Neden bilmiyorum, yani ağacımız yoktu hiç olmadı. Hani yılbaşı kutlamayan bir aile miydiniz deseniz, yooo hem öyle bir acayip kutlardık ki öff! Sofralar kurulur, tombalalar çıkar, video olduğu yıllarda eğlence illa ki kaydedilir, ertesi günlerde de seyredilir, hatta dansözlü kısımlar geri sarılarak defalarca izlenir, Zeki Müren heyecanla beklenir, Zeki Müren de bizi görecek sanılır: ) Harika geçirirdik yılbaşlarını. Kokinamız eksik olmazdı. Bir de ablamla mutlaka gramafon kağından yaptığımız kedi merdivenleriyle, para biriktirip köşedeki kırtasiyeden aldığımız balonlarla, süslerle evi süslerdik. Demek ki o yıllar yılbaşı ağacı süsleme olayı pek moda değilmiş diyeceğim bu durumda. Ha bir de minik not, şimdi annemlerde devasa bir ağaç her yıl süslenir.
İlk yılbaşı ağacımı İlker aldı bana. Okuldayken anlatmışım özencimi demek ki, yılbaşı hediyesi olarak almıştı. Yıllarca o maki (20 cm kadar olunca ağaç demek pek saçma geldi) evimizi süsledi. Hatta hiç unutmam, İlker askerdeyken annemler bana gelmişlerdi, yılbaşı arifesi hadi dedim çıkaralım ağacımızı süsleyelim, itina ile paketlediğim diplerden çıkarıp, özenle kutuyu açıp içinden bu çalı çıkınca annemler kocaman ağaç kuracağımı ummuş olacak epey dalga geçmişlerdi, hala özenle kutusundan çıkarışımı taklit edip gülerler. Gülsünler napalım benim ilk yılbaşı ağacımdı o!
O küçük makinin üzerine ağaç koklayamadık bak seneler geçti. Geçen yıl özenip büyük alacak olduk hadi dedik Arca’nın anlayacağı zamana bırakalım.
Cuma günü izin aldım, arabanın alım satım işleri devlet daireleri, arta kalan zamanda İlkeri ayarttım, çam ağacı alacağız. Bornova’da işimiz vardı, gitmişken İkea’ya girdik. Şahane süsler var, ağaçtan önce süslere daldık. Hatta ağaç devrilmesin diye bir düzenek yapmışlar, ondan bile aldık.
Ağaçları bir türlü beğenemedik. Kipa’ya geçtik, yok, en iyisi Koçtaş’a da bakalım dedik, elimizde süslerle döndük.
Pazar sabah erkenden önce Koçtaş’a gittik, yok güzel değil. Sonra AVM’deki oyuncakçıya baktık, yok buradaki de vasat. Tekrar Kipa’ya gittik, artık kesin ağacı alacağız. İstediğimiz ağaç kalmamış. Bastık Bornova’ya gittik, orada da yok. Yine İkea’ya girdik, yok yine içimize sinmedi, dünya para ama yapraklar seyrek seyrek! Alsancak’a inecektik, dönüşte Gaziemir Kipa’ya girdik. Orada da kalmamış! İlker “var mısın Karşıyaka?” dedi orada kopmuşum!! Çok ama çok kıl bir çift olduğumuza İzmir’in yarısını turladıktan sonra karar verdik.
Eve elimiz boş döndük.
Arca çok keyifliydi ama … arabada Barış Manço’nun nane limon kabuğu şarkısını defalarca çaldırıp "hapşuuu" diye eşlik etti, her durakta dışarı çıkıp yağmurda yürüdü, birikintilere şap şap yaptı, hatta Kipa’da tırtıla bile bindi.
Hadi biz sabrederiz de işin kötüsü Arca süslere hasta oldu, oynamak istedi. Ne kadar gıcık bir çift olduğumuzu, kıçı kırık bir çam ağacını bile beğenemediğimizi anlayacak durumda değildi.
Bari nefsi körelsin diye, akşamın ilerleyen saatlerinde emektar çam makisini törenlerle kutusundan çıkardık.
Arca büyülendi. Noel Babalara hediye paketlerine bayıldı.
Bir de şu düdükler (ne deniyor onlara bilmiyorum) kalmış geçen yıldan, yaklaşık bir saat birbirimize üfürttük, çok neşeliydi çook! Yılbaşı öncesi eğlence provası oldu.
Süsler hazır, yeri belirlendi, sabit tutacak kaidemiz mevcut, bir de süslemek için deliren bir sabırsız Arca var elimizde! Tek eksiğimiz bir çam ağacı şimdilerde!
20 Aralık 2010 Pazartesi
Ah hülya canım hülya
Hülya harika bir iş için çorbada tuzu olsun istemiş, çok da güzel bir kampanya düzenlemiş. Biz de çorbaya biber ekelim mi daha da lezzetli olsun?
hemen buraya bir tık.
hemen buraya bir tık.
16 Aralık 2010 Perşembe
Görmemişin Yılbaşı Çekilişi
Onları ilk defa 23 Nisan buluşmasında tanıdım. Güzel gözlü güzel yüzlü bir kadın ve afacan bir oğlan. Arca daha ilk adımlarını atıyordu ama Berk’in topuna musallat olmuştu. Tabii biz birbirimizi ilk defa gören iki anne, aman bebelerimiz birbirine zarar vermesin aman öbür bebenin annesine ayıp olmasın falan diye pek kibar gülümseyerek anlaşmıştık aramızda. O gün Elvan bizimle olduğu için çok kalamamıştık.
Nurturia sayesinde dostluğumuz gelişti. Hemen her görüşmemizde aralarında çok güzel bir elektrik doğdu Arca ile Berk’in, hep birlikte (paralel) oynadılar. Bildiğin kanka işte! Tuna’dan sonra en en en bi samimi arkadaşı oldu Berk!
Arca ve Berk dostluğundan birkaç kare ...
Gelelim yılbaşı çekilişine… Nurturia güncellemelerini çok iyi takip edemiyorum, Allahtan çekilişi Özge organize etmiş de son anda farkına vardım, katıldım. Bize çok tatlı bir minik kitap kurdu çıkmıştı da hiç tanımıyorduk. Hediyemizi gönderdik, arkadaşlık teklif ettik, kargo takibi yaptık, ses yok. Ay noldu acaba derken mail ve mesajla yerine ulaştığını öğrendik, sevindik.
Bu arada Özgeyi sıkıştırıyorum, Arca kime çıktı diye. Ser verip sır vermiyor.
Artık Özge’nin organize ettiği çekilişlere katılmayacağım, daha ağzı gevşek bir arkadaşın organizatör olmasını istiyorum!
Bir taraftan gelen arkadaşlık tekliflerini kabul edip duruyorum, lakin tanımadığımız birilerinin hediye göndereceğinden nerdeyse eminim. Hatta o kadar eminim ki gün içinde Ümit abla ile görüştük, paket geldi, açalım mı dedi, dedim yok beklesin akşam fotoğraf çekeceğiz, tam gönderici adını okuyacaktı, boşver dedim nasıl olsa tanımadığımız birileridir.
Derken Nurturia’daki güncellemeleri okuyasım geldi, pek adetim değildir. Nil uzun uzun yazmış, yok teslim alanın adını biliyorum, yerine ulaşmış, yok insan bir evi arar, yok niye ev adresi veriyorsun, işini versene… Yok dedim, ama jeton düştü. Ümit ablayı aradım, gönderen NİL!!!
Nasıl bir heyecan, döndüm bütün güncellemeleri tek tek okudum.
İşte Nil'in güncellemelerinden çekiliş heyecanı:
1 hafta önce, çekiliş sonucu açıklandığında:
Yihuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu:))))))))) ballıyım ballı ballıyım ballııı :)))) lay lay lommmmmmm:)))))ay çok sevindim. hepinizi ayrı ayrı seviyorum ama yok daha fazla ip ucu vermeyeyim ohh yandan yandan zor tutuyorum kendimi ne zaman yollayacağız hediyeleri zamanı var mı?
ben heyecanlıyım.gerçekten.Berk kime çıktı bilmiyorum.Ben hangi yavruma alacağım onu biliyorum.Hepimiz ben dahil ben kime çıktım yapıyoruz:)
Annelere değil,kuzulara odaklanın valla bak mutlu olacaksınız.Buradaki tanıdığım her annem bir çocuğu illa ki mutlu eder.Bizler de hediyeyi yavrularımıza iletirken tezahurat yaparsak ohh keyfe bak.ay hadi yaaa yarın gönderek.tamam tamam 15 inde:)))
6 gün önce
Akşam hediyesini alacağımız yavruma,hediyesini Berk'e seçtirdim.kendini abi,arkadaşını kaadess ilan etti.goncamın aldığı makinayla hemen
fidyoladım:)))aynen tekrarladı mutlu oldum:))
13 Aralık pazartesi
Çekilişte bize çıkan kuzuma hediyesini aldık.Çok eğlendik.
Berk yaptı seçimleri,ben sadece doğru yere yönlendirdim:)))ilk hediyesini seçti,kime aldığını bilerek.Kaptığı gibi hediyeyi,kasaya koştu.ben de peşinden.Kasadaki adama
"Abiii,adım.Derk adıı." dedi kasaya koydu.(Abi ben aldım)
"Annee,Derk .... adııı.Derk?(anne aldık arkadaşıma:) (adını söylüyor) ikinci Derk deyişi banada alalım.
Gurur duydum oğlumla.Çekiliş gününden beri akşam hediye alacağımız kuzumun adı dilimizde.Olayı eğlenceye dönüştürdük.Hadi hediye alacağız,kadeş sevinecek Paketi açacak ne diyecek?
-Derk adııı.Tekeddüm (Berk almış,teşekkür)
Bugün de alışverişi yapınca hiç huysuzlanmadı,gayet eline alıp alıp bu ,bu diye sordu bana.Berk'e sadece bir hediye alıp çıktık,hakkının bir tane olduğunu çok tekrarladım.Resmen eledi eledi bir tane beğendi.Bugün sanki büyük bir adamla alışveriş yaptım.Gurur duydum.
uleyn Özgeee:)))benim gibi içinde tutamayan birine yapılır mı bu:)))Güncelleme de yapmadan duramıyorum:))
2 gün önce:
Özür dilerim yazmak zorundayım,oğlum hediye aldığı kuzumdan tel bekliyor,dün akşam tutturdu,..... araaaaa diye:)))))) yarın paket elinizde : akşama Berk'i ararmısınız? çünkü ben bilmeden sana teşekkür edecek,çok sevinecek diye kafasını şişirdim.Puhaaaaa yarın anlayacaksın sevgili arkadaşım bu yazdıklarımı.Berk'i takiptesin biliyorum bu sebeple telefon manyağı olduğunu zaten biliyorsun.
Dün:
Kargom saat 12.00 de teslim olmuş,ah annem ah,niye ev adresini veriyorsun, akşama evde süpriz var.allahtan alıcıyı da ismen tanıyorum:))))
off yaa,sabırsızlanıyorummmmmm.
saat 14.49 hala almadınız mı yaa:((
Hala bu kadar güncellemeyi okuyup da nasıl kafamın basmadığına şaşırıyorum.
Hemen İlker’i aradım, “ooo Arca’nın kankası Berk, super!!” dedi. Hemen plan yapıldı, İlker video çekecek ben diğer makinayla fotoğraflarını çekeceğim. Deli Nil, deli bağlar gibi paketlemiş, elim ayağım titredi, bıraktım İlker açtı. Koyduk Arca’yı önüne, önceden de bunları sana Berk göndermiş dedik. Nasıl sevindi. Ne büyük şans, tanıdığı sevdiği bir arkadaşından hediye almak!
Heyecanla açtı, önce arabaya hasta oldu. O dandik ittaiye arabası dediğimiz oyuncağın yanında bu Cars arabalarından koymuşlar, en çok bu çekiciyi sevmiş ancak Arca’nın haşin sevgisine zavallının ömrü yetmemiş çöpü boylamıştı. Şimşek makkiin de bizim nam-ı diğer bip bip arabamız olduğundan pek sever, makkiinin arkadaşı der. Nitekim kudurdu. Miki Fare!! Hem kitap hem miki fare delisi, Berk’in harika seçimi, hemen açıp baktı resimlerine. Yine Cars’ın aletli kitabı! Of nasıl sevdi nasıl bayıldı!
Yazık ki Arca teşekkür etmeyi bilmiyor, sadece kafayı öne ıh diye eğiyor, bir bakıma selam veriyor. Tabii Berk canım benim telefonda bunu duyamadı, sadece “Berk, kitap” dediğini duydu. Berk Arca yerine de teşekkür etti, nasıl güzel bir duygu, adam oldu arkadaşından hediye alıyor, arkadaşı ile telefonda konuşuyor. En komiği yemek yiyeceğiz deyince bütün hediyelerini mama sandalyesine taşıdı, 2 tane etli enginarı götürdü hediyelerin aşkına. Gece boyunca oynadık, arabasını yatağa aldı. Sabah da en az 4 defa daha Miki Fare’nin kitabını okuttu.
Hele o mektup, defalarca okuduk, Arca’nın özel kutusunda saklıyoruz.
Nil, Berk, Murat ne harika insanlarsınız, size çok seviyoruz : )
Y: Arca, Şimşek Mcqueen ne renk annecim?
A: KI-MI-NIIIII
:P
Nurturia sayesinde dostluğumuz gelişti. Hemen her görüşmemizde aralarında çok güzel bir elektrik doğdu Arca ile Berk’in, hep birlikte (paralel) oynadılar. Bildiğin kanka işte! Tuna’dan sonra en en en bi samimi arkadaşı oldu Berk!
Arca ve Berk dostluğundan birkaç kare ...
Gelelim yılbaşı çekilişine… Nurturia güncellemelerini çok iyi takip edemiyorum, Allahtan çekilişi Özge organize etmiş de son anda farkına vardım, katıldım. Bize çok tatlı bir minik kitap kurdu çıkmıştı da hiç tanımıyorduk. Hediyemizi gönderdik, arkadaşlık teklif ettik, kargo takibi yaptık, ses yok. Ay noldu acaba derken mail ve mesajla yerine ulaştığını öğrendik, sevindik.
Bu arada Özgeyi sıkıştırıyorum, Arca kime çıktı diye. Ser verip sır vermiyor.
Artık Özge’nin organize ettiği çekilişlere katılmayacağım, daha ağzı gevşek bir arkadaşın organizatör olmasını istiyorum!
Bir taraftan gelen arkadaşlık tekliflerini kabul edip duruyorum, lakin tanımadığımız birilerinin hediye göndereceğinden nerdeyse eminim. Hatta o kadar eminim ki gün içinde Ümit abla ile görüştük, paket geldi, açalım mı dedi, dedim yok beklesin akşam fotoğraf çekeceğiz, tam gönderici adını okuyacaktı, boşver dedim nasıl olsa tanımadığımız birileridir.
Derken Nurturia’daki güncellemeleri okuyasım geldi, pek adetim değildir. Nil uzun uzun yazmış, yok teslim alanın adını biliyorum, yerine ulaşmış, yok insan bir evi arar, yok niye ev adresi veriyorsun, işini versene… Yok dedim, ama jeton düştü. Ümit ablayı aradım, gönderen NİL!!!
Nasıl bir heyecan, döndüm bütün güncellemeleri tek tek okudum.
İşte Nil'in güncellemelerinden çekiliş heyecanı:
1 hafta önce, çekiliş sonucu açıklandığında:
Yihuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu:))))))))) ballıyım ballı ballıyım ballııı :)))) lay lay lommmmmmm:)))))ay çok sevindim. hepinizi ayrı ayrı seviyorum ama yok daha fazla ip ucu vermeyeyim ohh yandan yandan zor tutuyorum kendimi ne zaman yollayacağız hediyeleri zamanı var mı?
ben heyecanlıyım.gerçekten.Berk kime çıktı bilmiyorum.Ben hangi yavruma alacağım onu biliyorum.Hepimiz ben dahil ben kime çıktım yapıyoruz:)
Annelere değil,kuzulara odaklanın valla bak mutlu olacaksınız.Buradaki tanıdığım her annem bir çocuğu illa ki mutlu eder.Bizler de hediyeyi yavrularımıza iletirken tezahurat yaparsak ohh keyfe bak.ay hadi yaaa yarın gönderek.tamam tamam 15 inde:)))
6 gün önce
Akşam hediyesini alacağımız yavruma,hediyesini Berk'e seçtirdim.kendini abi,arkadaşını kaadess ilan etti.goncamın aldığı makinayla hemen
fidyoladım:)))aynen tekrarladı mutlu oldum:))
13 Aralık pazartesi
Çekilişte bize çıkan kuzuma hediyesini aldık.Çok eğlendik.
Berk yaptı seçimleri,ben sadece doğru yere yönlendirdim:)))ilk hediyesini seçti,kime aldığını bilerek.Kaptığı gibi hediyeyi,kasaya koştu.ben de peşinden.Kasadaki adama
"Abiii,adım.Derk adıı." dedi kasaya koydu.(Abi ben aldım)
"Annee,Derk .... adııı.Derk?(anne aldık arkadaşıma:) (adını söylüyor) ikinci Derk deyişi banada alalım.
Gurur duydum oğlumla.Çekiliş gününden beri akşam hediye alacağımız kuzumun adı dilimizde.Olayı eğlenceye dönüştürdük.Hadi hediye alacağız,kadeş sevinecek Paketi açacak ne diyecek?
-Derk adııı.Tekeddüm (Berk almış,teşekkür)
Bugün de alışverişi yapınca hiç huysuzlanmadı,gayet eline alıp alıp bu ,bu diye sordu bana.Berk'e sadece bir hediye alıp çıktık,hakkının bir tane olduğunu çok tekrarladım.Resmen eledi eledi bir tane beğendi.Bugün sanki büyük bir adamla alışveriş yaptım.Gurur duydum.
uleyn Özgeee:)))benim gibi içinde tutamayan birine yapılır mı bu:)))Güncelleme de yapmadan duramıyorum:))
2 gün önce:
Özür dilerim yazmak zorundayım,oğlum hediye aldığı kuzumdan tel bekliyor,dün akşam tutturdu,..... araaaaa diye:)))))) yarın paket elinizde : akşama Berk'i ararmısınız? çünkü ben bilmeden sana teşekkür edecek,çok sevinecek diye kafasını şişirdim.Puhaaaaa yarın anlayacaksın sevgili arkadaşım bu yazdıklarımı.Berk'i takiptesin biliyorum bu sebeple telefon manyağı olduğunu zaten biliyorsun.
Dün:
Kargom saat 12.00 de teslim olmuş,ah annem ah,niye ev adresini veriyorsun, akşama evde süpriz var.allahtan alıcıyı da ismen tanıyorum:))))
off yaa,sabırsızlanıyorummmmmm.
saat 14.49 hala almadınız mı yaa:((
Hala bu kadar güncellemeyi okuyup da nasıl kafamın basmadığına şaşırıyorum.
Hemen İlker’i aradım, “ooo Arca’nın kankası Berk, super!!” dedi. Hemen plan yapıldı, İlker video çekecek ben diğer makinayla fotoğraflarını çekeceğim. Deli Nil, deli bağlar gibi paketlemiş, elim ayağım titredi, bıraktım İlker açtı. Koyduk Arca’yı önüne, önceden de bunları sana Berk göndermiş dedik. Nasıl sevindi. Ne büyük şans, tanıdığı sevdiği bir arkadaşından hediye almak!
Heyecanla açtı, önce arabaya hasta oldu. O dandik ittaiye arabası dediğimiz oyuncağın yanında bu Cars arabalarından koymuşlar, en çok bu çekiciyi sevmiş ancak Arca’nın haşin sevgisine zavallının ömrü yetmemiş çöpü boylamıştı. Şimşek makkiin de bizim nam-ı diğer bip bip arabamız olduğundan pek sever, makkiinin arkadaşı der. Nitekim kudurdu. Miki Fare!! Hem kitap hem miki fare delisi, Berk’in harika seçimi, hemen açıp baktı resimlerine. Yine Cars’ın aletli kitabı! Of nasıl sevdi nasıl bayıldı!
Yazık ki Arca teşekkür etmeyi bilmiyor, sadece kafayı öne ıh diye eğiyor, bir bakıma selam veriyor. Tabii Berk canım benim telefonda bunu duyamadı, sadece “Berk, kitap” dediğini duydu. Berk Arca yerine de teşekkür etti, nasıl güzel bir duygu, adam oldu arkadaşından hediye alıyor, arkadaşı ile telefonda konuşuyor. En komiği yemek yiyeceğiz deyince bütün hediyelerini mama sandalyesine taşıdı, 2 tane etli enginarı götürdü hediyelerin aşkına. Gece boyunca oynadık, arabasını yatağa aldı. Sabah da en az 4 defa daha Miki Fare’nin kitabını okuttu.
Hele o mektup, defalarca okuduk, Arca’nın özel kutusunda saklıyoruz.
Nil, Berk, Murat ne harika insanlarsınız, size çok seviyoruz : )
Y: Arca, Şimşek Mcqueen ne renk annecim?
A: KI-MI-NIIIII
:P
14 Aralık 2010 Salı
Arca'ya hayvanları sevdirme procesi
Çocukluğuma kısa bir dip dalış yapsak, köpeklerden korkmam için yeterli sebebim olduğunu herkes kabul eder. Pek çok köpek saldırısına maruz kaldım. Ama bu kediler ve diğer tüylü hayvanlara dokunamamamı açıklamıyor. Evet ben hayvanlara dokunamıyorum, tüylü olanlara. Böceklerle aram iyidir.
İlker tam tersi. Eve böcek girdiyse gazete ile bile öldüremez sheltox yeliz devreye girer. Diğer taraftan tam bir köpek delisidir.
Ben ölesiye korkarken ve yolumu değiştirirken okul zamanlarında Rotweiler cinsi bir köpek edinmişti. (hmm beni uzaklaştırmaya çalışmış galiba ama ben azimle yapışmışım adama : ) ) Arthur sayesinde biraz dokunabilir olmuştum. Ama lanet hayvan bacaklarıma tırmanıyordu ve acayip rahatsız olduğumdan yaz sıcağında pantolonla dolaşır olmuştum. Epey sıcak bir yazdı!
Neyse… Hayvanlarla münasebetim yok, ilgim de yok. Gezegenimizi bu dostlarla paylaşmaya lafım yok ama ilişkimizi asgaride tutarsak sevinirim… derdim. İnsan anne olunca öyle hödö hödö konuşamıyor. Hayvanları sevsin, gezegendeki tüm canlılarla iyi anlaşsın istiyor anne yüreği. Bebek odası konseptini bile hayvan üzerine yapmıştık. Arca daha doğmamışken dünyanın parasını verip National Geography peluş hayvanları ile doldurduk odasını. Hep bir hayvan teması var hayatımızın içinde. (İncelenesi bir aileyiz?)
Bir gün İlker belgesel izliyor (ay pek entel dantel bi aileyiz, biz dizi izlemiyoruz, belgesel izliyoruz:)) ) ben hiç hazzetmiyorum. Yok o onu yemiş yok bu öbürüyle çiftleşmiş, zinhar ilgimi çekmiyor.
Kaplumbağa ile kurbağayı bile birbirine karıştırırım, ötesi var mı!
Hayvanlar filan Arca ilgilendi tabii, koştu geldi seyrediyor. Hani ben de öğretici anne olacağım ya başladım ahkam kesmeye. (bir de televizyon izliyoruz bari iletişimimiz olsun, TV başında kilitlemeyelim telaşındayım, biri beni vursun, nolur!!)
Yeliz: Aaa Arca bak keçilere!
Arca: Keçi
İlker: ya Yeliz antilop o, yuh!
Yeliz: (istifimi bozmuyorum) Afrika keçisi annecim, antilop, söyle bakim
İlker: yürü git Yeliz ya
Yeliz: sus bakim, ben de öğreniyorum işte!
………….
Yeliz: arca koş fok çıktı, fok
Arca koşar peluş fok balığını alır, gelir.
İlker: Babacım nolur annene bakma deniz fili o!
Yeliz: lımbır lımbır sürünüyor işte fok balığı gibi
İlker: Görmüyor musun hortumu var!
Yeliz: Hadi be öyle hortum mu olur ç.k kadar hortum! Bak öbürü hortumsuz o fok işte
İlker: O da deniz aslanı
Yeliz: Aman be, ne diye bildiğin fok belgeseli çekmiyorlar! Fili aslanı ayrı çek foku ayrı çek, hem küçük çocuk ne anlar deniz aslanından. Fok annecim o sev sen fokunu, ooo cici
Bu arada Arca bir elindeki foka bakar bi televizyona bir şey anlamaz tabii.
Tam o sırada köpek balığı gelir, Jaws’tan biliyoruz köpek balığını!
Yeliz: Köpek balığı geldi annecim baaak
Arca: BA-Lİ-NA!
Yeliz: Al işte artık beni takmıyor artık!
Bık bık bık… derken bazı vahşi hayvanlar bazı sevimli hayvanları yemeye yeltenir, Arca kucaklanır, ortamdan uzaklaştırılır, belgeselle ile hayvanları sevdirme projesi rafa kalkar.
Bu kadar hayvan muhabbetine buyrun Arca'nın son klibi!
“A” de bakim “AAA” bi de “YE” de “YEEE” …..
İlker tam tersi. Eve böcek girdiyse gazete ile bile öldüremez sheltox yeliz devreye girer. Diğer taraftan tam bir köpek delisidir.
Ben ölesiye korkarken ve yolumu değiştirirken okul zamanlarında Rotweiler cinsi bir köpek edinmişti. (hmm beni uzaklaştırmaya çalışmış galiba ama ben azimle yapışmışım adama : ) ) Arthur sayesinde biraz dokunabilir olmuştum. Ama lanet hayvan bacaklarıma tırmanıyordu ve acayip rahatsız olduğumdan yaz sıcağında pantolonla dolaşır olmuştum. Epey sıcak bir yazdı!
Neyse… Hayvanlarla münasebetim yok, ilgim de yok. Gezegenimizi bu dostlarla paylaşmaya lafım yok ama ilişkimizi asgaride tutarsak sevinirim… derdim. İnsan anne olunca öyle hödö hödö konuşamıyor. Hayvanları sevsin, gezegendeki tüm canlılarla iyi anlaşsın istiyor anne yüreği. Bebek odası konseptini bile hayvan üzerine yapmıştık. Arca daha doğmamışken dünyanın parasını verip National Geography peluş hayvanları ile doldurduk odasını. Hep bir hayvan teması var hayatımızın içinde. (İncelenesi bir aileyiz?)
Bir gün İlker belgesel izliyor (ay pek entel dantel bi aileyiz, biz dizi izlemiyoruz, belgesel izliyoruz:)) ) ben hiç hazzetmiyorum. Yok o onu yemiş yok bu öbürüyle çiftleşmiş, zinhar ilgimi çekmiyor.
Kaplumbağa ile kurbağayı bile birbirine karıştırırım, ötesi var mı!
Hayvanlar filan Arca ilgilendi tabii, koştu geldi seyrediyor. Hani ben de öğretici anne olacağım ya başladım ahkam kesmeye. (bir de televizyon izliyoruz bari iletişimimiz olsun, TV başında kilitlemeyelim telaşındayım, biri beni vursun, nolur!!)
Yeliz: Aaa Arca bak keçilere!
Arca: Keçi
İlker: ya Yeliz antilop o, yuh!
Yeliz: (istifimi bozmuyorum) Afrika keçisi annecim, antilop, söyle bakim
İlker: yürü git Yeliz ya
Yeliz: sus bakim, ben de öğreniyorum işte!
………….
Yeliz: arca koş fok çıktı, fok
Arca koşar peluş fok balığını alır, gelir.
İlker: Babacım nolur annene bakma deniz fili o!
Yeliz: lımbır lımbır sürünüyor işte fok balığı gibi
İlker: Görmüyor musun hortumu var!
Yeliz: Hadi be öyle hortum mu olur ç.k kadar hortum! Bak öbürü hortumsuz o fok işte
İlker: O da deniz aslanı
Yeliz: Aman be, ne diye bildiğin fok belgeseli çekmiyorlar! Fili aslanı ayrı çek foku ayrı çek, hem küçük çocuk ne anlar deniz aslanından. Fok annecim o sev sen fokunu, ooo cici
Bu arada Arca bir elindeki foka bakar bi televizyona bir şey anlamaz tabii.
Tam o sırada köpek balığı gelir, Jaws’tan biliyoruz köpek balığını!
Yeliz: Köpek balığı geldi annecim baaak
Arca: BA-Lİ-NA!
Yeliz: Al işte artık beni takmıyor artık!
Bık bık bık… derken bazı vahşi hayvanlar bazı sevimli hayvanları yemeye yeltenir, Arca kucaklanır, ortamdan uzaklaştırılır, belgeselle ile hayvanları sevdirme projesi rafa kalkar.
Bu kadar hayvan muhabbetine buyrun Arca'nın son klibi!
“A” de bakim “AAA” bi de “YE” de “YEEE” …..
ayı from yeliz minareci on Vimeo.
13 Aralık 2010 Pazartesi
kısa... kısa...
Arca kar ile tanıştı. Cumartesi sabah serpiştirdi, tam hadi bari balkona çıkalım diye giyinirken durdu, vazgeçtik, pencere kenarına ilişip seyrettik. Ara sıra durdu, Arca’ya karı bizim yağdırmadığımızı söylememişiz, “bi daha ! bi daha!” diye çıldırdı.
Oyun grubunda bu defa daha iyiydi, en azından ağlamadı, kendi isteği ile ayrıldık, giderken ablalara “hokkayay” dedi. İnkilap kitapevinde daha çok eğlendiğini söyleyebilirim (entel çocuğum öyle hoppidi zıppidiler olgun evladıma göre diil - bir geyik sıkıştırmazsam olmaz) Nurturia’daki çekilişte bize 12 aylık bir tatlı oğlan çıktı, tanımıyoruz, ilgi alanı kitaplarmış, aman pek sevindik. Arca’nın o aylarda sevdiği kitaplardan aldık, umarız o da kitapla yolculuğunda bu yeni yol arkadaşlarını sever.
Pazar günü iki saat düz vites araba çalıştık İlkerle. Sanıyorum sigarayı bırakmasının kötü bir zamanlama olduğunu fark etmiştir. Önceki iki denemeye göre iyiydim. İlker “gaza bas! Gaza!!” diye haykırırken arkada Arca da “gaza! Gaza!” diye tempo tuttu. Bir ara “in anne ben geçicem direksiyona” cümlesiyle dile geleceğini sandım. Yokuşlar tahminimden iyi sadece ben trafiğe çıkacaksam sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli ki etrafta benimkinden başka araç olmasın. Olduğu an panik anne devreye giriyor.
Arca inanılmaz bir kriz yaşadı. Böylesine hiç tanık olmamıştık. O salya sümük ağlar ve çığırırken biz İlkerle birbirimize soran gözlerle bakakaldık. Pazar günü öğle uykusuna çok geç yattı, Orçunlara gidecektik ve artık kalkması gerekiyordu. Perdeyi açtım, a uyandı dedim, yok henüz afyonu patlamamış. Biraz kucağımda kestirdi. Neyse uzun zamandır görmediği Orçuna gideceğiz deyince sevindi, hadi giyinelim dedik. Pantolon giymek istedi, üzerine 2 kazak koydum, seçsin diye. “kımını”yı seçti. Buraya kadar her şey normal. Pijamasının altını çıkardım. Başladı ağlamaya. O an anlamadım zaten. Anlasam anında pijamayı geçiririm, hiç inatlaşmam da, öyle bir hal aldı ki olay, Arca ağlıyor, ne demek istediğini anlatmıyor, ben elimde pantolon istersen öbürünü giyelim diyorum. Tam inatlaşma! Bir taraftan kucağımda. Bu arada çantaya koyduğu oyuncaklarını rahatlık olsun kendi taşısın diye sırt çantasına koyuyoruz, ağlıyor, başka torbaya koyuyoruz daha çok ağlıyor. Sürekli kucağımda, kendini sakinleştirmeye çalışıyor. Böyle bir yarım saat gitti, ben ömrümdense 1 yıl! Bir şekilde sakinleşti, pijamayı gösterdi, giydirdik, sanki yarım saat böğüren çocuk o değilmiş gibi laylalom arabaya bindi, mezeciye giderken elmaları götürdü, Orçunlarda gayet keyifliydi, anlattık, inanamadılar. Neyse ki şarap iyiydi, mezeler iyiydi, akşamın geri kalanı neşeli geçti. Arca ilk defa haydari yedi, “naneli yoğurt” şeklinde tanıştırdık kendilerini. Yakında rakı balığa başlarız: )
Balık demişken hala yiyemedik desem : )))))
Oyun grubunda bu defa daha iyiydi, en azından ağlamadı, kendi isteği ile ayrıldık, giderken ablalara “hokkayay” dedi. İnkilap kitapevinde daha çok eğlendiğini söyleyebilirim (entel çocuğum öyle hoppidi zıppidiler olgun evladıma göre diil - bir geyik sıkıştırmazsam olmaz) Nurturia’daki çekilişte bize 12 aylık bir tatlı oğlan çıktı, tanımıyoruz, ilgi alanı kitaplarmış, aman pek sevindik. Arca’nın o aylarda sevdiği kitaplardan aldık, umarız o da kitapla yolculuğunda bu yeni yol arkadaşlarını sever.
Pazar günü iki saat düz vites araba çalıştık İlkerle. Sanıyorum sigarayı bırakmasının kötü bir zamanlama olduğunu fark etmiştir. Önceki iki denemeye göre iyiydim. İlker “gaza bas! Gaza!!” diye haykırırken arkada Arca da “gaza! Gaza!” diye tempo tuttu. Bir ara “in anne ben geçicem direksiyona” cümlesiyle dile geleceğini sandım. Yokuşlar tahminimden iyi sadece ben trafiğe çıkacaksam sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli ki etrafta benimkinden başka araç olmasın. Olduğu an panik anne devreye giriyor.
Arca inanılmaz bir kriz yaşadı. Böylesine hiç tanık olmamıştık. O salya sümük ağlar ve çığırırken biz İlkerle birbirimize soran gözlerle bakakaldık. Pazar günü öğle uykusuna çok geç yattı, Orçunlara gidecektik ve artık kalkması gerekiyordu. Perdeyi açtım, a uyandı dedim, yok henüz afyonu patlamamış. Biraz kucağımda kestirdi. Neyse uzun zamandır görmediği Orçuna gideceğiz deyince sevindi, hadi giyinelim dedik. Pantolon giymek istedi, üzerine 2 kazak koydum, seçsin diye. “kımını”yı seçti. Buraya kadar her şey normal. Pijamasının altını çıkardım. Başladı ağlamaya. O an anlamadım zaten. Anlasam anında pijamayı geçiririm, hiç inatlaşmam da, öyle bir hal aldı ki olay, Arca ağlıyor, ne demek istediğini anlatmıyor, ben elimde pantolon istersen öbürünü giyelim diyorum. Tam inatlaşma! Bir taraftan kucağımda. Bu arada çantaya koyduğu oyuncaklarını rahatlık olsun kendi taşısın diye sırt çantasına koyuyoruz, ağlıyor, başka torbaya koyuyoruz daha çok ağlıyor. Sürekli kucağımda, kendini sakinleştirmeye çalışıyor. Böyle bir yarım saat gitti, ben ömrümdense 1 yıl! Bir şekilde sakinleşti, pijamayı gösterdi, giydirdik, sanki yarım saat böğüren çocuk o değilmiş gibi laylalom arabaya bindi, mezeciye giderken elmaları götürdü, Orçunlarda gayet keyifliydi, anlattık, inanamadılar. Neyse ki şarap iyiydi, mezeler iyiydi, akşamın geri kalanı neşeli geçti. Arca ilk defa haydari yedi, “naneli yoğurt” şeklinde tanıştırdık kendilerini. Yakında rakı balığa başlarız: )
Balık demişken hala yiyemedik desem : )))))
10 Aralık 2010 Cuma
Arca'ya masallar .. Miki ile tiki ormanda
Hülya’nın ilginç bir lafı vardı, ormanda kaybolmakla ilgili fantezilerimiz var diye, ne gülmüştüm. Dikkat ettim benim masallar bir şekilde ormana yönleniyor. Bir nevi kırmızı başlıklı kız sendromu. Ya da hayvanlarla iletişimi kopuk ananın bebesine hayvan sevgisi aşılama telaşı, eminim pek eğreti duruyordur.
Son zamanların favori masalını paylaşıyorum, dikkat! hiç bir hakkı saklı değildir, -hiç sanmıyorum ama- olur da beğenen olursa bebesini bu masala maruz bırakabilir.
Miki ile Tiki bir gün ananelerini ziyarete gitmeye karar vermişler. Ananelerine ulaşmak için ormandan geçmeleri gerekiyormuş. Konuşa konuşa ormanda gezerken Kunduza rastlamışlar, havadan sudan, dereden tepeden derken Kunduzun değneklerden yaptığı evi yıkılmış.
---nasıl diye sormayın, ben de o kısmı uyduramadım---
Kunduz çok üzülmüş. Miki ile Tiki demişler ki “gel beraber yapalım evini birlikten kuvvet doğar” Hemencecik evi yapmışlar, Kunduz çok sevinmiş, demiş ki “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa “HA Hİ HO deyin” ben hemen gelirim.” Miki hadi len demiş içinden sen daha kendi evini yapamıyorsun nasıl yardım edeceksin bize. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.
Bir ördekle karşılaşmışlar, “senin ne işin var burada gölde olman lazım “ demişler, ördek de “kayboldum, gölü bulamıyorum” demiş, bizimkiler hemen yardım etmişler, ördeği göle götürmüşler, ördek çok sevinmiş, demiş ki “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa “HA Hİ HO” deyin ben hemen gelirim.” Miki yine hadi len demiş içinden, canımız portakal soslu ördek çekerse portakalları da kap gel deriz, yoksa sana ne ihtiyacımız olacak demiş. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.
Bir yavru atla karşılaşmışlar.
---Arca her seferinde tay diye düzeltiyor, kıl oluyorum, biz öğrettik onu sana oğlum sen kime satıyorsun hey??--
“senin ne işin var burada annenin yanında olman lazım “ demişler. Tay ise “aman ben sıkılıyorum onlardan kaçtım, kafama göre takılıyorum” demiş. “aman olur mu öyle şey, hadi bakalım doğru annenin yanına” demişler ve katmışlar ufaklığı önlerine annesine götürmüşler. Anne at çok sevinmiş ve demiş ki, “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa HA Hİ HO deyin ben hemen gelirim.” Miki yine içinden küçümsemiş, sen önce bebene sahip çık bacım demiş içinden. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.
Bir yılan çıkmış karşılarına “tsss” demiş, “ee?” demişler. “sokacaktık da” demiş
---burada Cem Yılmaz’ın el hareketi yapılır, odada İlker varsa yarılır gülmekten bu sahne hemen atlanır---
“Yürü git” demişler, gitmiyor illa ki sokacak.
---Arca hala uyumadığı ve her HA Hİ HO kısmını buraya kadar defalarca anlattırdığı için artık baymıştır ve anne kendine eğlenecek bir şeyler aramaktadır.---
Neyse… Tiki “HA Hİ HO” demiş, bir ördek sürüsü gelmiş, yılanı gagalamış kaçırmışlar, bizimkiler bir oh çekmiş.
Sonunda ananenin evine varmışlar. Bakmışlar anane çok hasta, hastaneye götürülmesi lazım. Ne yapsak derken yine Tiki “HA Hİ HO” demiş, anne at koşmuş gelmiş. Demiş ki; “ben ananeyi götürürüm ama at sırtında çok zor olur, bir at arabasına ihtiyaç var” Saksıyı çalıştırmışlar ve hop Tiki yine “HA Hİ HO” demiş, Kunduz gelmiş. Hep beraber bir araba inşa etmişler, ananeyi içine koymuşlar, doğru hastaneye gitmişler.
Miki hayvan dostlarını küçümsediği için çok üzülmüş, hepsine teşekkür etmiş.
Sonra da gitmiş yatmış uyumuşşş, hadi Arca iyi uykular
Arca : HA Hİ HO BİYA!
Yeliz : hayır annecim bir daha ha hi ho anlatamam, ışığı kapatıyorum, sen uykulara dalıyorsun rüyanda miki ile tikiyi görüyorsun.
Arca : HA Hİ HO
Yeliz : hay dilimi eşek arıları şeetsin, annecim bak bugün Hülyayla konuştum, Tuna o kadar büyümüş ki uyu deyince uyuyormuş (artık bu muhabbeti pek yemiyor)
Arca : Berk?
Yeliz: evet annecim Berk çoktan uyumuş biliyorsun okula gidiyor
Arca: Ela?
Yeliz : Ela bu masalı dinleyince hemen gözlerini kapatıyormuş, hadi gözlerini kapat bebeğim ben şimdilik buradayım
Arca : ha hi ho ha hi ho…
zzzzzzzzzzzzzzzzzzzz
Son zamanların favori masalını paylaşıyorum, dikkat! hiç bir hakkı saklı değildir, -hiç sanmıyorum ama- olur da beğenen olursa bebesini bu masala maruz bırakabilir.
Miki ile Tiki bir gün ananelerini ziyarete gitmeye karar vermişler. Ananelerine ulaşmak için ormandan geçmeleri gerekiyormuş. Konuşa konuşa ormanda gezerken Kunduza rastlamışlar, havadan sudan, dereden tepeden derken Kunduzun değneklerden yaptığı evi yıkılmış.
---nasıl diye sormayın, ben de o kısmı uyduramadım---
Kunduz çok üzülmüş. Miki ile Tiki demişler ki “gel beraber yapalım evini birlikten kuvvet doğar” Hemencecik evi yapmışlar, Kunduz çok sevinmiş, demiş ki “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa “HA Hİ HO deyin” ben hemen gelirim.” Miki hadi len demiş içinden sen daha kendi evini yapamıyorsun nasıl yardım edeceksin bize. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.
Bir ördekle karşılaşmışlar, “senin ne işin var burada gölde olman lazım “ demişler, ördek de “kayboldum, gölü bulamıyorum” demiş, bizimkiler hemen yardım etmişler, ördeği göle götürmüşler, ördek çok sevinmiş, demiş ki “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa “HA Hİ HO” deyin ben hemen gelirim.” Miki yine hadi len demiş içinden, canımız portakal soslu ördek çekerse portakalları da kap gel deriz, yoksa sana ne ihtiyacımız olacak demiş. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.
Bir yavru atla karşılaşmışlar.
---Arca her seferinde tay diye düzeltiyor, kıl oluyorum, biz öğrettik onu sana oğlum sen kime satıyorsun hey??--
“senin ne işin var burada annenin yanında olman lazım “ demişler. Tay ise “aman ben sıkılıyorum onlardan kaçtım, kafama göre takılıyorum” demiş. “aman olur mu öyle şey, hadi bakalım doğru annenin yanına” demişler ve katmışlar ufaklığı önlerine annesine götürmüşler. Anne at çok sevinmiş ve demiş ki, “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa HA Hİ HO deyin ben hemen gelirim.” Miki yine içinden küçümsemiş, sen önce bebene sahip çık bacım demiş içinden. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.
Bir yılan çıkmış karşılarına “tsss” demiş, “ee?” demişler. “sokacaktık da” demiş
---burada Cem Yılmaz’ın el hareketi yapılır, odada İlker varsa yarılır gülmekten bu sahne hemen atlanır---
“Yürü git” demişler, gitmiyor illa ki sokacak.
---Arca hala uyumadığı ve her HA Hİ HO kısmını buraya kadar defalarca anlattırdığı için artık baymıştır ve anne kendine eğlenecek bir şeyler aramaktadır.---
Neyse… Tiki “HA Hİ HO” demiş, bir ördek sürüsü gelmiş, yılanı gagalamış kaçırmışlar, bizimkiler bir oh çekmiş.
Sonunda ananenin evine varmışlar. Bakmışlar anane çok hasta, hastaneye götürülmesi lazım. Ne yapsak derken yine Tiki “HA Hİ HO” demiş, anne at koşmuş gelmiş. Demiş ki; “ben ananeyi götürürüm ama at sırtında çok zor olur, bir at arabasına ihtiyaç var” Saksıyı çalıştırmışlar ve hop Tiki yine “HA Hİ HO” demiş, Kunduz gelmiş. Hep beraber bir araba inşa etmişler, ananeyi içine koymuşlar, doğru hastaneye gitmişler.
Miki hayvan dostlarını küçümsediği için çok üzülmüş, hepsine teşekkür etmiş.
Sonra da gitmiş yatmış uyumuşşş, hadi Arca iyi uykular
Arca : HA Hİ HO BİYA!
Yeliz : hayır annecim bir daha ha hi ho anlatamam, ışığı kapatıyorum, sen uykulara dalıyorsun rüyanda miki ile tikiyi görüyorsun.
Arca : HA Hİ HO
Yeliz : hay dilimi eşek arıları şeetsin, annecim bak bugün Hülyayla konuştum, Tuna o kadar büyümüş ki uyu deyince uyuyormuş (artık bu muhabbeti pek yemiyor)
Arca : Berk?
Yeliz: evet annecim Berk çoktan uyumuş biliyorsun okula gidiyor
Arca: Ela?
Yeliz : Ela bu masalı dinleyince hemen gözlerini kapatıyormuş, hadi gözlerini kapat bebeğim ben şimdilik buradayım
Arca : ha hi ho ha hi ho…
zzzzzzzzzzzzzzzzzzzz
Sol ayağım
Film değil ama film gibi …
Benim sol ayağım! Yıllardır kullanmadığım sol ayağım.
Aslında bu sabahki yaklaşık 40 dakikalık yolculuğumuz “sol ayağım” adında bol kahkahalı, biraz gerilimli, çok da stresli bir film sayılır! Kullanmaya kullanmaya körelmiş.
Debriyaj diyorum! Ah diyorum yaktın beni diyorum.
İlker gaza geldi, ders almama gerek yokmuş, düz vites araba ile 3 gün işe beraber gidelimmiş, o bana süper öğretirmiş. Sen öğretirsin gülüm benim, ben öğrenebilir miyim? İşte sanırım bunu hesaba katmadığı için günün bu saatlerinde epey pişmandır.
İlk günün bilançosu:
* Bismillah daha arabaya bindiğimde hödük gibi arabayı çalıştırdım, pat stop etti.
* Yokuşta kaldım, 10 dakika en az 3-4 defa stop ettirdim.
* Yolda giderken 3’e takacağıma 1’e taktım ki İlker’e göre üstün başarı madalyasına hak kazanmışım!
* Otobanda araba sollarken gaza basacağıma frene bastım.
* Debriyajın yerini unuturum diye sol ayak bilekten kıvrık ama balataları yemeyeyim diye debriyaja da basmıyorum, az sonra basacağım diye havada öyle duruyor, yer çekimine yenilmiyorum ama bilek bir süre sonra zonklamaya başlıyor.
Yani yapılmaması gereken ne varsa yaptım!
Ve tüm bunlara rağmen akşam yine ben kullanacağım hem de Cuma trafiğinde.
Çarem yok, arabayı düz vitesli aldırdım mı? Aldırdım!
Otomatik olanı da sattık mı? Sattık!
Bundan gayrı yapacak bir şey yok öyle böyle öğrenilecek.
Özel ders alma fikri bu sabahtan sonra aklıma daha bir yattı nedense. Maksat 8 senelik evliliğim yıkılmasın! Derdim o!
Benim sol ayağım! Yıllardır kullanmadığım sol ayağım.
Aslında bu sabahki yaklaşık 40 dakikalık yolculuğumuz “sol ayağım” adında bol kahkahalı, biraz gerilimli, çok da stresli bir film sayılır! Kullanmaya kullanmaya körelmiş.
Debriyaj diyorum! Ah diyorum yaktın beni diyorum.
İlker gaza geldi, ders almama gerek yokmuş, düz vites araba ile 3 gün işe beraber gidelimmiş, o bana süper öğretirmiş. Sen öğretirsin gülüm benim, ben öğrenebilir miyim? İşte sanırım bunu hesaba katmadığı için günün bu saatlerinde epey pişmandır.
İlk günün bilançosu:
* Bismillah daha arabaya bindiğimde hödük gibi arabayı çalıştırdım, pat stop etti.
* Yokuşta kaldım, 10 dakika en az 3-4 defa stop ettirdim.
* Yolda giderken 3’e takacağıma 1’e taktım ki İlker’e göre üstün başarı madalyasına hak kazanmışım!
* Otobanda araba sollarken gaza basacağıma frene bastım.
* Debriyajın yerini unuturum diye sol ayak bilekten kıvrık ama balataları yemeyeyim diye debriyaja da basmıyorum, az sonra basacağım diye havada öyle duruyor, yer çekimine yenilmiyorum ama bilek bir süre sonra zonklamaya başlıyor.
Yani yapılmaması gereken ne varsa yaptım!
Ve tüm bunlara rağmen akşam yine ben kullanacağım hem de Cuma trafiğinde.
Çarem yok, arabayı düz vitesli aldırdım mı? Aldırdım!
Otomatik olanı da sattık mı? Sattık!
Bundan gayrı yapacak bir şey yok öyle böyle öğrenilecek.
Özel ders alma fikri bu sabahtan sonra aklıma daha bir yattı nedense. Maksat 8 senelik evliliğim yıkılmasın! Derdim o!
DUYURU!! ADIM ADIM BÜYÜYORUM
Nurturia'da duyurdular, hemen kaydımızı yaptırdım.
Çok özel bir etkinlik, biz oradayız, herkesi bekleriz:)
Alman organik bebek maması HIPP, 1-4 yaş arası çocuklar için renkli bir çalışma başlatıyor.Bünyesinde zihinsel engelli çocukları barındıran Özel Eğitime Muhtaç Çocuklara Yardı Derneği' ne (ERAM) destek amaçlı hayata geçirilen proje, " Adım Adım Büyüyorum" ismiyle yola çıkıyor.1-4 yaş arasındaki çocukların parmak boyalarıyla yapacağı resim çalışmalarını kapsayacak ve altı ay devam edecek.Altı ay sonunda çocukların yaptıkları çalışmalarda nasıl bir gelişim olduğuda gözlemlenmiş olacak.
Projeye katılmak için yukarıdaki adresteki katılım formunu doldurmak yeterli, formu dolduran annelerin adreslerine proje için gerekli parmak boyalarının ve altı adet özel resim kağıdının iletilmesiyle ilk adım başlıyor.Bundan sonra çocukların doyamayacağı eğlenceli bir süreç başlıyor.Gelen kağıtlara projenin parmak boyalarıyla önce çocukların ayak izleri alınıyor, kağıdın geri kalanıda çocuğun uçsuz bucaksız hayal dünyasına bırakılıyor.Altıncı ayın bitiminde çalışmalar, mayıs ayında gerçekleştirilecek sergide ERAM çocukları yararına satışa sunulmak üzere HİPP' te toplanıyor.Proje sonunda , minicik adımlarıyla projeye dahil olan çocuklar, hem zihinsel engelli çocukların hayata bir adım daha atmasını sağlamış, hemde yarattıkları bir çalışmanın sergilenmesiyle unutulmayacak bir hatırayı yaşamlarına eklemiş oluyorlar...
Kayıt ve detaylı bilgi için buraya tık!!!
Çok özel bir etkinlik, biz oradayız, herkesi bekleriz:)
Alman organik bebek maması HIPP, 1-4 yaş arası çocuklar için renkli bir çalışma başlatıyor.Bünyesinde zihinsel engelli çocukları barındıran Özel Eğitime Muhtaç Çocuklara Yardı Derneği' ne (ERAM) destek amaçlı hayata geçirilen proje, " Adım Adım Büyüyorum" ismiyle yola çıkıyor.1-4 yaş arasındaki çocukların parmak boyalarıyla yapacağı resim çalışmalarını kapsayacak ve altı ay devam edecek.Altı ay sonunda çocukların yaptıkları çalışmalarda nasıl bir gelişim olduğuda gözlemlenmiş olacak.
Projeye katılmak için yukarıdaki adresteki katılım formunu doldurmak yeterli, formu dolduran annelerin adreslerine proje için gerekli parmak boyalarının ve altı adet özel resim kağıdının iletilmesiyle ilk adım başlıyor.Bundan sonra çocukların doyamayacağı eğlenceli bir süreç başlıyor.Gelen kağıtlara projenin parmak boyalarıyla önce çocukların ayak izleri alınıyor, kağıdın geri kalanıda çocuğun uçsuz bucaksız hayal dünyasına bırakılıyor.Altıncı ayın bitiminde çalışmalar, mayıs ayında gerçekleştirilecek sergide ERAM çocukları yararına satışa sunulmak üzere HİPP' te toplanıyor.Proje sonunda , minicik adımlarıyla projeye dahil olan çocuklar, hem zihinsel engelli çocukların hayata bir adım daha atmasını sağlamış, hemde yarattıkları bir çalışmanın sergilenmesiyle unutulmayacak bir hatırayı yaşamlarına eklemiş oluyorlar...
Kayıt ve detaylı bilgi için buraya tık!!!
9 Aralık 2010 Perşembe
Kitaplar... hayaller... Arca ve daha neler!
Aylık mutfak masrafı diye bir terim vardır değil mi?
Benim için de aylık kitap masrafı diye bir kavram ve bütçeme göre ayırdığım bir ödeneğim var. Şimdiye kadar Arca ile beğenisinin örtüştüğünü bildiğim dostların tavsiye kitaplarını göz gezdiririm, sonra kitapçıya giderim. Genellikle Agora’daki Remzi kitapevi olur. Orada geniş koltuklarda oturabilirsiniz ve Arca için masa sandalye var, ilgilenen ablalar var. Sabah saatleri çok tenha oluyor. Kitapları orada tek tek incelerim. Sonra bunları internetten 3 siteden sepet yapar toplamı hangisinde daha ucuz kontrol ederim. Kendim için alacağım kitapları eklerim. Aylık belirlediğim bütçeyi geçmeyecek şekilde sipariş ederim. Ayıp olmasın diye bir kitap ya da dergiyi mutlaka Remzi’den alırım. Ama kitap için internet her zaman çok daha ucuz oluyor.
“Arca kitapları çok seviyor” cümlesi onun kitaplarla ilişkisini anlatmaya pek yetmiyor. Gözlerinin içi parlıyor, onları öpüyor, kitap okuyalım deyince sevinçten yerinde duramıyor …. Tasvir etmeye kalksam ayrı bir post olur.
En nihayetinde amaç Arca’ya kitap sevgisi aşılamaktı. Anne baba ister istemez çocuğunu doğru bildiği şeylere yönlendirmekle görevlendirir kendisini, değil mi?
Arca kitapları okudukça sevdi, sevdikçe yeni kitaplar aldık, aldıkça kitapları ve kitaplara olan sevgisi çoğaldı.
Arca’nın kitaplığında 40’a yakın kitap var. Çoğu öykü kitabı. Çok samimi söylüyorum, bu kitapların %70’ine ilgi çok yüksek, kalan %30’luk kısmına ise vaktiyle çok ilgi gösterdi, bazen aklına gelip tekrar dönüş yapıyor. Gün içinde kitaplarla vakit geçirme süresi tüm gün evdeysek 2 saati aşıyor.
4-5 kitap üst üstüne ve pür dikkat okutulabiliyor. Bir kitap üst üste 4 defa tekrarlatılabiliyor. Bunlar konsantrasyonunu ve kitapları sevdiğini gösteren ibareler, sorun yok, hatta kıçını kırıp oturuyor diye duacı bile olabiliriz:)
Lakin bu iş biraz çığırından çıkmaya başladı. Yanlış anlama olmasın, çok alıyoruz vs değil konu, hep derim gerekirse az gezer az giyerim illa ki kitap alırım. Benim diyeceğim başka bir şey.
Arca fazla hayal dünyasına dalıyor. Dalıyor ve o dünyada yaşıyor.
Böyle havada kalmasın, örneklerle açıklayayım:
Arca bir gün koltuğun arkasına sıkıştı.
“ho ho ho sıkiştim, kurtarın” dedi. Ama gülüyor. Neyse çıkardım, bir daha aynısını yaptı. Jeton köşeliymiş, geç düştü. (Değnek Adam – Noel babanın bacaya sıkıştığı kısım) “ho ho ho” kısmından anladım, çünkü ben öyle okuyorum o kısmı. Bu bir oyun oldu:
A: ho ho ho !
Y: aa kim sıkıştı?
A: Noel
Y: kurtarayım mı?
A: evet
Diğer örnek:
Arca koltukta kafa üstü kendini sarkıtıyor, “annecim bak kafa üstü bam diye düşersin, yapma öyle” dedim. “Bebek ayi” deyip kitabı getirdi.
Atakan’ı ve Bay Bay bezimdeki Ali’yi arkadaşı sanıyor. Tamam abartmayayım, mesela arkadaşları buluşacak isek; Tuna, Alpi, Berk, Ege, Ela’yı sayıyor, sonuna Atakan filan eklemiyor ama mesela ittaiye arabasını Ali’ye (yani kitaptaki Ali resmine) gösteriyor.
Son örnek:
Pocoyo ve kulesinde Elly hapşırır, kule yıkılır, Pato üzülür, Pocoyo Pato’yu "üzülme Pato" diye teselli eder, biz ilgisini çeksin diye kafasını da okşuyorduk bu kısımda. Kule yaparken artık her seferinde yıkıyor ve eliyle kafasını okşuyor, bize illa ki okşatıyor ve "üzülme Pato" dememizi istiyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Olayları kitapların içinden yaşamak gibi bir durum kısacası.
İşte tam bu noktada pimpirik ana devreye girer ve sorular kafasında dan dun sesleriyle yankılanır:
"Sanki dünyadan kopmuş ve kitapları gerçek mi sanıyor? "
"Oyun mu yapıyor, canlandırma mı yoksa birebir o kitapların içinde mi yaşıyor?"
"İlgi gösterdikçe durmaksızın aldığımız kitaplar yaşına göre fazla mı?"
"Yaşına göre gereğinden fazla bir hayal pompalaması yapıyoruz?"
"Aşkla bağlandığımız kitaplar bir şekilde tehlikeye dönüşebilir mi?"
Beynimin bu sorularla daha fazla kemirilmesine dayanamadım, fikirlerine çok değer verdiğim bir profesyonel arkadaşıma danışma ihtiyacı hissettim.
Bir yandan aptalca diyorum, güzel işte, kitap iyidir, bir taraftan gerçek dünyadan kopar diye korkuyorum.
Korkularım yersizmiş, bu aylarda normalmiş.
Taklit, hafıza, -mış gibi yapma oyunlarıymış. Cümle kurma öncesi böyle şeyler görülürmüş.
Allah biliyor ya kendimi böyle normal bir süreci psikopata bağlayan manyak ana gibi hissettim. Ama şimdi iyi ki sormuşum diyorum çünkü güzel bilgiler edindim.
Sizin de benim gibi endişeleriniz varsa, bir kaç noktaya dikkatimizi çekmeliymişiz:
- kitaplardaki karakterler korku malzemesi olmamalıymış. İğne olmak, canının acıması ...vs.
- doğa üstü durumları (uçmak, balkondan atlamak vs..) gerçekten ayıramayabilirlermiş bu yaşta. Mesela babanesi Peter Pan kitabı getirmişti, şimdilik bizim odada duruyor, yaşı büyüyünce okuyacağız, çünkü uçmanın aslında normal bir şey olduğunu sanabilir.
En önemlisi akranları ile çokça vakit geçirmeli.
Benim de bu görüşlere Arca için eklentilerim oldu. Mesela dış dünyaya daha fazla açılmalı. Bakıcısı ile hava şartları ne kadar kötü olursa olsun her gün mutlaka dışarı çıkmalılar, bence. Kitaplarda gördükleri mümkün mertebe gerçek hayatta da gösterilmeli.
.....
Arttırılabilir.
Şimdi burada anlatınca tablo korkunç görünmüyor, belki bütün çocuklar benzer şeyler yaşıyordur. Bizim elimizde bir tane olunca onun üzerinden kafa yoruyoruz: )
Sadece bu yaşadıklarımız "iyi olduğunu düşündüğümüz pek çok şeyi çocuklarımıza sunuyoruz, zarar verir mi pek aklımıza gelmiyor" türünden düşüncelere sebep oldu, paylaşmak istedim.
Benim için de aylık kitap masrafı diye bir kavram ve bütçeme göre ayırdığım bir ödeneğim var. Şimdiye kadar Arca ile beğenisinin örtüştüğünü bildiğim dostların tavsiye kitaplarını göz gezdiririm, sonra kitapçıya giderim. Genellikle Agora’daki Remzi kitapevi olur. Orada geniş koltuklarda oturabilirsiniz ve Arca için masa sandalye var, ilgilenen ablalar var. Sabah saatleri çok tenha oluyor. Kitapları orada tek tek incelerim. Sonra bunları internetten 3 siteden sepet yapar toplamı hangisinde daha ucuz kontrol ederim. Kendim için alacağım kitapları eklerim. Aylık belirlediğim bütçeyi geçmeyecek şekilde sipariş ederim. Ayıp olmasın diye bir kitap ya da dergiyi mutlaka Remzi’den alırım. Ama kitap için internet her zaman çok daha ucuz oluyor.
“Arca kitapları çok seviyor” cümlesi onun kitaplarla ilişkisini anlatmaya pek yetmiyor. Gözlerinin içi parlıyor, onları öpüyor, kitap okuyalım deyince sevinçten yerinde duramıyor …. Tasvir etmeye kalksam ayrı bir post olur.
En nihayetinde amaç Arca’ya kitap sevgisi aşılamaktı. Anne baba ister istemez çocuğunu doğru bildiği şeylere yönlendirmekle görevlendirir kendisini, değil mi?
Arca kitapları okudukça sevdi, sevdikçe yeni kitaplar aldık, aldıkça kitapları ve kitaplara olan sevgisi çoğaldı.
Arca’nın kitaplığında 40’a yakın kitap var. Çoğu öykü kitabı. Çok samimi söylüyorum, bu kitapların %70’ine ilgi çok yüksek, kalan %30’luk kısmına ise vaktiyle çok ilgi gösterdi, bazen aklına gelip tekrar dönüş yapıyor. Gün içinde kitaplarla vakit geçirme süresi tüm gün evdeysek 2 saati aşıyor.
4-5 kitap üst üstüne ve pür dikkat okutulabiliyor. Bir kitap üst üste 4 defa tekrarlatılabiliyor. Bunlar konsantrasyonunu ve kitapları sevdiğini gösteren ibareler, sorun yok, hatta kıçını kırıp oturuyor diye duacı bile olabiliriz:)
Lakin bu iş biraz çığırından çıkmaya başladı. Yanlış anlama olmasın, çok alıyoruz vs değil konu, hep derim gerekirse az gezer az giyerim illa ki kitap alırım. Benim diyeceğim başka bir şey.
Arca fazla hayal dünyasına dalıyor. Dalıyor ve o dünyada yaşıyor.
Böyle havada kalmasın, örneklerle açıklayayım:
Arca bir gün koltuğun arkasına sıkıştı.
“ho ho ho sıkiştim, kurtarın” dedi. Ama gülüyor. Neyse çıkardım, bir daha aynısını yaptı. Jeton köşeliymiş, geç düştü. (Değnek Adam – Noel babanın bacaya sıkıştığı kısım) “ho ho ho” kısmından anladım, çünkü ben öyle okuyorum o kısmı. Bu bir oyun oldu:
A: ho ho ho !
Y: aa kim sıkıştı?
A: Noel
Y: kurtarayım mı?
A: evet
Diğer örnek:
Arca koltukta kafa üstü kendini sarkıtıyor, “annecim bak kafa üstü bam diye düşersin, yapma öyle” dedim. “Bebek ayi” deyip kitabı getirdi.
Atakan’ı ve Bay Bay bezimdeki Ali’yi arkadaşı sanıyor. Tamam abartmayayım, mesela arkadaşları buluşacak isek; Tuna, Alpi, Berk, Ege, Ela’yı sayıyor, sonuna Atakan filan eklemiyor ama mesela ittaiye arabasını Ali’ye (yani kitaptaki Ali resmine) gösteriyor.
Son örnek:
Pocoyo ve kulesinde Elly hapşırır, kule yıkılır, Pato üzülür, Pocoyo Pato’yu "üzülme Pato" diye teselli eder, biz ilgisini çeksin diye kafasını da okşuyorduk bu kısımda. Kule yaparken artık her seferinde yıkıyor ve eliyle kafasını okşuyor, bize illa ki okşatıyor ve "üzülme Pato" dememizi istiyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Olayları kitapların içinden yaşamak gibi bir durum kısacası.
İşte tam bu noktada pimpirik ana devreye girer ve sorular kafasında dan dun sesleriyle yankılanır:
"Sanki dünyadan kopmuş ve kitapları gerçek mi sanıyor? "
"Oyun mu yapıyor, canlandırma mı yoksa birebir o kitapların içinde mi yaşıyor?"
"İlgi gösterdikçe durmaksızın aldığımız kitaplar yaşına göre fazla mı?"
"Yaşına göre gereğinden fazla bir hayal pompalaması yapıyoruz?"
"Aşkla bağlandığımız kitaplar bir şekilde tehlikeye dönüşebilir mi?"
Beynimin bu sorularla daha fazla kemirilmesine dayanamadım, fikirlerine çok değer verdiğim bir profesyonel arkadaşıma danışma ihtiyacı hissettim.
Bir yandan aptalca diyorum, güzel işte, kitap iyidir, bir taraftan gerçek dünyadan kopar diye korkuyorum.
Korkularım yersizmiş, bu aylarda normalmiş.
Taklit, hafıza, -mış gibi yapma oyunlarıymış. Cümle kurma öncesi böyle şeyler görülürmüş.
Allah biliyor ya kendimi böyle normal bir süreci psikopata bağlayan manyak ana gibi hissettim. Ama şimdi iyi ki sormuşum diyorum çünkü güzel bilgiler edindim.
Sizin de benim gibi endişeleriniz varsa, bir kaç noktaya dikkatimizi çekmeliymişiz:
- kitaplardaki karakterler korku malzemesi olmamalıymış. İğne olmak, canının acıması ...vs.
- doğa üstü durumları (uçmak, balkondan atlamak vs..) gerçekten ayıramayabilirlermiş bu yaşta. Mesela babanesi Peter Pan kitabı getirmişti, şimdilik bizim odada duruyor, yaşı büyüyünce okuyacağız, çünkü uçmanın aslında normal bir şey olduğunu sanabilir.
En önemlisi akranları ile çokça vakit geçirmeli.
Benim de bu görüşlere Arca için eklentilerim oldu. Mesela dış dünyaya daha fazla açılmalı. Bakıcısı ile hava şartları ne kadar kötü olursa olsun her gün mutlaka dışarı çıkmalılar, bence. Kitaplarda gördükleri mümkün mertebe gerçek hayatta da gösterilmeli.
.....
Arttırılabilir.
Şimdi burada anlatınca tablo korkunç görünmüyor, belki bütün çocuklar benzer şeyler yaşıyordur. Bizim elimizde bir tane olunca onun üzerinden kafa yoruyoruz: )
Sadece bu yaşadıklarımız "iyi olduğunu düşündüğümüz pek çok şeyi çocuklarımıza sunuyoruz, zarar verir mi pek aklımıza gelmiyor" türünden düşüncelere sebep oldu, paylaşmak istedim.
8 Aralık 2010 Çarşamba
Yelek : 5 TL / İttaiye : 15 TL / uykuda üşüme ve uykuya dalma sorunlarına çözüm : PAHA BİÇİLEMEZ
Adım gibi biliyorum sabaha karşı üşüyor.
Geçenlerde gece zıçması yaşadığımız gece biz üşüdük, o nasıl üşümesin! Sonra başka bir geceydi, direkt sordum, üşüyor musun diye, evet dedi en kocamanından! Ama iş üstünü örtmeye geldi mi yaygarayı basıyor.
Uyku tulumu da sevmiyor. Hadi o geçen yıl mothercare’den aldığımız ayaklı tulum şeklinde olanlardan alalım deneyelim desem, evin içi ilk yatırdığımızda çok sıcak oluyor, çok terleyecek, sonradan giydireyim desen o tulumları giydirmek meşakkatli iş. Termal atlet ve uzun kollu içlik ile hafiften sorunu çözer gibiydik ama gel gör ki önümüz kış, geceler şimdiden buz.
Birkaç ay önceydi, Salı pazarından Arca’ya penye yelekler almıştım, bu fotoğraftakini de hani kış günleri iyice soğuk olur, evde giysin diye almıştım, mevsim normallerine bir türlü inmeyen hava şartları yüzünden daha giymemişti. Bolca büyükçe bir yelek, çift taraflı içi de hafiften dolgulu gibi, kısacası epey sıcak tutan cinsinden.
Birkaç gece önceydi, ilk uyandığında giydirdim, oh ondan sonra sabaha kadar uyanmadı, sonraki geceler de denedim, oh iyi sırtı göğsü sıcacık ayaklara da çorap giydiriyorum, tamamdır, sorun çözüldü!
Poz ver deyince “ittaiye” arabasını almak istedi, çünkü bu yeleğin adı ittaiyeci yeleği, yeleği sevsin diye uydurduğum bir formül.
Bu postu bu küçük alışveriş tüyosu ile bitirecektim ama o itfaiye arabası mevzusuyla ilgili hikayeyi anlatmam lazım.
Arca’ya önceki bayram halası köpükler çıkaran bir itfaiye arabası almıştı. Hatta Özge’nin geldiği buluşmada bütün çocuklar ilgi göstermişti. Arca o aracı o kadar çok seviyordu ki aracın ömrü Kurban bayramını görmeye yetmedi, çöpün dibini boyladı.
