17 Ocak 2011 Pazartesi

Kabullendik, sırada... Arca'yı topluma kazandırma procesi


“Yavaştan canlanan çocuk”, “kitap bebek”, “nazlı çocuk”…

Her kitapta ayrı bir etiket. Bunlar tabii ki hap şeklinde hazırlanmış ve kolay yutulsun kolay sindirilsin formülleri. Yermiyorum, eleştirmiyorum, çok faydalandım, faydalanıyorum.

Arca için yeni etiketler ekleyebilirim, çeşitlendirebilirim… “hemen kaynaşamayan, temkinli, yavaş yavaş ortama ısınan, iyice ölçüp biçen, tanımadığı ortamlara kolay alışamayan…”

Artık çok üstünde durmuyorum, kriz anlarında soran gözlerle bakanlara – sanki mecburmuşum gibi- davranış psikolojisi, karakter haritası veya “günlük rutinden şaştı” konulu brifing vermeyi bırakalı çok oldu.

Ben kısaca “Arca işte” diyorum. Nev-i şahsına münhasır bir çocuğum var.

Alkolizm derneği toplantısındaki gibi, “Ben Yeliz, benim bir çocuğum var, adı Arca!”
Ve salondan alkış kopar, yüzüme bunu kabullenmenin ve dile getirmenin verdiği huzurla bir tebessüm yerleşir, bir oh çekerim.

Bu aslında zorlu bir yolun ilk adımıdır. “Olsun adım atmak başarmanın yarısı” dediğinizi duyar gibiyim, lakin o iş öyle kolay değil.

GERÇEKTEN kabullenmek, olduğu gibi kabul etmek. Çok çetin bir yol. Zira bu yolun üzerinde çok tehlikeli tuzaklar var.

Kendi bakış açınla olaylara bakmak mesela, çok sakıncalı. Çünkü o ben değil, ne şimdiki ne küçüklüğümdeki, o bambaşka bir insan.

Sonra başka bir tuzak da başka çocuklarla karşılaştırmak, bu iyi ya da kötü hemen her anababanın en azından acemi dönemlerinde düştüğü bir tuzak.

Bu tuzaklar olabildiğince bertaraf edebilirse, sıra daha zorlu ve dikkat edilmesi gereken kısma geliyor.

- Benim elimde sadece bir tane denek olduğu için genelleme yapmadan “Arca deneği” üzerinden konuşacağım. -

Çocuğu topluma kazandırmak!

Bu ciddi emek isteyen bir proje ve hassas bir süreç, el emeği istiyor, ciddiyet istiyor, üzerinde düşünmek istiyor.

Elimizdeki malzeme belli. Uyguladığımız işleme göre bu malzemeden arkadaşlarıyla paylaşan, onlarla oynamaktan zevk alan, daha az mızmızlanan, daha sosyal bir çocuk da çıkabilir, daha içine kapanık, daha anne delisi, daha mızmız, ağlak bir bebe de çıkabilir.

Süreç uzun, her hikayemiz “iyi malzeme iyi yemek” ile sonuçlanmıyor. Bazen yemeğin altını yakabiliyoruz. Ama bazen de öyle lezzetli oluyor ki iki tabak yiyesimiz geliyor.

Uzman görüşlerine değer vermek sürecin bir parçası, cumartesileri gittiğimiz oyun grubunun psikologunun geçen haftaki krizin akabinde sunduğu “kenarda durmayın, Arca oynarken sizi gördüğünde konsantrasyonu bozuluyor, sizinle vakit geçirmek istiyor, gidin gezin kahve için” tezini uygulama kararı aldım.

Hafta içi işledim Arca’yı. Fitne fücur soktum o minik beynine.

"Hafta sonu oyun grubuna gidilecek, Ela da gelecek, anne içeri girmeyecek, dışarıda işi var, Arca Ela ve ablalarla oynayacak."

Hatta bu özet sohbet bir hikayeye dönüştü ve uyku önceleri defalarca anlatıldı.

Arca’nın içinden; “öf amma kastın anne bea, gel işte birlikte tepişelim, kaydıraktan kayalım, sen daha güzel eğliyorsun beni, bu çıtır ablalardan daha canlısın” dediğini duyar gibi olup duymazdan geliyorum.

Paylaşmayı öğrenmeli! Farklı ortamlarda bensiz de takılabilmeli. Başarabiliriz!! Arca ben olmadan ve ağlamadan başka ablalarla ve çocuklarla farklı bir ortamda oynayabilmeli!! Hani bunu yapabilirsek ve arızasız günü geçirirsek Afrika’daki aç çocuklar doyacak sanki! Allahım buradan bakınca ne kadar anlamsız geliyor. Sanki Arca’nın topluma kazandırılmasının tek kriteri oyun grubunda annesiz oynayabilmesi. Artık nasıl kafayı sıyırdıysam?

Şimdi gülüyorum ama samimiyetle Arca’nın o gün bensiz, Ela ve ablalarla oynamasını gerçekten istediğimi söyleyebilirim, bunu bir başarı, bir adım öteye gitme, artık ne dersen de, olması gerektiğine öyle inandırmıştım ki kendimi, sanki bu başarının ardından ikimize ana oğul madalyası takılacak.

Tabii Arca’nın evden çıkmadan hemen önce kayan çorapları ile koşarken slalom yaparak kafayı yatağın köşesine çarpması ve yaklaşık bir saat o kafanın şişini indirmeye çalışmamız hesapta yoktu. Hatta gitmeyelim istersen dedim, öyle işlemişim ki, illa ki gidecek.

Diğer hesaba katmadığımız konu o gün Ela’nın karnının aç olmasından dolayı hafif arıza kodu vermesiydi. Neyse yarım saat kırkbeş dakika beni umursamadan güzelce oynadı. Çok da üstelemedim, kucak istediği ilk anda çıkardım alandan.

Ela’larla birlikte Kipa’nın içinde gezmek daha eğlenceliydi. Kitaplar aldık, ikisi market arabalarında birbirlerine öpücükler gönderdiler. Nasıl tatlılardı, Arca Elayı seviyorrrr!!!

O yorgunluğun üzerine Arca gündüz sadece yarım saat uyudu. Akşama doğru arıza sesleri çıkarıyorken Nazlı aradı, çaya geleceğiz diye, önce hayhay sonra amanın Arca çok az uyudu, arıza yapabilir uyarısı. Aman Cansu hiç uyumadı, boş ver dedi. Allah biliyor ya akşam Cansu ile saç saça kavgaya girişeceklerinden adım gibi emindim.

Cansu gelecek deyince Arca bir sevgi kelebeğine dönüşüverdi. 4 bebek tabağı makarna bile ağırlık yapmadı düdüğe. (Bu arada makarnanın içinde de çikolatadaki gibi mutluluk hormonu salgılamamızı sağlayan bir madde mi var?)

Cansu ile süper oynadılar, Tow mater ve mcqueenin nasıl çalıştığını gösterdi. Aletleriyle tamir yaptılar, hatta üstüne binilen arabasını verdi, sırayla bineceksiniz uyarısını dikkate aldı, kaplumbağaları çok seven Cansu’ya peluş kaplumbağasını verdi, hatta üçümüz birlikte Arca’nın yatağına girip Kırmızı Elma kitabını okuduk.

Bir peri masalı bile bu kadar güzel olamazdı.

Şimdi bakıyorum da, varsın oyun grubunda kendini ispatlamasın, (daha doğrusu ben ispatlamayayım: ) ) Arkadaşlarıyla oynuyor mu, oynuyor! Kendi kendine oyun oynuyor mu? Oynuyor! Arkadaşlarını seviyor mu? Seviyor! Paylaşıyor mu? Hmm evet, daha yolumuz var ama evet diyelim yazının ruhunu bozmayalım: )

“Eh tamam işte! O kadar kasmaya da gerek yokmuş” demek isterdim ama arızanın önde gideniyim, iflah olmuyorum, Arca’yı hafta sonu aktiviteleri için şimdiden işlemeye başlıyorum.

