27 Ağustos 2015 Perşembe

İki havlu, bir t-shirt, bir plaj elbisesi ve bir...

Zeynep’le telefonda konuşuyoruz:
“çıkıyorsanız biz de çıkalım buzluğa içecekleri koyalım, ısınmasın beklerken” diyor.
Sıcak bir Çeşme günü. Bu yaz zaten hemen her gün çok sıcak. Tekneyle Paşalimanı açıklarına yol alıp, iki aile yüzüp geleceğiz, plan bu yani öyle Yunan adaları filan değil, Eşek adası bile değil. Maksat fazla da uzaklaşmadan sakin ve temiz açıklarda kulaç atmak.

Sahile evvela ben vardım, ancak benzin alınacakmış, İlker elime bidonları tutuşturdu. İyi o zaman buzluğu bırakıyorum, Zeynep gelince içecekleri koysun, dedim, buzluğu sahilin denize en yakın kısmına bıraktım.

Sema Kaygusuz okumak

Sema Kaygusuz okumak, yemeğin en sevdiği tarafının tabağına düşmesi gibi… Ve tadını çıkara çıkara, lezzetine vara vara tabağındakini yalayıp yutmak gibi…
Barbarın Kahkahası
Bu yargıya varmak için yazarın biri roman iki kitabını okumak, iki kitabını okumak da bundan sonra yazarın tüm eserlerini okumaya karar vermek için yeterli oldu.

25 Ağustos 2015 Salı

Ev, tatil, yaz

Evin tadilatı bitti. O kadar uzun sürdü ki, aylar önce banyoya seçtiğim seramikleri unutmuşum.
Günlerimiz plan, program, detayla geçiyor. Elimde metre, kalem kağıt, neyi nereye yerleştireceğimin planını yapıp duruyorum. Dördüncü sekizinci kat arası mekik dokuyorum. Sürekli notlar, çizimler, sürekli bir bilgi alışverişi, elimiz kolumuz dilimiz sohbetimiz ev.

21 Ağustos 2015 Cuma

Belki de...

Uçak ikramlıklarının içinden çıkan peçeteyi uzattı, kafam kitaba gömülü, bir teşekkür mırıldanıp aldım. Bunu hep yapıyorum, yolculukta sanki etrafımda hiç kimse yokmuş gibi hareket ediyorum, yüzüme krem sürüyorum, ayakkabılarımı çıkarıyorum, rahatça uykuya dalıyorum. Farkında değilim belki burnumu bile karıştırıyorumdur, sanki koca uçakta tek başımayım. Şimdi de ağlıyorum, aferin! Kimse fark etmeyecekti sanki!

Az önce koltuk ekranını tepsi sanıp önüme açarken müdahale eden, tepsinin kolçağın içinden çıktığını gösteren adamdı, bu. Elinde İngilizce kitap görmüştüm de, turist sanmıştım, hani. Ağladığımı fark ettiğinde, o elimdeki kitaba nasıl merakla baktıysa, ben de yanımdaki koltuğun önündeki cebe sıkıştırılan kitaba öyle bakmıştım. Çünkü okumayı sevenler, diğerlerinin ne okuduğunu merak ederler, refleks gibi bir şey. Bu sadece kitapla sınırlı bir refleks değil, balık tutmayı çok seven İlker, sahilde yürüyüş yaparken oltasını denize atanların yanında duran kovalara bakmaktan kendini alamaz mesela… Öyle bir şey işte, tutkunun merakını körüklemesi…

Çeneme kadar akan gözyaşımı ve sümüklü burnumu sildim.

20 Ağustos 2015 Perşembe

Tea & Pot artık online satışta!

Yaklaşık beş yıl önce küçücük bir café olarak başlamışlardı.
Enfes çayları, zevkli bir atmosferde, keyifli sunumlarla misafirlerine ikram ediyorlardı. 

Derken büyüdüler, çaylarını, tecrübelerini daha geniş bir platforma yaymaya karar verdiler.