Unuttu sanmıştık, taa ki çiftlik yapbozunu Nilda’nın taşıtlar yapbozu ile değiştirene kadar. “ittaiye, ittaiye” diye tutturdu. Bir daha bulmak bir tarafa almak istemiyoruz artık, sonuçta haşin oynadı, kırdı, kendisi çöpe attı.
Bu arada çok önceleri Arca bir kamyonu çok beğenmiş ve İlker almış ama o kadar kalitesiz ki daha paketini açarken kırılacak belli, benim arabada duruyordu, bir vakit bulup değiştirecektik. Vakit bulamadık.
O hasta olduğunun cumartesi günü evdeyiz, öğle uykusu için aslında ölüyor ama bir türlü uyumak istemiyor, rüyanda ne göreceksin diyorum, “ittaiye” diyor. Artık kararlıyım, dayanamıyorum, uyusun İlkeri arayacağım gelirken itfaiye arabası getirsin.
İlker uyutmak üzere olduğumu bildiğinden ama detaylardan habersiz anahtarı olmayınca kapıya bırakmış paketleri ve bu kamyonu, sonra da arabayı yıkatmaya götürmüş. Beni aradı, haber vermek için. Arca uyudu sandım, telefona baktım, baktım pıtı pıtı arkamda, konuşurken gayri ihtiyari kapıyı açtım, Arca sevinçten uçtu!!
İTTAİYE İTTAİYE!
O kadar sinirliyim ki 2 saatlik uyutma çabalarım yandı bitti kül oldu artık ittaiye bile söndüremez!!
Paketi açtı, salondaki araba pistine konuşlandı, tamam dedim sen oyna ben şimdi geliyorum. Gidip yatak odasına gömdüm kafamı yastığa bildiğin bağırıyorum, anırıyorum, sesim duyulmuyor, oh rahatladım (manyak anne profili takdimimdir).
Baktım salonda oynuyor, nasıl saf bu abuk kamyonu itfaiye arabası sanmış, iyice inanmış, itfaiye sesleri çıkarıyor. Hadi annecim gel uyuyalım artık, itfaiye arabası da gelsin beraber uyuyun diyorum, uyuyorlar. Ama plastiği filan öyle kötü ki dalınca alıyorum elinden.
1,5 saat sonra uyanıyor ve sesleniyor, İTTAİYE!!
7 Aralık 2010 Salı
Sevgili günlük
Kış geldi. Tarihe bakıyoruz, 7 aralık yuh demek istiyorum. Uzun zamandır bu kadar uzun bir sonbahar yaşamamıştım. Şikayetçi değilim, ben soğuk sevmem, üşürüm.
Kim üşümez ki?
İlker balık almaktan vazgeçti bu kış kıyamette balık tutmaya gitti. Her seferinde arıza çıkarırım, bu defa gıkım çıkmadı, insanın canı bu kadar mı balık çeker? Yoksa İlker bu balığa gitme olayında fazla bıkbık etmeyeyim diye özellikle mi balık almayı erteledi?
Çok alık balık bir sohbet oldu, sustum!
Dün yıllar sonra ilk defa düz vites araba kullandım. Çünkü neden? Artık elimde kalmasına ramak kalan arabamı değiştiriyoruz. Hem dizel hem de otomatik vites arabalar hem pahalı hem de seçenekler sınırlı. bu sebepten düz vitese dönüş yaptım.
Vitesli maceralar yakında bu adreste!
Bu yıl çam ağacı süslemek istiyorum. Kocaman olsun, Arca ile birlikte süsleyelim. Kipa yılbaşı havasına bürünmüştü, ne güzel. Şimdi asıl Beyoğlu’nda olmak vardı. Ne güzel olur İstanbulda yılbaşı.
Yeni yılda ağaç süslemenin aslında bir Türk geleneği olduğunu biliyor muydunuz? Bilmiyorsanız, buraya bir tık.
Beynim hücrelerimi kamaştırasıya kadar çocuk eğitim kitapları okurken – artık kendimi nasıl motive etmişsem :) - hiç uykum gelmezken, 2 aydır elimde süründürdüğüm Japon edebiyatı ruhumu zenginleştirirken papatya çayı etkisi yapıyor ve istisnasız her okuduğumda sızıyorum!
kitap perileri buraya!!
Şunun şurasında bayram tatili biteli ne kadar olmuşken yine tatil olsun diye takvimleri karıştırıyorum. Yıllık iznimden kalan 4 günü sonuna kadar kullanacağımdır!
Dün biraz yoğun çalışınca bugün pilim bitmiş, yaşlanıyorum, nerde o mesaiye kaldığım günler?
Son olarak sabah Arca dudağımı patlattı. Uyurken öpeyim diye eğildim, kafayı bir çevirdi! BAM !!
Sakarlık anadan oğla geçen bir yönetim biçimidir!
Kim üşümez ki?
İlker balık almaktan vazgeçti bu kış kıyamette balık tutmaya gitti. Her seferinde arıza çıkarırım, bu defa gıkım çıkmadı, insanın canı bu kadar mı balık çeker? Yoksa İlker bu balığa gitme olayında fazla bıkbık etmeyeyim diye özellikle mi balık almayı erteledi?
Çok alık balık bir sohbet oldu, sustum!
Dün yıllar sonra ilk defa düz vites araba kullandım. Çünkü neden? Artık elimde kalmasına ramak kalan arabamı değiştiriyoruz. Hem dizel hem de otomatik vites arabalar hem pahalı hem de seçenekler sınırlı. bu sebepten düz vitese dönüş yaptım.
Vitesli maceralar yakında bu adreste!
Bu yıl çam ağacı süslemek istiyorum. Kocaman olsun, Arca ile birlikte süsleyelim. Kipa yılbaşı havasına bürünmüştü, ne güzel. Şimdi asıl Beyoğlu’nda olmak vardı. Ne güzel olur İstanbulda yılbaşı.
Yeni yılda ağaç süslemenin aslında bir Türk geleneği olduğunu biliyor muydunuz? Bilmiyorsanız, buraya bir tık.
Beynim hücrelerimi kamaştırasıya kadar çocuk eğitim kitapları okurken – artık kendimi nasıl motive etmişsem :) - hiç uykum gelmezken, 2 aydır elimde süründürdüğüm Japon edebiyatı ruhumu zenginleştirirken papatya çayı etkisi yapıyor ve istisnasız her okuduğumda sızıyorum!
kitap perileri buraya!!
Şunun şurasında bayram tatili biteli ne kadar olmuşken yine tatil olsun diye takvimleri karıştırıyorum. Yıllık iznimden kalan 4 günü sonuna kadar kullanacağımdır!
Dün biraz yoğun çalışınca bugün pilim bitmiş, yaşlanıyorum, nerde o mesaiye kaldığım günler?
Son olarak sabah Arca dudağımı patlattı. Uyurken öpeyim diye eğildim, kafayı bir çevirdi! BAM !!
Sakarlık anadan oğla geçen bir yönetim biçimidir!
6 Aralık 2010 Pazartesi
Dumur diyalog #2
Yaklaşık 2 haftadır Yeliz’in canı acayip balık yemek istemektedir, balık satın almak İlkerin görevidir. Amma velakin türlü vesilelerle hep ertelenir. Bu arada Yelize sürekli mis gibi balık kokuları gelmekte, ortam iyice gerilmektedir. (Hayır, hamilelik mevzu bahis değildir ama olsaydı mutlaka düşürürdü: ) )
Artık iş iyice geyiğe dönmüştür.
Hemen her sabah aynı muhabbet yaşanır, İlker balık alırım der, Yeliz bak ona göre bir şey hazırlamıyorum der, sonra akşam olur ve balık alınmayınca ıvır zıvırla çoğunlukla da makarna ile idare edilir. Zaten son birkaç gündür artık lafı bile edilmemeye başlamıştır.
Sabaha karşı Arca’yı koklama bahanesi ile aralarına almışlar, bir güzel sabah kadar uyumuşlardır. Arca bu sarhoşluktan hala anababasının yatağında uyumaktadır.
Yeliz : Akşam ne yiyelim? Çıkmadan hazırlık yapayım.
İlker : Puhaha balık alayım istersen : )))
Arca yerinden doğrulur, gözler yarım açık : Baluuuk?? Ih!!! MA-KAV-NA !!
sonra yeniden kafayı yastığa gömer, uyumaya devam!
Artık iş iyice geyiğe dönmüştür.
Hemen her sabah aynı muhabbet yaşanır, İlker balık alırım der, Yeliz bak ona göre bir şey hazırlamıyorum der, sonra akşam olur ve balık alınmayınca ıvır zıvırla çoğunlukla da makarna ile idare edilir. Zaten son birkaç gündür artık lafı bile edilmemeye başlamıştır.
Sabaha karşı Arca’yı koklama bahanesi ile aralarına almışlar, bir güzel sabah kadar uyumuşlardır. Arca bu sarhoşluktan hala anababasının yatağında uyumaktadır.
Yeliz : Akşam ne yiyelim? Çıkmadan hazırlık yapayım.
İlker : Puhaha balık alayım istersen : )))
Arca yerinden doğrulur, gözler yarım açık : Baluuuk?? Ih!!! MA-KAV-NA !!
sonra yeniden kafayı yastığa gömer, uyumaya devam!
Oyun teyzesi Yeliz
Geçen haftaki korkunç Topolino macerasından neşeyle çıkan dengesiz Arca, bütün hafta “oyun – park!” başımın etini yedi. Gözümü karartıp götürmeye söz vermiştim ki, Kipa Play Barn’dan oyun grubu önerisi kapımıza geldi. Meltem ilgilendi, grup oluşturmaya çalıştı, Hayat da talip oldu derken sözleştik. Tek içime sinmeyen anneler gruba dahil olmayacak, oyun ablaları ilgilenecek. Zaten olması gereken de o, ama Arca’nın ortamlara yavaş ısınması karakter özelliklerinin başında geliyor ki bunu artık sağır sultan duydu. Deneyelim dedim. Sonuçta Arca’nın hem fiziksel aktiviteye hem de sosyal ortamlara daha fazla girmeye ihtiyacı var.
Perşembe ateşlendi, Cuma devam etti. Gecesine ateşi çıkmasa cumartesi götürecektim ama doktor da cumartesiyi sakin ve dinlenerek geçirin deyince, tek outdoor aktivitemiz balkonda piknik oldu. Cumartesiyi iyi geçirince Pazar gitmeye karar verdik. Emre’nin yeğeni Yasemin Arca’dan 3 ay büyük, tam bir dilli düdük, İlknurlardaydı, onlar da gelmeye karar verdiler. Birbirlerini tanır severler, arabada yan yana seyahat ettiler, pek güldürdüler.
Arca, cümle kuramaz, tamlama eklerini henüz çıkaramaz, Yasemin onu düzeltir:
İlknur: Arca nereye gidiyoruz halacım?
Arca : OYUN – PARK!
Yasemin : Arca nereye gidiyoruz? Oyun PARKINA gidiyoruz!
Yasemin kelimeleri çok düzgün telaffuz edemez, çok bilmiş Arca onu düzeltir:
Yasemin : (Arca’nın mikifaresini ister) aa Miki MARE!
Arca : MİKİ FARE!
Buraya kadar güzel…
Play Barn küçük bir yer. Olsun, zaten sadece 7 çocuk kabul ediyorlar, ablalar var. Dedim ki bizim ilk, ben aylık ücret ödemeden önce denemek istiyorum. Tamam dediler.
Anneleri oyun alanına almıyorlar, tamam sorun yok, zaten ben de Arca’nın peşinden dolanmaya meraklı değilim de Arca’yı bilmediğin ortama bırakınca hönk! Oluyor. Gelmeden önce oyun ablalarından bahsetmiş olmama rağmen Yasemin ve Ela gibi tanıdığı arkadaşları olmasına rağmen Arca arıza çıkardı. Ağladı.
--------------------------------------------------------
Hata 1: Arca’yı tanıyorum, öncelikle rica edip ben girmeliydim, oyuncakları ablaları arkadaşları vs tanıştırıp kaynaşması için destek olmalıydım, geçen haftaki topolino’da o kadar ortamların adamı görüntüsü çizdi ki Arca gerçeği kafamdan silinmiş. (özeleştiri)
Bir eleştiri de işletmeye, ilk defa gelen bir çocuk belli ki çekingen mizacı var, bir oyun ablası ona verilmeli, abla kendini tanıtmalı sevdirmeliydi, bunun yerine “aa Arca gel bak oynayalım” diye elinden çeken tanımadığı bir insan oldu o ablalar Arca için. Şimdi mesela Ela, Hayatlar Ela’yı bıraktılar, gittiler, Ela için de ilk gün sonuçta, ama malumunuz Ela ortamlara direkt aktı, hiç sorunsuz. Belki olması gereken oydu, ama yine de çekingen mizaçlı bir çocuk için özel muamele –en azından – başlangıç için yapılabilir miydi? (Yine çuvaldızı kendime batırayım, ben belki de baştan uyarmalıydım)
---------------------------------------------------------
Neyse girdim içeri, oyuncakları tanıttım, ablaları sevdirmeye çalıştım, Ela ve Yasemin ile kaynaşmasına çalıştım. Yalnız takılmayı tercih etti, kaydırakları çok sevdi. Ama bir defa olsun paçamı bırakmadı, tam hah alıştı, paravanın arkasında bekleyebilirim diyorum, görüş alanından çıktığım an basıyor yaygarayı! Tam ne güzel oynuyor diyorum, çocuğun biri dokunuyor, bizimkinin gücüne gidiyor, basıyor yaygarayı! En son oyun evinin içine girdi, çıktı, Ela girdi, Yağmur girdi, kapıyı kapattılar, aman pek bi içlendi. Tamam dedim, artık bu kadar küçük ve zararsız şeylere bile tahammülü kalmadıysa gitme vakti gelmiştir. Eş zamanlı olarak işletmenin başındaki bayan da "bugünlük Arca için yeterli" dedi, benden iyi not aldı. Demek ki gözlemlemiş.
Dışarı çıktık, kuru üzüm ve kayası ile teselli bulmaya çalışıyoruz, bankta oturduk sohbet ediyoruz.
Y: Burasını sevdin mi Arca?
A: Hayım: (
Y: Bir daha gelmek ister misin?
A : Evet
Y: Ablaları sevdin mi Arca?
A: Hayım!
Y: Peki o halde bir daha gelmeyelim tatlım, sorun değil
A: GEL!
-------------------------------------------------------------------
Özeleştiri: Arca hastaydı ve fiziksel olarak iyileşmiş bile olsa bu paçama tırmanmalar, boynumdan inmemeler hep hastalık sonrası kırılganlığın getirdikleriydi. Belki bu hafta hiç getirmemeli, belki daha az orada tutmalıydım.
-------------------------------------------------------------------
Hayat’la çıkışta sohbet ettik, Ela’nın özgüvenine hayranlığımı (maşallah) bir defa daha dile getirdim. Düşün ben paravanın arkasına geçemedim onlar market alışverişi yaptılar, HARİKA!! Hayat çok sevmedi ama devam edecek, yeterince koşup enerjisini atamadığını düşündü Ela’nın. Topolino gibi yerler, eğer kalabalık olmayan bir zaman yakalanırsa enerjisini atmak için daha uygun yerler gibi görünüyor.
Tam yürürken işletmenin başında olan bayan arkamdan koştu, dedi ki Arca için güzel bir gün olmadı ama hafta içi uygun ve tenha bir zamanda getirin alışsın, göreceksiniz sevecek. Ben de Arca ile ilgili bilgiler verdim, çekindi, tanımadığı bir ortam ve tanımadığı yetişkinler, çocuklar etrafını sarmış gibi hissetti, kendini güvende hissetmedi, farklı yaklaşmak gerekirdi. Hafta içi mümkün değil ama cumartesi herkesten yarım saat önce gidip alışması için fırsat vereceğim, hem Arca’ya hem Playbarn’a. Sonuçta bu tür oyun gruplarının Arca’nın sosyalleşmesi için olumlu olacağını düşünüyorum. Parka götürdüğümde bir kaydırağı bile paylaşmak istemiyor, “ama ama ama”lar uzayıp gidiyor. Tabii yaşı küçük ama böyle ortamlara girmezse paylaşmanın ne demek olduğunu hiç öğrenemeyecek.
Neyse kısaca o gün oradaki ablalardan farkım yoktu, evet belki yaş farkı! Bu bakımdan bana oyun teyzesi diyebilirsiniz: ) (Bakar mısınız top havuzunda debelenme aktivitesinde bile varım, hey allam b.k var, mecbursun sanki topla götür çocuğu kardeşim!)
Perşembe ateşlendi, Cuma devam etti. Gecesine ateşi çıkmasa cumartesi götürecektim ama doktor da cumartesiyi sakin ve dinlenerek geçirin deyince, tek outdoor aktivitemiz balkonda piknik oldu. Cumartesiyi iyi geçirince Pazar gitmeye karar verdik. Emre’nin yeğeni Yasemin Arca’dan 3 ay büyük, tam bir dilli düdük, İlknurlardaydı, onlar da gelmeye karar verdiler. Birbirlerini tanır severler, arabada yan yana seyahat ettiler, pek güldürdüler.
Arca, cümle kuramaz, tamlama eklerini henüz çıkaramaz, Yasemin onu düzeltir:
İlknur: Arca nereye gidiyoruz halacım?
Arca : OYUN – PARK!
Yasemin : Arca nereye gidiyoruz? Oyun PARKINA gidiyoruz!
Yasemin kelimeleri çok düzgün telaffuz edemez, çok bilmiş Arca onu düzeltir:
Yasemin : (Arca’nın mikifaresini ister) aa Miki MARE!
Arca : MİKİ FARE!
Buraya kadar güzel…
Play Barn küçük bir yer. Olsun, zaten sadece 7 çocuk kabul ediyorlar, ablalar var. Dedim ki bizim ilk, ben aylık ücret ödemeden önce denemek istiyorum. Tamam dediler.
Anneleri oyun alanına almıyorlar, tamam sorun yok, zaten ben de Arca’nın peşinden dolanmaya meraklı değilim de Arca’yı bilmediğin ortama bırakınca hönk! Oluyor. Gelmeden önce oyun ablalarından bahsetmiş olmama rağmen Yasemin ve Ela gibi tanıdığı arkadaşları olmasına rağmen Arca arıza çıkardı. Ağladı.
--------------------------------------------------------
Hata 1: Arca’yı tanıyorum, öncelikle rica edip ben girmeliydim, oyuncakları ablaları arkadaşları vs tanıştırıp kaynaşması için destek olmalıydım, geçen haftaki topolino’da o kadar ortamların adamı görüntüsü çizdi ki Arca gerçeği kafamdan silinmiş. (özeleştiri)
Bir eleştiri de işletmeye, ilk defa gelen bir çocuk belli ki çekingen mizacı var, bir oyun ablası ona verilmeli, abla kendini tanıtmalı sevdirmeliydi, bunun yerine “aa Arca gel bak oynayalım” diye elinden çeken tanımadığı bir insan oldu o ablalar Arca için. Şimdi mesela Ela, Hayatlar Ela’yı bıraktılar, gittiler, Ela için de ilk gün sonuçta, ama malumunuz Ela ortamlara direkt aktı, hiç sorunsuz. Belki olması gereken oydu, ama yine de çekingen mizaçlı bir çocuk için özel muamele –en azından – başlangıç için yapılabilir miydi? (Yine çuvaldızı kendime batırayım, ben belki de baştan uyarmalıydım)
---------------------------------------------------------
Neyse girdim içeri, oyuncakları tanıttım, ablaları sevdirmeye çalıştım, Ela ve Yasemin ile kaynaşmasına çalıştım. Yalnız takılmayı tercih etti, kaydırakları çok sevdi. Ama bir defa olsun paçamı bırakmadı, tam hah alıştı, paravanın arkasında bekleyebilirim diyorum, görüş alanından çıktığım an basıyor yaygarayı! Tam ne güzel oynuyor diyorum, çocuğun biri dokunuyor, bizimkinin gücüne gidiyor, basıyor yaygarayı! En son oyun evinin içine girdi, çıktı, Ela girdi, Yağmur girdi, kapıyı kapattılar, aman pek bi içlendi. Tamam dedim, artık bu kadar küçük ve zararsız şeylere bile tahammülü kalmadıysa gitme vakti gelmiştir. Eş zamanlı olarak işletmenin başındaki bayan da "bugünlük Arca için yeterli" dedi, benden iyi not aldı. Demek ki gözlemlemiş.
Dışarı çıktık, kuru üzüm ve kayası ile teselli bulmaya çalışıyoruz, bankta oturduk sohbet ediyoruz.
Y: Burasını sevdin mi Arca?
A: Hayım: (
Y: Bir daha gelmek ister misin?
A : Evet
Y: Ablaları sevdin mi Arca?
A: Hayım!
Y: Peki o halde bir daha gelmeyelim tatlım, sorun değil
A: GEL!
-------------------------------------------------------------------
Özeleştiri: Arca hastaydı ve fiziksel olarak iyileşmiş bile olsa bu paçama tırmanmalar, boynumdan inmemeler hep hastalık sonrası kırılganlığın getirdikleriydi. Belki bu hafta hiç getirmemeli, belki daha az orada tutmalıydım.
-------------------------------------------------------------------
Hayat’la çıkışta sohbet ettik, Ela’nın özgüvenine hayranlığımı (maşallah) bir defa daha dile getirdim. Düşün ben paravanın arkasına geçemedim onlar market alışverişi yaptılar, HARİKA!! Hayat çok sevmedi ama devam edecek, yeterince koşup enerjisini atamadığını düşündü Ela’nın. Topolino gibi yerler, eğer kalabalık olmayan bir zaman yakalanırsa enerjisini atmak için daha uygun yerler gibi görünüyor.
Tam yürürken işletmenin başında olan bayan arkamdan koştu, dedi ki Arca için güzel bir gün olmadı ama hafta içi uygun ve tenha bir zamanda getirin alışsın, göreceksiniz sevecek. Ben de Arca ile ilgili bilgiler verdim, çekindi, tanımadığı bir ortam ve tanımadığı yetişkinler, çocuklar etrafını sarmış gibi hissetti, kendini güvende hissetmedi, farklı yaklaşmak gerekirdi. Hafta içi mümkün değil ama cumartesi herkesten yarım saat önce gidip alışması için fırsat vereceğim, hem Arca’ya hem Playbarn’a. Sonuçta bu tür oyun gruplarının Arca’nın sosyalleşmesi için olumlu olacağını düşünüyorum. Parka götürdüğümde bir kaydırağı bile paylaşmak istemiyor, “ama ama ama”lar uzayıp gidiyor. Tabii yaşı küçük ama böyle ortamlara girmezse paylaşmanın ne demek olduğunu hiç öğrenemeyecek.
Neyse kısaca o gün oradaki ablalardan farkım yoktu, evet belki yaş farkı! Bu bakımdan bana oyun teyzesi diyebilirsiniz: ) (Bakar mısınız top havuzunda debelenme aktivitesinde bile varım, hey allam b.k var, mecbursun sanki topla götür çocuğu kardeşim!)
3 Aralık 2010 Cuma
Akşamın iki yüzü
Ben anahtarımla evime girmeyi severim, hem Ümit ablanın o anda işi olur diye yeltenmem, hem kapıda beklemeyi sevmiyorum elim kolum dolu!