Bu haftanın konusu : Ela’nın doğum günü partisi (Ela’nın doğum günü partisine gideceğiz, arabada başka arkadaşlarımız da olacak, uzun bir yol, istersen uyuyabilirsin, Ela’nın pastasını üfleyeceğiz, alkış yapıp oynayacaksınız, Tuna, Berk, Ege, Demir, Alpi… )

12 yorum:

Adsız dedi ki...

yelizzz hişşş bacim sakin!
2 bile degil bu yavru, bence coook yukleniyorsun yapma etme kiyma yavruya :))
saka bi yana, ben tam anlamiyla akici bir sekilde konusmaya baslamadan once (arca bu sekilde konsuyor mu bilmiyorum tabi), bir miktar anne desteginin zararli olmadigini dusunuyorum, ki boyle dusundum dusuneli daha rahatladi sanki cocuk.
bence bu kadar tespit yapmak icin gayet erken kaldi ki kendin de anlattin iste Cansu ile diyalogunu.

o bakis nedir yaa Arcaaa yerim seni.

yeliz dedi ki...

arızayım ben kirazım arıza:) bakma sen bana, ara sıra abarttığımı hissettiğim an biraz ayara ihtiyacım oluyor. bazen ilker bazen siz dostlar iyi geliyorsunuz. yoksa ben kendimi çok yorarım.

sanırım bendeki sorun bu, kabullenme tamam, ama biraz daha iyi olabilmesi, biraz daha özgüvenini arttırabilmek için yapılabilecek bir şey varsa yapmam lazım.
ben aman benim çocuğum şöyle benim çocuğum böyle deyip kenarda duramıyorum. kabullenelim tamam da bunları da fırsata çevirelim, ne bileyim, çekingen mi , hop çocuğu gruptan almayalım veya hop çocuğu o aktivitenin içinde yalnız bırakmayalım. yani kabul ederken ona daha faydalı nasıl olabilirim diye düşünelim, derdim bu.

yeliz dedi ki...

ay bitirmeden yayınladım, yorumun devamını da yazayım:)

arca cümle kuruyor ama çok akıcı konuşmuyor. arca ile ilgili güzel olan şu ki sevdiği arkadaşlarıyla olmaktan mutlu. sanırım kendini onların olduğu ortamda rahat ve güvende hissediyor. cansu, ela, tuna, berk...

farklı ortamlara alışması için zamana ve güvenli olduğuna dair delillere ihtiyacı var. ama haklısın belki de bu kadar kasmaya gerek yok daha 2 bile olmadılar:))

o mandalinasını aldığımızdaki bakış, pis bakışlı bir foto bulmaya çalıştım:)

ah dorukla tanışsalar kesin süper kanka olurlardı:)

kuzunun annesi dedi ki...

Üff ya bırak su cocugun yakasını kızım artık :))))))))))))

Yeliz , su hafta sonu o koca ayıcıgı "seni,seni! seni,seni!" diye azarlaması gözümün önünden gitmiyor. Çok tatlı çok :)

yeliz dedi ki...

yapar düdük!! ümit teyzesi öğretmiş "seni seni" diyor.

of iyi ki varsınız hayat, yoksa yandı bebem yandı:P

ruhdagı dedi ki...

Sen bu çocuğu okula başladığında kurstan kursa sürükleyeceksin bak demişti dersin.

Allah aşkına her hafta sonu veya boş vakitlerinde hep bir sosyal aktive içinde misin? Pijamaları giyip yaymak daha keyifli gelmiyor mu? Sevmediğin insanlar yok mu? Herkesle çok iyi misin? Hemen herkesle sıkı fıkı olup kaynaşıyor musun?

Öyleysen sözüm yok şapka çıkartıyorum ama değilsen Arca neden olmalı? Çocuk diyoruz ama onlar insan ve doğduklarından itibaren kendi zevkleri ve seçimleri var.
Özgüven nedir ? Bazıları daha girişken evet ama kimisi daha temkinlidir. Her ortamda neşeli olmak zorunda mı? Hemen kaynaşmak, gel kardeş oynayalım filan ??? bunlar çok zorlama yapma ne olur. Çocuk 18 yaşına gelmişte halen odasından çıkmıyor gibi davranıyorsun.
Kendisi yapmak istediği zamanı beklemek daha doğru bence. Zorlamayla eğlence olur mu?
Oyun grubundan ben bile nefret ettim arkadaş, bir Ela 'nın güzel yüzü hürmetine bu azaba değer mi?

