Bazı akşamlar Arca’ya
kitap okurken uyuyakalıyorum. Vücut bazen tempoya ayak uyduramıyor. Sabaha
kadar uyusam sorun değil, beni birkaç gün idare eder, ama bazen uyanıveriyorum.
Hadi tuvalete gideyim, hadi kapıya torba asayım, sabah Mehmet abi ekmek süt
getiriversin, derken uykum kaçıyor. İşte o sakat!
Yine bir gün uykum
kaçmışken kitap okuyayım bari dedim. Pavese’nin “Yalnız Kadınlar Arasında”
romanına o gün başlamıştım ama kitabı bir türlü bulamadım. Araya kitap
sokacaksan ya öykü, ya deneme olacak ki, bulduğunda diğerine devam edebilesin. Kitaplığı
karıştırırken “Bir dönem iki kadın”a rastladım. Bir sayfa bir sayfa daha derken
uykum iyice kaçtı ama kitaba da hayran kaldım. Hani öyle araya al, biraz oku, bırak
sonra tekrar alırsın eline tarzı bir kitap değil. Ben elimden bırakamadım ki,
tekrar elime alayım…
Oya Baydar ve Melek
Ulagay babamın kuşağından iki aydın. 68 kuşağını, 70’lerdki olayları ve 80
darbesini yani bizim kuşağın hiç bilmediği, bize hiç de öğretilmeyen yakın
tarihimizi önce genç, sonra anne, eş, hayat mücadelesinde kadınlar olarak
yaşamışlar. Karşılıklı oturmuş, konuşuyorlar, sen de dinliyorsun. Öyle iyi
anlatıyorlar ki, kendini o yılların içinde hissediyorsun. Çok cesur, çok güçlü
kadınlar. İkisine de ayrı ayrı hayran kaldım. Yaşadıklarının ardından
küllerinden doğmalarına, çalışmayı üretmeyi asla bırakmamalarına, bu yaşlarında
hala adanmışlıklarına hayran kaldım.
Biri işkence görmüş,
sürgünde on iki yıl yaşamış, diğeri Beyrutta Filistin kamplarına kadar kaçmış…
Onlarınki macera arayışı değil, onlarınki insanlara eşitlik, barış, adalet
getirme arzusu. Çok hataları olmuş, hem kendilerinin hem çevrelerinin, anlatıyorlar,
eleştiriyorlar ama ellerinden geleni yapmaya çalışmışlar. Zor hayatlar, üstelik
bu kader değil seçim. Zaten onları benim gözümde yücelten de bu. İstanbulun en
iyi okullarından mezun olup küçük burjuvalar olarak bilmem kimin karısı Melek…
ile Oya… şeklinde tanıyabilirdik onları, ama onlar bunu seçmemişler. Onlar
kaderlerini kendileri yazmışlar. İyisiyle kötüsüyle…
Kitaptan çok şey
öğrendim, iyi ki yazmışlar. Ama kişisel olarak öğrendiğim bir şey var ki; bahsetmeden
geçemeyeceğim. Oya Baydar, lise yıllarında roman yazıyor hatta Hürriyette
tefrika olarak yayınlanıyor ve hatta neredeyse okuldan atılma noktasına geliyor
bu roman yüzünden… Ama bu yazarlık aşkını millet, sosyalizm tantanasının içinde
hep bir kenara atıyor, belki kırk yıl ilişmiyor edebiyata ve bir gün Berlin
duvarının yıkılmasından sonra yazmaya başlıyor. Anladığım kadarıyla Berlin
duvarının yıkılması onun için de bir kırılma noktası. O güne kadar savaşını
verdiği tüm düşünceler, o duvarın altında kalıyor. Nasıl bir duygu kim bilir? Yazmak
benim için terapiydi diyor ve o yaştan sonra, aldığı pek çok ödülden sonra edebiyat
çevrelerince dikkate alınıyor. Kendine bir okur kitlesi ediniyor ve o artık bir
yazar… Öğrendim ki, hiçbir şey için geç değil… Ve diyor ki, yaptığı onlarca iş
arasında roman yazmak ona en iyi gelen iş olmuş, gülümsedim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder