Bu ara kendimi deli gibi
okumaya verdiğimi kabul ediyorum.
Aslında kafa yorucu veya
edebi yoğunluğu fazla olan kitaplar değil bunlar. Özellikle de Napoli romanları
serisi. Şimdilerde çok satanlar listesinde olan “Benim olağanüstü arkadaşım”, “yeni
soyadının hikayesi”, “terk edenler ve kalanlar” sırasıyla dört cildin ilk üçü.
Nasıl buldun dersen,
sevdim derim, yoksa ilkini okuduktan sonra devam etmezdim. (misal, Fi, Çi
okudum ama Pi asla!) "Müthiş, sıradışı, muhteşem…" gibi sıfatlarla bezeli on
küsur sayfalık eleştirmenlerin notlarına bakarsan, bir başyapıt okuyacağın
beklentisine girebilirsin, girme. Aynı mahallede büyümüş iki kadının
çocukluklarından başlayan hayat hikayelerini okuyacağını düşünerek başla
kitaba, yoksa beklentilerin boşa çıkabilir.
Kitap iki baş karakterin
(Lila ve Lenu) yanı sıra, kurgusuyla, sürükleyici anlatımı ve kolay okunur
diliyle, arka fondaki İtalya tarihi ve yan karakterlerin dönüşümünün müthiş
detayları ile çok başarılı.
“Bütün bunlara rağmen
niye hala başyapıt demiyorsun kadın!” diyorsan, haklısın ama benim bir
başyapıtta aradıklarım bunlarla sınırlı değil demek ki… Aman canım sen beni
niye dinliyorsun ki, ben edebiyat otoritesi miyim?
Ama illa dinleyeceğim
diyorsan, okumaktan zevk alacağını garanti ederim, dediğim gibi sevdim ben,
elimden bırakamadım, mesela şimdi bile şu yazıyı bitirsem de üçüncü cildi de
deviriversem diyorum. Sonra dördüncü cildi de basılmamış, nasıl bekleyeceğim,
üçüncüye biraz ara mı versem diyorum.
Yok yok ben okuyayım,
bitsin. Aklımda duracağına…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder