9 Kasım 2016 Çarşamba

Kabuk

Benden büyük, müdahale edemeyeceğim şeyleri engelleyemediğim zamanlarda toparlanmakta güçlük çekiyorum. Üzerimden etkisini atamıyorum ve sürekli sorguluyorum. Ülke gündemindeki hemen her olay, eskisinden daha derin izler bırakıyor, tahammülümün sınırına geldiğimi hissediyorum.

8 Kasım 2016 Salı

İki kitap yorumu: Enigma ve Doppler

Dün sabah, her zamanki gibi “geç kaldım” söylenmeleriyle evden çıkmaya çalışma dakikaları… Benim şapşal telaşlarımı baba oğul, uykulu gözlerle izliyorlar. Bir odadan diğerine savrulurken, banyodan çıkıp mutfağa girerken sürekli elimde çantaya tıkıştırılacak bir şeyler var, çenem hiç durmuyor, beni izleyenler yoruluyor. Arada Arca’nın sütünü çıkarıyorum, oda sıcaklığında tercih ediyor, ne sıcak ne soğuk. 

3 Kasım 2016 Perşembe

Ne zaman yaşlandığını anlarsın?

Bir fotoğraf çekinirsin ve yüzündeki sarkmalarla çizgiler kabak gibi ortaya çıkar. Yaş almaya hoş geldin. Daha doğrusu yaşlandığını fark edenler kulübüne.

Arca geçenlerde anaokulundan beri en sevdiği arkadaşı Kayra için, “biliyor musun Kayra benim beş yıllık arkadaşım!” dedi. Poyraz’ı hatırlattım, “a evet ya Poyraz benim yedi yıllık arkadaşım vay be” diye ekledi. Biz arkadaşlarımızdan bahsederken yirmili yıllara geçtik bile. Elvan, Gülayşe, Emel, Tuba yirmi yıllık arkadaşlarım, ya Zeynep? Yirmi üç yıl olmuş. İlker’le tanışmamızın üzerinden yirmi bir yıl geçmiş. “Hey gidi” diyor insan.

Bazen yolda genç çocuklara rastlıyorum, lise öğrencilerine. Onlarda İlker’in geçmişi ile Arca’nın geleceğini görüyorum, hem hüzünlü hem umut dolu bir gülümseme beliriyor yüzümde, hoşuma gidiyor.

1 Kasım 2016 Salı

Kitap yorumu: Güvercinler Gittiğinde

Bir kitabı tavsiye etmem için beni alıp götürmesi ilk kriter. Alıp götürmek terimi açıklıyorum. Mesela metrodayım, ayaktayım ayağım ağrıyor fakat yine de kafamı kaldıramıyorum kitaptan, boşalan yerleri bile kesemiyorum. Hatta otobüste bile ayakta kalsam, o sıkışıklıkta birkaç sayfa okumaya çalışıyorum. Sonra elime sosyal medya hesaplarının yerine kitabı alıyorum, bitinceye kadar elimden bırakamıyorum. Sonlara doğru goodreads’teki yorumlara bakıyorum ve hatta yazarın bundan bile iyi bir kitabının olduğunu öğrenince derhal sipariş veriyorum. Öyle işte…

Bu günlerde şansıma böyle iki kitapla yollarımız kesişti.

Sıra ona gelmedi

Fark ettim ki, ben kendim için bir şey yapmıyorum. Hiçbir şey yapmıyorum. Başta manevi sonra da maddi sebepler ağır basıyor.

Vaktim yok. Gerçekten vaktim yok. Nasıl mı?

30 Ekim 2016 Pazar

Pazar gününden...

Tembel bir pazar öğleden sonrasından bildiriyorum şeklinde bir cümle kurmak isterdim. İsterdim ki, tüm pazar günümü üzerimdeki pijamaları çıkarmadan geçirmiş olayım. Ve aşağıdaki fotoğrafı tasvir ederken de, "artık yaymaktan sıkıldığım dakikalarda aklıma birkaç tepsi kurabiye pişirmek geldi de, şimdi iyi demlenmiş kahvemin yanına aldım, bir fotoğraf çekimlik süreye bile sabredemeyerek bir lokma yemiş bile olabilirim", diye devam etmek isterdim. Dur lan, öyle oldu vallaha. Sadece tembel bir pazar değil.

İnsan, beklentileri somut bir duruma dönüştüğünde mutlu olur demiş miydim? Evet şu an için mutlu bir an diyebilirim. Tüm hafta sonu planladığı her şeyi yapmış insanlara özgü bir tatmin olmuşluk var üzerimde.

28 Ekim 2016 Cuma

Öncelikler yüzünden

Dün sabah.

Muhtereme, evle ilgilenelim biraz, dedim. Baktı. Yani, yorganı çıkaralım, çarşafları değiştirelim, evi temizleyelim diyorum. Yarın yarım gün çalışacağım, temizlik yapayım dedim, mesela, “boş ver hep beraber yaparız” dedi. Canım muhterem… Arca bundan hiç hazzetmedi, siz evi temizleyin ben ipad filan oynarım dedi, yok ya! Banyo ışıklığının oradaki menfez kapağının takılması şart, tozu pisi bıraktım, artık soğuk hava girecek, silikonlamanın tam zamanı dedim, hak verdi, canım muhterem.

Tam evden çıkacağım, gözüm mutfağa kaydı, akşamki on dördüncü evlilik yıldönümü kutlamalarından kalan pizza kutuları hala masanın üzerindeydi. Aynı anda KFC kutusuna burnunu sokup “tüh ya hiç kalmamış” diyen Arca’yı gördük, kahkahamızı zor tuttuk, ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk, mutfak bekar evi mutfağına benziyordu. N’apalım akşam eve vardığımda saat dokuza geliyordu. Fakat artık silkinmenin vakti geldi. Madem şimdilik işteki yoğunluk biraz hafifledi, stres yerini rutine bıraktı o halde biraz hayatımıza odaklanalım.

27 Ekim 2016 Perşembe

Kitap yorumu: Bayan Jean Brodie’nin Baharı

Yeni yetme dönemlerimi hatırlıyorum. Ortaokul zamanlarını. Okulda gruplaşmalar olurdu. Bir gruba dahil olmak, ait hissetmek ergenliğin gerekliliğiydi demek ki… Oğlan gruplarında genelde tek tipleşme hakimdi. Aynı saç modeli, aynı takımın oyuncusu olmak… Fakat kızlarda, aynı gruba mensup bile olsa, ayrık bir ruh hali hemen göze batardı. Birbirlerine katiyen benzemeyen ayrık otları. Kadınların doğasından gelen bir ayrıklık var bence, bireysellik, birbirinden bir şekilde ayrışmak.

24 Ekim 2016 Pazartesi

kısa #17: Eyvallah

En sevdiğim kelime.

Daha doğrusu en sevdiğim kelime olduğunun farkına yeni vardım. Geçen hafta uçaktan önce erken akşam yemeği için İtalyan misafirleri götürdüğümüz Yeşilköy'deki balıkçıda sohbetin koyulaştığı bir vakit, lisanlarımız hakkında konuşuyorduk.

21 Ekim 2016 Cuma

Mutluluk

Bir süredir zihnimi kurcalayan cümleyi nerede okuduğumu hatırlamıyorum, kenara not ettiğim cümlelerin kaynaklarını da yazsam iyi olacak.

Cümle şu:
Mutluluk somut bir durum ile soyut beklentiler arasındaki ilişkiye bağlıdır.

Bu cümle doğru ise, mutluluğun formülü çok açık: bir sen bir ben bir de bebek :))

Hayır, değil tabii ki.

19 Ekim 2016 Çarşamba

Kitap yorumu: Hayvanlardan Tanrılara, Sapiens

İkinci üniversite olayını duymuş muydunuz? Eğer bir fakülte bitirmişseniz, iki yıllık veya dört yıllık bölümlere, herhangi bir sınava girmeden kaydınızı yaptırabiliyorsunuz, açık öğretim gibi. Ben bu yıl sosyoloji bölümüne ön kaydımı yaptırdım.

Bölüm seçimimde “Yılmaz Morgül’ü bir millet neden izler” sorgulamamın etkili olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yok lan şaka yapıyorum, bana ne. Bizim millet Kürk Mantolu Madonna’daki Madonna’yı şarkıcı Madonna diye canlı yayında goygoy yapanları izliyor, Yılmaz Morgül ekranların gülü be gülü!

17 Ekim 2016 Pazartesi

6 dakika: DEV

Babam, geçenlerde bir yazımı okumuş, ne kadar zamanda yazıyorsun bunları diye sordu. Kendisini yazıdan ziyade sözle iyi ifade edebilen insanlara özgü küçük bir hayranlık vardı sesinde.

Az önce cüzdanımın iç gözlerini kurcalarken birkaç tane "6 dakika" kartı buldum. Galiba yazlığa filan giderken cüzdana atmışım, ne zamandır unutulmuş. Bir kart çektim, DEV sözcüğü çıktı ve 6 dakikada aşağıdaki pasajı yazdım. Şimdi sorsa babama "6 dakikada yazıyorum" diyebilirim:))

13 Ekim 2016 Perşembe

İyi hissettiren küçük şeyler

Geçen gün işten biraz erken çıktım, İlker ve Arca ile buluşacaktık, vaktim vardı ve sokak sokak yürüdüm. Kıbrıs Şehitleri caddesinin arka sokaklarını, Kemeraltı'nın ara sokaklarını, Pasaport'a kadar Kordon'u (o siyah beyaz eski kaldırımlarda) baştan başa yürüdüm. Buluşma zamanına yakın Topçu'nun karşı köşesindeki Starbucks'ta dinlendim. Yanımda defterim vardı, sayfaları karıştırırken Sanatçının Yolu kitabındaki görevlerden birine denk geldim.
Mutluluk veren şeyleri listelemişim. Görev buymuş demek. Ara sıra başka kalem kullanmışım demek ki dönüp dönüp eklemeler yapılmış.
O an içlerinden üçünü yapmış olduğumu fark ettim, yürümek, kahve içmek, yazmak/okumak...
Diğerlerini de yazayım, zira düşünmek ve yazmak ve hatta sonradan o listeyi okumak bile iyi geliyor.