Artık değiştim, aşağıda 5 dakika da bekleyecek olsam zili çalışıyorum, hoparlörden sesi duyuluyor “kim o?” sonra evin kapısında da anahtarı kullanmam, kapıyı tıklatırım, yine ay tonda
“kim o?”
“ben dilenci memo:) “
Hemen o günkü numaralar sergilenir, Ümit abla günün bilgilerini verir, sonra o giderken “hokkayay!” denir, anneyle yumuşmaya devam edilir.
Uzun zamandır oyun aktivite faaliyet işte ne dersen de, Ümit ablaya bıraktım. Zaten vakitleri bol, Ümit abla da seviyor, resimdi hamurdu takılıyorlar birlikte. Biz kudurmacalı oyunları tercih ediyoruz. (Ümit abla’ya bu yaşta koştur koştur oynatacak halimiz yok : ) )
Yemek çok eğlenceli ama sıkıntı Arca ile konuşacaksın yemekte, İlkerle aramızda iki çift laf etmek mümkün değil. Olsun napalım bütün günün acısını 2,5-3 saate sıkıştırıp çıkarıyoruz! Mutfak öylece kalır, ben öyle mutfak pis kalmış, yok toplayamadım, yok dağınık kaldı gibi dünyevi takıntılara sahip olmadığımdan öylece kalır…
Akşamın rutininde illa ki bir “dakat” (yatak) var. Kah Arca’nın yatağında kukla oynatmaca, oyuncak atıp tutmaca, en masumundan kitap okumaca kah bizim yatakta yastık kapmaca. Kokusundan tanıyor annenin mi babanın mı olduğunu yastığın. Genelde üç kişilik tepişme ama bazen İlker şutlanıyor.
Bazen minderlerden ve battaniyeden ev yapıyoruz, Arca içine saklanıyor. Çadır çok isteyip sonra almaktan vazgeçmiştim, bu yöntem aynı görevi görüyor. İlla ki trenle ve arabalarla oynanıyor her akşam, bazen de saklambaç. Gözlerini kapatıyormuş yapıp parmak aralarından etrafı kesmeler, illa ki aynı yere saklanmalar, saklandığında heyecandan elini ayağını nereye koyacağını bilememeler ve koştur koştur sobelemeler.
Canımız çok çekerse dance dance dance baby!!
Artık yorgunluk paçalarından aktığında, iki kitap seçilir, süt içilir, pijama giyilir. Uykuya muhalefet gününde değilse, günün en dingin en tatlı zamanları.
Akşamın diğer yüzü başlar.
Mutfak toplanır.
Bütün eve saçılmış kitaplar toplanır, kitaplığa yerleşir.
Fırlatılmış ayak kokulu minik çoraplar kirliye atılır, gerekirse çamaşır yıkanır.
Her yere saçılmış dağınıklık tek tek toplanırken yüzde bir tebessüm belirir, uyumadan önce yaşananlar akla düşer, birkaç kelime İlkerle paylaşılır.
Omuzlardaki yük ufaktan hafifleyip koltuğa yığılınca … akşamın kalanında ne yapılacağının programından hemen önce “ya İlker çok acayip şeker, bak şöyle yaptı, şöyle dedi, şöyle böyle…” diye özlem dolu Arca dolu birkaç cümle edilir.
O yer cücesi şimdiden özlenmiştir.
Artık değiştim, aşağıda 5 dakika da bekleyecek olsam zili çalışıyorum, hoparlörden sesi duyuluyor “kim o?” sonra evin kapısında da anahtarı kullanmam, kapıyı tıklatırım, yine ay tonda
“kim o?”
“ben dilenci memo:) “
Hemen o günkü numaralar sergilenir, Ümit abla günün bilgilerini verir, sonra o giderken “hokkayay!” denir, anneyle yumuşmaya devam edilir.
Uzun zamandır oyun aktivite faaliyet işte ne dersen de, Ümit ablaya bıraktım. Zaten vakitleri bol, Ümit abla da seviyor, resimdi hamurdu takılıyorlar birlikte. Biz kudurmacalı oyunları tercih ediyoruz. (Ümit abla’ya bu yaşta koştur koştur oynatacak halimiz yok : ) )
Yemek çok eğlenceli ama sıkıntı Arca ile konuşacaksın yemekte, İlkerle aramızda iki çift laf etmek mümkün değil. Olsun napalım bütün günün acısını 2,5-3 saate sıkıştırıp çıkarıyoruz! Mutfak öylece kalır, ben öyle mutfak pis kalmış, yok toplayamadım, yok dağınık kaldı gibi dünyevi takıntılara sahip olmadığımdan öylece kalır…
Akşamın rutininde illa ki bir “dakat” (yatak) var. Kah Arca’nın yatağında kukla oynatmaca, oyuncak atıp tutmaca, en masumundan kitap okumaca kah bizim yatakta yastık kapmaca. Kokusundan tanıyor annenin mi babanın mı olduğunu yastığın. Genelde üç kişilik tepişme ama bazen İlker şutlanıyor.
Bazen minderlerden ve battaniyeden ev yapıyoruz, Arca içine saklanıyor. Çadır çok isteyip sonra almaktan vazgeçmiştim, bu yöntem aynı görevi görüyor. İlla ki trenle ve arabalarla oynanıyor her akşam, bazen de saklambaç. Gözlerini kapatıyormuş yapıp parmak aralarından etrafı kesmeler, illa ki aynı yere saklanmalar, saklandığında heyecandan elini ayağını nereye koyacağını bilememeler ve koştur koştur sobelemeler.
Canımız çok çekerse dance dance dance baby!!
Artık yorgunluk paçalarından aktığında, iki kitap seçilir, süt içilir, pijama giyilir. Uykuya muhalefet gününde değilse, günün en dingin en tatlı zamanları.
Akşamın diğer yüzü başlar.
Mutfak toplanır.
Bütün eve saçılmış kitaplar toplanır, kitaplığa yerleşir.
Fırlatılmış ayak kokulu minik çoraplar kirliye atılır, gerekirse çamaşır yıkanır.
Her yere saçılmış dağınıklık tek tek toplanırken yüzde bir tebessüm belirir, uyumadan önce yaşananlar akla düşer, birkaç kelime İlkerle paylaşılır.
Omuzlardaki yük ufaktan hafifleyip koltuğa yığılınca … akşamın kalanında ne yapılacağının programından hemen önce “ya İlker çok acayip şeker, bak şöyle yaptı, şöyle dedi, şöyle böyle…” diye özlem dolu Arca dolu birkaç cümle edilir.
O yer cücesi şimdiden özlenmiştir.
1 Aralık 2010 Çarşamba
Dün gece sabaha karşı 3 suları
Güzel bir akşamdı, baştan sona kendi yemeğini kendisi yedi, bir Arca klasiği olarak benden çok yedi. Sonra bol kudurmacalı bir akşam geçirdik, Tarkan’dan öp, Athena’dan Arsız Gönül bu aralar favori. İlknurlar uğradı, Barış Manço’nun Ayı şarkısında coştuk, falan filan…
Uyudu, uyumadan önce rüyasında kimleri göreceğini sormak rutinin bir parçası, ilginçtir bu defa “balkabağı” dedi. Gece 1 civarı sıklıkla uyanmaya ve ağlamaya başladı. Kabus gördü herhalde, ne gördün rüyanda dedim, “balkabağı” hmm iyi peki su içelim uyuyalım rüyada anneyi görelim daha az ağlamaklı bir rüya olur.
1-2-5 artık kaç defaydı hatırlamıyorum, defalarca kalktım. Canı acıyor gibi. Karnın mı ağrıyor diye sordum, evet deyince bol bol karnını ovdum ama gaz çıkarma yok. Yanımıza aldım, arada İlker de ovuyor karnını. Ağlama şiddetlendi, “kaka” dedi. Hadi be! Gün içinde 2 defa yaptığı için bu olasılık aklımıza hiç gelmemişti. Ayı ve Ali kitabını yanımıza aldık, Aliyi okuttu. Ama içim uyuyor bu arada. İlker biraz kestireyim demiş, onu da çağırdı. Maaile tuvaletteyiz. O mıçıyor biz gururlu gözlerle birbirimizi kutluyoruz, sorun çözüldü!!
Sanıyoruz…
Bu defa da geri uyumaya ikna etmeye çalışıyorum, iğrenç sesimle ne zamandır ilk defa ninni bile söyledim, üstelik alttaki bu fotoğrafı bu ilginç gecenin hatırası olarak çekerken uyandı düdük, tekrar istek yaptı, bi daha ninni, ay kendi sesimi duymaya dayanamıyorum!
Uyudu, uyandı, yanımızda yattı, İlkeri tekmeleri ile hırpaladı, bir şekilde sabahı ettik. Uyanık kaldığımız zaman uyuduğumuz anlardan daha uzundu, kısaca hala esnemekteyim.
Bunları anlattım çünkü öncelikle ebeveynlik tarihimizde böyle bir şeyle karşılaşmamıştık, Arcanın gece yarısı sıçması bir ilk!!
Ayrıca kendi adıma gece uyanmalarını daha metanetli karşıladığımı fark ettim. Bunda İlkerin telkinlerinin yanı sıra Arca'nın sadece 1 defa kalkarak ya da hiç uyanmadan geçirdiği gecelerin sıklığı da etken. Çünkü biliyorum ki kapris veya huy değil bir şekilde onu rahatsız eden bir şeyler var. Tek yapmam gereken sakin sakin ne olduğunu bulmak ve çözmek!
Ama en önemlisi, kendimizin bebek değil de çocuk ana babası olduğumuzu fark ettik. Fark ettik ki ister hiç konuşmasın ister uzun cümleler kursun fark etmez, artık bu dönemde çocuklar acılarını duygularını ifade edebiliyorlar, ne mutlu bize! Küçük bir bebekken de ağladığı olurdu ama ne kadar zor olurdu anlamamız, hemen gözleri kısar delilleri gözden geçirir, gün boyu yaşananlardan ipucu yakalamaya çalışırdık. Kimi zaman bir türlü sonuca ulaşamazdık.
Peki ya şimdi?
“Arca karnın ağrıyor mu?”
“Evet!”
Uyudu, uyumadan önce rüyasında kimleri göreceğini sormak rutinin bir parçası, ilginçtir bu defa “balkabağı” dedi. Gece 1 civarı sıklıkla uyanmaya ve ağlamaya başladı. Kabus gördü herhalde, ne gördün rüyanda dedim, “balkabağı” hmm iyi peki su içelim uyuyalım rüyada anneyi görelim daha az ağlamaklı bir rüya olur.
1-2-5 artık kaç defaydı hatırlamıyorum, defalarca kalktım. Canı acıyor gibi. Karnın mı ağrıyor diye sordum, evet deyince bol bol karnını ovdum ama gaz çıkarma yok. Yanımıza aldım, arada İlker de ovuyor karnını. Ağlama şiddetlendi, “kaka” dedi. Hadi be! Gün içinde 2 defa yaptığı için bu olasılık aklımıza hiç gelmemişti. Ayı ve Ali kitabını yanımıza aldık, Aliyi okuttu. Ama içim uyuyor bu arada. İlker biraz kestireyim demiş, onu da çağırdı. Maaile tuvaletteyiz. O mıçıyor biz gururlu gözlerle birbirimizi kutluyoruz, sorun çözüldü!!
Sanıyoruz…
Bu defa da geri uyumaya ikna etmeye çalışıyorum, iğrenç sesimle ne zamandır ilk defa ninni bile söyledim, üstelik alttaki bu fotoğrafı bu ilginç gecenin hatırası olarak çekerken uyandı düdük, tekrar istek yaptı, bi daha ninni, ay kendi sesimi duymaya dayanamıyorum!
Uyudu, uyandı, yanımızda yattı, İlkeri tekmeleri ile hırpaladı, bir şekilde sabahı ettik. Uyanık kaldığımız zaman uyuduğumuz anlardan daha uzundu, kısaca hala esnemekteyim.
Bunları anlattım çünkü öncelikle ebeveynlik tarihimizde böyle bir şeyle karşılaşmamıştık, Arcanın gece yarısı sıçması bir ilk!!
Ayrıca kendi adıma gece uyanmalarını daha metanetli karşıladığımı fark ettim. Bunda İlkerin telkinlerinin yanı sıra Arca'nın sadece 1 defa kalkarak ya da hiç uyanmadan geçirdiği gecelerin sıklığı da etken. Çünkü biliyorum ki kapris veya huy değil bir şekilde onu rahatsız eden bir şeyler var. Tek yapmam gereken sakin sakin ne olduğunu bulmak ve çözmek!
Ama en önemlisi, kendimizin bebek değil de çocuk ana babası olduğumuzu fark ettik. Fark ettik ki ister hiç konuşmasın ister uzun cümleler kursun fark etmez, artık bu dönemde çocuklar acılarını duygularını ifade edebiliyorlar, ne mutlu bize! Küçük bir bebekken de ağladığı olurdu ama ne kadar zor olurdu anlamamız, hemen gözleri kısar delilleri gözden geçirir, gün boyu yaşananlardan ipucu yakalamaya çalışırdık. Kimi zaman bir türlü sonuca ulaşamazdık.
Peki ya şimdi?
“Arca karnın ağrıyor mu?”
“Evet!”
30 Kasım 2010 Salı
Benim başıma bu kadar çabuk geleceğini hiç tahmin etmemiştim!
Güleç bir insanım Allah için: ) çok gergin değilsem gülümseyerek konuşurum, hatta telefondaki sesimden gülümsediğim anlaşılır.
Arca doğdu beridir ister istemez gülümsüyorum zaten!! Sürekli bir mimik halleri. Ama sadece bu değil gece uykusuzluklarının da bedele katkıda bulunduğunu söylemek lazım.
Bedel? Kırışıklıklar!!
Özellikle göz çevresi. Eh yaş da 30’u geçeli epey oluyor. Geçende ablam “arkadan en az 4-5 yaş genç gösteriyorsun” dedi. Bodur tavuk hallerinden arka planı kurtarıyorum da önden bakınca ı-ıh!
Genetik miras desen? Açık ten, kuru cilt… hızlı yaşlanmaya çok müsait!
Yaşlanmak güzeldir. Ama güzel yaşlanmak, mümkünse zamanında yaşlanmak güzeldir. Zamanından önce kırışıklıklara sahip olmak değil!
Tabii ben olaya yeni uyanmadım, her ne kadar kozmetik canavarı değilsem de tüm bunların başıma geleceğini az çok tahmin ettiğimden uzun zamandır göz çevresi kremi kullanırım. Sonra en azından sabahları mutlaka nemlendirici kullanırım. Önemli değil hani bepanthen de olur, clinique de. Çok seçici değilim, o an bütçeme ne uygunsa.
Gel gör ki bu kadar özene rağmen fotoğraflardaki halimi hiç ama hiç beğenmedim. Zaten öyle aman aman kendimle barışık değilim, bir de bu, üstüne tuz biber ekti.
İlkerin koca makamından görüşü “yürü git!” şeklinde! Aşk işte ne ben onun dökülmüş saçlarını görürüm (bu arada böylesi eski haline 10 basar!) ne o benim buruşuktan maskemi görür! Ama insan önce kendini beğenecek!
Ya şu posta ":)" yazmaya bile çekinir oldum iyi mi! sanki kenarları kırışacak:)))
Hemen her konuda olduğu gibi estetik konusunda da kesin ve net “no way!” diyen birisi değilim, sadece bana hala uzak geliyor. Ama küçük dokunuşlarla biraz moral düzeltilebilir mi? Neden olmasın! Bütçemi adam akıllı sarsan gece ve gündüz yoğun kırışık önleyici kremlerim vatana millete hayırlı olsun! Bir de yanına botoliss denen bir ürünü katmayı ciddi ciddi düşünüyorum. Bildiğin botoks işte! Gerçi bu naneden emin değilim, hala tereddütlerim var!
Bakalım, şimdilik yeni savaşçılarım bunlar.
Bunlar da kar etmezse objektife Ajda Pekkan filtresi* takıveririm olur biter!
(*) Ajda Pekkan filtresi = naylon çorap : ))) Ajda Pekkan kamera ya da fotoğraf makinesinde flu gösteren bir filtre olmazsa, resim vermezmiş, illa verecekse de naylon çorabını çıkarır objektife geçiriverirmiş. Komik ama fotoğrafçılıkta böyle teknik bir terim var!!
fotoğraf şu adresten alınmıştır: www.cilt-bakimi-guzellik.com/.../kirisikliklar
29 Kasım 2010 Pazartesi
OYUN – PARK!
Arca artık tamlamalar yapıyor. Ama iki kelime arasına bir “es” koyuyor. Sanki düşünüyormuş gibi, ya da üstüne basa basa söylemek ister gibi. İlginç, sevimli. Mesela Donald – Amca ya da Yılmaz – dede gibi.
Cumartesi günü –deneme çekimi yapacağımız saha çalışmasını saymazsak - fotoğrafçılık kursundaki son günümdü, yine büyülenmiş olarak çıktım sınıftan. Bu sanat nasıl bir şey kardeşim, nasıl alıyor insanı içine ve ruhu nasıl başka bir boyuta taşıyor? Ömrüm boyunca sanatın her dalına (bale, dans, flüt, gitar…) çok hevesli fakat az yetenekli oldum, belki de sanata sanatçıya hayranlığım bundan kaynaklanıyor. 3 saatlik bir fotoğraf şöleni ile doyan ruhum trafiğe çıktığımda artık hazımsızlık mertebesindeydi, Topolino gazımı aldı!!
Kurs için birkaç saatliğine ayrılacağımı anlatmak ve küçük adamın olurunu almak için epey dil dökmek gerekti. Topolino’dan bahsetmiştim ona, arkadaşlarıyla oynayacağından, öncekini hatırladı, keyfi yerine geldi. OYUN – PARK! Yeni tamlama!
Topolino gazımı aldı demiştim ya, geçtiğimiz ay o kadar sevdiğimiz mekandan nefret ettik diye özetleyebilirim ama yok detaya gireceğim!
Başımıza gelenleri anlatmam lazım. Annemi Agora’ya bırakacağımız için biraz geç kaldık, 3’ü geçiyordu. Ama elif ve Egenin annesi gelmişti, yaşasın. (bu arada egenin annesine bayıldık, meltem ile tanıştığımıza çok sevindik, Fadişle rastlaşamadık, çok üzüldük, halbuki Arca “Deniz”i arkadaş listesine eklemişti.)
İçerisi o kadar kalabalıktı ki, Arca’yı bacaklarımın arasına sıkıştırdım, girişteki işimi ancak öyle hallettim. Geçen ayki bayan vardı kasada ama o günkü gibi tatlı değildi, zavallım bambaşka bir insan olmuştu. Bizimkilerin yaş grubuna ayrılan bölüme gittim, aman tanrım 7-8 yaş çocuklar var. Hemen görevliye şikayet ettim, cevap : “sabahtan beri 3 doğum günü vardı, zapt edemiyoruz”. Hani ben mi şikayetçiyim o mu anlamadım. Arca bu defa inanılmaz cesaretliydi, hemen oyuncaklara daldı. Nil’in dediği doğru “ulen çocuğu getirmiyorsun böyle yerlere sonra çekingen diye şikayet ediyorsun”!! Doğru söze ne denir! Arca kabuğunu kırdı, kabak çiçeği gibi açıldı da zaman kötü zamanmış.
Neyse grup yavaştan toplanınca yemek almak için yukarı çıktık. Oturacak yer yok, tüm masalar partilere ayrılmış, kenarına ilişelim diyoruz, yok mümkün değil, hatta Tuna asil poposunu yere koymak istemeyip sandalyeye oturdu da iki yaşlı kadın çok pis tersledi, şok olduk. Yemeklerin çok uzun bir sürede gelmesi, yerde yememiz, hepsi ayrı kötüydü, hangisini saysam?
En fenası.. çocuklar zıplarken biz de anneler olarak girdik, çünkü büyük çocuklar da zıplıyor, bizimkileri korumamız lazım. Güzel de sohbet ediyoruz, büyük çocukları bizimkilere yaklaştırmıyoruz. Bir görevli gelip “yaylar çok hassas, burada sizin oturmamanız gerekiyor” diye uyarıda bulunmuş. Elif de “o halde çocuklarımızın büyük çocuklardan korunması için buraya görevli koyun” demiş. Peki koydular mı? Hayır! Büyük çocukların oraya girmesini engelleyemediler, küçük çocukların bölümünde plastik top savaşı yapmalarını da engelleyemediler, ben bir tanesinden nasibimi aldım. Kısa bir süre sonra bu çocuklara ait doğum günü pastasının geleceği anonsu yapıldı, hepsi ipini koparmış gibi koşmaya başladı, Arca da tam o sırada zıplamak için merdivenlerdeydi, vahşi anne panter olarak koşup kurtardım ama meğer zamanlamam o kadar iyi değilmiş, akşam yanaktaki morluktan anladım, darbeyi yemiş bizimki. Hepimiz kızdık, çemkirdik çocuklara ama o büyük çocuklar da çocuk işte, nasıl laf anlatacaksın, işletmenin gerekli düzenlemeleri yapması, gerekirse böyle yoğun günler için eleman ilave etmesi gerekiyordu. Elfanam uyarıları yaptı, ama bizim için artık gitme vakti gelmişti, sonra düzeldi mi, büyük çocuklar ayrıldı mı bilmiyorum. Örneğin Hülya çok önceden ayrıldı mekandan, Tuna çok rahatsız oldu. O kadar stresli bir gündü ki ben tek kare fotoğraf çekmemişim. Hani Arca kırk yılın başı böyle fiziksel aktivite coşkusu yaşayacak, hiç kaçırmam!! Tatsız bir gündü, akşam resmen sızdım yorgunluktan, stresten.
Şimdi terazinin bir tarafına Arca’nın o gün çok eğlenmesini, bugün bile hala “oyun-park” diye tutturuşunu ve geçtiğimiz ay nezih ve düzgün bir şekilde vakit geçirmemizi koyuyorum. Diğer tarafına da bu hafta yaşadıklarımızı.
Arca’nın hatırına bir şans daha vermeli, önceden doğum günü var mı diye sormalı öyle gitmeli belki de, bilemiyorum.
Cumartesi günü –deneme çekimi yapacağımız saha çalışmasını saymazsak - fotoğrafçılık kursundaki son günümdü, yine büyülenmiş olarak çıktım sınıftan. Bu sanat nasıl bir şey kardeşim, nasıl alıyor insanı içine ve ruhu nasıl başka bir boyuta taşıyor? Ömrüm boyunca sanatın her dalına (bale, dans, flüt, gitar…) çok hevesli fakat az yetenekli oldum, belki de sanata sanatçıya hayranlığım bundan kaynaklanıyor. 3 saatlik bir fotoğraf şöleni ile doyan ruhum trafiğe çıktığımda artık hazımsızlık mertebesindeydi, Topolino gazımı aldı!!
Kurs için birkaç saatliğine ayrılacağımı anlatmak ve küçük adamın olurunu almak için epey dil dökmek gerekti. Topolino’dan bahsetmiştim ona, arkadaşlarıyla oynayacağından, öncekini hatırladı, keyfi yerine geldi. OYUN – PARK! Yeni tamlama!
Topolino gazımı aldı demiştim ya, geçtiğimiz ay o kadar sevdiğimiz mekandan nefret ettik diye özetleyebilirim ama yok detaya gireceğim!
