21 Kasım 2014 Cuma

Arafta mısın?

O gün erken gittim derse. Matın üzerinde bağdaş kurdum, Deniz’i seyrediyorum, yoga eğitmenimizi. Tütsüleri yakmış zaten, mumları yakıyor, oradan oraya süzülüyor. Birden iyice keyiflendi ve “ah insanın sevdiği işi yapması ne güzel ya” deyiverdi. Karşımda, bu hayatta ne yapmaktan zevk aldığını bilen ve yaptığı işi çok seven biri vardı. Senin için çok seviniyorum, dedim, ne güzel ne şanslısın. O yo, kolay olmadı dedi, ne yapmak istediğimi bulmak on yılımı aldı dedi. Peygamber değiliz ki vahiy insin…


Deniz’le bir iş görüşmesi sırasında tanışmıştık. Aslında birbirimizi İzmirli anneler mail grubundan tanıyorduk, o zaman çalışmakta olduğu firmaya CV’mi vermişti ve beni görüşmeye çağırmışlardı. Böylece Deniz’le yüz yüze tanışma imkanı bulmuştuk. Benim için bir çıkış yolu arama süreciydi, her şeye saldırıyordum. Biraz da saçmalıyordum. O gün görüşmeyi beklerken etrafıma bakmıştım ve “ne farkı var ki, yani şu anda yapmakta olduğumdan farklı ne var burada…” diye düşünürken, kocaman masmavi gözleri ve sıcacık gülümsemesiyle Deniz geldi yanıma. Tam da o günlerde işten ayrılması kesinleşmişti. Artık böyle bir işte çalışmak istemediğine karar verdiğini ve yoga eğitmenliği yapacağını anlattı. Sonra… sonrası işte buradayız.

O akşam süreci sordum, farkındalık sürecini, kırılma noktasını. Yıllarca yoga ile ilgilendiğini ama bir kampa katıldıktan sonra her şeyin daha da yerine oturduğunu anlattı. Emek emek sabırla gelinen bir noktada şimdi.

Benim için zor oluyor, gitmesinden ziyade dönmek, çünkü evime çok uzak, sonra Arca’nın uyku saatine yetişemiyorum maalesef. Ama devam etmek için de içimde inanılmaz bir direnç var. Sanırım Deniz’in sükûnetle içimize doldurduğu enerjisi ile alakalı bir şey bu… Bilemiyorum.

Bildiğim tek şey şu ki, bizim kuşak gerçekten dedikleri gibi kayıp bir kuşak sanki… X-generation diyorlar ya hani… İş hayatında X-kuşağı, sebatkârlıklarıyla, çalışkanlıkları ve sadakatleriyle bilinirler. Y-kuşağı gibi üç kuruş fazla verene, sosyal imkanları az buçuk daha iyi olana zıplayıvermezler, Y-kuşağından on yaş küçük meslektaşın on tane iş değiştirmişken sen mesela on senedir aynı firmada çalışıyorsundur. Babyboomer’lar ile Y-generation arasına sıkışmış kayıp bir kuşağız biz. Çoğumuz idealizmden ziyade para kazanalım, güvende olalım derdindeyiz. İçimize, “ayaklarımız üzerinde duralım” genleri kodlanmış, belki de hep bunu duymuşuz ailemizden. 

Aramızda vizyon sahibi ufak bir azınlığın dışında ne kadar çok işinden memnuniyetsiz insan var? Kaçımızın hayalleri gerçek oldu ve hayalini kurduğu hayatı yaşıyor? Yoksa “artık böyle bir hayatım var” yıllarına geldik ve kendimizi tükenmiş mi hissediyoruz? Ve bunu hisseden ne çok insanız…
Geçen İlker’e bir lise arkadaşımdan bahsediyorum, çiftliği var, sonra bir baktım ki fen lisesinden mezun olup da ciddi anlamda mesleğini icra eden ne kadar az insan kaldı. Bir çırpıda sayıverdim, biri cafe açtı, biri gevrekçi, bir başkası kuyumcu, beriki babasının benzinliğini işletiyor, en can arkadaşım mimarlığı bıraktı, Bodrum’da aktivist, bir başkası tasarım yapıyor. Ayol en yakın örnek İlker, tekstil mühendisliğini bıraktı, tam da kariyer yaparken, inşaatçı oldu…

Sana bir şey diyeyim bunları yadırgamıyorum ben, hatta bunları oldukça makul seçimler olarak görüyorum, hatta onlar için sonunda yapmak istedikleri şeyi bulduklarından dolayı çok mutluyum. Ben geri kalanına - işini sevenler ve işinde başarılı olanlar dışında - , yaptıkları iş sebebi ile mutsuz hissedenlere üzülüyorum. Arafta kalmışlara…

Anneannemin hiç aklımdan çıkmayan bir sözü vardır, “Allah eşinizden işinizden güldürsün” derdi. Ama bence biz bunu yanlış anladık. Biz işimizden gülmeyi, para kazanmak olarak algıladık, ayaklarımızın üzerinde durmak olarak anladık. Halbuki para amaç değildir, yaptığın iş seni tatmin ediyor mu, kafanı yastığına koyduğunda bugün kendimi bir şeyler üretmiş, faydalı bir şey yapmış ve gerçekten tatmin olmuş hissediyorum, diyor musun?