10 Ekim 2016 Pazartesi

Dumur diyalog özel : Kedi

Ödevde ne hayal ettikleri sorulmuş.
Biri bisiklet, bayram harçlıkları, yazın kazandıkları ve anne baba katkısı ile sahip olabildi, pek heyecanlı kendisi. 
Diğeri; sarı tüylü bazı yerleri beyaz olan tombalak bir kedi. imiş.
Hedefi, böyle bir kediye sahip olmakmış.
"Hedefine ulaşmak için ne yapmayı düşünüyorsun" sorusunun cevabı: Annemi ikna etmek.

9 Ekim 2016 Pazar

"Eve döndüm, geleceğim"

Çocukluğumuzda bizi ödül almaya alıştırmışlar. Eğitim sistemimizde böyle bir kara delik var. Dersleri sınavlarda çıkacak sorulara göre öğrenmeye çalıştık çoğumuz. Mutlaka zevk aldığımız dersler olmuştur ama iyi notlar almanın ya da sınıfı geçmenin en birinci hedefimiz olduğunu söylerken ve genelleştirirken abartmış olmam sanırım. Sonra o bitmek bilmeyen ortaokula, üniversiteye giriş sınavları... O sınavları kazanmak o kadar öncelikliydi ki, kazandıktan sonra dünyaları kazandığımızı düşündük. Yeni hedefimiz fakülte bitirip diploma almaktı, onu da hallettik tamam, sandık.

Halbuki yeni bir sınav başlıyordu, hayat sınavı. İşte aramızdan sadece sonuç odaklı olanların, dışsal ödüllerle hedefleri tutturmaya alışanların bu hayat sınavında "başarılı" olsalar bile mutlu olmaları daha doğrusu mutluluklarının sürekli olması mümkün olmadı. Evvelden sınavlarda iyi not almaya alışkın olan bünye, şimdi ay sonu alacağı maaş için, yıl sonu alacağı title için çalışmaya devam etti. Alamamak büyük bir motivasyon kaybı iken alabilmek bir süreliğine gönlümüzü oyaladı, zira ödülün etkisi de cezanınki gibi kısadır.

Rutin iyidir.

Pazar. Saat 11:12. İlker yirmi dakika kadar önce Arca'yı alıp şantiyeye götürdü. Beni evde bir saat yalnız bırakmakla, bana nasıl bir iyilik yaptığının farkında mı acaba? Aslında onlarla çıkıp beni pazara bırakmalarını dönüşte de almalarını istemiştim ama sonra pazardan bir sonraki haftaya kadar bozulacak ve çöpe atılacak sebzeler almak yerine evde bir başınalığımın tadını çıkarmaya karar verdim. Pazardan aldıklarımızı tüketemediğimiz hiç olmamıştı, bu haftaya kadar. Evle ilgili hafta sonundan alışveriş, yemek, ütü gibi konularda plan yapar, bu planları genelde de uygularım. Ama bu hafta...

30 Eylül 2016 Cuma

Seyrek yazıyor olabilirim ama...

O kadar perişan görünüyorum ki, metroda bana yer veriyorlar. Üzerlerine aksıracağımdan, kusacağımdan veya bayılacağımdan korkuyorlar. Belki de kokudur sebep. Zira bu hafta duş yaptım mı hatırlamıyorum. Saçlarım yağlı olsa mecbur bir saçım olsun yıkanacak da, iki mıncıkladım mı sokağa çıkılabilecek (bedhead akımının öncüsüyüm) hale geliyor, sallıyorum.

Çok mu uzattım? Peki. (daha yazının uzunluğunun farkında değilsiniz tabii, başındasınız).

28 Eylül 2016 Çarşamba

Oblomov

İki yıl önceydi, klasik okusam da ne okusam dediğim zamanlar. Evet, bu kadar okuma meraklısı biri için klasikleri okumamış olmak ilginç, biliyorum. Ama öyle…

Her şeyin bir uygun bir zamanı olduğuna inanıyorum artık.

23 Eylül 2016 Cuma

Persephone sen misin? Daha gitmedin mi?

Sabah bakkala giden (muzlu süt için yer cücesi tarafından zorla gönderilen) İlker, "sabah serini var, üzerine bir şey al", dedi. Halbuki ben daha kot monta hazır değilim, ayağımda spor ayakkabı üzerimde incecik elbiseyle çıkmak üzereydim. Dünkü yağmurlu İstanbul’un serin sonbahar havasını hatırlayınca, buna da şükür dedim içimden, hala ılık buralar.

Her sabah metroya bir patikadan iniyorum. Sağı solu ağaçlı. Mevsimleri ve mevsimlerin birbirine dönüşmelerini, o patikada yaptığım yürüyüş sırasında fark etmek çok keyifli oluyor.

22 Eylül 2016 Perşembe

Eş zamanlılık

Telefonda Timehop diye bir uygulama var. O gün için geçmişe hopluyor zıplıyorsun. Bugün bir bildirim geldi, bak diyor, bundan 1-2-3… sene evvel neler paylaşmışsın, neler yaşamışsın. Zaman makinesi gibi ama sadece geçmişe… (About Time filmindeki gibi)

Bu uygulamayı en çok Arca’nın bebeklik fotoğraflarına denk geldiğim için seviyorum. Bugün uygulama bana bir sürpriz yaptı, tam 8 sene öncesine götürdü beni, blogda bir haber vermişim o gün: IT’S A BOY!
  

19 Eylül 2016 Pazartesi

Tatil sonrası hayata adapte olma rehberi

Derler ki, bir tatilin tam anlamı ile tatil olması için işle ilgili her şeyi geride bırakmak ve unutabilmek gerekir. Ancak böyle tazelenmiş bir zihinle işe dönebilirsin. Benim genelde tatillerim telefon, mesaj ve mail trafiği ile piç olduğu için uzun zamandır işi, en son işte ne yaptığımı unuttuğum bir tatilim olmamıştı. İlk defa geçen haftayı tam anlamıyla kafayı boşaltarak geçirebildim. Bundan sebep hep gülümseyerek hatırladığım bir tatil olacak. İçimize sinsin.

Gel gör ki, zaman geçiyor ve tatil de bitiyor. Gerçek hayata adapte olmak gerekiyor. Her ne kadar rutinin, düzenin, yerleşik hayatın özlemini çeksek de, itiraf etmem gerekirse, bizim hane için hayata dönüş çok zor oluyor.

10 Eylül 2016 Cumartesi

Kışlık domates yapımı

Geçiş mevsimlerinin insan metabolizması üzerinde bir araştırması yapıldı mı acaba?
Sizi bilmem ama bana müthiş bir enerji veriyor. Özellikle sonbahar başlangıcı. Yazın rehavetini bir düzen telaşıyla üzerimden attığımı fark ediyorum. Deliler gibi planlar projeler ve daha iyisi, hayata geçiriliyorlar…

Mesela kışlık domates.

9 Eylül 2016 Cuma

His

Üreticideki kontakt arkadaşım işten ayrılıyor. Birkaç haftadır pek sessizdi, her şey yolunda mı diye sormuştum, tam isabet, değilmiş. Ailevi sebepler vs… En az üç dört yıldır birlikte çalışıyorduk. Genç düzgün bir arkadaş, kendisini, çabasını, elinden gelen desteği vermesini takdir ederdim. 

6 Eylül 2016 Salı

Modaya direnen feşınbilogır

Her sezon yeni bir şey trend oluyor. Moda dergisi üyeliğim olmasa da, sosyal medya hesaplarından, üyesi olduğum markalardan bu trendlere boğuluyorum. Hiçbirini takip etmesem, dükkan vitrinlerinden cansız mankenler el sallıyor. Alışverişe çıkmasam her allahın günü metrodayım, trend nedir ne değildir anlamamam imkansız. En azından bir göz aşinalığı oluyor. Ama allah için direniyorum.

Bazı çok moda parçalara göz takılıyor, inkar edemem fakat hemen kafamı çeviriyorum. Neden? Çünkü tek sezonluk giysilere para vermek istemiyorum. Çünkü bir aldığımı kalitesi el verdiği sürece – umarım yıllarca – giymek istiyorum. Çünkü bir parçayı bir sezon giyecek kadar zengin değilim (Rahmetli Vehbi Koç’un dediği gibi ucuz ayakkabı giyecek kadar zengin değilim)

Ben zamansız stil seviyorum. Trençkotlar, kot ceketler, keten şortlar, tek parça sade elbiseler, mavi ve beyaz gömlekler, düz renk pantolonlar…

Geçen, indirimden böyle birkaç parça yakalayabilir miyim diye internette alışveriş sitelerinde gezinirken, dikkatimi çekti son sezonlarda ne çok trendi teğet geçmişim?

2 Eylül 2016 Cuma

Yazlıkçılar

Adet olduğu üzere, bir eylül yazısı patlatmayacağım. Sanırım herkes Eylül 1 itibariyle sosyal medya timeline'larından "hoşgeldin eylül", "böhüü yaz bitiyor", "en sevdiğim mevsimdi sarı sonbahar" ve türevleri cümleler ile sayısız sarı ve rüzgarda uçuşan yaprak emojisinden payına düşeni almıştır.

İyi o halde, biz Ege sahillerinin renkli yazlıkçı profilleriyle neşemizi bulalım.

1 Eylül 2016 Perşembe

Arca ile tatil günleri

Sınıfın whatsapp grubunda velilerin çocukları hakkında “okulu çok özlemiş” “çok heyecanlı” gibi cümleler yazdıklarını okuyunca biraz imrendim. Arca’da tık yok. En son, ikinci sınıfta okula gitmesinin gereksiz olduğuna kanaat getirdikten sonra, biz kitaplarını alırken okula girmemeyi, arabada beklemeyi teklif etti. Sanki adamı okulda bırakıp kaçacağız. Kırtasiye malzemelerini almaya gittiğimizde bendeki heyecanın onda biri cücede yoktu. O, hotwheels arabalarını seçmekle meşguldü, sanki bana defter, kalem alıyoruz!

Vallahi açıkça yazdım, bizimkinin okula dönmeye niyeti yok, dedim grupta.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Kendini sevmek

Serin esiyor. Çeşme hep serin eser de, artık iyiden iyiye sonbaharın kokusu geliyor burnuma. Çok değil, birkaç haftaya ön bahçeye komşu ailenin kış hazırlıklarının kokusu da gelir. Güneş gören bahçelerinde salça tepsileri ve renk renk reçelleri dizilir. Sabah baktım, biberleri asmışlar, dolmalık biber kurutuyorlar bu sene. Bu kadar hazırlığı kime yapıyorlar diye aramızda konuşuyorduk geçenlerde, çocukları vardır dedim, bir karı koca bütün kış tüketemez yoksa. Annemler gibi. Tarhanamızı hazırladılar mesela. Mis gibi olmuş, yeni mahsülü ilk defa geçen hafta denedik, bayıldık. Sonra Arca'yı da hazırlığına dahil ettikleri biberler kurumuş, koca bir torba verdiler. Rondoda azıcık zeytinyağıyla birlikte bızlatıyoruz, kavanoza koyup buzdolabında muhafaza ediyoruz. Katkısız ve deli acı pul biberimiz hazır.

