4 Ağustos 2015 Salı

Ebeveyn eğitim kitapları gerekli!

Geçen yazıda "ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?" diye sormuş, "okusan da olur, okumasan da olur" listesi çıkarmıştım. Okuyucuya katkılarım bu kadarla kalacak sanıyorsan yanılıyorsun bacım! 

Okuduklarım arasından şiddetle tavsiye ettiklerimi de listeledim, allahım bu kadar fayda sağlayan başka bir blog daha bilmiyorum ve bekle beni, kollarımı açtım sana geliyorum!

Ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?

Bu satırları okumaya başlamış insan, beni az buçuk tanıdıysan, okuma manyağı olduğumu biliyor, beni böyle seviyorsundur. Sevmiyorsan canın sağ olsun da, konumuz o değil.

Umumiyetle edebiyat eserlerini tercih etmeme rağmen ara sıra dellenip kişisel gelişim kitaplarına da el attığım olmuştur. Ana baba eğitim kitaplarını kişisel gelişim türünden sayarsak hatırı sayılır adette kişisel gelişim kitabı okuduğumu itiraf etmem yerinde olur. Tabii geliştik mi gelişmedik mi bilemem, onu zaman gösterecek.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Sandık

Yıllar evvel, o zaman distribütörlüğünü yaptığımız markanın tüm dünya ülkelerinden temsilcilerini topladığı bir haftalık forumlara katılırdım. Dünyanın her yerinden farklı kültürlerde insanlarla tanışmak benim için bulunmaz bir tecrübeydi. Tarih bilirsiniz, okulda okutmuşlardır, savaşlar, antlaşmalar, yenilgiler, başarılar… Ama insanları anlatmaz tarih. Yıllarca savaştığımız, üzerlerinde egemenlik kurduğumuz veya kardeşçe yaşadığımız insanları anlatmaz. O toplantıların birinde Macar bir bey ile kahvaltı sohbetimizi unutmuyorum. Türk olduğumu öğrenince, dillerimiz ne kadar farklı olsa da ortak çok sayıda kelimemiz olduğundan bahsetmişti. Pabuç mesela.

Bu aralar, elimde Macar yazar Magda Szabo'nun "Iza’nın Şarkısı" kitabı var. Okurken, sık sık o beyle olan sohbetimizi hatırlıyorum. Ülkelerin kültürlerini, coğrafya veya tarih derslerinden değil, eğer oralara gidemiyorsak, insanlarıyla tanışamıyorsak, edebiyatları aracılığı ile öğrenebiliriz. Ve fark ettim ki, her ne kadar Türk yazarlara öncelik versem de aslında en keyif aldığım kitaplar, farklı coğrafyaların yazarlarının eserleri…

29 Temmuz 2015 Çarşamba

kısa #7

Sabah daha dokuz olmamış, karşımdaki memurenin evden çıkmadan duş aldığı aşikar, düşün ki daha saçları kurumamış. Nüfus kağıdıma bakıyor, bir de bana ve “bu size hiç benzemiyor” diyor, üslup oldukça ters. Şakaya vuruyorum, eh on beş sene önceki fotoğraf, benzemez tabii, diyorum. İlker, “bak yaşlandın işte gördün mü” diye dalga geçiyor, ıslak saçlı memure bizim latifelerimize gülümsemeyi bırak, vaktini çaldığımız için sinirli “ehliyet filan yok mu” diye soruyor. Bakıyorum aynı fotoğraf eh ehliyeti de on beş sene önce aldım, o varmış, onu koymuşum. Uyuzuna denk geleceğimi bilsem pasaportumu taşırdım yanımda. Cüzdanı kurcalıyorum, ilkyardım sorumlusu kartımı buluyorum. “Niye bunu veriyorsunuz ki” diye soruyor beriki; tamam artık geriliyorum “inanmadınız ya, son fotoğraflı kimlik” derken içimden daha fazla terslenemediğime kızıyorum. Ama kimse kusura bakmasın, sabah nemrutu ben bile bu kadar uyuz olamam. Memure o kadar bezgindi ki, yürümeye mecali yoktu, fotokopi çekmeye değil de sanki çile çekmeye gidiyordu, Allah çektirmesin.