Ben bir süre bunu demedim, diyemedim, ciddiyim bak. Bir süre kendimi oldukça kaybolmuş, yaptığı işi “hayat mı kurtarıyoruz canım, işte para kazanıyoruz, amaann” seviyesine indirgeyen insanlardan oldum. Buradan çıksam başka yerde aynı şeyleri yapacağım aman boşver dedim, defalarca… Ama olumsuzluğa odaklanmanın onunla beslenmenin seni bir yere götürmediğini fark ediyorsun. Bu senin enerjini sönümlüyor, o kadar…  

Kaçmak çare olsaydı, bugün beyaz yakalı bir tane adam bulamazdın, plazalar boşalırdı. Kendi içindeki sınırlarını aşamadıktan sonra dünyanın öbür ucuna gitmek seni özgürleştirecek mi? Hayatına anlam katacağına inandığın meşguliyet planların varsa aklında, durma… Ama yoksa, emin değilsen ve içinde bir şeyler kıpır kıpır dürtmüyorsa seni henüz, teraziler o yönde ağırlık yapmıyorsa, tekrar düşün… Üç defa, beş defa düşün… Deniz’in yaptığı gibi gerekirse on yıl düşün. Çünkü en kötüsüdurgun suda sırt üstü sürüklenmek, biliyorum. Çünkü araftasın, çünkü konforunu uğruna terk edeceklerine değip değmeyeceğinin muhasebesini yapıyorsun.

O zaman tadını çıkar anın. Algılarını aç, farkındalıkların artsın, yeni insanlar, yeni uğraşlara yönel. Dün kitap kulübünde verilen örneklerden biriydi, hayatın dibine vur demiyorum, demek istediğim bu değil. Ufak ufak açmak kendini, ufak ufak hayattan keyif almanın yollarını bulmak.
Bir yılın diğerinden farkının kalmadığını düşündüğün bu dönemde (35 yaş sonrası, ah şair ah sen ne ettin bize…) hayatı kaçırıyorum, geç kalıyorum hissi o kadar normal o kadar sıradan ki… Küçük dokunuşlarla yarattığın farkların bir gün gelip sana bir ilham vermeyeceğini asla bilemezsin.



..................................
PS: Günün şükrü (şükrü kim yav puhahaha) Deniz’e gelsin… Hayatın anlamını sihirli değnek değmişçesine bulunmayacağını, sabrın ve pozitif olmanın bize kazandırabileceklerini gösterdiği için… 

17 yorum:

Gulcin dedi ki...

Çoğumuz idealizmden ziyade para kazanalım, güvende olalım derdindeyiz. İçmize, “ayaklarımız üzerinde duralım” genleri kodlanmış, belki de hep bunu duymuşuz ailemizden. Tam da boyle...

Ama Yeliz ben bir sey yaptim biliyorsun. yeter dedim. Boguluyorum dedim. soylenmeyecegim farkli bir sey deneyecegim dedim biliyorsun. iyi geldi bana. vallahi. ama bunu yapmak icin uygun sartlar olmasi gerekiyor. Yoksa neden Hollanda da yapamadim? Dilini bilmedigin ulkede farkli seyi nasil deneyeceksin? Aman parami kazanayim diyorsun. Ayni sekilde Izmir harika bir yer ama is konusunda denemiyorum diye kendine yuklenme sakin. Malesef secenek az. Ha ama gozunu acik tutmak lazim cok haklisin. Cunku insan bazen yok ya bu is mi beni mutlu edecek dedigi seyde bile mutlu olabiliyor. Olanlar var. Olunuyor demek ki. Hani diyorlar ya insan denediginden degil denemediginden pisman oluyor. O yuzden imkanlar dahilinde denemeye devam. E imkanlarimiz kisitli (farkli sebeplerden senin de benim de) o zaman olan dahilinde denemeye devam. Olacak ya olacak vallahi bak olacak :) Olacak degil mi? Gaza getirmeliyiz bak birbirimizi :)
Seni okudukca da yoga yapasim geliyor o da ayri :)
Operim

yeliz dedi ki...

evet gülçincim şartların olgunlaşması diye bir şey var. Buhran geçirdiğin an her şeyden kaçmak istediğin oluyor ama her zaman hayat romantik komedilerdeki gibi "happily ever after" şeklinde nihayetlenmiyor. Hayat hep sürüyor, başardıklarından ziyade başarısızlıklarından ders alıyorsun ve denemeye devam etmezsen olumsuzluk üzerine yapışıyor. Öyle işte... gel de uzun uzun konuşalım özledim:)

Keşke Gerçek Olsa dedi ki...