25 Ağustos 2016 Perşembe

Cornetto Dondurmalarının Kalorileri

Bildiğiniz gibi yaz geldi çattı. Bizlerse bu yaz sıcağında biraz da olsa serinlemek için dondurmaya başvuruyoruz. Fakat yazın kilo aldığımız zaman buna dondurmanın sebep olduğunu da aklımızdan geçirebiliyoruz. Ayriyeten aramızda diyet yapan arkadaşlarımızda bulunuyor. Bu yazımızda ise hem diyet yapanlara ve hem de beslenmesine dikkat edenlere, Cornetto dondurmalarının kalorileri hakkında bilgiler vereceğiz.
Öncellikle her bir Cornetto Dondurmasının kalorilerini ve besin değerlerini yazmakla başlayalım:
Cornetto Disc Oreo 145 ML (YENİ!) >>>>>>> 299 kcal, 16 gram yağ, 39 gram kh(karbonhidrat)
Cornetto In Love Chocolate Berry 125 ML (Çikolata Böğüren) (YENİ!) >>>>>>> 230 kcal, 10 gram yağ, 31 gram kh
Cornetto Disc Cheesecake 145 ML >>>>>>> 280 kcal, 14 gram yağ, 35 gram kh
Cornetto Disc Vanilya - Karamel 145 ML >>>>>>> 300 kcal, 16 gram yağ, 37 gram kh
Cornetto Disc Antep Fıstık Çikolata 145 ML >>>>>>> 320 kcal, 17 gram yağ, 38 gram kh
Cornetto In Love Toffee Krokan 125 ML >>>>>>> 220 kcal, 11 gram yağ, 28 gram kh
Cornetto Classico Kaymak 120 ML >>>>>>> 200 kcal, 10 gram yağ, 24 gram kh
Cornetto Classico Çikolata 120 ML >>>>>>>  200 kcal, 10 gram yağ, 26 gram kh
Algida Keyif Kornet 125 ML >>>>>>> 110 kcal, 6 gram yağ, 12 gram kh
Cornetto Mini Kaymak 60 ML >>>>>>>  120 kcal, 6 gram yağ, 13 gram kh
Cornetto Mini Çikolata 60 ML >>>>>>> 110 kcal, 6 gram yağ, 12 gram kh

Diyet Yaparken Dondurma Tüketilmeli Mi?
Verilen Cornetto dondurmalarının kalori değerlerine bakacak olursak Cornetto diyet için ideal bir dondurmadır. Çünkü diyet yaparken vücut için gerekli olan tatlı ve şeker ihtiyacını dondurma diğer tatlılara oranla daha iyi bir şekilde sağlamaktadır. Bunun nedeni ise normal tatlıların dondurmalara oranla çok daha fazla kalori içermesi. Bu yüzden çoğu diyetisyen tatlı isteğimizi bastırmamız adına dondurmayı önermektedir.
Üstelik dondurmalar, içerdiği vitaminler ve mineraller sayesinde oldukça sağlıklıdırlar. Sütlü dondurmalar kalsiyum ve fosfor, meyveli dondurmalarda ise genellikle C vitamini öne çıkarıyor.
Ayrıca bilim adamları, dondurmaların alındığı yerlerin güvenilir olması gerektiğini şiddetle vurgulamaktadır. Çünkü güvenilir olmayan yerlerden alınan dondurmalar, kimyasal katkı maddeleri içerebileceğinden dolayı vücuda zararlı olabilir ve çok daha fazla kalori içerebilir.
Cornetto dondurmalarının kalorileri ise gayet standartlara uygun olduğundan gönül rahatlığıyla tüketebilirsiniz. Özellikle en fazla tercih edilen Oreolu dondurma hakkında detaylara http://www.cornetto.com.tr/cornetto-disc/oreo sayfasından ulaşabilirsiniz.


23 Ağustos 2016 Salı

Dumur diyalog #161

Ipad oynarlarken, artık İlker bir zombiyi mi yakaladı ne yaptıysa;
"VAY BE! Baba dediğin böyle olur!"
...........

22 Ağustos 2016 Pazartesi

günler

Yazılarımın seyrekleştiğini düşünenler yanılmıyorlar. Hayat yorgunu hissediyor insan bazen ve elini, eteğini, paçasını ve her şeyini çekiyor hayattan. Eh serde ayrıklık var, bir çemberin içinde yer alamıyorsun diğerleri gibi, ötekilik baki.

19 Ağustos 2016 Cuma

Dumur diyalog #160

Arca, Duru ve Yeliz denizden dönerken Ege üniversitesi kampının önünden geçerler.
D: Burası ne için kullanılıyor?
Y: biz çocukken sadece öğrenciler gelirdi bu kampa. İzmir'den otobüslerle öğrencileri getirirlerdi, on gün kadar kalır, tatil yaparlardı. Şimdi pek öğrenci gelmiyor galiba, personel aileleri geliyor.
A: Nasıl yani öğrenciler anne babaları olmadan mı geliyordu?
Y: Evet arkadaşlarıyla tatil yapıyorlardı.
A: Ne saçma şey! İnsan hiç annesiz babasız tatil yapar mı, hıh!

12 Ağustos 2016 Cuma

Çocukluğum

"Sanatçının Yolu" kitabı daha doğrusu kitabın en baba görevi olan sabah sayfaları sayesinde kendimle ilgili hiç bilmediğim noktalara ulaşıyorum. Genel olarak ruh halim çelişkili. Yani sürekli bir ikilemdeyim. Şöyle olsun ama böyle mi olsun. Analizden beynim mıncıklandı.

Daha fenası ortaya çıkardığım bazı düşüncelerimden utandığımı itiraf etmem gerekir. Olumlu baktığımı sandığım, ya da en azından olumsuz düşünmemeye çalıştığım birçok şeyde aslında çok kötü fikirlere sahip olduğum yazarken ortaya çıkıyor. Hayır, asla burada anlatmam, herkesin bir özeli var, o kadar da değil:)

Kendimle ilgili hoşlanmadıklarım kadar hatta daha fazla sevdiğim şeyler var. Özellikle çocuklukla ilgili. Geçen haftanın görevlerinden biri 8 yaşındaki halimizle ilgili sevdiğimiz şeylerdi. Ne çok madde yazdım listeye inanamazsın.

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Neyse

Ruh halim karışık dönemlerdeyim.
Beni tam olarak neyin etkilediğinden de emin değilim, okuyamamak? Bak o benim dengemi bozdu. Yaratıcılığıma zerre katkısı olduğuna inanmıyorum, bu sabahki sabah sayfalarında yazara ağzıma ne gelirse yazdım. Kısıtlanmış olmak hoşuma gitmedi. Önceki yazıdaki böğürmelerimde son derece samimiyim, sözlerimin de arkasındayım. Hani bir şey olur, okuyamazsın, olur yani, işler yoğundur, hastasındır, canın istemez, malum bizim gündem bazen bizi epey silkeliyor, ama böyle bu hafta okumak yok koşulunu sevmedim. Rutinimin bozulması bana yeni kapılar açmadı, beni daha da gerdi ve kilitledi.

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Okuma Yoksunluğu "Sanatçının Yolu" Kitap yorumu

#okumakiptiladır diye bir hashtag vardır, şu son üç-dört gündür katıldığım kadar başka hiçbir zaman bu söyleme, bu kadar katılmamıştım. Arkadaş okuyamamak ne fena yav, kafayı yiyeceğim. Bundan sebep bloga sardım, yazık lan size! Ben şimdi ha boyna yazar kafanızı mikerim.

Zıııttt! tamam baştan alıyorum! Hani geçenlerde anlatmıştım, biz kitap kulübü kadınları, birbirimize kitaplar öneririz, hatta toplantılara getirir oku mutlaka deriz filan... Hah  bizim Sıla, hani düş masalcısı, Sanatçının Yolu isimli kitabı okumamı salık verdi. Derhal sipariş ettim, elime geçer geçmez de okumaya başladım.

Bildiğiniz kitaplardan değil, baştan söyleyeyim. Yaratıcılığınızı geliştireceğini, sanatçı tıkanıklığı denen o kilitlenmişliği aşacağınızı vaat ediyor. Tamam buraya kadar bir kişisel gelişim kitabı ile baş başa olduğunuzu idrak edebiliyorsunuz, fakat işin aslı başka. Kitap 12 haftalık bir çalışma alıştırma kitabı aslında. Her hafta için görevleriniz var, sabah sayfalarınız ve hazırlamanız gereken raporlar var. Yani iş yükü ağır bir kitap.

Sıla önerdiyse, vazgeçmem, yan çizmem, denerim dedim ve hafta hafta uygulamaya başladım.

5 Ağustos 2016 Cuma

Çevrimdışı kalma hakkı

Fransa'daki yeni iş kanunu içeriğinde böyle bir hak varmış: Tatilde, mesai saati dışında çevrimdışı kalma hakkı. Yani tatile çıktın, maillerine bakmamak gibi, soruları, telefonları cevaplamamak gibi bir hakkın olacakmış. Vay be...

Geçenlerde bunu Gülçin'e anlatıyordum, "bizde de tatildeysen aramazlar, maillerine bakmazsın, zaten tatildeyken iş ile ilgilenirsen iyi gözle bakmazlar, tatil yap, kafanı boşalt, tazelenmiş olarak gel, derler" dedi. Demek medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar değilmiş, tatilin tam olarak anlamını bilirlermiş. 

Biz?

2 Ağustos 2016 Salı

Kitap yorumu: Gülüşün ve Unutuşun Kitabı

Kitap kulübü, şahane kadınların yanı sıra şahane kitaplarla tanışmama da vesile oldu/oluyor. Sadece okumaya karar verdiklerimiz değil, bu kitaplar.

Kimi zaman ileride okuyacağımız kitap listelerini konuşurken, ortaya çıkıyor. “hmm ilginçmiş, alayım ben bunu” diyor, yazıyorsun şahsi okunacaklar listesine.