İlker’le aynı şeyi düşünmüşüz, göz göze geldiğimizde “insanlar sabahın bu saatinde neden bu kadar bezgin olur?” diye sordu.

Ve oyuncaklar da sadeleşmeden nasibini alır...

Marie Kondo, kitabında çocuklardan, oyuncaklardan, mutfaktan(!) bahsetmeyi unutmuş! Hanım hanım benim kitaplarıma laf edeceğine mutfak eşyalarına el ataydın! Ama işte bunlar hep Japon. Bunların 1934723974 parça yemek takımları, zilyon tencereleri, her gördüğünü isteyen bebeleri yok tabii!

İşin şakası bir yana, Marie Kondo bahsetmemiş ama oyuncak ciddi bir mesele. Marie Kondo yazmadıysa da siz "Daha sade bir hayat" kitabını okuyun, (ya da benim kitap hakkındaki uzun yazımı okuyun:P) bakın görün evi oyuncaklardan yana sadeleştirirken nasıl da cesaretiniz yerine gelecek.

Sadeleşme dedin mi bacım elini korkak alıştırmayacaksın.

24 Temmuz 2015 Cuma

Çeşme’de hayatta kalma rehberi

İzmir’de tatil demek, aslında deniz demek. Bayramı birleştirmek, bir haftalık “her şey dahil” otellere taşınmak, daha doğrusu “tatile gitmek” İzmir’linin lügatında yok, “denize gider” İzmirli. Yazlığı olmasa da, içine mayosunu giyer, arabası olmasa da belediye otobüsüne biner ve “denize” gider. Bu da bu şehrin güzelliği…

Ya da laneti mi demeli?

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Marie Kondo ile "hayatı sadeleştirmek için derle topla rahatla"

Marie Kondo, “derle topla rahatla” demiş ama önce atıyorsunuz! Yani kitabın adı “at, derle, topla, rahatla” olmalıymış. Evet, her şeyi atıyorsunuz, sonra kalan sağlarla yeni bir düzen oturtacağınız ve o düzenin devamlılığı vaat ediliyor kitapta. Her şeyi atmanın bin bir türlüsünün anlatıldığı uzunca bölümü okurken sık sık, “yav benim muhterem de atıp duruyor, at demek ne zamandan beridir üç milyon sattırdı” diyor, allah biliyor ya anlamıyordum. O kadar attıktan sonra yani evde tek çöp eşya kalmadıktan sonra düzenin bozulmasına imkan var mı? Yok! Yani olmaması lazım.

Çocuklar öldü ama hadi biz sistem geyiği çevirelim. Kitap yorumu: Çi



Çocuklar öldü.
Çok sayıda genç insan öldü.
Gülümseyen, geleceğe umutla bakan, içinde sadece umut olan çocuklar öldürüldü.
Allah biliyor ya, ne için Suruç'a gitmişler, alt kimlikleri ne imiş, isimleri ne imiş, umrumda değil. Ben o fotoğraf karelerinden gülümseyen gözlerin artık olmadığını biliyorum, bu da yeter, yetmez mi?

İyi o halde sizi klavye başında sosyal medya makaleleri derlemesi, farkındalık curcunasına buyur edelim: Çi.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Süper kadın... mı acaba?

Bu aralar bana biri süper kadın filan derse, tevazu göstermeyeceğim, müsterih olunuz.
Zira dötümde motor, köpeğin kuyruğu duruyor ben durmuyorum, allah biliyor ya, bu halime kendim de şaşırıyorum. Çarşamba günüydü, akşam ofisten en son ben çıktım. Eh bayram öncesi cümle alem arazi… Baktım ofisin önünde kargo arabası, benim bikiniler vardı, verin bakalım paketimi dedim çocuklara. Yapma abla, nasıl bulalım dediler, araba ağzına kadar silme paket. Tınmadım, o araçta benim paketim, girer kendim ararım dedim. Adımı sordular, duyunca bir tanış hissettiler, sohbete daldık. Bir tanesi, “abla sana ne geliyor böyle ya, sürekli kargo sürekli kargo” “vakitsizlikten kıçımdaki dona kadar internetten alıyorum” demedim tabii ki elin kargocusuna, “aa n’apayım bütün alışveriş siteleri de sizin şirketle gönderiyor” dedim, ay babasının şirketi sanki, bir aidiyet duygusuyla şişindi seninki, paket derhal bulundu. Arca donlarına ben de bikinilerime kavuştuk neyse ki… Don derken abartmıyorum yani, vakitsizlik derken hele hiç abartmıyorum.

14 Temmuz 2015 Salı

Yaptığın anana, öğrendiğin karına

Annemin bizi ev işlerine dahil ederken söylediği çok veciz bir söz vardır, "yaptığın bana, öğrendiğin kendine". Ergenken gıcık olurdum, halbuki ne kadar manalı bir söz!

Yaptığını ettiğini boş ver, eminim yaptığımızın ardından anneme daha fazla iş çıkarıyorduk ama ses etmezdi. Arca yaşlarında mutfakta görev almanın benim için ne kadar önemli bir sorumluluk olduğunu hatırlıyorum. O yoğurda sarımsağı ezmenin, o salatanın marulu yıkamanın, o çorbayı karıştırmanın verdiği "büyüdüm, başarabiliyorum" hissini tüm dünya bir araya gelip sırtını sıvazlasa ve aferin dese, veremez. 

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Bizim evin halleri, tatil ve diğerleri

Allah biliyor ya, çok yoruldum. Yazlık tatili çocuklar için ne kadar eğlenceliyse, anneler için o kadar yorucu. Hele ki yazlığa hepten taşınmamışsan ve birkaç günlüğüne gitmişsen. Yazlığa okullar kapanır kapanmaz giden ve tüm yazı orada geçirenler yazlık temposuna bir şekilde alışmış oluyor, günlük rutinine ayak uydurabiliyor. Ama benim gibi kendine dinleneceğim diye manasız hedefler koyarsan fena halde ters köşe olursun. Baştan kabullen bacım, dinlenemiyorsun. En azından vücuden dinlenemiyorsun.

9 Temmuz 2015 Perşembe

Dumur diyalog #145

Arca şantiyede çalışmaya gitmiştir, heveslidir, lakin hava çok sıcaktır.
Güneş tepeye çıktığında İlker, oturmasını dinlenmesini söyler.

7 Temmuz 2015 Salı

Herkes köşe yazarı olabilir

Bizim gibi blog köşelerinde köşe yazarcılık oynayanlardan değil, bundan para kazananlardan bahsediyorum. Hele ki anne-çocuk köşesi filan yazıyorsan, daha da kolay. Biraz klavye tıngırdatman, biraz da facebook’tan makale okuman, azıcık yabancı yayınlardan araklaman (pardon kaynaklaman) yeterli. Hatta kaynak, uzman görüşü filan bildirmene bile gerek yok. Temcit pilavına çevireceğin konuyu sosyal medya mecralarında ses getirecek cinsten seçtin mi, sırtın yere gelmez. Herkesler senden bahseder, sakız olur uzarsın…

Geçen çok dikkatimi çeken bir hatta birkaç olaya denk geldim, ve taşları yerlerine yerleştirince fark ettim ki, herkes köşe yazarı olabilir.

Nasıl bak anlatayım.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Küçük siyah elbise

Evdeki sadeleşme girişimleri tam gaz devam ederken sıra fotoğraflara geldi. Bir kutuya elimize ne geçerse atmışız, eski yeniler… Karmakarışık. Annemin çeyizim için özel boyadığı bir sandık var, onu fotoğraf sandığı yapmaya karar verdik. Güzel olacak, eminim. Taşınma öncesi dağınıklık olmasın diye, salondaki çerçeveli fotoğrafları da koyuvereyim, yerleşirken yine konsolun üzerine koyarız dedim. Tam toparlayacağım… gözüme bir şey ilişti.