O kadar güzel dile getirmişsin ki Yeliz . Şeytan dedi kapat bilgisayarı , "sizinle tanışmak güzeldi dostum" de çık git bu ofisten. Ama yapmadım.
Yapacağım zaman gelecek , biliyorum , bekliyorum ...

Adsız dedi ki...

Katılıyor olsam da yazdıklarına (ki X generation betimlemen çok doğru), çıkış noktalarının da furya şeklinde olması (bir dönem fotoğrafçılık, bir dönem yoga, reiki vs..) da bana biraz acaip geliyor.

Julide dedi ki...

Her bir kelimesinin altına ben de imzamı atıyorum.

Her gece bu konuyu düşünüyorum. Ben de yoga eğitmenliğine başlama konusunu düşünüyorum.

okuyanguzel dedi ki...

Üzüldüklerinden biri de benim öyleyse. Ben 14 yıllık bir bankacıyım. (Bankacı mı? Ayy sizin işiniz çok zorrrrr !)
İşe gidiğim ilk iki sene sürekli iş aradım.2001 krizine denk gelir. Bulamadım. Bu arada benim girdiğim yıllarda bankacılık şimdiki gibi pazarlamacılık değildi. Biraz daha iyi bir konumdaydık.

Biz yeni girenleri ezmek üzerine bir sistem vardı.(Bu arada özel olan ama halkın büyük kesimince devlet bankası sanılan o bankada çalışıyorum). Yöneticilerimiz bize hiç iyi davranmazlardı. Ast üst ilişkileri çok keskindi. Şefinizi atlayıp müdür yardımcınızla görüşemezdiniz yani. Sonra bir an önce müdür olmaya karar verdim ben müdür olduğumda öyle davranmayacaktım. Falan filan derken 7 ay önce müdür oldum hatta eşimi Ankara'da bırakıp oğlumla Zonguldak'a geldim kariyer uğruna.

Çok zor ve pis bir iş bizimkisi yani keyifle çalışılacak bir iş değil. Asıl konuya geleyim benden önceki müdürlerinden çok çekmişler ve tayin isteyenler artık istemiyorlar. İşe çok mutlu geliyoruz diyorlar. Çalışanların mutluluğunu müşteriler bile farkediyor.
Ben de bunlarla tatmin olmaya çaılyorum. İnsanların böyle keyifsiz bir işte olmalarına rağmen mutlu ediyorum. Onlar artık daha keyifli ve ben de yöneticiliği gerçekten seviyorum sanırım. Çarktan kurtulamayacağım.

Umarım sen kendini en kısa zamanda ve harika duygularla bu çarktan kurtarırsın.Senden yana ümidim var. Ve blogundaki bu tarz yazıların sayısının gitgide arttığının farkındayım.

yeliz dedi ki...

gelecek damlacım gelecek:)

yeliz dedi ki...

galiba insanlar bir çıkış yolu ararken karşılarına ilk çıkana tutunuyorlar. Bu da genelde o an için trend olan bir şey oluyor. Yoga hep vardı aslında. Yani on yıl önce ben bir spor salonuna üyeydim, o derslere katılırdım. Ama o günlerden bugüne yogaya gerçekten ilgi duyan insanlar işin felsefesine indiler ve içselleştirerek bunu bir meslek haline getirdiler. Bundan sebep bu aralar çok fazla etrafımızda yoga var. Ay bilmiyorum ki sosyoloji okuyaymışım:))

yeliz dedi ki...

neden olmasın? olur bence. Çok seviyorsan, felsefesini içselleştiriyorsan ve kendini buluyorsan neden olmasın:) Sadece geçilen sürecin bu kadar uzun ve zahmetli olduğunu bilmiyordum. Mesela Deniz Hindistana gitti, kamplara ve seminerlere hala katılıyor. Yoga hiçbir zaman tamam oldum diyebileceğin bir şey değil anladığım kadarıyla. Ben, bana verdiği pozitif hissiyatı seviyorum. Ama felsefesine hakim olacak kadar içinde değilim mesela... Ay ben bi de sakin kadın değilim yav dalarım:))

yeliz dedi ki...