Kızma bana ama şu çocuk gelişimi kitaplarını bir müddet eline alma artık ne olursun. Arca çok süper bir çocuk. Eğer onun özgüveni yoksa Ege kesin seri katil olacak !!!

Arca'ya özgürlük diye bir yürüyüşe çıkıcam yakında ona göre :)

yeliz dedi ki...

oha ulen yerin dibine batırdınız şerefsizim:)))

bak bişey diyeyim mi ruhdağım bu postu yazarken aynı şey aklıma geldi. ben bu çocuğu yarış atı gibi kurs dershane dolaştırırım dedim:)))) çözmüşsün sen beni.

şaka bir yana HAKLISIN:) herkesi her ortamı sevecek değil, neyi kime ispatlamaya çalışıyorum? ben de zaten fark ettim, o gün ela ve cansu ile iletişimlerini görünce bi dur yeliz napıyorsun dedim kendi kendime. tarihe bir not bir de sizlerden ayar alayım istedim de yazdım. dediğim gibi potansiyelim yüksek, yapabilirim. çocuğumun dünyasını karartabilirim bu ışık bende var. bu sebepten ara sıra ayar lazım bana. neyse ki sizler varsınız:)

bu arada çocuk eğitim kitaplarıma uzağım ne zamandır. Roman okuyorum vallah billah:) Sonsuzlukta yedi güne başladım. (hemen savunmaya geçiyim:) ) Ama vaktiyle öyle okumuşum ki içime işlemiş:)

hırpala beni ruhdağı, hırpala başka türlü akıllanmam ben:P

ÇokBilmiş dedi ki...

Yemişim özgüvenini. Ben şahsen birebir ilişki severim, kalabalık gruplarda olmaktan hoşlanmam. Basketbolu çok iyi oynarım mesela ama takım ile oynandığı için rahat edememişimdir bir türlü. Hep bireysel sporarı sevmişimdir; yüzme, eskrim vs.
Sevmiyorum arkadaşım, sosyal kelebek değilim ben. O zorla takım sporu yaptırma eziyeti resmen işkenceydi bana ve özgüvenimi daha da bir yerlerde sürüyordu.
Çocukluğunu çok geriye doğru hatırlayabilen bir anneden nasihat istersen :) Çocuğunun yapabildiği şeyler üzerine yürü, yapamadıklarında değil.
Toplu halde oyun oynayamıyor mu? Bırak, oynamasın. Toplu oyun oynamayı öğreteyim diye zorlarken özgüvenini daha çok zedelersin.
Birebir mi oyun seviyor? Bırak tek bir arkadaşıyla derin ilişki kurmayı öğrensin. 10 kişiyle yüzeysel ilişki kuracağına tek bir kişi ile empati kurmayı, paylaşmayı, oyun kurmayı, sürdürmeyi özetle derinleşmeyi öğrensin.
Sosyal kelebek anneler: Düşün yakamızdan, biz antisosyal özgüvensiz tipleriz; halimizden memnunuz!

Adsız dedi ki...

Yelizcim, okumustum bunu bir daha okudum :) Bana anormal gelen bir sey yok. Dert Arca sosyallessin de olabilir, o orada vakit gecirirken ben de 2 nefes alayim olabilir. Dedigin gibi cok kasmamak, gundelik hayata yedirmek gerek ki anladigim kadariyla sen de oyle yapiyorsun zaten. Opuyorum sizi :D

yeliz dedi ki...

teşekkürler çok bilmiş,
dediklerini aklımın bir köşesine yazdım.

yeliz dedi ki...

çok sağol evrencim, çok değerli düşüncelerin

canyolum dedi ki...

yeliz arcayı hangi kreşe ve oyun grubuna görtürdün?benimde 2 yaşında bir oğlum var tecrübelerinizden yararlanıyoruz...:)