Ve şimdi çay workshoplarıyla, toptan satışlarıyla ve daha da iyisi bir tıkla elimizin altındalar:

teapot.com.tr :)



Bu arada ben de en çok sevdiklerimi yazayım, ne tavsiye edersin diyenler olabilir:

Milk Oolong: Ödem attırıcı olarak Nihan tavsiye etmişti, kokusu bir garip geldi, küçük bir numune almıştım ama tadı nefis. Müthiş faydalıymış. Gerçi bütün çaylar faydalı:)

Detoks: İlker bile öle bayıla içiyor, nefis bir karışım, diyet döneminde çok işe yarıyor.

Noel çayı: Kışın seviyorum, tam da soğuk havalara göre bir çay.

Meditasyon çayı: Regl dönemi öncesi kurt kadına dönüşen ben bir fincan meditasyon çayı ile pamuk kıvamına geliyorum:)

Teapot karışımı: Hah işte bu nefis bi'şey! Hatta sinirli bi'şey! Beyaz çay var içinde ve daha neler neler... nefis. Bak ben bundan her gün içiyorum, hem de günde birkaç defa demlemek için aynı çayı kullanabiliyorsunuz.

18 Ağustos 2015 Salı

Kitap yorumu: Renklerden Moru

İyi ki okumuşum dediğiniz kitaplar olmuştur mutlaka. Benim de var, hem de çok. Ama bugün sadece bir tanesinden bahsedeceğim.

“Renklerden Moru”.


Baştan söyleyeyim, basımı tükenmiş. Sonra aradık, bulamadık diye sitem istemem, baştan söyleyeyim. Ben kitaptan önce filmiyle tanışmıştım, tamam izlemedim ama çok ses getirdiğini hatırlıyorum, bir edebiyat uyarlaması olduğunu da. İyi ki de izlememişim, izlesem kitaptan bu kadar keyif alır mıydım? Bilmiyorum.

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Dumur diyalog #146

Gökyüzündeki uçağa takılıyor gözümüz,

A: Uçak nereye gidiyor acaba?
Y: Bilmem belki çok uzaklara gidiyordur
A: Holibuda gidiyordur belki?!
Y: Holibud neresi annecim?
A: aa bilmiyor musun?! Amerika'nın bir ilçesi

-------------------
O, "oreo yemek istiyorum" diyor, ben "daha yeni sofradan kalktın, doymadıysan yemek ye, oreo yok!" diyorum. O "televizyon izleyeceğim" diyor, ben "Deniz gelmiş, oynayın televizyon izlemek yok" diyorum. Didişiyoruz.
Sonunda patlıyor!
A: aaa ne istesem yapmıyorsun, biz böyle nasıl aynı evde yaşayabiliriz, söyler misin?!
Y: ayrı evlerde mi yaşayalım?
A: e gideyim ben Poyrazlarda, Denizlerde filan yaşayayım!

--------------------
Babaannesi ameliyat oldu ya, sürekli yatıyor ve kitap okuyor, kendisine tabii ki kitaplığımın nadide parçalarından ödünç veriyorum. Sonra da konuşuyoruz kitaplar hakkında.
Y: Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan kitabını da oku, Kürk Mantolu Madonna'yı sevdiysen, o da çok güzel. Bir de bende öykü kitabı var, vereyim mi?
B: Verme, öykü sevmiyorum
Y: ben de pek sevmiyorum.
Biz Arca'yı lego yapıyor sanıyorduk, meğer bizi dinliyormuş:
A: Hmm bakıyorum da siz ikiniz aynı şeylerden hoşlanıyorsunuz.

---------------------
Babaannesi cüceye kız tavlası öğretmiş, erkek tavlası da öğreteceğini söylüyor,
Arca'nın cevabı: "vayy babaanne, sen sürprizlerle dolu bir babaannesin!"
----------------------

Özgüven bombası arca resim yapar veövünür: bu resmi ressamlardan bile iyi yaptım. Çok özendim çünkü çoook!
Y: özellikle mi beyaz bıraktın oraları? 
A: yeşil boya bitmek üzereydi baktım beyaz da güzel duruyor, bıraktım. 
(Evet cidden süper bir özen:)))

11 Ağustos 2015 Salı

Yas

Sosyal medya mecralarında paylaşılan mutlu aile fotoğraflarını, kocişiyle sevişgen pozlarını koyanları eleştiremiyorum. Çünkü bence insanlar artık eski fotoğraf albümlerini arka odaya bir yerlere kaldırdı, aynı güne ait yüzlerce fotoğraf koyarak sosyal medyayı albüm olarak kullanıyorlar. Allah aşkına hangimizin eski albümlerinde asık yüzler var? İnsanoğlu mutlu anlarını hatırlamak istiyor, o yüzden en güzel, en mutlu hallerini koyuyor albüme (profiline), yadırgamıyorum.

Yadırgadığım tek şey, o fotoğrafları dikizleyenlerin o fotoğraflardan gülümseyen insanların hep ama hep mutlu oldukları yanılsamasına kurban gitmeleri. Belki de sosyal medya araçlarının kullanıcılarına “like”, “fav”, “rt” gibi olumlamalar dayatması insanların kafalarında hep bir pozitif düşünce bulutuyla dolaşmasına neden oluyor. İşte sanal dünyayı, yalan dünya yapan şey bu bence. 

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Yeni başlayanlar için 15 maddede yazlıkçılık rehberi

Babam hala oturdukları yazlığı inşa etmeye başladığında ilkokul birinci sınıftaydım. O yaz daha kepenkleri ve korkulukları bile takılmamışken evin, biz taşındık. Otuz sene olmuş, bizim oralar hep dutluktu:P.  Sadece bizim oralar mı? Şimdi Alaçatı denen yer köydü mesela. Hani zilyon liralar bayıldığın o Alaçatı beach’leri filan var ya, kimseler girmezdi orada denize. Alaçatı’lı arkadaşım Gül anlatır, kışın Alaçatı’da oturanlar, yazın Ilıca’daki yazlıklarına geçerlermiş. Geçen instagram’da biri “Alaçatı’nın en güzel sahili Ilıca” deyince bana bir gülme geldi ama ses etmedim, eli dili sürçmüştür dedim, İstanbulludur dedim, geçtim.

Ne diyordum? Yazlıkçılık… Otuz yıldır Özdere’de, dört yıldır da Çeşme’de yazlıkçılık yaptığımıza göre ben bu işin kitabını yazarım dedim. Hadi kitabını yazamasam da el kitabını yazarım, yok abartma dersen, peki rehberde anlaşalım. Maksat okuyucu da tecrübelerimizden faydalansın naçizane...

Günün çorbası “yeni başlayanlar için on beş maddede yazlıkçılık rehberi”ni iftiharla sunar!

9 Ağustos 2015 Pazar

An itibariyle...

Çamaşırları asmak için balkonu yıkasam mı, içeri mi assam kararsızım. Yoldayken havai fişek gibi şimşekler çaktı şehrin bir yerlerinde. Nerelerinde? Bilinmez, gece biz uyurken bizim semte de uğrayabilir, yaz yağmurudur, her şey beklenir.

4 Ağustos 2015 Salı

Ebeveyn eğitim kitapları gerekli!

Geçen yazıda "ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?" diye sormuş, "okusan da olur, okumasan da olur" listesi çıkarmıştım. Okuyucuya katkılarım bu kadarla kalacak sanıyorsan yanılıyorsun bacım! 

Okuduklarım arasından şiddetle tavsiye ettiklerimi de listeledim, allahım bu kadar fayda sağlayan başka bir blog daha bilmiyorum ve bekle beni, kollarımı açtım sana geliyorum!

Ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?

Bu satırları okumaya başlamış insan, beni az buçuk tanıdıysan, okuma manyağı olduğumu biliyor, beni böyle seviyorsundur. Sevmiyorsan canın sağ olsun da, konumuz o değil.

Umumiyetle edebiyat eserlerini tercih etmeme rağmen ara sıra dellenip kişisel gelişim kitaplarına da el attığım olmuştur. Ana baba eğitim kitaplarını kişisel gelişim türünden sayarsak hatırı sayılır adette kişisel gelişim kitabı okuduğumu itiraf etmem yerinde olur. Tabii geliştik mi gelişmedik mi bilemem, onu zaman gösterecek.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Sandık

Yıllar evvel, o zaman distribütörlüğünü yaptığımız markanın tüm dünya ülkelerinden temsilcilerini topladığı bir haftalık forumlara katılırdım. Dünyanın her yerinden farklı kültürlerde insanlarla tanışmak benim için bulunmaz bir tecrübeydi. Tarih bilirsiniz, okulda okutmuşlardır, savaşlar, antlaşmalar, yenilgiler, başarılar… Ama insanları anlatmaz tarih. Yıllarca savaştığımız, üzerlerinde egemenlik kurduğumuz veya kardeşçe yaşadığımız insanları anlatmaz. O toplantıların birinde Macar bir bey ile kahvaltı sohbetimizi unutmuyorum. Türk olduğumu öğrenince, dillerimiz ne kadar farklı olsa da ortak çok sayıda kelimemiz olduğundan bahsetmişti. Pabuç mesela.

Bu aralar, elimde Macar yazar Magda Szabo'nun "Iza’nın Şarkısı" kitabı var. Okurken, sık sık o beyle olan sohbetimizi hatırlıyorum. Ülkelerin kültürlerini, coğrafya veya tarih derslerinden değil, eğer oralara gidemiyorsak, insanlarıyla tanışamıyorsak, edebiyatları aracılığı ile öğrenebiliriz. Ve fark ettim ki, her ne kadar Türk yazarlara öncelik versem de aslında en keyif aldığım kitaplar, farklı coğrafyaların yazarlarının eserleri…

29 Temmuz 2015 Çarşamba

kısa #7

Sabah daha dokuz olmamış, karşımdaki memurenin evden çıkmadan duş aldığı aşikar, düşün ki daha saçları kurumamış. Nüfus kağıdıma bakıyor, bir de bana ve “bu size hiç benzemiyor” diyor, üslup oldukça ters. Şakaya vuruyorum, eh on beş sene önceki fotoğraf, benzemez tabii, diyorum. İlker, “bak yaşlandın işte gördün mü” diye dalga geçiyor, ıslak saçlı memure bizim latifelerimize gülümsemeyi bırak, vaktini çaldığımız için sinirli “ehliyet filan yok mu” diye soruyor. Bakıyorum aynı fotoğraf eh ehliyeti de on beş sene önce aldım, o varmış, onu koymuşum. Uyuzuna denk geleceğimi bilsem pasaportumu taşırdım yanımda. Cüzdanı kurcalıyorum, ilkyardım sorumlusu kartımı buluyorum. “Niye bunu veriyorsunuz ki” diye soruyor beriki; tamam artık geriliyorum “inanmadınız ya, son fotoğraflı kimlik” derken içimden daha fazla terslenemediğime kızıyorum. Ama kimse kusura bakmasın, sabah nemrutu ben bile bu kadar uyuz olamam. Memure o kadar bezgindi ki, yürümeye mecali yoktu, fotokopi çekmeye değil de sanki çile çekmeye gidiyordu, Allah çektirmesin.

İlker’le aynı şeyi düşünmüşüz, göz göze geldiğimizde “insanlar sabahın bu saatinde neden bu kadar bezgin olur?” diye sordu.

Ve oyuncaklar da sadeleşmeden nasibini alır...

Marie Kondo, kitabında çocuklardan, oyuncaklardan, mutfaktan(!) bahsetmeyi unutmuş! Hanım hanım benim kitaplarıma laf edeceğine mutfak eşyalarına el ataydın! Ama işte bunlar hep Japon. Bunların 1934723974 parça yemek takımları, zilyon tencereleri, her gördüğünü isteyen bebeleri yok tabii!

İşin şakası bir yana, Marie Kondo bahsetmemiş ama oyuncak ciddi bir mesele. Marie Kondo yazmadıysa da siz "Daha sade bir hayat" kitabını okuyun, (ya da benim kitap hakkındaki uzun yazımı okuyun:P) bakın görün evi oyuncaklardan yana sadeleştirirken nasıl da cesaretiniz yerine gelecek.

Sadeleşme dedin mi bacım elini korkak alıştırmayacaksın.

24 Temmuz 2015 Cuma

Çeşme’de hayatta kalma rehberi

İzmir’de tatil demek, aslında deniz demek. Bayramı birleştirmek, bir haftalık “her şey dahil” otellere taşınmak, daha doğrusu “tatile gitmek” İzmir’linin lügatında yok, “denize gider” İzmirli. Yazlığı olmasa da, içine mayosunu giyer, arabası olmasa da belediye otobüsüne biner ve “denize” gider. Bu da bu şehrin güzelliği…

Ya da laneti mi demeli?

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Marie Kondo ile "hayatı sadeleştirmek için derle topla rahatla"

Marie Kondo, “derle topla rahatla” demiş ama önce atıyorsunuz! Yani kitabın adı “at, derle, topla, rahatla” olmalıymış. Evet, her şeyi atıyorsunuz, sonra kalan sağlarla yeni bir düzen oturtacağınız ve o düzenin devamlılığı vaat ediliyor kitapta. Her şeyi atmanın bin bir türlüsünün anlatıldığı uzunca bölümü okurken sık sık, “yav benim muhterem de atıp duruyor, at demek ne zamandan beridir üç milyon sattırdı” diyor, allah biliyor ya anlamıyordum. O kadar attıktan sonra yani evde tek çöp eşya kalmadıktan sonra düzenin bozulmasına imkan var mı? Yok! Yani olmaması lazım.

Çocuklar öldü ama hadi biz sistem geyiği çevirelim. Kitap yorumu: Çi



Çocuklar öldü.
Çok sayıda genç insan öldü.
Gülümseyen, geleceğe umutla bakan, içinde sadece umut olan çocuklar öldürüldü.
Allah biliyor ya, ne için Suruç'a gitmişler, alt kimlikleri ne imiş, isimleri ne imiş, umrumda değil. Ben o fotoğraf karelerinden gülümseyen gözlerin artık olmadığını biliyorum, bu da yeter, yetmez mi?

İyi o halde sizi klavye başında sosyal medya makaleleri derlemesi, farkındalık curcunasına buyur edelim: Çi.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Süper kadın... mı acaba?

Bu aralar bana biri süper kadın filan derse, tevazu göstermeyeceğim, müsterih olunuz.
Zira dötümde motor, köpeğin kuyruğu duruyor ben durmuyorum, allah biliyor ya, bu halime kendim de şaşırıyorum. Çarşamba günüydü, akşam ofisten en son ben çıktım. Eh bayram öncesi cümle alem arazi… Baktım ofisin önünde kargo arabası, benim bikiniler vardı, verin bakalım paketimi dedim çocuklara. Yapma abla, nasıl bulalım dediler, araba ağzına kadar silme paket. Tınmadım, o araçta benim paketim, girer kendim ararım dedim. Adımı sordular, duyunca bir tanış hissettiler, sohbete daldık. Bir tanesi, “abla sana ne geliyor böyle ya, sürekli kargo sürekli kargo” “vakitsizlikten kıçımdaki dona kadar internetten alıyorum” demedim tabii ki elin kargocusuna, “aa n’apayım bütün alışveriş siteleri de sizin şirketle gönderiyor” dedim, ay babasının şirketi sanki, bir aidiyet duygusuyla şişindi seninki, paket derhal bulundu. Arca donlarına ben de bikinilerime kavuştuk neyse ki… Don derken abartmıyorum yani, vakitsizlik derken hele hiç abartmıyorum.

14 Temmuz 2015 Salı

Yaptığın anana, öğrendiğin karına

Annemin bizi ev işlerine dahil ederken söylediği çok veciz bir söz vardır, "yaptığın bana, öğrendiğin kendine". Ergenken gıcık olurdum, halbuki ne kadar manalı bir söz!

Yaptığını ettiğini boş ver, eminim yaptığımızın ardından anneme daha fazla iş çıkarıyorduk ama ses etmezdi. Arca yaşlarında mutfakta görev almanın benim için ne kadar önemli bir sorumluluk olduğunu hatırlıyorum. O yoğurda sarımsağı ezmenin, o salatanın marulu yıkamanın, o çorbayı karıştırmanın verdiği "büyüdüm, başarabiliyorum" hissini tüm dünya bir araya gelip sırtını sıvazlasa ve aferin dese, veremez.