Kimi zaman “bunu okudum arkadaşlar, kulüpte tartışılmaz ama çok keyifli döndürelim aramızda” diyerek toplantılara getirdiğimiz kulüp harici kitaplar, oluyor.

Kimi zaman kulüp vesilesiyle bir yazarla tanışıyor, bir kitabını tartışıyorsun, derken yazarı çok seviyor ve diğer tüm kitaplarını da okuyorsun.

Senin kulüp haricinde okuduğun kitapları takip eden arkadaşların, hemen öneriyor; “Yeliz sen fantastik seversin, …. Getirdim, oku mutlaka!”

Kişisel gelişime merak sardığımı fark edenler, evvelden okuyup faydalandıkları kitapları anlatıyorlar…

İşte böyle böyle genişliyorsun, paylaşa paylaşa çoğaltıyorsun…

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Bütün yazını yazlıkta geçiren biri olmak

Metro markette dolanırken Crocs’ları gördük. İlker daha önce bana almak istemişti. Deniz terliğine ihtiyacım var biliyor. Piyasaya göre epey ucuz ama yine de elim varmadı. Dedim ki, hepi topu hafta sonları giyiyorum, şimdi dünya kadar para vermeye ne gerek var, bütün yazımı yazlıkta geçiren biri olsaydım ama, mutlaka alırdım.

Bir anda “bütün yazımı yazlıkta geçiren biri olmak” kulağıma müthiş iyi geldi. Sanki asla gerçek olamayacak bir düş gibi. Düşünsene her hafta sonu haldur huldur gittiğin evde en az iki üç ay yaşayacaksın. Evet yav yaşayacaksın!

28 Temmuz 2016 Perşembe

Özel okul ücretleri, hayat şartları vs...

Geçen akşam iş çıkışı İlker geldi, Arca yazlıktayken eve gidesimiz yok. O bit kadar boyuyla nasıl da dolduruyor evi, o yokken duvarlar üzerimize geliyor sanki.
Biraz Forum’da dolandık. Mothercare’de indirim varmış, adet olduğu üzere indirimden seneye giyebileceği bir şeyler var mı diye bakındık. Her şey bana pahalı geldi. Hem de indirimde! E, biz geçen yıla kadar en azından indirimde buradan alışveriş yapabiliyorduk? Ne ara bu kadar pahalı gelmeye başladı?
İlker'e demiştim ama, daha hafta başı maliyet çalışmaları yaparken üç yıl önceki projenin dosyalarını buldum, o vakitler dolar 1,80’miş, notlarımda görünce şok oldum, diye… Nasıl enflasyon yok? Mümkün mü olmaması? Kur artışı elbet her ürüne yansıyacak.
Neyse, elimiz boş çıktık dükkandan. Karnımızı da IKEA’dan ucuz yollu doyurup çay içmeye Zeynep’lere uğradık. Güller de geldi, balkonda muhabbetin dibi… Çaylar bitti, biralara devam edildi… Laf döndü dolaştı hayat şartlarına geldi.

26 Temmuz 2016 Salı

Kitap yorumu: Gökkuşağı Günleri

Okyanusun öte yakasında boylamasına bir ülke Şili.
Şili'yi çocukluğumun unutulmaz programı "7'den 77'ye"de Barış Manço'nun "bu ülkenin haritası böyle açılıyor" deyip boylamasına haritayı açtığı sahneyle hatırlıyorum. (Ne harika bir programdı bu arada, hala ekvator çizgisini anlattığı bölüm hatırımda.)

19 Temmuz 2016 Salı

Uruguay mı Yunanistan mı?

Felaket gündemi bizim gibi henüz çok içinde yaşamayan (allah da yaşatmasın) fakat her anını iliklerine kadar hissedenler için hep aynı döngüde seyrediyor.

Rutin hayat  => Bir bomba, bir eylem haberi, ölen yüzlerce insan haberi  =>  Her biri ile, her birinin ailesiyle ölmek ama ölmeyi başaramadığı için kendini suçlamak  =>  Binlerce satır haber, analiz okumak  =>  Sosyal medyadaki ağır söylemlere maruz kalmak =>  Hiçbir şeye konsantre olamamak  =>  Çocuğunun gözlerinin içine bakıp “hayatıma devam etmeliyim” demek ve bir dizi içsel kişisel önlem çabasına girmek (kitap okumak, alakasız komedi filmleri izlemek…) =>  Hayatı sıradan rutinine çekmeye çalışmak  =>  Rutin hayata dönmek (tabii her olayda biraz daha eksilerek, biraz daha ruhumuzu yitirerek…)

Darbe girişimi, halkın galeyana getirilmesi ve peşi sıra yaşananlardan sonra da benzer bir döngüye gireceğimi düşünüyordum.

Ancak olmadı.

18 Temmuz 2016 Pazartesi

korku

Arca anneanne, dede ve Duru’suyla birlikte Özdere’deydi. İlker, güzel deniz havasını kaçırmak istemedi, arabayı bana bırakıp Çeşmeden balığa çıktı. Hafta sonunu o balıkta ben annemlerde geçireceğim ve Pazar öğlen gibi Çeşme’ye geçeceğiz Arca’yla, plan bu. İşten kaçarcasına çıktım ve hızlıca cücenin yanına vardım. Hazırdılar, bisiklet turu yapılacaktı, acil hazırlanmalıydım. Tamam dedim, ama denize gireceğim, bir girip çıkacağım. Giyindik yollandık sahile. Hareketli bir sayfiyenin akşam saatleri. Güneş iyice inmiş, yürüyüş yapanlar, bisiklete binenler, sandalyesini sahile atmış, akşam birası yudumlayanlar, sahil cafelerinde hafiften başlayan akşam hareketlenmeleri, kamp yerinde yemek hazırlıkları…

Bir sayfiyenin huzur veren Cuma akşamı rutini…

15 Temmuz 2016 Cuma

Film önerisi: About Time

Hayatın sıradanlığının ne kadar değerli ve ne kadar büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu bazen unutuyoruz. Günlük dertlerimiz içinde yoğurulup giderken, küçük anların değerinin farkına varamıyoruz. Dilimize dolanmış bir "farkındalık" meselesi var ya, kimi çok satan kitaplarda bıktırasıya kadar önümüze servis edilen "farkındalık" hani, işte oradaki gibi "bir meseleye aymak" değil farkındalık. 

Farkındalık dediğin bir küçük anın, bir küçük huzur kaynağının bilincinde olmak... 

Hayatta ıskaladığımız bu işte...

14 Temmuz 2016 Perşembe

Alışveriş sorunsalı

Giyim kuşam ihtiyaçlarınızı nasıl tedarik edersiniz? Ben mümkünse hep internetten tedarik edeyim. Zira geçen akşam yaşadığım indirim günleri AVM fiyaskosundan sonra daha da mağazalara gitmem.

Tamam baştan alıyorum.

Her şey Arca’nın kankası Poyraz’ın sünnet düğünü kararı ile başladı. (Sünnet düğünlerine olan muhalefetim hakkında burada fikir beyan etmeyeceğim, anasına bizzat düşüncelerimi aktardım.)

12 Temmuz 2016 Salı

Arca'nın tatil anıları

Gülçin’ce Gülçin, bizim yazlıktan komşu, vallahi bak, bisikletle beş dakika:) Bayramda geleceğim deyince, o göbeği canlı canlı görmek için ne yaptım ettim, çoluğu çocuğu sattım, vardım yanına. Ne güzel sohbet ettik, ne tatlı bir salıncak keyfi yaptık… Blogdan konuştuk. Zor dedik, uzun uzadıya yazamıyoruz, güzel resimler koyamıyoruz artık diye dert yandık. Ve aslında blogların eskisinden daha kıymetli olduğuna karar verdik. Yok ya sosyal medya dediğin mecra duygunu anlatmaya yetmiyor ki… Bir de ben şahsen blog okumayı seviyorum ve blog yazmasa da keyifle blog okuyanlar olduğunu biliyorum, bu da beni çok mutlu ediyor.

Bir de anılar… Yıllar önce yazdıklarıma bir yorum aldığımda, sayfa sayfa eskiye dönmek çok keyifli… Neler yazmış, neler paylaşmışım, nasıl bir emek… Gülçin bana iyi ki yazmışsın diyor (hafta hafta gebelik, ay ay Arca bebek gelişimi:))) şimdi dönüp okuduğumda birilerine bir faydam olduğunu hissetmek bile yeter…

İşte bu sebepten tam da Arca’nın resmi yaz tatili başlayalı bir ay olmuşken, yine benzer bir anı derleme yazısı ile karşınızdayım sayın blogseverler:) Maksat yıllar sonrasına hatırlanası anılar bırakmak…

1 Temmuz 2016 Cuma

#kısa : Tam toparlayacağım...

Öncelikle yorumlara ve emaillere her şeye en çok da orada bir yerlerde yazdıklarımı okuyan ve orada olduklarını hissettiren herkese, hepinize teşekkürler, iyi ki varsınız. İyi ki...

Düştüğün yerden kalkmaya çalışıyorsun ama olaylara en uzak olanımızın bile takati yok. Çünkü biliyoruz ki bugün uzak olabilirsin, yarın o bombalardan birinin sana isabet etmeyeceğinin garantisi yok.

Bayram öncesi işleri toparlamaya çalışıyorum, tek derdim, tatil süresince telefon mail trafiğiyle uğraşmak zorunda kalmadan kafamı dinlemek. Bu boğuşma gündemin biraz uzağına düşmek için iyi bile geliyor. Ama sonra Çin'deki arkadaşlardan bir mesaj geliyor, taziye mesajı... Boğazıma bir yumru oturuyor. Çok uzaktalar ve beni işle ilgili bazen geriyorlar ama küçük insanlara sarılmak istiyorum o an...

29 Haziran 2016 Çarşamba

Kabus

Kabus gibi bir gündü. Sabahına keyifli uyanmış olmam, başıma gelen her kötü şeyi daha da felaket hissettiriyordu. Öyle işte, en neşeli anlarımız, hızlıca en incinebilir anlarımıza dönüşebiliyor.

Sabah neşeliydim çünkü güzel rüyalar görmüştüm. Anneannemin bize bıraktığı bir çuval altını paylaşıyorduk, nasıl da gerçekti, Allah hayra çıkarsın diyerek yola çıktım. Ofiste de keyifsiz değildim, işlerimi planladığım gibi yoluna koyabilirsem güzel bir dokuz günlük tatil ayarlaması bile yapmıştım, motivasyon tavan. Arca ile konuştum, yazlığa gelirken orgunu getirmemi istiyordu. Hay hay... Bir de listeye ipad ekleyebilir miydim? Eyvallah...

24 Haziran 2016 Cuma

Mükemmel olmamanın hediyeleri

Aynaya iyice yaklaştım, başımı biraz eğdim ve röflelerimin dibinden ne kadar kumral saç çıktığını görmeye çalıştım. Umduğumdan hızlı uzuyor saçlarım. Kuaför koltuğundan nefret eden birisi için kötü bir özellik. Yine en az iki parmak uzamış. Henüz karşıdan bakıldığında fark edilecek kadar değil ama yazı bu kafayla atlatabileceğimi sanmıyorum. Tam gözümü aynadan ayırıyordum ki, onu gördüm. Beyaz tel. Tek bir tane. Mağrur ve dimdik saç derimden fırlamış. Başta muhterem olmak üzere, yaşıtlarımın saçları beyazlayalı çok oluyor. Ama bu ırsi bir şey annem de babam da o beyaz saç olayına çok geç girdiler. Annemin beyazları hala röfle gibi durur. Madam sarı kafa:) Bu sebepten henüz beklemiyordum, sürpriz oldu.

23 Haziran 2016 Perşembe

Kaybolmak ve bulmak üzerine

Bir ara doktor olmak istiyordum, kan tutan, küçük bir kesikte bayılan biri için ilginç bir seçim. Ama sanırım bizim yazlığın yakınındaki üniversite yaz kampına gelenlere duyduğum derin hayranlıktı buna sebep. Annem boğulma tehlikesi atlattığında tıp öğrencileri yardım etmişti. Allahım ne kadar önemliydiler gözümde. Bir de sanırım ablamın arkadaşlarından tıp okuyanları gözüme kestirmiştim. Hiç bilmiyorum. Tıp fakültesine girmek için fen lisesi okuyayım bari dedim. Allahtan o dönem doktorluğun bana uzak olduğunu fark ettim.

21 Haziran 2016 Salı

Paça

Sabahları umumiyetle metronun ikinci vagonuna denk gelirim, getiririm. Denk gelirim çünkü çoğu zaman yürüyen merdivenlerden koşar adım inip yetiştiğimde, kapılar kapanmadan hemen önce o vagon denk geliyor. Ayrıca denk de getiririm çünkü indiğimde Bornova’dan aktarma otobüsleri tarafına çıkan merdivenlere en yakın vagondur, ikinci vagon.

O vagonun benim gibi müdavimleri var. Mesela esmer, tombul, ergen oğlan. Gece bebe beşiği mi sallıyor bilinmez, sürekli uyur, arada silkinir uyanır, gözler küçücük bakınır tekrar dalar uykuya, Bornova’ya kadar da kıpırdamaz. Yani ayaktaysan onun dibinde konuşlanman faydasız, o uyur sen ayaktayken tamamlarsınız yolculuğu. 

17 Haziran 2016 Cuma

Yaz düzeni

Arca’nın okulu erken başlamıştı, erken de bitti. Yani biz karne merasimlerini geçen hafta bitirdik. Fakat havaların ancak ısınmasından mıdır bilinmez biz daha yaz düzenine geçemedik. 

Yaz düzeni: Her gün balkon yıkamak ve akşam yemeklerini balkonda yemek. Evin halılarının süpürülüp kaldırılması, yazlığa giderken kullanılacak çantaların her daim ortalıkta bulundurulması, tüm mont, ceket, okul kıyafeti vs gibi önümüzdeki üç ay boyunca kullanılmayacak giyim eşyalarının göz önünden uzaklaştırılması gibi gibi…

Ufak ufak başlıyoruz. Öncelikle okulda giyilen her türlü giysi hurçlara tıkıldı, kalktı. Kışlık çoraplar, aynen… Montları, zaten epey olmuştu, gözüm görmüyordu. Dün akşam itibariyle de kışlık pijamalara veda ettik. Gözüm Arca’nın odasında. O odayı tamamen boşaltmak istiyorum! Sadeleştiremediğim bir o oda kalmıştı. Oynanmayan oyuncakları kaldırmak, o kamyonla vedalaşmak, pelüş oyuncakları toptan vakumlu torbalara hapsetmek istiyorum bırrrr…

16 Haziran 2016 Perşembe

Tüm ihtiyacımız biraz neşe

Bizi büyüten her ne ise, onun peşine düşmeliyiz. Boğazına çökmeli ve bizden aldığını geri vermesini sağlamalıyız. Masumiyet değil, saflık değil, başka bir şey bizden aldığı.

Bizi büyüten her ne ise, elimizden aldığı neşemiz. Bundan sebep hep kendimize döndüğümüzde onu arıyoruz. Neşemizi, coşkumuzu bıraktığımız ıssız köşeleri nafile bir çabayla kazıyoruz. Tırnaklarımızı paralasıya kazmak bize çocukluğumuzdaki neşeyi getirmiyor. Ve hiçbir şey, tam da o çocukluğumuzdaki kaygısız keyfi vermiyor artık.

Çünkü…

13 Haziran 2016 Pazartesi

Bitmemiş “Dava”

Kafka’nın “Dava”sı için ölmeden önce yakılsın diye verdiği eserlerinden biri olduğu söylenir. Doğru bence. Zira romanda bir bitmemişlik hissi, bir edit edilmemişlik şekli mevcut. 

8 Haziran 2016 Çarşamba

Dumur diyalog #159

Arca evden çıkar sokağa doğru seyreder.
İ: Nereye gidiyorsun Arca?
A: Dolaşıyorum biraz. Benim de yalnız kalmaya ihtiyacım var!
...................

6 Haziran 2016 Pazartesi

Hayatı ekonomik özgürlük parantezine mahkum eden anlayışla yetişenler, yetiştirenler

Vah babam vah!
“Evimi satarım yine de kızlarımı okuturum”, diyen babam.
“Alacaksınız elinize ekmeğinizi, kocalarınızın önünde dimdik duracaksınız” diyen babam vah!

Vah anam vah!
„Beni üniversite okutmadılar, ama benim kızlarım okuyacak. Kocasının eline bakmayacak. Ekonomik özgürlüklerini ellerine alacak benim kızlarım“ diyen, dışarıda çalışmasa da hep üreten hep didinen anam vah!

31 Mayıs 2016 Salı

Çocuklarımızı koşullu mu seviyoruz?

Arca’nın okulu Özgür Bolat’ın seminerini duyurduğunda İlker’e "mutlaka gitmeliyiz" dedim. Kendisini tanımıyordu ama ben kocamın bu adamdan hoşlanacağına emindim. Özgür Bolat, yazılarını takip ettiğim, bizimki gibi eğitime zerre önem verilmeyen bir ülkede bir şeyler yapmaya çalışan, bence değerli bir eğitimci. Hatta bizim kitap kulübünün ortaya çıkış öyküsünün tetikçisidir kendisi. Bir kitap kulübü kuracağını, bir yazısı aracılığı ile duyurduğunda, Özlem “hadi biz de” demişti, iyi ki demiş. Bak üç yıl bitti bile…

Neyse bizim konumuz seminer ve Özgür Bolat. Dediğim gibi ben bütün yazılarını okuduğum için seminerin birçok cümlesini kendisiyle birlikte mırıldandım. Fakat İlker için çok iyi oldu, ona oku desen, okumazdı ama şahane bir toparlama oldu seminer. Ve tam tahmin ettiğim gibi Özgür Bolat’ı da çok sevdi.

27 Mayıs 2016 Cuma

Yaz aylarında ne okuyayım?

Hava durumu her ne kadar aksini söylese de yaz kapımızda gençler:)
Yaz demek, tatil demek, keyif demek, püfür püfür balkonda, deniz kenarında, sohbet aralarında hafif, sürükleyici kitaplar okumak demek...

Geçen kitap kulübünde Funda yaz kitabı tavsiyesi sorunca, bir de üstüne blogu takip eden bir adaşım da benzer bir mail gönderince, onlara evvelden okuduğum kitaplar arasından bir liste çıkardım. İyi tamam da ben ne okuyacağım?

24 Mayıs 2016 Salı

Huzur

Yağmurun sesine uyandık. Beni tek kişilik yatağa atmışlardı, battaniyeye rağmen üşümüşüm, girdim aralarına. Baba oğul yorganın altını ısıtmışlar. Gelişime uyandı cüce. Doğruldu. Zar zor açtığı gözleriyle pencereden dışarı baktı, yağmur. Iıh dedi, girdi koynuma. Ne kadar geçti bilmiyorum, fırtına, gök gürültüsüne ve yağmurun sesine karıştı, uyumuşuz yeniden.

Arca’nın okulu Cuma da tatil edilince bir günlük izin aldım. Teknenin bakımını yapmak isteyen muhtereme yoldaş olalım dedik, yazlığa yollandık. İlk gün bahardı, ikinci gün yaz. Hatta Arca'yı zor tuttuk, Ilıca sahilinde donla denize girecekti.

22 Mayıs 2016 Pazar

6 dakika: yüzüyordu

Not: 6 dakika yazıları sevgili macera kitabım Özlem'in kıymetli hediyesi 6 dakika oyun kartlarından çektiğim kelimelerden 6 dakika boyunca aklıma ne gelirse yazdığım yazılardır. Dolayısı ile tamamen hayal ürünüdür:)

"Ev pislik içinde yüzüyordu. Kalk bi temizlik yapalım dedim, kalk da at üzerinden miskinliği temizleyiverelim evi. Yok dedi şurdan şuraya kalkmam temizliği filan da hiç yapamam. Yav arkadaş nasıl bir insansın kokacağız dedim, oralı olmadı. İlk bulduğunla ev arkadaşı olursan olacağı bu. Allahtan yemeğe eli yatkın ama o kadarını ben de yapıyorum, bir el atıverse, vallahi temizliği bitirivereceğiz. Yok illa o koca kıçını koyacak o kanepeye sabahtan akşama evlilik programlarını izleyecek. Bundan öğrendim ben bağkur emeklisi istemezlermiş subay emeklisi ya da emekli sandığından emekliysen karılar varıyormuş sana. Yaa... Bağkurluysan illa soruyorlarmış evin damın var mı. Sonraki soru çoluk çocuk, hani mirasın ne kadar buna düşecek hesap ediyor haspa. Ay şiştim, kızım kalk kalk da bir makine tut şu evi yeminle koktuk, bizi bu programlara çıksak da almayacaklar!"

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Tatlı su direnişçiliği

Muhteremin slim fit dönemlerine ait az yıpranmış gömleklerini yatağın altında bir poşetin içinde muhafaza ediyorduk. Slim fit dönemi çok uzun sürmediği için (:P) gerçekten de yepyeniydi hepsi. Ama biraz buruşmuş biraz da toz kokmuş. Yıkandı, ütülenecek. Fark ettim ki, bazılarını ilk defa ütülüyorum. Demek o kısa dönem evde ütüleri bana bırakmayan Ümit abla ile Nadire abla arasına bir zamana denk gelmiş.

Hey gidi zengin günlerimiz diyecek oldum İlker’e, bak şu gömleği ütülemek nasip olmamış bile. Şikayet etmiyorum, zira muhteremle birlikte ev işlerini iyi kotarıyoruz bence, hatta kendimizle gurur duyuyorum. Lakin yaşam tarzımızda ciddi bir sadeleşme yoluna girdiğimizi de fark ediyorum.

Bu fakirleşmemizden ziyade algı ve seçimlerle alakalı biraz da. 
Biraz da farkındalıklarımızın duruşumuza etkisi... 

17 Mayıs 2016 Salı

Okusun da …

Geçenlerde Arca cücesinin babaannesi Salih Memecan’ın iki karikatür kitabını getirmiş, “Sizinkiler” serisinden. Bir süre kitaplıkta öylece durdu, sonra bir gün Cansu’nun doğum günü için Çeşme’ye giderken yanına almak istedi. Yolda okuyacakmış. Bak bu bir ilk. Kitap dergi karıştırmıştı ama bütün yol boyunca kahkahalarla bir kitap okuduğu olmamıştı. Ben gıcık oldum. Okumasına değil de, Salih Memecan’ın bir kitabını bu kadar sevmesine. Ama Arca’ya nasıl anlatılır, bu kitabı yazan adam yalakalık yapmak uğruna, insan hayatını hiçe saydı diye… Okusun da… ne okursa okusun diyemiyorum arkadaş, adama ziyadesiyle bileniyorum:/

Neyse ses etmedik, her takıntı gibi, bunun da tozlu raflarda yerini alacağını düşündüğümüzden üzerine varmadık. Ama Arca tutturdu illa devam kitaplarını istiyor. İlker’e bir kitap alacağım gün (allahım hayatımızdaki ilklere bir yenisi! Kıyamet kapımızda mı ne? İlker onun için kitap almamı istesin, olacak iş değil – fikrini değiştirmesin diye alelacele siparişi verdim zaten), Saftirik Greg’lerden de birkaç kitap ekledim listeye. Evet Sizinkiler’den vazgeçirmek için başka bir bağımlılık yaratmaya çalıştığımı inkar edecek değilim.

Ramazan Geldi Hoş Geldi

Ramazan yaklaştıkça herkesi bir yemek telaşı alıp götürüyor. İftarda ne yiyeceğim düşüncesi herkesi

ayrı düşündürüyor. Hazırlanacak yemeklerin hem pratik hem de lezzetli olması da oldukça önemli.

Tüm gün hiçbir şey yemeyip akşamında ağır yemekler yenmesi de sağlığa zarar veriyor. Bunun için

özel menüler çıkarıp, mutfak alışverişini de ona göre yapmak gerekiyor.

İftar menüsünde ne yapacağını düşünenler için Lezzet.com.tr birbirinden farklı ve sağlıklı tarifler

sunuyor. Başlangıçlar, ana menüler ve tatlılar da dâhil olmak üzere iftarda ne yapacağım

düşüncesinden kurtulacaksınız. Yapacağınız menüleri kabataslak da olsa belirleyerek mutfak

alışverişinizi de ona göre yapabilirsiniz.

İlk defa bu tarifleri deneyecekler için fotoğraflı anlatımların bulunması da yemek yapımını daha da

kolaylaştırıyor. Ayrıca listede yer alan tüm tariflerin denenmiş tarifler olduğunu görebiliyorsunuz.

İftara misafir davet ettiğinizde özel bir menü hazırlamak istiyorsanız ancak aklınıza hiçbir fikir

gelmiyorsa yine Lezzet’in yemek tarifleri sayfasından yardım alabilirsiniz. Kategoriler arasından iftar

yemeklerini seçiyorsunuz ve seçtiğiniz bu kategoriye ait tüm alt başlıklara hızlıca ulaşabiliyorsunuz.

Adım adım ilerlemek isterseniz çorbaları, pilavları, kebapları, türlü türlü tatlıları inceleyebilirsiniz.

Hem görünüşleri ile sofranıza renk katacak olan bu yemekler misafirlerinizin de oldukça keyif alacağı

bir iftar menüsü haline gelecek. Denediğiniz farklı yemekler ile her akşam farklı bir iftar yemeği

vermek zorunda kalabilirsiniz. Çünkü klasik anlayışın dışında farklı tatları bir araya getirerek deneyimli

kişilerce hazırlanan iftar yemekleri tarifleri ile ramazan ayında bile en özel sofraları siz

hazırlayacaksınız.

Kadayıf dolması, Kemalpaşa tatlısı, tarhana çorbası gibi klasik yemeklerin tariflerinin yanı sıra şalgam

dolması, Mardin güveci, şıhıl mahşı gibi oldukça değişik seçeneklerle de karşılaşabilirsiniz. Yemeklerin

isimleri sizleri korkutmasın, hepsi evde rahatlıkla yapabileceğiniz yemekler arasında yer alıyor.

Ramazan ayında enerjinizin düşmemesini sağlamak ve bir yandan da sağlıklı beslenmek için iftar ve

sahur öğünlerine oldukça dikkat etmeniz gerekiyor. Bunu sağlamanız için de Lezzet ustaları sizlere

özel hazırladığı tarifleri ile her an yanınızda oluyor ve deneyimleri ile sizlere yol gösteriyor.

13 Mayıs 2016 Cuma

Okuma Bayramı

Her şey Arca’nın okuma bayramında sunucu olarak belirlenmesi ile başladı.
Aslında çok şaşırmadık, ezberi kuvvetli, kelimeleri telaffuzu görece düzgün bir çocuktur bizim cüce. Doğdu beridir bu kadar kitap okunan, bu kadar kelimelerle haşır neşir olan bir çocuk için gerçekten şaşırtıcı bir karar değil.

Gel gör ki, bizim Arca yalnız olmayacaktı. Naz adında bir kız çocuğu ile birlikte sunacaklardı programı. Ezberlerden sorumlu devlet bakanı muhteremle ilk soru işaretimiz kıyafet oldu. Hatta öğretmenine sorduk, papyonlu gömlekli temiz düzgün bir kıyafet önerdi. Tabii bilmiyor Arca’nın özel yaşamındaki kıyafet tercihlerini.

Bizim oğlan kıçına eşofman altından gayrı bir alt giymez. Kot bile giymez, rahat değilmiş, gol atamıyormuş. Üst dersen artık dikişleri atan LCW gömleği var, ekoseli, onu giyerim diye tutturdu. Zira Arca’nın umursama alanı saçları, giyimi değil. Saçlarını nasıl yapacağına karar vermesi yeterli. Babası ile internetten saç modelleri araştırdılar, hatta kuaförle istişarelerde bulundular. Modelde karar kılındı.

12 Mayıs 2016 Perşembe

Dağıldım, toparlanıp dönücem

Kelimenin tam anlamıyla dağıldığımı hissediyorum.
Hani nereden tutarsan tut elinde kalır ya öyle bir şey işte.

Üstelik derleyip toplayanım da çok ama neden böyle oluyor bilmiyorum.

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Cesur Yanınızı Kucaklayın, Brene Brown

İncinebilirlik.

Hayatımda duyduğum en insani kelimelerden biri.

Yaralar alacağını bilmene rağmen kendini ortaya koyarak, duygusal risk alma cesaretini gösterebilmek.

3 Mayıs 2016 Salı

Nisan mimozaları, mor salkımlar, park dutları, Mayıs gülleri

Sabah caddeye indiğim patika üzerine birkaç tane mimoza ağacı var. Daha bir hafta  öncesine kadar bunlar sapsarı, top top çiçekliydi. Bugün baktım hepsi dökmüş çiçeğini. Ama giderken dut ağaçlarına ve mayıs güllerine terk etmiş sahneyi. Bizim parkta dut ağaçları da var, dalları önce göğe yükseliyor sonra salkım söğüt gibi toprağa meylediyor. Her kış o dallar kupkuru ve baharla yeşillenip mayısla meyveleniyor. Biz de iki dal bitki gördüğümüze seviniyoruz avanaklar gibi. Mor salkımlar da bitti galiba, pek görmüyorum. Ama mayıs gülleri her yerde, yıkılıyor dallar. Lazım o dallar bize, Hıdrellez’e hazır olsunlar, dileklerimizi yazıp asacağız dallarına, tez olacak tüm isteklerimiz, inşallah… 

Dumur diyalog #158

Tabağına peynir koydum. Çeçil peynirinden iki parça gibi görünüyor ama bitişik birbirine ayırmayıverdim. Hemen pazarlığa başladı: "İki peynir koymuşsun, bir tane yiyecektim?"

Y: Onlar tek parça Arca bak bitişik.
İkna oldu gibi...

1 Mayıs 2016 Pazar

Yaşın hep ...

Diyet etkinlikleri kapsamında, muhterem bir gün eve bir tartı ile geldi. Birkaç hafta oluyor. Evdeki basküle artık güvenmediği için değil, bunun başkaca tespitleri var. Mesela vücut yağ, su, kas oranlarını filan söylüyor. Yani sen kilo veriyorsun ya, dıııtttt dur bakalım orada, nasıl kilo veriyorsun, nereden veriyorsun? Yağından mı, kasından mı, yoksa su mu kaybediyor vücut? Aman allah göstermesin. Yağdan vereceksin. Yağdan verip vermediğini de işte bu mucize baskülden öğreneceksin. Mühim bir icat, gavur yapmış, biz de kullanıyoruz. 

29 Nisan 2016 Cuma

Aynı otobüsün yolcuları

Her sabah en geç yedi buçuk civarı evden çıkıyorum. Caddeye inen ağaçlı bir patika var, şanslıysam sokak köpekleri çetesine rastlamadan metroya kadar bir beş dakika kadar yürüyorum.

Her sabah ablamların evinin önünden geçiyorum, çoktan işin okulun yolunu tuttuklarını bilmeme rağmen pencerelerine bir bakmadan geçmiyorum. Bazen şanslıysam Mustafa’yı görüyorum, enişteyle ablamlara selam gönderiyorum.

