örtmeye geldi mi yaygarayı basıyor.

Uyku tulumu da sevmiyor. Hadi o geçen yıl mothercare’den aldığımız ayaklı tulum şeklinde olanlardan alalım deneyelim desem, evin içi ilk yatırdığımızda çok sıcak oluyor, çok terleyecek, sonradan giydireyim desen o tulumları giydirmek meşakkatli iş. Termal atlet ve uzun kollu içlik ile hafiften sorunu çözer gibiydik ama gel gör ki önümüz kış, geceler şimdiden buz.

Birkaç ay önceydi, Salı pazarından Arca’ya penye yelekler almıştım, bu fotoğraftakini de hani kış günleri iyice soğuk olur, evde giysin diye almıştım, mevsim normallerine bir türlü inmeyen hava şartları yüzünden daha giymemişti. Bolca büyükçe bir yelek, çift taraflı içi de hafiften dolgulu gibi, kısacası epey sıcak tutan cinsinden.

Birkaç gece önceydi, ilk uyandığında giydirdim, oh ondan sonra sabaha kadar uyanmadı, sonraki geceler de denedim, oh iyi sırtı göğsü sıcacık ayaklara da çorap giydiriyorum, tamamdır, sorun çözüldü!

Poz ver deyince “ittaiye” arabasını almak istedi, çünkü bu yeleğin adı ittaiyeci yeleği, yeleği sevsin diye uydurduğum bir formül.

Bu postu bu küçük alışveriş tüyosu ile bitirecektim ama o itfaiye arabası mevzusuyla ilgili hikayeyi anlatmam lazım.

Arca’ya önceki bayram halası köpükler çıkaran bir itfaiye arabası almıştı. Hatta Özge’nin geldiği buluşmada bütün çocuklar ilgi göstermişti. Arca o aracı o kadar çok seviyordu ki aracın ömrü Kurban bayramını görmeye yetmedi, çöpün dibini boyladı.

Unuttu sanmıştık, taa ki çiftlik yapbozunu Nilda’nın taşıtlar yapbozu ile değiştirene kadar. “ittaiye, ittaiye” diye tutturdu. Bir daha bulmak bir tarafa almak istemiyoruz artık, sonuçta haşin oynadı, kırdı, kendisi çöpe attı.

Bu arada çok önceleri Arca bir kamyonu çok beğenmiş ve İlker almış ama o kadar kalitesiz ki daha paketini açarken kırılacak belli, benim arabada duruyordu, bir vakit bulup değiştirecektik. Vakit bulamadık.

O hasta olduğunun cumartesi günü evdeyiz, öğle uykusu için aslında ölüyor ama bir türlü uyumak istemiyor, rüyanda ne göreceksin diyorum, “ittaiye” diyor. Artık kararlıyım, dayanamıyorum, uyusun İlkeri arayacağım gelirken itfaiye arabası getirsin.

İlker uyutmak üzere olduğumu bildiğinden ama detaylardan habersiz anahtarı olmayınca kapıya bırakmış paketleri ve bu kamyonu, sonra da arabayı yıkatmaya götürmüş. Beni aradı, haber vermek için. Arca uyudu sandım, telefona baktım, baktım pıtı pıtı arkamda, konuşurken gayri ihtiyari kapıyı açtım, Arca sevinçten uçtu!!

İTTAİYE İTTAİYE!

O kadar sinirliyim ki 2 saatlik uyutma çabalarım yandı bitti kül oldu artık ittaiye bile söndüremez!!

Paketi açtı, salondaki araba pistine konuşlandı, tamam dedim sen oyna ben şimdi geliyorum. Gidip yatak odasına gömdüm kafamı yastığa bildiğin bağırıyorum, anırıyorum, sesim duyulmuyor, oh rahatladım (manyak anne profili takdimimdir).

Baktım salonda oynuyor, nasıl saf bu abuk kamyonu itfaiye arabası sanmış, iyice inanmış, itfaiye sesleri çıkarıyor. Hadi annecim gel uyuyalım artık, itfaiye arabası da gelsin beraber uyuyun diyorum, uyuyorlar. Ama plastiği filan öyle kötü ki dalınca alıyorum elinden.

1,5 saat sonra uyanıyor ve sesleniyor, İTTAİYE!!