2 Temmuz 2015 Perşembe

Cesur Yeni Dünya

Huxley, bireyin önemsizleştirildiği, toplumun yüceltildiği, herkesin herkese ait olduğu bir dünya yaratmış: Cesur Yeni Dünya.

Burada sanat yok, düşünmek yok, tüketim var, mutluluk var. Ama bizim anladığımız anlamda mutluluk değil.

29 Haziran 2015 Pazartesi

Sadeleşmek mi? Sanata, sanatçıya ihanet mi?

“Hobisini işe dönüştürmek” diye bir tabir var ya, gerçek anlamda yapmak istediği şeyi değil de başka işleri meslek edinmiş kimselerin hayalidir, etrafımızda pek çok örneğini görürüz. Peki ya “işini hobiye dönüştürmek”? Sizi bilmem ama benim aklıma bu sınıflandırmaya giren tek kişi geliyor: babam. Emekliliğini ilan ettiğinden beri işi tamamen hobiye dönüşmüş durumda. Yıllardır atmadan biriktirdiği her parça malzeme, eşya da bu hobi öyküsünde birer karakter. 

24 Haziran 2015 Çarşamba

Kıskançlıktan ağladığın oldu mu?

Benim oldu ve inanır mısın gözyaşlarım kitabı tutmakta olan elime damlayıncaya kadar ağladığımın farkında bile değildim. Üstelik durum çok komikti. Yani düşününce, duyguların boyutundan aklın boyutuna inince, neden ağladığımı fark etmek komikti.

Hani televizyonda skeçlerin oynandığı bir şov var, Kemal Sunal’ın oğlu (allahım o adam yaşlandıkça babasına benziyor ve ben onu yaşlandıkça daha çok seviyorum) sunuyor. Hah orada kemgöz Şevket diye bir karakter var. Gözlerini belertip “kişke benim olsa” cümlesini patlattı mı, kıskandığı şeyin başına bir şey geliyor. Oyuncunun da karakterin de hastasıyım.

O gün, kıskançlıktan ve sinirden gözyaşlarımı tutamadığım o gün, biraz daha keyifli bir günümde olsaydım, zırlamak ve zırlamam karşısında şaşırmak yerine, muhtelemen bir “kişke benim olsa” patlatır neşemi bulurdum. Çünkü saçmaydı.

Saçma olduğu için de şu anda burada rahatlıkla yazabilirim.

22 Haziran 2015 Pazartesi

Kurtlarla Koşan Kadınlar : Veda

Birlikte okumak çok güzel ama bazı kitapları birlikte okumak çok daha güzel.

Bir buçuk yıl kadar önce yıllardır okuma listesinde öylece duran “Kurtlarla Koşan Kadınlar”ı elime aldım. Geç bile kalmıştım. O kadar etkilendim ki, blogda birkaç kelam ettim hakkında. Derken yorumlarımı okuyan kitap kulübünden Banu, “kulüpte okuyalım” dedi. Olmaz, dedim. Bu öyle roman gibi okunup tartışılacak kitap değil dedim. Bölüm bölüm okuyalım dediler, hatta Sıla “ben size masalları canlandırırım, oynarım” dedi, bir heyecan dalgası sardı cümlemizi.

19 Haziran 2015 Cuma

Yaz

Bir fittiri yazı atıp hop “ben artık sosyal mecralarda takılamayacağım” mesajı veren ama günde bilmem kaç defa sosyal medyayı dikizleyen tipişkolardan değilim ama son bir haftam böyle geçti. Çünkü kafa binbeşyüzdü!

Nasıl olmasındı?

16 Haziran 2015 Salı

Biraz müsaade

Hayatımız karıştı. Karmakarıştı. Bırak bloga yazı yazmayı, dünyam şaştı. 

Hiç bu temada bir yazı yazacağım aklıma gelmezdi ama ben biraz düzenlenesiye kadar bana müsaade...

En kısa zamanda görüşmek üzere...