Başımıza gelenleri anlatmam lazım. Annemi Agora’ya bırakacağımız için biraz geç kaldık, 3’ü geçiyordu. Ama elif ve Egenin annesi gelmişti, yaşasın. (bu arada egenin annesine bayıldık, meltem ile tanıştığımıza çok sevindik, Fadişle rastlaşamadık, çok üzüldük, halbuki Arca “Deniz”i arkadaş listesine eklemişti.)
İçerisi o kadar kalabalıktı ki, Arca’yı bacaklarımın arasına sıkıştırdım, girişteki işimi ancak öyle hallettim. Geçen ayki bayan vardı kasada ama o günkü gibi tatlı değildi, zavallım bambaşka bir insan olmuştu. Bizimkilerin yaş grubuna ayrılan bölüme gittim, aman tanrım 7-8 yaş çocuklar var. Hemen görevliye şikayet ettim, cevap : “sabahtan beri 3 doğum günü vardı, zapt edemiyoruz”. Hani ben mi şikayetçiyim o mu anlamadım. Arca bu defa inanılmaz cesaretliydi, hemen oyuncaklara daldı. Nil’in dediği doğru “ulen çocuğu getirmiyorsun böyle yerlere sonra çekingen diye şikayet ediyorsun”!! Doğru söze ne denir! Arca kabuğunu kırdı, kabak çiçeği gibi açıldı da zaman kötü zamanmış.
Neyse grup yavaştan toplanınca yemek almak için yukarı çıktık. Oturacak yer yok, tüm masalar partilere ayrılmış, kenarına ilişelim diyoruz, yok mümkün değil, hatta Tuna asil poposunu yere koymak istemeyip sandalyeye oturdu da iki yaşlı kadın çok pis tersledi, şok olduk. Yemeklerin çok uzun bir sürede gelmesi, yerde yememiz, hepsi ayrı kötüydü, hangisini saysam?
En fenası.. çocuklar zıplarken biz de anneler olarak girdik, çünkü büyük çocuklar da zıplıyor, bizimkileri korumamız lazım. Güzel de sohbet ediyoruz, büyük çocukları bizimkilere yaklaştırmıyoruz. Bir görevli gelip “yaylar çok hassas, burada sizin oturmamanız gerekiyor” diye uyarıda bulunmuş. Elif de “o halde çocuklarımızın büyük çocuklardan korunması için buraya görevli koyun” demiş. Peki koydular mı? Hayır! Büyük çocukların oraya girmesini engelleyemediler, küçük çocukların bölümünde plastik top savaşı yapmalarını da engelleyemediler, ben bir tanesinden nasibimi aldım. Kısa bir süre sonra bu çocuklara ait doğum günü pastasının geleceği anonsu yapıldı, hepsi ipini koparmış gibi koşmaya başladı, Arca da tam o sırada zıplamak için merdivenlerdeydi, vahşi anne panter olarak koşup kurtardım ama meğer zamanlamam o kadar iyi değilmiş, akşam yanaktaki morluktan anladım, darbeyi yemiş bizimki. Hepimiz kızdık, çemkirdik çocuklara ama o büyük çocuklar da çocuk işte, nasıl laf anlatacaksın, işletmenin gerekli düzenlemeleri yapması, gerekirse böyle yoğun günler için eleman ilave etmesi gerekiyordu. Elfanam uyarıları yaptı, ama bizim için artık gitme vakti gelmişti, sonra düzeldi mi, büyük çocuklar ayrıldı mı bilmiyorum. Örneğin Hülya çok önceden ayrıldı mekandan, Tuna çok rahatsız oldu. O kadar stresli bir gündü ki ben tek kare fotoğraf çekmemişim. Hani Arca kırk yılın başı böyle fiziksel aktivite coşkusu yaşayacak, hiç kaçırmam!! Tatsız bir gündü, akşam resmen sızdım yorgunluktan, stresten.
Şimdi terazinin bir tarafına Arca’nın o gün çok eğlenmesini, bugün bile hala “oyun-park” diye tutturuşunu ve geçtiğimiz ay nezih ve düzgün bir şekilde vakit geçirmemizi koyuyorum. Diğer tarafına da bu hafta yaşadıklarımızı.
Arca’nın hatırına bir şans daha vermeli, önceden doğum günü var mı diye sormalı öyle gitmeli belki de, bilemiyorum.
Işığın Öyküsü
26 Kasım 2010 Cuma
Düz değil düzen değil
Yine dellendim, listeler havalarda uçuşuyor.
Geçen haftanın listeleri, “yediklerimize dikkat edelim” konsepti üzerine kuruluydu. Dikkatinizi çekerim, “diyet” yapmıyoruz (yapamıyoruz) sağlıklı beslenmeyi hayatımızın bir parçası haline getiriyoruz ki biraz kilo verelim. Bu girişimi “diyet” ile adlandırdığımız an pazartesi akşamına bozulmuş oluyor nitekim. Kilo vermeye İlkerin şiddetle ihtiyacı var, ben de son aylarda geri aldığım 2-3 kiloyu versem tadından yenmez. Yok yemeyelim zaten, dikkat edelim ! Dolayısı ile haftalık menüler, sağlıklı atıştırmalar listesi, bu listeleri referans alan market alışverişi listesi … derken yine sayfalar doldu.
Tabii son günlerin tek konusu bu değil, bayram sonrası detoksuna kozmetik de eklendi. İyice derinleşen 30 yaş üstü kırışıklıklarıma çare buldum gibi gibi! 2 aydır hangi kremi kullansam diye karar veremediğimden yüzüme nemlendirici olarak sadece bepanthen sürer olmuştum. Fena da değil hani , fiyat da ucuz : ) Hiç haz etmediğim ve anlamadığım bu konu ile ilgili araştırma geliştirme çalışmalarını pek tabii ki bir liste ile taçlandırmasaydım olmazdı.
“giyecek kıyafetim yok”tan tut da “ayakkabıya ihtiyacım var” gibi olağan cümlelerin peşi sıra gelen malum kadınsal ihtiyaçlar ise bir alışveriş listesinin müjdesini veriyor.
Benim çantalarımdan cüzdanlarımdan, ofisteki ajandamdan, kitaplarımın içinden (kitap ayracı olarak), ceplerimden, çekmecelerimden, mutfaktan, arabadan.. her yerimden liste çıkar!
Böh geldi değil mi?
Bu liste meselesi aslında çok organize bir kadın olduğum için değil tam tersi çok dağınık olduğum için! Başka türlü imkanı yok hatırlamıyorum, dağılıp gidiyorum.
Dağınıklık demişken…
İlker bir gün Ümit ablaya dağınıklığımızla ilgili günah çıkarırken “biz aslında ailecek düzeni çok seviyoruz ama bir türlü düzenli olamıyoruz” demişti.
Puhahah (münasip bir tarafımla gülme efekti)
Alt mesaj : “Ümit abla sen bizim totomuzu topla, napalım biz yapamıyoruz”
Tabii titiz düzenli başak kadını da bu gazla o gün bugündür dağıttıklarımızı toplamakla uğraşıyor. Eve hangi saatte uğrasan derli toplu, (mümkünse akşam saatleri haricinde, akşam biz dağıtıyoruz) o kadar ki Arca’yı bile çalıştırıyor. Ulen bizim dümbelek biz söyleyince 2 oyuncağını toplamaz, Ümit abla ona kitaplığını bile düzenletiyor. Oh canıma değsin, dinsizin hakkından imansız!
Düzensiziz filan diyorum ya öyle havada kalmasın, biraz açayım mevzuyu.
Biz İlkerle mutfağa girdik mi bütün dolap kapakları açık durur. Boylarımız da kısa olduğundan kafamızı çarpmıyoruz, dolayısıyla sorun yok ama mutfaktan çıkınca manzaraya bak bütün kapaklar, çekmeceler açık. Yazın annem yokken yazlığa babamla gittik, benzer bir manzarayı onların mutfağında yaratınca, babam “kızım senin sorunun ne?” demiş, ağzı bir karış açık kalmıştı. Şimdi Arcaya takıntı geldi, açık çekmece görünce kapatıyor. [ İyi iyi birinin gerçekten bizi toplaması lazım: ) ]
Geçen hafta İlknur taşınırlarken ödünç verdiğim yastığı getirmiş, nasıl olsa Elvan gelecek diye 3 gün oturma odasında kaldı. Hayır yani Elvan gelecek, ona yatak yapacağız, ne diye bir daha dolaba koyup tekrar çıkarmakla vakit harcayalım değil mi? Pek pratiğim sorma!
Elvan’ın geleceği gündü, tutuştuk. Ümit abla da yok tabii günlerdir, totomuz toplanmamış, çıldırdık.
İşte ev bu fotoğraftakinden halliceydi.
Üstelik Elvanın gelişi habersiz değil! Önceki gün Arca uyurken yayacağına az topla değil mi?
Dedim ki İlkere “hani çalıştığım için kurtarıyorum, ev hanımı olsam bu düzensizlikle sen beni boşardın!” “yok canıııım” demesini bekledim, DEMEDİ! Ben aslında kendi adıma ev işlerini ikinci plana atıyorum, ilgilenmeyerek mutlu oluyorum, ama tabii ilgilenmek lazım böyle yaşanamaz diye gevelediysem de pek ikna edici olamadım.
Biz nasıl böyle olduk? Ve bu kadar dağınık, düzensiz iki insan nasıl birbirimizi bulduk! (Soulmate diyeceğim, iyice geyiğe vuracağım, sustum!) Annelerimiz düzenli insanlar! Evlenmeden önce evlerimizde düzensizlik görmedik ki? Ben daha babamın çorabını yerde görmemişimdir. Biz ilkerle ciddi incelenmesi gereken bir çiftiz. Hayır, birimiz düzenli olsa öbürünü dürtecek, bir şekilde toplanacağız. Yok bir çare bulmalı, bu gidişe bir dur demeli! Arca şimdi küçük, büyüyecek, bizden görecek, çocuğa ağzımızın tadıyla “odanı topla!” diyemeyeceğiz, demez mi “önce sen topla!” ?
İşte böyle… o buhranlı günün ardından İlkerle mutfak masasına oturmuş, bunları konuşmuştuk. Yeni kararlar aldık.
* Madem toplamaktan hoşlanmıyoruz, dağıtmamaya çalışalım
* Eve gelip de üzerimizi çıkarınca çıkardıklarımızı yerine koyalım, kirlileri kirli sepetine atalım
* Mutfakta yemek yaparken işi biteni yerine kaldıralım
* Arca’nın oyuncaklarını öncelikle onunla, mümkün olmadıysa mutlaka kendimiz toplayalım
* Aynı Arca’ya anlatmaya çalıştığımız gibi, her şeyi “yerine” koyalım
----- Bak bu da kararlar listesi… yapıverdim hemencecik: ) ------
1 hafta geçti, kendi adıma uğraş veriyorum, serde dağınıklık var, düzelir miyim? Zaman gösterecek, belki Arca sayesinde upgrade olacağız belki dağınık bünye iflah olmayacak. Ama en azından denemiş olacağız, değil mi ya:)
Geçen haftanın listeleri, “yediklerimize dikkat edelim” konsepti üzerine kuruluydu. Dikkatinizi çekerim, “diyet” yapmıyoruz (yapamıyoruz) sağlıklı beslenmeyi hayatımızın bir parçası haline getiriyoruz ki biraz kilo verelim. Bu girişimi “diyet” ile adlandırdığımız an pazartesi akşamına bozulmuş oluyor nitekim. Kilo vermeye İlkerin şiddetle ihtiyacı var, ben de son aylarda geri aldığım 2-3 kiloyu versem tadından yenmez. Yok yemeyelim zaten, dikkat edelim ! Dolayısı ile haftalık menüler, sağlıklı atıştırmalar listesi, bu listeleri referans alan market alışverişi listesi … derken yine sayfalar doldu.
Tabii son günlerin tek konusu bu değil, bayram sonrası detoksuna kozmetik de eklendi. İyice derinleşen 30 yaş üstü kırışıklıklarıma çare buldum gibi gibi! 2 aydır hangi kremi kullansam diye karar veremediğimden yüzüme nemlendirici olarak sadece bepanthen sürer olmuştum. Fena da değil hani , fiyat da ucuz : ) Hiç haz etmediğim ve anlamadığım bu konu ile ilgili araştırma geliştirme çalışmalarını pek tabii ki bir liste ile taçlandırmasaydım olmazdı.
“giyecek kıyafetim yok”tan tut da “ayakkabıya ihtiyacım var” gibi olağan cümlelerin peşi sıra gelen malum kadınsal ihtiyaçlar ise bir alışveriş listesinin müjdesini veriyor.
Benim çantalarımdan cüzdanlarımdan, ofisteki ajandamdan, kitaplarımın içinden (kitap ayracı olarak), ceplerimden, çekmecelerimden, mutfaktan, arabadan.. her yerimden liste çıkar!
Böh geldi değil mi?
Bu liste meselesi aslında çok organize bir kadın olduğum için değil tam tersi çok dağınık olduğum için! Başka türlü imkanı yok hatırlamıyorum, dağılıp gidiyorum.
Dağınıklık demişken…
İlker bir gün Ümit ablaya dağınıklığımızla ilgili günah çıkarırken “biz aslında ailecek düzeni çok seviyoruz ama bir türlü düzenli olamıyoruz” demişti.
Puhahah (münasip bir tarafımla gülme efekti)
Alt mesaj : “Ümit abla sen bizim totomuzu topla, napalım biz yapamıyoruz”
Tabii titiz düzenli başak kadını da bu gazla o gün bugündür dağıttıklarımızı toplamakla uğraşıyor. Eve hangi saatte uğrasan derli toplu, (mümkünse akşam saatleri haricinde, akşam biz dağıtıyoruz) o kadar ki Arca’yı bile çalıştırıyor. Ulen bizim dümbelek biz söyleyince 2 oyuncağını toplamaz, Ümit abla ona kitaplığını bile düzenletiyor. Oh canıma değsin, dinsizin hakkından imansız!
Düzensiziz filan diyorum ya öyle havada kalmasın, biraz açayım mevzuyu.
Biz İlkerle mutfağa girdik mi bütün dolap kapakları açık durur. Boylarımız da kısa olduğundan kafamızı çarpmıyoruz, dolayısıyla sorun yok ama mutfaktan çıkınca manzaraya bak bütün kapaklar, çekmeceler açık. Yazın annem yokken yazlığa babamla gittik, benzer bir manzarayı onların mutfağında yaratınca, babam “kızım senin sorunun ne?” demiş, ağzı bir karış açık kalmıştı. Şimdi Arcaya takıntı geldi, açık çekmece görünce kapatıyor. [ İyi iyi birinin gerçekten bizi toplaması lazım: ) ]
Geçen hafta İlknur taşınırlarken ödünç verdiğim yastığı getirmiş, nasıl olsa Elvan gelecek diye 3 gün oturma odasında kaldı. Hayır yani Elvan gelecek, ona yatak yapacağız, ne diye bir daha dolaba koyup tekrar çıkarmakla vakit harcayalım değil mi? Pek pratiğim sorma!
Elvan’ın geleceği gündü, tutuştuk. Ümit abla da yok tabii günlerdir, totomuz toplanmamış, çıldırdık.
İşte ev bu fotoğraftakinden halliceydi.
Üstelik Elvanın gelişi habersiz değil! Önceki gün Arca uyurken yayacağına az topla değil mi?
Dedim ki İlkere “hani çalıştığım için kurtarıyorum, ev hanımı olsam bu düzensizlikle sen beni boşardın!” “yok canıııım” demesini bekledim, DEMEDİ! Ben aslında kendi adıma ev işlerini ikinci plana atıyorum, ilgilenmeyerek mutlu oluyorum, ama tabii ilgilenmek lazım böyle yaşanamaz diye gevelediysem de pek ikna edici olamadım.
Biz nasıl böyle olduk? Ve bu kadar dağınık, düzensiz iki insan nasıl birbirimizi bulduk! (Soulmate diyeceğim, iyice geyiğe vuracağım, sustum!) Annelerimiz düzenli insanlar! Evlenmeden önce evlerimizde düzensizlik görmedik ki? Ben daha babamın çorabını yerde görmemişimdir. Biz ilkerle ciddi incelenmesi gereken bir çiftiz. Hayır, birimiz düzenli olsa öbürünü dürtecek, bir şekilde toplanacağız. Yok bir çare bulmalı, bu gidişe bir dur demeli! Arca şimdi küçük, büyüyecek, bizden görecek, çocuğa ağzımızın tadıyla “odanı topla!” diyemeyeceğiz, demez mi “önce sen topla!” ?
İşte böyle… o buhranlı günün ardından İlkerle mutfak masasına oturmuş, bunları konuşmuştuk. Yeni kararlar aldık.
* Madem toplamaktan hoşlanmıyoruz, dağıtmamaya çalışalım
* Eve gelip de üzerimizi çıkarınca çıkardıklarımızı yerine koyalım, kirlileri kirli sepetine atalım
* Mutfakta yemek yaparken işi biteni yerine kaldıralım
* Arca’nın oyuncaklarını öncelikle onunla, mümkün olmadıysa mutlaka kendimiz toplayalım
* Aynı Arca’ya anlatmaya çalıştığımız gibi, her şeyi “yerine” koyalım
----- Bak bu da kararlar listesi… yapıverdim hemencecik: ) ------
1 hafta geçti, kendi adıma uğraş veriyorum, serde dağınıklık var, düzelir miyim? Zaman gösterecek, belki Arca sayesinde upgrade olacağız belki dağınık bünye iflah olmayacak. Ama en azından denemiş olacağız, değil mi ya:)
24 Kasım 2010 Çarşamba
Dumur Diyalog #1
Hülya ile Tuna’nın uyuma hikayesini her akşam anlatarak uyutuyordum ya (aha işte hikaye de burada) derken artık kendi kendine uyumaya başladı, hikaye rafa kalktı.
Geçende bir akşam yine ışık açık kalsın, uyumayayım isterken, ben kendimce hikayeye heyecan katmaya çalışarak başladım anlatmaya.
Yeliz: Arca bugün ben kiminle konuştum biliyor musun?
Burada gözlerini kocaman açıp merak etmesini bekliyorum.
Ama o gayet sakin;
Arca: Hüla
Yeliz: Peki Hülya kim annecim?
Arca: Anne!
Yeliz: Kimin annesi?
Arca: Una
Yeliz: Peki hikayeyi bildiğine göre ne yapman gerekiyor?
Arca kafayı gömer, uyur!
---------------------------------------------------------------------------------
Not: Fotoğraf Topolino günümüzden kalmış, eskileri karıştırırken buldum. Bu ikiliye dayanamayıp çekmişim. Bize güzel bir uyku öncesi armağan eden Hülya ve Tuna, teşekkürler :)
23 Kasım 2010 Salı
Lovable two : )
Sözlerimi geri alamam
Yazdığımı baştan yazamam
Bir daha geri dönemem
Ama…
Tükürdüğümü pekala yalayabilirim.
Annelik = tükürdüğünü itina ile yalama becerisi
“Terrible 2” etiketli yazılarım pek neşelidir. Lakin günlerin güzel geçtiği de oluyormuş, “terrible” diye yaftaladığın “lovable” olabiliyormuş.
İki yaş sendromlarına girdi, bu kesin! Nereden mi biliyorum? “kendi”, “Arca”, “ben” kelimeleri yükselişe geçti. Cumartesi öğlen Arca uyurken Elvanı havaalanına bıraktım, kısa bir kuaför ziyareti sonrası kısa saçlarımla eve döndüm. Hava şahane, Arca uykudan pembeleşmiş yanaklarla kalkmış birkaç lokma atıştırmış, “hadi” dedim “parka!” Önce itiraz etti lakin evde Orçun ve Tufan var, PES oynamaya gelmişler, onlarla takılmak ister ama babalar onu istemez neyse sonra kova kürek çantasını görünce jet hızıyla kapının önünde bitti, elinde boyu kadar çanta ile! Parka gittik, zaten yol kenarında küçük bir park, kimseler yok. Arca kaydıraklara daldı. Merdivenlerini çıkarken 40 defa düşünen cüce bu defa patır kütür tırmandı. Çıktıktan sonra baktım kaydırağa gitmiyor, bir köprü yapmışlar, malzeme; ahşap ve zincir, yürürken ayakta durmakta zorlanıyorsun, işte istikamet o tehlikeli bölge. Hemen tırmanırsın peşinden. Elini tutayım diyorum, basıyor yaygarayı “ARCA!!” “kendiii” elini tutturmuyor. İyi de bit kadar ayaklar araya sıkışacak, düşecek, kalbim ağzımda! Indiana Jones filmlerinden bir küçük sahne sergiledik oracıkta! Saymadım ama yıllardır spor yüzü görmemiş bünyenin akşam her yerinden et kesmesinden yaklaşık 10 defa aynı sahnenin tekrarlandığını tahmin edebilirim. Hatta kaydıraktan “kendi” kaymakta ciddi ısrar eden Arcayı rahat bıraktığımda bir kadın “aa napıyorsunuz, beraber kayın, daha çok küçük” diye park analığı yaptı.
Gıkımı çıkarmadım, hatta gülümsedim içtenlikle, çemkirmedim, iki sebebi var;
Birincisi hayatımda aldığım en güzel iltifatlardan biriydi. Kadın “ne rahat kadın!” diye düşünmüştü ve ben “relax” olamadığım için kendime kızar dururdum. Demek ki neymiş? Biz çocukları eğittiğimizi sanırken çocuklarımız bizi yola getirirmiş. Yiyorsa beraber kayalım de, bastı mı yaygarayı feleğini şaşırırsın!
İkincisi ve en önemlisi kadının kocaman bir köpeği vardı ve benim totom çemkirmeye yemedi!
Parkta Arca sakin sakin kova kum kürek üçlüsüne dalmışken annenin 3-5 sayfa kitap okuyabilmesi ... bu görüntü lovable değil de ne sorarım!!
İki yaş sendromunun “kendim” konulu bölümüne daha yeni yeni alışıyoruz, dolayısı ile mutlu görüntülerden fire verdiğimiz oluyor. Cumartesi akşam dostlar bizdeydi, Poyraz bebesi dahil 8 kişiydik evde. Bizim dışarıdan söylenen mamalarımızı beklerken alelacele Arcayı çorba ile besleyeyim dedim. Bastı yaygarayı, nerdeyse karşı komşu kapıya dayanacaktı. Herkes mutfağa koştu, sandalyeye mi sıkıştı, eli mi acıdı, derken anlaşıldı, çorba sıcaktı ve anne Arcaya üfletmesi ve önündeki tabağa azıcık koyması gerekirken kendi üflemişti. Densiz işte ne olacak!
Bir de “ama ama ama”lar var. Park onun olacak, hiçbir çocuk onun tırmandığı merdivenden ve kaydığı kaydıraktan kaymayacak. Yoksa “ama ama ama”lar başlıyor. Şimdilik bu paylaşmama hali nasıl aşılır bilmiyorum, zamanla her şeyin ona ait olmadığını anlayacak.
İki yaş çocuğu için ne demişler?
“Benim olan benimdir
Şimdi oynamadığım ama daha sonra oynayabileceğim oyuncak da benimdir.
Elindekini beğenir ve oynamak istersem benimdir”
…
Şimdi bir anne itirafı; Arca ile baş başa kalmaktan korkardım ben! Gerçekten! Nasıl oyalayacağımı bilmez, önceden stratejiler belirler, oyunlar, aktiviteler icat eder, o baş başa günü nasıl geçireceğimi tasarlardım kafamda. Hele yorgun bir günün akşamı İlker eve geç gelecek ise, karalar bağlardım. Hele hele o malum iki yaş!! Annemin menopozu o kadar germedi beni!
