4 Kasım 2013 Pazartesi

Yeliz'in okuma köşesi ... Mi acaba!?

Ailecek hasta olmak için bu yıl soğukları beklemedik.
Arca öksürüp duruyordu, Cuma okula gönderilmedi. Akabinde İlker de yatak döşek iki seksen yattı. Aralarında yine en iyi bendim. Benim sesim de dönmeden hallice, var sen düşün evdeki ortamı.
Ortam demişken, arkadaş bizim evin ortamı iyice bozuldu. Koltuktan totomu kaldırmaya gelmiyor, daha izi düzelmeden, soğumadan biri çoktan kapmış oluyor. Evet okuma köşesindeki koltuktan bahsediyorum.

Bir okuma köşem olsun dediğimde muhterem kocam hemen destek oldu, o pis cüce atıl durumdaki koltuğu vermemekte diretti – ne hikmetse ben isteyince kıymete bindi koltuk – ama muhterem altından girdi üstünden çıktı, ikna etti cüceyi ve koltuğa kondum. Derken bir puf sendromu yaşandı. Puf komodin gibi bu düdüğün yatağının yanında duruyordu, kitapların bir kısmı da üstünde. Oğlum sehpa vereceğim yok ille de puf! Yumuşakmış, hey allahım sanki totosunu koyuyor da! Neyse uzun uğraşlardan sonra pufu da aldım.


Tek istediğim cam kenarı bir köşeydi, koca salonda bir götlük köşe bulamadık önce… Evet, pinterestten araştırmış, fikirler almıştım. En beğendiklerim ise gün ışığı alan, okurken kafamı kaldırdığımda caddeyi görebileceğim bir konumdu. Bir türlü olmuyordu, tam vazgeçecekken İlker müthiş fikirleriyle beni ikna etti ve tam istediğim gibi bir köşe oldu. Hem kitaplık da yanında. Aslında o kitaplık değil, daha doğrusu kitaplık ama biz büfe olarak kullanıyorduk, ıvır zıvır ve içkiler vardı raflarında. Ne gereksiz! Zaten kitaplığa çevireli çok olmuştu, biraz ilave ve düzenleme ile, nefis bir kitaplığa dönüştü, çeyizlik büfe. IKEA’dan da bir ayaklı okuma lambası aldık, oh tadından yenmez.
Sabah güneşi alıyor, kahvaltıdan sonra keyif çayını orada içebilirsin, radyatöre ayaklarını dayayıp ısınabilir (ki İzmirin bahar havasında henüz olmadı), yağmurlu bir günde dışarı seyredebilirsin.
Bir de en uyduruğundan plastik bir sehpa aldım yanına, notlar alıp, bilgisayarda yazı bile yazabiliyorum köşemden kalkmadan. Zaten kalkmak çok sakıncalı! Zira dediğim gibi daha senin totonun ılıklığı soğumadan hop biri kapıveriyor.
Evvela kimsenin umurunda değildi. Sonra baktılar koltuk rahat, köşe keyifli, içlerindeki bastırılmış duygular birer birer çıktı yüzeye.
Önce baktım, Arca oturmuş oraya, kendi kendine konuşuyor, cümle aynen şöyle “uff burası keşke benim okuma köşem olsaydı”. İlker hele daha deneme sürecinde fark etmişti rahatlığını, önce fazla oralı olmadı, hani ben hevesimi alırım, ona kalır diye düşündü kanımca. Sonra kendine hakim olamadı, her fırsatta yeri kaptı. Hatta uyuyakaldı defalarca! Ya arkadaş git yatağında uyu! Yok çok rahatmış, oh sehpa da varmış, hadi ona mandalina suyu getireyimmiş. Hastaymış ama aaaa!
İlk zamanlar direttim! “Hayır yav burası benim köşem” dedim, vermem dedim, kimse oturamaz dedim. Ama çok direnemedim, zira Arca dudak salladı, babası köşenin mimarı olarak hak iddia etti. Baktım ki ciddiler, uf tamam hepimizin okuma köşesi olsun dedim, sular duruldu.
Daha doğrusu ben öyle sandım… Bu kadarını tahmin edemezdim! YUH!
Dün akşam bu iki düdük ipadde oyun oynuyorlar. Ben de kış çayımı almışım, elimde de Ahmet Ümit’ten Beyoğlu Rapsodisi… Oh ayağımı uzattım, zaten Arca’nın yatma vakti taş çatlasın on beş dakika sonra kalkacağım… anın tadını çıkarıyorum. Birden Arca’dan “ahhh” diye bir ses geldi. Annem gel diyor, salonun öteki ucunda yerde. Kalktım gittim yanına hasss… numaraymış, İlker ben kalkınca hop kaptı yerimi. Koyuverdiler kahkahayı! Alacağınız olsun, saf temiz analık duygularımla oynadınız! Var ya çok pis kafalıyorlar beni, pis pipililer!

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Ittifak kuvvetleri:)))
Beyhan.

Gulcin dedi ki...

yok artik! resmen organize isler :)

Adsız dedi ki...

Hep böyle değil midir Yelizcim; bir şey değiştirilsin, dönüştürülsün, yeni bir hale sokulsun, herkesin gözü kalır. Merak etme, heveslerini alınca bırakırlar köşeni :) Pelin/ İzmir