Her sabah çantamdan kent kartımı çıkarırken gişenin önündeki saate bakıyorum, 07:40’ı geçmediyse, tamam, aktarma otobüsüne muhtemelen yetişirim.

26 Nisan 2016 Salı

An itibariyle

Sabah kalkıp işe gitmek, işte işten başka hiçbir şeyle ilgilenmemek ve müthiş konsantrasyon gerektiren bir şeylerle uğraşmak, tüm günün yorgunluğu üzerine eve gelir gelmez birkaç lokma atıştırıp sızmak... Sabaha karşı tuvalete kalktığımda saati özellikle altıya kurdum. Böylece kendime bir kahve yapıp aheste kahvaltının tadını çıkaracaktım. Nerde? Bir ara bizim yatağa sıvışmış cüceyi yanımda bulunca boşvermişim kahveye, uykuya devam. Ama pişman oldum. Sanki iş ile uyku arası hiç yaşamamış gibi hissettim kendimi. Üzerine okuldan okuma bayramı kıyafet parasını haber veren kağıdı okumak ve hatta daha yeni siyah ayakkabı almışken bayrama beyaz ayakkabı istendiğini öğrenmek hiç hoş olmadı söyleyeyim. Bir çocuğun kaç farklı renk ayakkabısı olacağını düşünüyorlar acaba? Hepi topu birkaç ay giyeceği bir ayakkabıdan birkaç renk kim alır?

22 Nisan 2016 Cuma

6 dakika: Yaralı

yaralı bir yanım var, kırık kanat gibi. Yarama ulaşamıyorum, göremiyorum ama biliyorum orada. Romatizmanın yağmur öncesi sızım sızlaması gibi, sızlıyor inceden. hissettiriyor kendini, buradayım diyor, hey, unutma beni. Unutmam ne mümkün? Unutmayı denemediğimden değil hani, allah biliyor ya çok denedim. Lakin unutamadım, unutturmadılar. Tam unutmaya muvaffak olacağım, bastılar üzerine acıttılar. Gözyaşlarımı içime akıtırsam dindiririm sızımı dedim, olmadı. Gözyaşlarım yaramı onarmadı, dağladı. Yaralı bir yanım var, ne vakit sokakta ağlayan hırpani birçocuk görsem sızlar, yağmur öncesi romatizmalı eklemlerim gibi, inceden. 

21 Nisan 2016 Perşembe

Dumur diyalog #157

Y: Yarın akşam yokum Arca, kitap kulübüm var, geç gelirim.
A: Gitmesen olmaz mı? Okuduğun kitabın fotoğrafını instagrama koy paylaşmış olursun.

------------------------

6 dakika: Gitsek



"Gitsek" diyorum, "yav deli misin otur oturduğun yerde nereye?" diyorsun.
"Şu karşıki dağlara uzansak, kaybolsak, gideceksek birlikte gitsek" diyorum, "iyiyz böyle" diyorsun. "sen iyisin, ben değil, sen rahatsın ben değil. Benim gitmelerim geldi, benim kaçmalarım var şimdi aklımda, kolumdan tutsan da kalamam ki, gitmem lazım, gitmek lazım. Uzamak uzaklara, bilinmeze uzanmak lazım. Aramadan bilemezsin neyi bulacağını, bulmak için gitmek lazım. Nefesler dar geliyor, mekanlar sıkıyor, kalk gidelim! kalmalar bize göre değil" demek istiyorum. Demiyorum, diyemiyor, susuyorum. Bir sözcük çıkıyor iki dudağımın arasıından cılız: Gitsek?

20 Nisan 2016 Çarşamba

Etkili bir silah: Muhterem

Bizim evde çok tehlikeli bir şahıs var: muhterem.
Kocam diye demiyorum, bir sesi var…
Tamam, baştan başlıyorum, toplaşın anlatacağım.

Geçtiğimiz günlerde, “dünya liderine :P” terörist diyen bir grup protestocuyu ABD sokaklarında PHUSFMSDKAFM şeklinde bastırmaya çalışan korumalar, bir tür geri püskürtme silahını sahada mı deniyorlar diye şüphe ederken, benim muhteremin sesinin de benzer bir silaha dönüşebileceği geldi aklıma.

Hayır, benim muhterem öküz değil, böğürmüyor, onun silahı daha etkili.

19 Nisan 2016 Salı

Hafta sonu, kitap fuarı ve başka şeyler

Senelerdir (10 seneden fazla oldu) blog yazarım, yorum kısmı denetimsizdir, gelişine sallayabilirsin yani. 
Şimdiye kadar küfür de yazıldı, laf da edildi yorumlarda, Allah biliyor ya bir tarafıma sallamadım, cevap yazmaya tenezzül bile etmedim. 
Düne kadar. Dün maillerimi açtım bir baktım bloga yorum gelmiş, seneler evvelki bir yazıya. 
Bana kendince had bildiriyor. Beni ettiğim laf konusunda terbiye edecek aklı sıra. 
Hayatımda ilk kez çemkirdim. Oh be.

15 Nisan 2016 Cuma

6 dakika: Fotoğraf

Bir bankta oturmuş sohbet ediyorduk. Altıncı sınıfların rehberlik dersinde küçüklerin sınıflarına gelip öğretmenlik yaptıklarını anlatıyordu, boyamalarına yardım ediyorlarmış mesela ya da Almanca konuşuyorlarmış onlarla. “Siz küçükken okulunuzda var mıydı böyle yapıyor muydu büyükler?” Pek hatırlamadığımı söyledim, belli ki bu uygulama hoşuna gitmişti, sordum, evet dedi, onayladı, eğlenceli oluyormuş. Birlikte parkın içinden geçenleri izledik bir süre. Sonra baktım gözlerini kapatmış. “N’oldu uykun mu geldi?” diye sordum, o yokuşu çıkmak yedi yaşında bir çocuk için kolay değil biliyorum. Hayır, dedi. "Fotoğraf çekiyorum, bu anın fotoğrafını çekiyorum, sonra birlikte bakarız."

14 Nisan 2016 Perşembe

Farkındalığın da farkında olmak

Blogda arama kısmı var, sağ sütunda, “farkındalık” kelimesini arattığınızda onlarca defa tanımlamış, cümle içinde kullanmış, güya içselleştirmişim bu kelimeyi. Günlük yaşamımda da kullanıyorum, yani “blogda neysem yaşamda da oyum” mesajını alınız lütfen.

Derhal birkaç örnek sunuyorum, aralarında çok eğlenceli yazılar varmış, yazdığımı bile unutmuşum, epey eğlendim okurken:) (“siz de okuyun!” mesajını alınız lütfen:P)

Burada analık mertebesinden tanım yapmışım;

Burada farkındalığa çok pis sövmüşüm:

Burada da ahkam kesmişim:

Ve daha onlarca defa yazmışım ama sorun şu ki; ben bu kelimeyi tam anlamamışım.

6 dakika: Doğarım

Ben her sabah yeniden doğarım, küllerimden.
Her gece tüm dertlerimi rüyalara yükler, her sabah güneşe doğarım.
Her uykuda ölür zihnim her sabah doğumumla canlanır, yeniden hem ruhum hem bedenim.
Yüzüme çarptığım bir avuç su cansuyum olur, ensemden süzülür damlalar.
Damla damla tekrar doğarım, her sabah ve her sabah ömrümün kalanının ilk gününe doğarım. 
Her gece ne kadar sancılıysa yok oluşum, o kadar huzurlu olur sabaha doğuşum, sancısız, sükunetle her sabah yeni bir zihne doğarım.

12 Nisan 2016 Salı

Napoli Romanları serisi

Bazı günler kitapların etkisinden çıkmam zor oluyor. Kitap bittiğinde, düşsel bir bulutun puf diye kaybolduğunu ve atmosfere dağıldığını hissediyorum. Düşsel bulutun arkasında kalan şey ise gerçeklik. Daha doğrusu bizim adına gerçek dünya dediğimiz farklı bir düzlem. Bazı günler, ne okuyor olursam olayım, bir polisiye, bir aşk, bir kişisel gelişim ya da teorik bir öğreti kitabı fark etmez, bu düşsel bulut dağılması çok uzun sürüyor ve samimi olmak gerekirse, hiç bitmesin istiyorum.

Napoli Romanları serisi denen 4 cilt kitabı bitirdiğimde de benzer bir bulut tarafından uzunca bir süre sarmalandığımı fark ettim. 

8 Nisan 2016 Cuma

6 dakika: RUHUM

Babam telefon etti. Tahta bavulunu anlattığım yazıyı kahkahalarla okumuşlar sabah, paylaşmak istemiş. Sen nasıl yazıyorsun öyle dedi, nasıl zaman buluyorsun ve birkaç satır değil ki cidden uzun uzun yazıyorsun dedi. (Bir mühendisin, bir teknik adamın yazmaya yaklaşımını okudunuz:) )

Cevap veremedim. Cevap veremezsin. Yazmak yaşamsal ihtiyaçlarından biri ise, cevap veremezsin.

Yazmanın benim için bir terapi olduğunu unutmuşum. Bir süredir yazılarımın seyrekleştiğini ve değiştiğini fark eden sevgili Ahu’nun, “hayırdır, neyin var” diye sorduğu mailine cevap yazarken fark ettim. Önce yoğunluk, iş güç dedim ama ben bundan bile daha yoğun olduğum zamanlarda birkaç satır olsun yazmayı ihmal etmemiştim. Sonra fark ettim ki, gündem beni çok yaraladı, çok ağır geldi bana. Bombaların ardından bomba gibi düşen çocuk tecavüzlerinden çok etkilendim. Her zamankinden daha fazla. Bu ister istemez her şeyime, yazılarıma bile bir şekilde yansıdı.

Halbuki yazmak benim için terapi ve bu blog bir özgürlük alanı. Yazdıklarımın beğenilip beğenilmeyeceği kaygısını duymadan yazıyorum ve koyuyorum, beğenen payına düşeni alıyor, beğenmeyenin canı sağ oluyor. Galiba benim özgürlüğüm burada başlıyor, kimse için değil kendi iyiliğim için yazmakta başlıyor, en büyük özgürlük başkaları ne düşünür kaygısında sıyrılmakmış meğer.

5 Nisan 2016 Salı

Hangi nesil daha şanslı?