Ama bu tatil harika zaman geçirdik. Sohbetler ettik, alışverişe çıktık, geçen geldiğinde yabancıladığı Elvan’ın koltukaltından inmedi, defalarca kitap okuttu, kahvaltıya gittik, her gün parka gittik, çok öptük çok öpüldük ve günlerin nasıl geçtiğini anlamadık.
Artık bayramın coşkusu mu, anne baba ile geçirilen dolu dolu 9 gün müdür sebep, bilinmez, bizim cüceden gayet memnun kaldık bu tatil.
Yazdığımı baştan yazamam
Bir daha geri dönemem
Ama…
Tükürdüğümü pekala yalayabilirim.
Annelik = tükürdüğünü itina ile yalama becerisi
“Terrible 2” etiketli yazılarım pek neşelidir. Lakin günlerin güzel geçtiği de oluyormuş, “terrible” diye yaftaladığın “lovable” olabiliyormuş.
İki yaş sendromlarına girdi, bu kesin! Nereden mi biliyorum? “kendi”, “Arca”, “ben” kelimeleri yükselişe geçti. Cumartesi öğlen Arca uyurken Elvanı havaalanına bıraktım, kısa bir kuaför ziyareti sonrası kısa saçlarımla eve döndüm. Hava şahane, Arca uykudan pembeleşmiş yanaklarla kalkmış birkaç lokma atıştırmış, “hadi” dedim “parka!” Önce itiraz etti lakin evde Orçun ve Tufan var, PES oynamaya gelmişler, onlarla takılmak ister ama babalar onu istemez neyse sonra kova kürek çantasını görünce jet hızıyla kapının önünde bitti, elinde boyu kadar çanta ile! Parka gittik, zaten yol kenarında küçük bir park, kimseler yok. Arca kaydıraklara daldı. Merdivenlerini çıkarken 40 defa düşünen cüce bu defa patır kütür tırmandı. Çıktıktan sonra baktım kaydırağa gitmiyor, bir köprü yapmışlar, malzeme; ahşap ve zincir, yürürken ayakta durmakta zorlanıyorsun, işte istikamet o tehlikeli bölge. Hemen tırmanırsın peşinden. Elini tutayım diyorum, basıyor yaygarayı “ARCA!!” “kendiii” elini tutturmuyor. İyi de bit kadar ayaklar araya sıkışacak, düşecek, kalbim ağzımda! Indiana Jones filmlerinden bir küçük sahne sergiledik oracıkta! Saymadım ama yıllardır spor yüzü görmemiş bünyenin akşam her yerinden et kesmesinden yaklaşık 10 defa aynı sahnenin tekrarlandığını tahmin edebilirim. Hatta kaydıraktan “kendi” kaymakta ciddi ısrar eden Arcayı rahat bıraktığımda bir kadın “aa napıyorsunuz, beraber kayın, daha çok küçük” diye park analığı yaptı.
Gıkımı çıkarmadım, hatta gülümsedim içtenlikle, çemkirmedim, iki sebebi var;
Birincisi hayatımda aldığım en güzel iltifatlardan biriydi. Kadın “ne rahat kadın!” diye düşünmüştü ve ben “relax” olamadığım için kendime kızar dururdum. Demek ki neymiş? Biz çocukları eğittiğimizi sanırken çocuklarımız bizi yola getirirmiş. Yiyorsa beraber kayalım de, bastı mı yaygarayı feleğini şaşırırsın!
İkincisi ve en önemlisi kadının kocaman bir köpeği vardı ve benim totom çemkirmeye yemedi!
Parkta Arca sakin sakin kova kum kürek üçlüsüne dalmışken annenin 3-5 sayfa kitap okuyabilmesi ... bu görüntü lovable değil de ne sorarım!!
İki yaş sendromunun “kendim” konulu bölümüne daha yeni yeni alışıyoruz, dolayısı ile mutlu görüntülerden fire verdiğimiz oluyor. Cumartesi akşam dostlar bizdeydi, Poyraz bebesi dahil 8 kişiydik evde. Bizim dışarıdan söylenen mamalarımızı beklerken alelacele Arcayı çorba ile besleyeyim dedim. Bastı yaygarayı, nerdeyse karşı komşu kapıya dayanacaktı. Herkes mutfağa koştu, sandalyeye mi sıkıştı, eli mi acıdı, derken anlaşıldı, çorba sıcaktı ve anne Arcaya üfletmesi ve önündeki tabağa azıcık koyması gerekirken kendi üflemişti. Densiz işte ne olacak!
Bir de “ama ama ama”lar var. Park onun olacak, hiçbir çocuk onun tırmandığı merdivenden ve kaydığı kaydıraktan kaymayacak. Yoksa “ama ama ama”lar başlıyor. Şimdilik bu paylaşmama hali nasıl aşılır bilmiyorum, zamanla her şeyin ona ait olmadığını anlayacak.
İki yaş çocuğu için ne demişler?
“Benim olan benimdir
Şimdi oynamadığım ama daha sonra oynayabileceğim oyuncak da benimdir.
Elindekini beğenir ve oynamak istersem benimdir”
…
Şimdi bir anne itirafı; Arca ile baş başa kalmaktan korkardım ben! Gerçekten! Nasıl oyalayacağımı bilmez, önceden stratejiler belirler, oyunlar, aktiviteler icat eder, o baş başa günü nasıl geçireceğimi tasarlardım kafamda. Hele yorgun bir günün akşamı İlker eve geç gelecek ise, karalar bağlardım. Hele hele o malum iki yaş!! Annemin menopozu o kadar germedi beni!
Ama bu tatil harika zaman geçirdik. Sohbetler ettik, alışverişe çıktık, geçen geldiğinde yabancıladığı Elvan’ın koltukaltından inmedi, defalarca kitap okuttu, kahvaltıya gittik, her gün parka gittik, çok öptük çok öpüldük ve günlerin nasıl geçtiğini anlamadık.
Artık bayramın coşkusu mu, anne baba ile geçirilen dolu dolu 9 gün müdür sebep, bilinmez, bizim cüceden gayet memnun kaldık bu tatil.
22 Kasım 2010 Pazartesi
Arca ilk defa ...
Hayatımın en güzel tatiliydi! Detaylara girmeyeceğim, özetle... aile, arkadaşlar, Elvan, pastırma yazı, dinlenme, Arca, Arca, Arca ...
Ne çok ilkler yaşadı!
Sincap gördü.
Kahvaltıya gidelim demek bizim için Gizli Bahçeye gidelim demek. Çok hızlı bir servisi ve nefis kahvaltısı var. Asırlık ağaçları, Atatürk’ün kahve içtiği tarihi kamelyayı ve şanslıysanız – ki biz şanslıydık - ağaçlarda sincapları görebilirsiniz. Zamanı ise dalından mandalina toplayabilir, toplayan köylüleri seyredebilirsiniz. Arca’nın deliksiz uyuduğu ve geç kalktığı tek gecenin sabahında, hazır Elvancım da bizimleyken ve hava muhteşemken kahvaltıya gitmeye karar verdik. Arca genelde sabahın köründe kalktığı için kahvaltı organizasyonuna ancak ara öğünü denk gelirdi, bu defa bizimle kahvaltı etti. Bak bu da bir ilk : )
...................................................................
Dut kurusu yedi, hem de Cansu’nun elinden!!
Bizim ara öğün zulamızda kayi (kayısı) ve üyum (üzüm) vardı, onlarınkinde dut. Arca yemeye, Cansu yedirmeye bayıldı.
...................................................................
Çizgi film izledi. Mickey Playhouse! Ve aşık oldu. Bayram harçlıkları ile Mickey ve Donald oyuncakları satın aldı. Onlarla uyudu, onlarla yemek yedi, onlara yemek yedirdi, onlarla gezdi, mıçtı… “hey bilgili!” demeyi öğrendi. Bittiğinde hüngür hüngür ağladı, teselliyi yine oyuncaklarında buldu. (evet daha bu yaşta o çarkın içine biz de girdik, ha ben10 ha kayyu - mu ne - ha mickey? hiç farkı yok, sadece çizgi filmi izlemekle kalmıyorsun oyuncağını da alıyorsun. Zaten hediye gelmiş mickeyli nevresim takımımız vardı, şimdi tam oldu! bakalım daha neler göreceğiz!)
...................................................................
Birkaç saniyeliğine de olsa televizyona çıktı.
Çok güzel dostlar edinmemizi sağlayan Nurturia ailesinin Kanal D ana haber bültenindeki tanıtımında video lazımdı, Damlaya göndermiştim, birazında görünüyor. Hehe celebrity anası oldum yav!!
...................................................................
Tavşan gördü, hatta peşinden koştu, düştü, yılmadı bir daha koştu.
...................................................................
Ve son olarak at sevdi ve bindi!
Pazar günü iki saatlik öğle uykusunu almış ve dinlenmiş olarak yemeğini yedi ve atları görmek için yola çıktık. Falabella’da Cansularla buluştuk.
İşte atlarla Arca’nın öyküsü…
Önce heyecanla ama sakin sakin yaklaştı, “bin! Bin!” diye talebini dile getirdi. Açık konuşayım biz sevebileceğine bile ihtimal vermedik.
Kafasını çitlere dayayıp uzun uzun seyretti. Ortamı kokladı.
Arada çimlerde koşturup oynadı. Sonra yine atlar geldi aklına, önce babasının kucağındayken sonra da kendi başına sevdi, okşadı.
Yine tutturdu “bin! Bin!” diye, “emin misin?” dedik, “EMİN!” dedi ve bindi!! 3 tur attı. Öyle mutluydu ki… Sabah çok özlediği Ümit teyzesine anlatıyordu “at! Bin! Dıgıdık!”
Ne çok ilkler yaşadı!
Sincap gördü.
Kahvaltıya gidelim demek bizim için Gizli Bahçeye gidelim demek. Çok hızlı bir servisi ve nefis kahvaltısı var. Asırlık ağaçları, Atatürk’ün kahve içtiği tarihi kamelyayı ve şanslıysanız – ki biz şanslıydık - ağaçlarda sincapları görebilirsiniz. Zamanı ise dalından mandalina toplayabilir, toplayan köylüleri seyredebilirsiniz. Arca’nın deliksiz uyuduğu ve geç kalktığı tek gecenin sabahında, hazır Elvancım da bizimleyken ve hava muhteşemken kahvaltıya gitmeye karar verdik. Arca genelde sabahın köründe kalktığı için kahvaltı organizasyonuna ancak ara öğünü denk gelirdi, bu defa bizimle kahvaltı etti. Bak bu da bir ilk : )
...................................................................
Dut kurusu yedi, hem de Cansu’nun elinden!!
Bizim ara öğün zulamızda kayi (kayısı) ve üyum (üzüm) vardı, onlarınkinde dut. Arca yemeye, Cansu yedirmeye bayıldı.
...................................................................
Çizgi film izledi. Mickey Playhouse! Ve aşık oldu. Bayram harçlıkları ile Mickey ve Donald oyuncakları satın aldı. Onlarla uyudu, onlarla yemek yedi, onlara yemek yedirdi, onlarla gezdi, mıçtı… “hey bilgili!” demeyi öğrendi. Bittiğinde hüngür hüngür ağladı, teselliyi yine oyuncaklarında buldu. (evet daha bu yaşta o çarkın içine biz de girdik, ha ben10 ha kayyu - mu ne - ha mickey? hiç farkı yok, sadece çizgi filmi izlemekle kalmıyorsun oyuncağını da alıyorsun. Zaten hediye gelmiş mickeyli nevresim takımımız vardı, şimdi tam oldu! bakalım daha neler göreceğiz!)
...................................................................
Birkaç saniyeliğine de olsa televizyona çıktı.
Çok güzel dostlar edinmemizi sağlayan Nurturia ailesinin Kanal D ana haber bültenindeki tanıtımında video lazımdı, Damlaya göndermiştim, birazında görünüyor. Hehe celebrity anası oldum yav!!
...................................................................
Tavşan gördü, hatta peşinden koştu, düştü, yılmadı bir daha koştu.
...................................................................
Ve son olarak at sevdi ve bindi!
Pazar günü iki saatlik öğle uykusunu almış ve dinlenmiş olarak yemeğini yedi ve atları görmek için yola çıktık. Falabella’da Cansularla buluştuk.
İşte atlarla Arca’nın öyküsü…
Önce heyecanla ama sakin sakin yaklaştı, “bin! Bin!” diye talebini dile getirdi. Açık konuşayım biz sevebileceğine bile ihtimal vermedik.
Kafasını çitlere dayayıp uzun uzun seyretti. Ortamı kokladı.
Arada çimlerde koşturup oynadı. Sonra yine atlar geldi aklına, önce babasının kucağındayken sonra da kendi başına sevdi, okşadı.
Yine tutturdu “bin! Bin!” diye, “emin misin?” dedik, “EMİN!” dedi ve bindi!! 3 tur attı. Öyle mutluydu ki… Sabah çok özlediği Ümit teyzesine anlatıyordu “at! Bin! Dıgıdık!”
16 Kasım 2010 Salı
Bayram traşı ve mutlu bayramlar
Cimcim Tekir ile Minnoş
Ev ayakkabısı mı alsak dedim, yok hem pahalı hem bizim ev sıcak hem de izmir’de kış ne kadar ki? E bi de giymek istemezse? Caydım… Twiggy’de bu çorapları buldum. Pırtık Tekir kitabından beri daha da kedi delisi olan Arca’nın ruhuna iyi geldi bunlar. Çok kalın, altı kaymıyor. İyice soğuklarda başka bir çorabın üstüne giydiriverirsin.
Bazen arıza çıkarıyor. Giymek istemiyor. O zaman anne başlıyor kedilerin ağzından konuşmaya “aa Arca biz seni çok özledik, sen bizi özlemedin mi? Hadi otur da ayaklarına bakalım, hmm üşümüş hadi giy bizi pisi pisi miyaaav”. Allahım nasıl da saf nasıl da içten! Biliyor onları benim konuşturduğumu yine de tava geliyor, onları bağrına basıp geçirtiyor ayağına. Giymekten leş gibi olunca 2 çift daha ev çorabı oldu, biri yine kedili biri dalmaçyalı.
Bu çoraplar sadece çorap değil. Bambaşka görevleri de var. Mesela geçen gün Arca’ya balık yedirmeye yaradı. Şöyle ki: Balıkları fırına koyduktan sonra ben salata yaparken Arca’nın önüne de marul koydum, o da kendince kesiyor, salata yapıyor. Bu arada havuçtu, mısırdı, soğandı derken yemek öncesi epey atıştırdı. Sıra balık yemeğe gelince yan çizdi düdük!! Uy faka bastık! İlker balıkları ayıklarken biz Arca ile bizim yatağa gittik, tepişiyoruz, arada “balık yiyelim, hadi mutfağa gidelim” diyorum HAYIM! Diyor. Neyse tepişirken çoraplar çıktı, ben de onları kukla yaptım. Biri Minnoş oldu diğeri Cimcim Tekir (Pırtık tekirin bebeleri) balıkları çok sevdiğinden tut da cimcimin güzel miyavlamasını balığa borçlu olduğuna kadar epey dil döktüm, baktım gelmiyor. Aldım çorapları mutfağa. Allah biliyor ya son kozumdu. Baktım pıtı pıtı geliyor düdük! Ben göz ucuyla seyrediyorum, bir taraftan çoraplara pardon cimcim ile minnoşa balık yediriyorum. Hop oturdu. Bi kendi yiyor bi kedilere yediriyor. Arada yüksek tonda miyavlıyor, ben gaza getiriyorum, yok daha çok ye ki sesin daha çok çıksın Hüsnü’nün kedisi sen ol diye!! 350 gr civarında bir çipura mideye bu bir çift çorap sayesinde indi!!
Bazen arıza çıkarıyor. Giymek istemiyor. O zaman anne başlıyor kedilerin ağzından konuşmaya “aa Arca biz seni çok özledik, sen bizi özlemedin mi? Hadi otur da ayaklarına bakalım, hmm üşümüş hadi giy bizi pisi pisi miyaaav”. Allahım nasıl da saf nasıl da içten! Biliyor onları benim konuşturduğumu yine de tava geliyor, onları bağrına basıp geçirtiyor ayağına. Giymekten leş gibi olunca 2 çift daha ev çorabı oldu, biri yine kedili biri dalmaçyalı.
Bu çoraplar sadece çorap değil. Bambaşka görevleri de var. Mesela geçen gün Arca’ya balık yedirmeye yaradı. Şöyle ki: Balıkları fırına koyduktan sonra ben salata yaparken Arca’nın önüne de marul koydum, o da kendince kesiyor, salata yapıyor. Bu arada havuçtu, mısırdı, soğandı derken yemek öncesi epey atıştırdı. Sıra balık yemeğe gelince yan çizdi düdük!! Uy faka bastık! İlker balıkları ayıklarken biz Arca ile bizim yatağa gittik, tepişiyoruz, arada “balık yiyelim, hadi mutfağa gidelim” diyorum HAYIM! Diyor. Neyse tepişirken çoraplar çıktı, ben de onları kukla yaptım. Biri Minnoş oldu diğeri Cimcim Tekir (Pırtık tekirin bebeleri) balıkları çok sevdiğinden tut da cimcimin güzel miyavlamasını balığa borçlu olduğuna kadar epey dil döktüm, baktım gelmiyor. Aldım çorapları mutfağa. Allah biliyor ya son kozumdu. Baktım pıtı pıtı geliyor düdük! Ben göz ucuyla seyrediyorum, bir taraftan çoraplara pardon cimcim ile minnoşa balık yediriyorum. Hop oturdu. Bi kendi yiyor bi kedilere yediriyor. Arada yüksek tonda miyavlıyor, ben gaza getiriyorum, yok daha çok ye ki sesin daha çok çıksın Hüsnü’nün kedisi sen ol diye!! 350 gr civarında bir çipura mideye bu bir çift çorap sayesinde indi!!
15 Kasım 2010 Pazartesi
Birkaç cümle ile...
İçime sokasım geldi, hatta birkaç defa sıkı sıkı sarıldım.
Arca ile Cevdet süper anlaştı, bu kadar mı elektrikleri kimyaları tutar? bir ara onları odada bırakıp mutfağa bile geçtik.(sadece kitap konusunda Arca'nın Cevcevime carlamalarını saymıyorum)
uzun zaman önce yitirdiğim küpelerime benzer küpeler...
Arca sanırım ona aşık oldu, o "ben evliyim ama arcacım" dedikçe arca mahçup mahçup başı önde gözlerini dikerek onu seyretti.
Kim korkar kırmızı başlıklı kızdan ? O günden beri en az 20 defa okudum!! Harika harika bir kitap!!
Bu kitaptan daha güzel ve masalsı çizgiler senin için en güzel dileğim olabilir sevgili kisd...
Onun içi kadar sıcak çizimlerini siz de çocuğunuzun odasında misafir etmek isterseniz bir tık...
Arca ile Cevdet süper anlaştı, bu kadar mı elektrikleri kimyaları tutar? bir ara onları odada bırakıp mutfağa bile geçtik.(sadece kitap konusunda Arca'nın Cevcevime carlamalarını saymıyorum)
uzun zaman önce yitirdiğim küpelerime benzer küpeler...
Arca sanırım ona aşık oldu, o "ben evliyim ama arcacım" dedikçe arca mahçup mahçup başı önde gözlerini dikerek onu seyretti.
Kim korkar kırmızı başlıklı kızdan ? O günden beri en az 20 defa okudum!! Harika harika bir kitap!!
Bu kitaptan daha güzel ve masalsı çizgiler senin için en güzel dileğim olabilir sevgili kisd...
Onun içi kadar sıcak çizimlerini siz de çocuğunuzun odasında misafir etmek isterseniz bir tık...
12 Kasım 2010 Cuma
Savulun!! Sakarana sahalarda
Gecinden versin cenazemde imam "nasıl bilirdiniz?" diye sorduğunda cemaat "sakar bilirdik" diye haykıracak, adım gibi biliyorum! (Ne yani yalan mı söylesinler!!) Aslında küçük bi kadınım ama dötümü başımı nasıl o kadar çarpabiliyorum, anlamıyorum!! Var bi dengesizlik! Benim Arca bu yaşına sağ salim geldi ya bazen iyi diyorum melekler koruyor.
Melekler oğlumu anasından korusun!
Arca’yı kalçamın, elimin kolumun çarpması şeklindeki düşürmelerim artık sıradanlaştı.
Son numaram şöyle… Arca “angayay”(hayvanlar) ile oynuyor. Ben ona ev inşa ediyorum. (Evet kendisi sevmiyor ahşap bloklarla bina yapmayı anası o işi üstleniyor) Arca da hayvanlarını sokup çıkarıyor, yıkıyor falan filan… derken “kaka” dedi. Biz kaka gelince pıtı pıtı koşuyoruz tuvalete, hadi bu defa omzuma aldım yolda üstündekileri çıkarıyorum, kakara kikiri derken BAMM!! Meğer salon kapısının kanatlarından biri kapalıymış, Arca’nın alnı balon!!
------------------------------------
Ümit abla elektrik süpürgesi ile süpürüyor, Arca peşinden koşuyor. Aaa çok eğlenceli. Neyse ben aynısı yapayım Arca ile dedim, Arca süpürgeye doğru koşarken ayarlayamadım, ben de elimdeki süpürgeyi ileri ittim, BAMM! Süpürgenin sapı Arcanın kafasına.
------------------------------------
Sığışmışım yanına baktım uyuyor, atlayayım yataktan dedim, feryat yaygara!! Ayağına basmışım, off hadi bi daha uyut!!
------------------------------------
Arca’nın yatağının korkuluklarını kırmıştım zaten atlarken neyse bir gece maaile uyanmışız. İlkeri görmedim tabii, ben gözlerim kapalı Arcayı almışım kucağıma öpüp kokluyorum, derken uyudu galiba diyerek pufa çıktım, kucağımda Arca bu arada, oradan yatağa atlayacağım, biraz da Arcanın yatakta yatacağız, korkuluklar aşağıda sanıyorum, İlker de o arada korkuluğu kaldırmış, BAMM! Allahtan bu defa Arcada sorun yok, benim kaval kemiğim şişti, morardı…
------------------------------------
Hele Arca ile evden çıkışımız… Bizim sokak eğimli, pusetten Arcayı alıp otokoltuğuna yerleştireceğim, ulen her seferinde mi pusetin frenine basılmaz kardeşim, hadi puset yokuş aşağı kayar, Arcayı bağlar, ben arkasından koşarım, park halindeki araçlar zaten nasibini alır, caddeye çıkmaya ramak kala puset yakalanır.
------------------------------------
Arca koridorun başından anneye “nannan” (can can) yaparak koşar, sarılırlar, sonra oyun tekrar başlar. Son olarak tekrar nannan yapmak üzere depara kalktı, telefon mu çaldı ne, oturduğum yerden kalktım, saniyesinde BAMM!! Hızını kesememiş, salonun o kapalı kapı kanadına toslamış.
------------------------------------
Toslamış deyince… Geçende kahvaltıya gittik, önden İlker terasa çıktı, arkasından ben, Arca da arkamızda koşarak geliyor. Biz terasa çıktık, BAMM sesi ile döndük ki cam kapının bir kanadı kapalı ve Arca için fazla temiz bir cammış!