İşte ahucum şunu demek istiyorum, illa ki işini sevmek için herkesler tarafından kabul gören keyif unsurları olmasına gerek yok. Misal gurmelik ya da yemek yazarlığı veya reklamcılık karşıdan ne janjanlı keyifli tutkulu şeyler gibi görünüyor değil mi? Ama bu işlerin sana ne kadar uygun olduğu ile alakalı bir durum bence. Senin örneğine bakacak olursak, sen yöneticiliği seviyorsun ve bence harika da yapıyorsun bu işi, eh iyi tamam bir cerrah olup her gün hayat kurtarmıyor olabilirsin ama o bankaya çalışmak için gelen astlarını mutlu olacak bir sebep veriyorsun. Tamam işte:) Sen insanların hayatına dokunuyorsun, üstelik de bunu yaparken keyif alıyorsun, yaptığından tatmin oluyorsun. Bu çarktan kurtulma meselesi de trend topic yavrum ya, kurtuldun, eh bu seni mutlu edecek mi bakalım? boşver bence takılma. dün kulüpte kırmızı ayakkabılar masalını irdeledik. Kadınların hayatta karşısına çıkan tuzaklardan bahsediyor masal. Neyse bence sen tuzaktan yırtmışsın. eğer kkonforun uğruna bu kariyerden vazgeçseydin ve tamam ben gitmiyorum, rahatınm iyi deseydi, belki de kendini yani kendindeki yönetici potansiyelini keşfetmemiş olacak ve mutsuz olacaktın. Yani öyle işte... ay çok gevezeyim sustum. Hem sen bana bakma ben pek yanar dönerim, sorgulamalarım çok... bugün böyle yarın başka türlü..hadi eyvallah

Julide dedi ki...

Kick box yapsana :) ehehe
Çok içimde kaldı. Şehre taşındım hala gitmiyorum.

yeliz dedi ki...

var ya fena fikir değil ne stres atar insan
:))

iştemutluluk dedi ki...

Bu yazıyı okuyup, yorum yazdığım şu dakikalarda doğum izni dolayısıyla iş yerimden ayrılmama sadece dakikalar kaldı. Öyle uzun zamandır araftayım ki doğum izninden dönmeden önce bir mucize gerçekleşse ve ben artık doğru şeyi bulsam derdindeyim hala her gece çılgın düşüncelerimde.
15 yıldır çalışıyorum ve bunun ilk 9 senesini aynı iş yerinde geçirdim. Oradan ayrıldığımda ''artık hiçbir kuvvet beni bu kadar uzun süre aynı yerde çalıştıramaz'' demiştim. Burada da 6 yılı devirdim. Yok işte o cesaret bana uğramıyor niyeyse. Aslında niyesi de belli .Güvende olma ihtiyacı. Risk almaya hakkımız yok ki çoğumuzun bu düzen içinde . Para kaybetmeyi bırak , birkaç ay para kazanmamayı bile göze alamıyoruz çoğumuz. Misal ben.
Umarım bir güzel mucize gerçekleşir bir an önce hepimiz için .

Practical Mama dedi ki...

Yeliz,

Demin yazdigim yorum gitti bu ikinci defa geliyorsa affola.

Bazen beni korkutuyorsun. Blog yazilarindan okyanusun ote yakasinda paralel hayatlar yasayan iki insanmisiz gibi hissediyorum.

Sana Oprah ve Deepak Chopra'nin "Energy of Attraction" meditasyonu ile (Ben 21-day free challenge dan takip ediyorum), Eckhart Tolle'nin "Simdinin Gucu" kitabini tavsiye ediyorum.

Dilsad dedi ki...

Blog bile böyle bir kaçış değil mi bazen ?
Ah o garanti iş kafası... bütün yorgunluğuma ,rağmen hayalet gibi peşimi bırakmayan garantici sözler sülalesi...
içimde beklediğini düşündüğüm cevherin üstünü örtme çabası... ( Cevher dedimse öyle iddialı bir ifade olarak değil, her ne ise yani)
Sevdiğimiz şeyi yapma isteğinin, üstümüze yığılan korkuyla boğuşması... daha daha...

Adsız dedi ki...

Benim de büyük hedeflerim ve hayallerim var babam idealistlik insana zarar da verir diyor.ben buyük hedeflerden bahsederken işsizlikten bahsediyor.ikimiz de gercekciyiz aslinda.bakis acisi ne kadar da farkli

okuyanguzel dedi ki...

Sen bana uzun uzun yaz ben okurum. Söylediğin şeyler beni çok keyiflendirdi. Teşekkürler...