Cuma günleri Ümit abla Arca’yı sağlam teslim ediyor bize, pazartesi bir geliyor, kafa balon dudak patlamış… Annelik için ehliyet sınavı olsaydı, sakarlıktan sınıfta kalırdım.
Melekler oğlumu anasından korusun!
Arca’yı kalçamın, elimin kolumun çarpması şeklindeki düşürmelerim artık sıradanlaştı.
Son numaram şöyle… Arca “angayay”(hayvanlar) ile oynuyor. Ben ona ev inşa ediyorum. (Evet kendisi sevmiyor ahşap bloklarla bina yapmayı anası o işi üstleniyor) Arca da hayvanlarını sokup çıkarıyor, yıkıyor falan filan… derken “kaka” dedi. Biz kaka gelince pıtı pıtı koşuyoruz tuvalete, hadi bu defa omzuma aldım yolda üstündekileri çıkarıyorum, kakara kikiri derken BAMM!! Meğer salon kapısının kanatlarından biri kapalıymış, Arca’nın alnı balon!!
------------------------------------
Ümit abla elektrik süpürgesi ile süpürüyor, Arca peşinden koşuyor. Aaa çok eğlenceli. Neyse ben aynısı yapayım Arca ile dedim, Arca süpürgeye doğru koşarken ayarlayamadım, ben de elimdeki süpürgeyi ileri ittim, BAMM! Süpürgenin sapı Arcanın kafasına.
------------------------------------
Sığışmışım yanına baktım uyuyor, atlayayım yataktan dedim, feryat yaygara!! Ayağına basmışım, off hadi bi daha uyut!!
------------------------------------
Arca’nın yatağının korkuluklarını kırmıştım zaten atlarken neyse bir gece maaile uyanmışız. İlkeri görmedim tabii, ben gözlerim kapalı Arcayı almışım kucağıma öpüp kokluyorum, derken uyudu galiba diyerek pufa çıktım, kucağımda Arca bu arada, oradan yatağa atlayacağım, biraz da Arcanın yatakta yatacağız, korkuluklar aşağıda sanıyorum, İlker de o arada korkuluğu kaldırmış, BAMM! Allahtan bu defa Arcada sorun yok, benim kaval kemiğim şişti, morardı…
------------------------------------
Hele Arca ile evden çıkışımız… Bizim sokak eğimli, pusetten Arcayı alıp otokoltuğuna yerleştireceğim, ulen her seferinde mi pusetin frenine basılmaz kardeşim, hadi puset yokuş aşağı kayar, Arcayı bağlar, ben arkasından koşarım, park halindeki araçlar zaten nasibini alır, caddeye çıkmaya ramak kala puset yakalanır.
------------------------------------
Arca koridorun başından anneye “nannan” (can can) yaparak koşar, sarılırlar, sonra oyun tekrar başlar. Son olarak tekrar nannan yapmak üzere depara kalktı, telefon mu çaldı ne, oturduğum yerden kalktım, saniyesinde BAMM!! Hızını kesememiş, salonun o kapalı kapı kanadına toslamış.
------------------------------------
Toslamış deyince… Geçende kahvaltıya gittik, önden İlker terasa çıktı, arkasından ben, Arca da arkamızda koşarak geliyor. Biz terasa çıktık, BAMM sesi ile döndük ki cam kapının bir kanadı kapalı ve Arca için fazla temiz bir cammış!
Cuma günleri Ümit abla Arca’yı sağlam teslim ediyor bize, pazartesi bir geliyor, kafa balon dudak patlamış… Annelik için ehliyet sınavı olsaydı, sakarlıktan sınıfta kalırdım.
11 Kasım 2010 Perşembe
Bir yorumun düşündürdükleri
Hani geçen gün bi yazı yazmıştım içimdekileri paylaşmıştım. Arca’nın bana benzemediğine dair. O yazıya biraz hüzün katmışım gibi geldi sonradan. Aslında farklı renklerin kutlamasını paylaşmak istemiştim.
Neyse … Bir büyüğüm, sevgiyle takip ettiğim Lalenin bahçesi yorumda bir şey yazdı.
Aynen kopyalıyorum:
bir gün Nazlı bana dedi ki- Anne benim yerime hayaller kurma ben çok normal bir hayat yaşamak istiyorum... hayatımın dersini vermişti bana ve o gün orada durdum:))
Yapıyor muyuz? Yapmayanımız yoktur, çocuğu adına hayal kurmayanımız, kehanetlerde bulunmayanımız yoktur. Kimimiz kendisine benzesin ister, benzemesiyle gurur duyar, kimimiz onun adına öylesine dileklerde bulunur. Senin doğrun, onun doğrusu olacak mı? Senin hayatın ayrı, o sana benzeyecek mi? Ona sunduklarımızla ne mesajı veriyoruz? Kendi bilinçaltımıza neleri yerleştiriyoruz bilinçsizce ve ne kadarını onlarınkine enjekte ediyoruz usul usul?
Yok çok derin düşünelim diye yazmıyorum bunları, öyle insanları silkelemek ve topluma kazandırmak gibi misyonlarım yok. Hatta tam tersi! o kadar ince görmemek gerektiğini düşündürdü, Lale hanımın kızı. Ben Arca için şöyle olsun, böyle olsun, böyle akıllı, böyle başarılı, böyle mutlu, böyle böyle bana benzesin, yok burasını babasından alsın derken, bir gün çıkacak ve “ben senin hayallerinin hiçbirini istemiyorum, ben farklı bir rengim farklı bir insanım” diyecek. İşte bu kadar yalın bu kadar basit!
Neyse … Bir büyüğüm, sevgiyle takip ettiğim Lalenin bahçesi yorumda bir şey yazdı.
Aynen kopyalıyorum:
bir gün Nazlı bana dedi ki- Anne benim yerime hayaller kurma ben çok normal bir hayat yaşamak istiyorum... hayatımın dersini vermişti bana ve o gün orada durdum:))
Yapıyor muyuz? Yapmayanımız yoktur, çocuğu adına hayal kurmayanımız, kehanetlerde bulunmayanımız yoktur. Kimimiz kendisine benzesin ister, benzemesiyle gurur duyar, kimimiz onun adına öylesine dileklerde bulunur. Senin doğrun, onun doğrusu olacak mı? Senin hayatın ayrı, o sana benzeyecek mi? Ona sunduklarımızla ne mesajı veriyoruz? Kendi bilinçaltımıza neleri yerleştiriyoruz bilinçsizce ve ne kadarını onlarınkine enjekte ediyoruz usul usul?
Yok çok derin düşünelim diye yazmıyorum bunları, öyle insanları silkelemek ve topluma kazandırmak gibi misyonlarım yok. Hatta tam tersi! o kadar ince görmemek gerektiğini düşündürdü, Lale hanımın kızı. Ben Arca için şöyle olsun, böyle olsun, böyle akıllı, böyle başarılı, böyle mutlu, böyle böyle bana benzesin, yok burasını babasından alsın derken, bir gün çıkacak ve “ben senin hayallerinin hiçbirini istemiyorum, ben farklı bir rengim farklı bir insanım” diyecek. İşte bu kadar yalın bu kadar basit!
10 Kasım 2010 Çarşamba
AGAGUG!!
Arca Atatürk diyemiyor, dili dönmüyor, ama 365 gün inmeyen mahallenin bayraklarında dalgalanan o yüzü tanıyor. Kendince onu seviyor. Onu anlaması için uzun yıllar var önünde.
Dili dönenlerin ise dili varmıyor onu anmaya, anlatmaya…
Çocuklarımıza bırakacağımız geleceğimiz…
Biz ve bizden öncekiler… sahip çıkamadık, umarım henüz adını söylemeye dili dönmeyenlere onu anlatabiliriz, onlar sahip çıkar.
--------------------------------------------------------
Yılmaz Özdil güzel bir yazı yazmış bugün
Ekim 2007, İzmir.
Alsancak’ın en meşhur dövmecisi Köprüaltı’na gençten biri girer, kolunu sıyırır, dirseğine doğru Mustafa Kemal’in imzası vardır, bir bankada çalıştığını, bu dövme yüzünden işten atılmakla tehdit edildiğini anlatır, tırsmıştır, ekmek parası filan diye ağlar, “silin” der.
*
Hep söylerim, ekmek parası diye ağlayanın maaşını, tavuk gibi buğdayla ödeyeceksin!
*
Adeta bomba düşer dövmeci dükkânına... “Bu gördüğün eller Atatürk’ü yazar, Atatürk’ü silmez” deyip, kapı dışarı ederler. Ve, internet sitelerinden alenen duyururlar: “Ey ahali, madem öyle işte böyle, bugünden itibaren burada, Atatürk’ün imzası bedava!”
*
İlk kim, nerede yazdırdı bilmiyorum ama, Atatürk imzasının furya haline gelmesinin miladı, bu olaydır.
*
Bir ödlek geri adım attı...
On binlerce cesur öne çıktı.
*
Atatürk’e sövme modası...
Dövme modası yarattı.
*
Köprüaltı örnek oldu, İzmir’de yapılan Atatürk dövmesi, 50 bini aştı. Yetişemiyorlar, her gün 30-40 kişi kazıyor vücuduna... Omuzuna, bileğine, iman tahtasına, kalbinin üstüne... Doktor var, avukat var, öğrenci, dekan, ev kadınları var. İstanbul’da patladı... Ankara, Antalya, Bursa, Trabzon, Muğla, Eskişehir dövmecileri artık neredeyse sadece bu imzayı kazıyor. 29 Ekim’lerde, 10 Kasım’larda Mustafa Kemal için ücretsiz çalışan 200’ün üstünde dövmeci var.
*
Dini gerekçelerle dövme yaptırmayan, otomobiline yapıştırıyor. Taksilerin camlarında... Motosikletine, hatta, bebe arabasına yazdıranı görüyoruz. Atatürk imzalı küpe kulaklarda, rozet yakalarda.
*
Ölümünün üzerinden taaa 72 sene geçtikten sonra, hiç tanışmadığı, hiç görmediği insanların bedenine imzasını atan bir başka lider var mı dünyada?
*
Neymiş, işten atarlarmış...
Bizim işimiz Atatürk.
*
Memleketimin güzel kadınları, giydirin çocuklarınızı güzel güzel, doğum günüdür bugün... Çünkü, her 10 Kasım, aslında 19 Mayıs’tır... Cumhuriyet dediğin, korkak babalar tarafından kaybedilir, yürekli evlatları tarafından geri alınır.
Mustafa Kemal, ilebelet payidardır.
Bu ödülü ülkem adına alıyorum
Yılmaz ÖZDİL
10.11.2010
Hürriyet
Dili dönenlerin ise dili varmıyor onu anmaya, anlatmaya…
Çocuklarımıza bırakacağımız geleceğimiz…
Biz ve bizden öncekiler… sahip çıkamadık, umarım henüz adını söylemeye dili dönmeyenlere onu anlatabiliriz, onlar sahip çıkar.
--------------------------------------------------------
Yılmaz Özdil güzel bir yazı yazmış bugün
Ekim 2007, İzmir.
Alsancak’ın en meşhur dövmecisi Köprüaltı’na gençten biri girer, kolunu sıyırır, dirseğine doğru Mustafa Kemal’in imzası vardır, bir bankada çalıştığını, bu dövme yüzünden işten atılmakla tehdit edildiğini anlatır, tırsmıştır, ekmek parası filan diye ağlar, “silin” der.
*
Hep söylerim, ekmek parası diye ağlayanın maaşını, tavuk gibi buğdayla ödeyeceksin!
*
Adeta bomba düşer dövmeci dükkânına... “Bu gördüğün eller Atatürk’ü yazar, Atatürk’ü silmez” deyip, kapı dışarı ederler. Ve, internet sitelerinden alenen duyururlar: “Ey ahali, madem öyle işte böyle, bugünden itibaren burada, Atatürk’ün imzası bedava!”
*
İlk kim, nerede yazdırdı bilmiyorum ama, Atatürk imzasının furya haline gelmesinin miladı, bu olaydır.
*
Bir ödlek geri adım attı...
On binlerce cesur öne çıktı.
*
Atatürk’e sövme modası...
Dövme modası yarattı.
*
Köprüaltı örnek oldu, İzmir’de yapılan Atatürk dövmesi, 50 bini aştı. Yetişemiyorlar, her gün 30-40 kişi kazıyor vücuduna... Omuzuna, bileğine, iman tahtasına, kalbinin üstüne... Doktor var, avukat var, öğrenci, dekan, ev kadınları var. İstanbul’da patladı... Ankara, Antalya, Bursa, Trabzon, Muğla, Eskişehir dövmecileri artık neredeyse sadece bu imzayı kazıyor. 29 Ekim’lerde, 10 Kasım’larda Mustafa Kemal için ücretsiz çalışan 200’ün üstünde dövmeci var.
*
Dini gerekçelerle dövme yaptırmayan, otomobiline yapıştırıyor. Taksilerin camlarında... Motosikletine, hatta, bebe arabasına yazdıranı görüyoruz. Atatürk imzalı küpe kulaklarda, rozet yakalarda.
*
Ölümünün üzerinden taaa 72 sene geçtikten sonra, hiç tanışmadığı, hiç görmediği insanların bedenine imzasını atan bir başka lider var mı dünyada?
*
Neymiş, işten atarlarmış...
Bizim işimiz Atatürk.
*
Memleketimin güzel kadınları, giydirin çocuklarınızı güzel güzel, doğum günüdür bugün... Çünkü, her 10 Kasım, aslında 19 Mayıs’tır... Cumhuriyet dediğin, korkak babalar tarafından kaybedilir, yürekli evlatları tarafından geri alınır.
Mustafa Kemal, ilebelet payidardır.
Bu ödülü ülkem adına alıyorum
Yılmaz ÖZDİL
10.11.2010
Hürriyet
9 Kasım 2010 Salı
Bana benzemiyor, hem de HİÇ!!
Fiziksel olarak benzemiyor, zaten bunu anlamak için ikimizi yan yana görmek yeterli. Röfleli saçlarımla Moldovyalı bakıcısı gibi duruyorum Arca’nın. Neyse bu meseleyi aştım artık, napalım, anasının şahane güzelliği oğluma geçmemiş: )
Mesele başka.
Çocukken çok hareketli ve girişkendim. Oyunun dibine vururdum. Futboldan, şebnemlere kadar geniş bir repertuarım vardı. Her türlüsünü severdim. Hala dizlerimdeki yara bere izlerinin her birini hatırlarım, güzel birer anı olarak: ) Neyse ortamlara çok hızlı giriş yapmak, çocuklarla hemen kaynaşmak gibi güzel özelliklerim vardı, yabancılık çekmezdim. Güzel özellikler olarak sayıyorum, çünkü bunlar etraf tarafından kabul görürdü ben de bu özelliklerim sayesinde mutlu, keyifli, dışadönük, hareketli bir çocukluk geçirdim. Bundan hiç zarar görmedim.
Şimdi bakıyorum da kendi çocuğumun da kendiliğinden böyle özellikleri olması gerekirmiş gibi bir bilinçaltı geliştirmişim.
Arca çok ama çok farklı benden.
Tatile gittiğimizde çocuk diskosu vardı, Arca dans etmeyi çok sever, daha yürümezken Ezel’in jenerik müziğinde öne arkaya sallanırdı (puhahaha koşarken obua da çalıyor). Dedim ki içimden kesin çocukların arasına dalacak, döktürecek. Yok öyle olmadı. Önce “hadi sen de dans et “ dedim. Yok, ayakları geri geri gitti. Ben oturdum, o bacaklarımın arasına yerleşti, birkaç şarkı diğer çocukları seyretti. Sonra şansımı bir daha denedim, ıh dedi, beraber gidelim mi? deyince elimden tuttu. Pistin kenarına iliştik. İkimiz dans ettik, bir süre sonra (bana göre epey uzun bir süre sonra) diğer çocukların arasında dans etmeye başladı, sonra pisti acayip benimsedi, mini disko bitmesine rağmen hala pistte daireler çizerek koşuyordu.
Geçen akşam İlknurlara gittik, Emrenin yeğeni Arca’dan 3 ay büyük, Yasemin. Nasıl bıcır bıcır tatlı bir çocuk, tam dilli düdük. Arca önce kalabalıktan tırstı, kucağımda iken evdeki herkesi süzdü, Emrenin ablası, emrenin babası, annesi, … diye tek tek herkese yoklama çekildi. Kenarda oynayan Yasemin’in yanına gidecek misin dedik, totosunu daha da yerleştirdi kucağıma. Uzatmayayım bir süre (yine bence epey uzun bir süre) sonra Yaseminle kanka olmuşlardı. Beraber dönen koltukta döndüler, kitap baktılar, koşturmaca oynadılar.
Ha havasında oldu mu bizi şaşırttığı da oluyor. Örneğin bir akşamüstü Göztepede yürüyüş yaparken apartman önünde oynayan çocukların yanına şaşkın bakışlarımız altında hop oturdu, “ee napıyoruz ne oynuyoruz” diye suratlarına baktı, onlarla yakalamaç oynadı. Hmm şöyle bir bakıyorum da bu sanırım tek örnek. Zaten biz de şok olmuştuk, hiç Arca davranışı değil.
Kısacası Arca asosyal bir çocuk değil, başka çocuklarla bir şekilde iletişimde, sadece kendinden biraz daha büyük ve baskın çocuklardan tırsıyor, geri adım atıyor, kendinden daha sakin çocuklarla da daha girişken bir yapı sergiliyor.
Bunları Topolino’ya gittiğimizde düşündüm, hani her çocuk farklı demiştim ya… Arca’nın sadece arabaları elinde tutarak durduğu o 20 dakikalık süre, epey uzundu, derin derin düşünmeme imkan verdi, baksana çocukluğuma bile indim: ) Gerçekten ben bir Ela, bir Ege idim çocukken. Tamam itiraf ediyorum, belki o kocaman kaydırak benim için bile zor bir deneyim olurdu ama en azından onlar gibi direkt dalardım ortama. Hayat’ın yüzünde annemin çocuk yelizin peşinden koşarkenki ifade vardı o gün. Onlarda kendimden bir şeyler bulduğum için takdir ettim belki de, vaayyy dedim.
Arca bence muhteşem bir çocuk, belki böyle temkinli, önden sorgulayan, bir durup düşünen karakteri ileride onun için artı bir özellik olacak, bilemiyorum. Arca’nın büyümesini seyretmenin ve bunun bir parçası olmanın kendi adıma benim için zor bir süreç olacağını seziyorum. Bendeki tezcanlılık, hareketlilik, çocukluğumdaki girişkenlik Arca’da yok.
Farklılığımızı kabul etmek en başta biraz emek istedi zaten, onu olduğu gibi kabul etmek zaman aldı. Onun adımları ile ilerlemek benim için de ilginç bir deneyim olacak.
Mesele başka.
Çocukken çok hareketli ve girişkendim. Oyunun dibine vururdum. Futboldan, şebnemlere kadar geniş bir repertuarım vardı. Her türlüsünü severdim. Hala dizlerimdeki yara bere izlerinin her birini hatırlarım, güzel birer anı olarak: ) Neyse ortamlara çok hızlı giriş yapmak, çocuklarla hemen kaynaşmak gibi güzel özelliklerim vardı, yabancılık çekmezdim. Güzel özellikler olarak sayıyorum, çünkü bunlar etraf tarafından kabul görürdü ben de bu özelliklerim sayesinde mutlu, keyifli, dışadönük, hareketli bir çocukluk geçirdim. Bundan hiç zarar görmedim.
Şimdi bakıyorum da kendi çocuğumun da kendiliğinden böyle özellikleri olması gerekirmiş gibi bir bilinçaltı geliştirmişim.
Arca çok ama çok farklı benden.
Tatile gittiğimizde çocuk diskosu vardı, Arca dans etmeyi çok sever, daha yürümezken Ezel’in jenerik müziğinde öne arkaya sallanırdı (puhahaha koşarken obua da çalıyor). Dedim ki içimden kesin çocukların arasına dalacak, döktürecek. Yok öyle olmadı. Önce “hadi sen de dans et “ dedim. Yok, ayakları geri geri gitti. Ben oturdum, o bacaklarımın arasına yerleşti, birkaç şarkı diğer çocukları seyretti. Sonra şansımı bir daha denedim, ıh dedi, beraber gidelim mi? deyince elimden tuttu. Pistin kenarına iliştik. İkimiz dans ettik, bir süre sonra (bana göre epey uzun bir süre sonra) diğer çocukların arasında dans etmeye başladı, sonra pisti acayip benimsedi, mini disko bitmesine rağmen hala pistte daireler çizerek koşuyordu.
Geçen akşam İlknurlara gittik, Emrenin yeğeni Arca’dan 3 ay büyük, Yasemin. Nasıl bıcır bıcır tatlı bir çocuk, tam dilli düdük. Arca önce kalabalıktan tırstı, kucağımda iken evdeki herkesi süzdü, Emrenin ablası, emrenin babası, annesi, … diye tek tek herkese yoklama çekildi. Kenarda oynayan Yasemin’in yanına gidecek misin dedik, totosunu daha da yerleştirdi kucağıma. Uzatmayayım bir süre (yine bence epey uzun bir süre) sonra Yaseminle kanka olmuşlardı. Beraber dönen koltukta döndüler, kitap baktılar, koşturmaca oynadılar.
Ha havasında oldu mu bizi şaşırttığı da oluyor. Örneğin bir akşamüstü Göztepede yürüyüş yaparken apartman önünde oynayan çocukların yanına şaşkın bakışlarımız altında hop oturdu, “ee napıyoruz ne oynuyoruz” diye suratlarına baktı, onlarla yakalamaç oynadı. Hmm şöyle bir bakıyorum da bu sanırım tek örnek. Zaten biz de şok olmuştuk, hiç Arca davranışı değil.
Kısacası Arca asosyal bir çocuk değil, başka çocuklarla bir şekilde iletişimde, sadece kendinden biraz daha büyük ve baskın çocuklardan tırsıyor, geri adım atıyor, kendinden daha sakin çocuklarla da daha girişken bir yapı sergiliyor.
Bunları Topolino’ya gittiğimizde düşündüm, hani her çocuk farklı demiştim ya… Arca’nın sadece arabaları elinde tutarak durduğu o 20 dakikalık süre, epey uzundu, derin derin düşünmeme imkan verdi, baksana çocukluğuma bile indim: ) Gerçekten ben bir Ela, bir Ege idim çocukken. Tamam itiraf ediyorum, belki o kocaman kaydırak benim için bile zor bir deneyim olurdu ama en azından onlar gibi direkt dalardım ortama. Hayat’ın yüzünde annemin çocuk yelizin peşinden koşarkenki ifade vardı o gün. Onlarda kendimden bir şeyler bulduğum için takdir ettim belki de, vaayyy dedim.
Arca bence muhteşem bir çocuk, belki böyle temkinli, önden sorgulayan, bir durup düşünen karakteri ileride onun için artı bir özellik olacak, bilemiyorum. Arca’nın büyümesini seyretmenin ve bunun bir parçası olmanın kendi adıma benim için zor bir süreç olacağını seziyorum. Bendeki tezcanlılık, hareketlilik, çocukluğumdaki girişkenlik Arca’da yok.
Farklılığımızı kabul etmek en başta biraz emek istedi zaten, onu olduğu gibi kabul etmek zaman aldı. Onun adımları ile ilerlemek benim için de ilginç bir deneyim olacak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)