“On bir yaşımda elimde tahta bavul, ayağımda lastik ayakkabılarla İstanbul’a okumaya gittim, sene 1956…”

Babamı tanıyan herkes, hayatında en az bir defa bu cümleyi kendisinden duymuştur. Ben, defalarca… Ve sadece bu cümleyi değil, Beyoğlu’na takım elbisesiz çıkılmayan günleri, İnönü Stadında kaşar ekmek satarak maçları izlediğini de çok defalar dinledim. Hayatta en sevdiğim anılar, sanırım babamın İstanbul anılarıdır. "Eski zamanlar ne güzelmiş" dedirtir.

29 Mart 2016 Salı

Ne var ne yok?

Bizim yer cücesinin bu yılı antibiyotiksiz kapatacağına dair, kalbimin ıssız bir köşesinde, betondan fırlamış ot gibi yeşermeye çabalayan umudum, bir “kulağım biraz ağrıyor annem” cümlesiyle bin parçaya bölündü. Ateş ve ağrı nöbeti, saatlerin ileri alınmasına ulanarak uykusuz bir haftaya başlangıç yaptırdı, hayırlara vesile…

Arca’nın hastalanmasının İlker’in balığa çıkmasıyla yüzde binbeşyüz ilgisi var. En son ateşi kırklara çıktığında da balıktaydı, ateşe çevirmeyen fakat gecemi öksürüğe teslim eden o ne idüğü belirsiz hastalık zamanında da… Bu defa da İlker’in telefonundan rüzgar tahminlerine bakarak “tam balık havası” lafını mırıldandığını duyan mikroplar alarma geçti ve daha çocuk bir fırk burun çekmeden orta kulak enfeksiyonuna teslim oldu. GAG! (gençler bilmez, Gülse Birsel’in şeker gibi programı Garip ama Gerçek’in kısaltılmışı)

24 Mart 2016 Perşembe

10 Maddede gündemden kopma yolları

Şiştiniz mi? Al benden de o kadar. Hafta başından beri o facebook senin bu twitter benim, içim şişti yeminle. Bu kadar mı kötülük olur, bu kadar mı yobazlık sapıklık, pislik olur bir memlekette. En son çocuk tacizlerinin incelenmesinin meclise getirilmesi, akepe tarafından reddedilince bende asfalyaları attı. Kenardan dikiz usulü takip ettiğim mecralarda çok ağır küfürlerle trollere hedef olmamak için sükunetimi korumam, oralardan acilen uzaklaşmam lazım. Ve tabii hayata dönmek için gündemden kopmam lazım.

Neyse bacım, sadede gelelim. Günün çorbası blog hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak siz sevgili okuyanlarına bir süredir çıkmak için çırpınmakta olduğum gündemden kurtulma önerilerini sunuyor naçizane…

22 Mart 2016 Salı

kısa #15 : Kıyamet bu olsa gerek

Brüksel'de onlarca insanın canını aldı terör. Bizim istihbaratımıza b.k atıyorlar ya, yuh onlara, dört gün öncesinden uyardı bizim dünya liderimiz, patlar dedi, Brüksel çok mu farklı dedi, önlemlerini alsalardı. Ama kanımca kendi ülkesinin istihbaratını Almanya'dan öğrenen bir milletin liderine kulak asmadılar.

Güvenliğimizi Almanya'ya ne kadar borçluysak, adaletimizi de o kadar ABD'de arıyoruz. Allah biliyor ya, o rıza denen hırsız Türkiye'de yakalansaydı bu kadar sevinmezdim. Eh yani, üç güne kalmaz salınır, onu içeri atan savcı görevden alınırdı.

Savcıyı görevden almak deyince, Ensar vakfındaki tecavüz olaylarını yargıya taşıyan savcı görevden alınmış diye duydum. Sonra biz dünyaya sapıklığımızı şikayet ediyormuşuz diye ayıplanmışız, tabii ya kol kırılır yen içinde kalır değil mi? Hem bi' kereden bi'şeycik olmaz. Hayır bunu ben demiyorum, Aile Bakanı bir kadın diyor. Bak haberi de burada;

Hizmetleriyle gurur duydukları Ensar Vakfı’yla ilişkilendirilmek istenmesinin kötü niyetli insanların suistimali olduğunu savunan Bakan Ramazanoğlu, “Buna bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” dedi.

Zaman zaman düşünüyorum. Hep bu kadar korkunç muydu bu ülke? Hep sıkıntılar vardı ama bu kadar sapkınlık, bu kadar kötülük, bu kadar cahillik, pislik var mıydı yoksa biz mi daha bir farkında olmaya başladık? Devlet mensubu olmasını bırak, bir insan kırk beş çocuğun tecavüzünün ardından nasıl hala leş bir kurumu savunur? 

Kıyamet bu olsa gerek.

21 Mart 2016 Pazartesi

Ümitsiz vaka

“En çok hangi rengi seversin?” diye soruyor, “kırmızı” diyorum. Renkli yara bantlarının içinden arayıp kırmızıyı buluyor, gözleri parlıyor.

Parmağımı rendeye kaptırmışım, acıyor. Birlikte sarıyoruz parmağımı, güzel oldu diyor. Kapıda sarılıyoruz.

Sineklerin Tanrısı

Sineklerin Tanrısı’nı google’layınca çevirisini yapan Mina Urgan’ın “son söz”ü de dahil olmak üzere pek çok bilgi bulabilirsiniz. Simgesel bir kitaptır, son derece basit ve net bir şekilde bize, aslında en vahşi yaratık olduğumuzu çocukluğumuz üzerinden anlatır.

18 Mart 2016 Cuma

“Ben başıma gelen şeylerin sonucu değilim, ben, olmayı seçtiğim kişiyim.”

Hiç tanımadığımız ve belki de hiç yollarımızın kesişmeyeceği insanlarla ortak yanlarımızın olması çok ürkütücü değil mi?
Tornadan çıkmış gibiyiz.

Otuz yaş civarı plaza insanları hakkındaki gözlemlerini çok isabetli aktaran bir blog yazısını ortak paydaya alan o kadar çok insan vardı ki… Ben de dahil olmak üzere, birbirimizde bulduğumuz benzerliği yakınlığa dönüştürdük ama herkes o kadar yakın hissetti ki, kimse benzerliğin bu kadar üzerinde durmadı.

Gerilim filmlerini aratmayacak ürkütücülüğüyle hepimizin aynı olduğu gerçeği,  suratımıza tokat gibi çarparken, el yordamıyla kurduğumuz hayallerin bile birbirinin benzeri olmasına ne demeli?

Ne ara hayal gücümüzü elimizden aldılar acaba? Yaratıcılığımızı ne zaman yok ettiler ki, girdabın içinden çıkma çabalarımız bile bir örnek?

16 Mart 2016 Çarşamba

"So what?! You have robot, we have Allah!"

İzmir’deki havaalanında güvenlik kontrolünü teke düşüreli epey olmuştu. Dün sabah baktım, yine kapı girişine dizmişler. Unutmaya gayret etsen de, terör her yerde, kanıksaman için tüm evren el ele vermiş.

İstanbul’da metroya binerken belli belirsiz bir tereddüt geçti hissiyatımdan, sonra dedim ki; İzmir’de her gün en az iki defa biniyorsun hem de en işlek duraklarından, tırsacaksan her gün tırs. Hatta artık her gün kocanla evladınla helalleş.

İşe gitmek var dönmek yok…

10 Mart 2016 Perşembe

Kimle yemeğe çıkmak isterdiniz?

Sosyal paylaşım siteleri her zaman tukaka değil. Mesela facebook’ta çok güzel makaleler çok iyi videolar bulma şansınız olabiliyor. Geçen akşam bir video izledim. Bir araştırma için sanırım, katılımcılara “ölmüş veya yaşayan herhangi biriyle yemek yeme fırsatı verilse, kimi seçerdiniz?” diye soruyorlar.

9 Mart 2016 Çarşamba

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.23

 Az sonra yazacaklarımın benim entelektüel kişiliğimle uzaktan yakından ilgisi yoktur, tamamen salaklığımla ilgisi vardır, kayıtlara böyle geçsin lütfen.

Bendeniz kitap okumayı pek severim, sanırım burayı okuyan herkes bilir. Kitaplardan yazarlardan edebiyattan sohbet etmeyi de pek severim. Güya tanırım da hani yazarları…

Sanıyordum. Pabucumun enteli!

Vicdanın sesi radyosu

Bazı günler Arca ile anlaşmak imkansız oluyor. Defalarca yapmaması konusunda uyarmış olduğumuz bir şeyi inadına gibi yapabiliyor. Bazen de ben müthiş gergin ve sabırsız oluyorum ve herkes gibi Arca da bana sürekli batıyor. Geçenlerde bir cumartesi ateşlendi ve evden çıkmamaya karar verdik. Meğer ben bu cüceyi kurs kapılarında beklemekten hoşnutmuşum. Eh yani kim kitap okuyup kahve içmek istemez? Kim kendi ile baş başa kalmak istemez?

O gün onunla evde tıkılı kalma psikolojisinden nefret ettim. Bir de üstüne “birlikte zaman geçirelim” demez mi? Çocuk sanki sülaleme küfretmiş gibi bir başladım bağırmaya: “ben senin arkadaşın mıyım? Benim canım oynamak filan istemiyor”, “bıktım, yoruldum, sıkıldım, beni rahat bırakın” bunlar hatırladıklarım. Bir de kim bilir hatırlamadığım neler var. Kendimi tuvalete kapattım ve Arca’nın beni merak etmesine yetecek bir süre orada kaldım.

8 Mart 2016 Salı

kutlama?

Günün anlam ve önemine istinaden bir "Dünya Emekçi Kadınlar günü" yazısı patlatmalıydım.
Ne yazsam diye düşündüm. Karşıyaka belediyesinin #sanane afişlerini mi, bunları üzerine alınıp çatanları mı, neyi anlatsam dedim. Bir tarafta bir günlüğüne çiçek böcek muhabbetleri bir tarafta daha eşitlikçi kutlama mesajları…

Arkama dayandım ve baktım.

3 Mart 2016 Perşembe

Bok mu yiyelim?!

Haftada bir pazara gitmezsem kendimi eksik hissediyorum. İlla gideceğim, tanıdık tezgahlardan hem alışveriş yapacağım hem sohbet edeceğim satıcılarla. Geçenlerde bizim Üçkuyular pazarının son günleriymiş diye yerel bir gazetede okuyunca soluğu Göztepeli patates soğancı abide aldım. Nasıl ki Göztepenin oyuncularını biliyor, maçlarını portatif radyosundan takip ediyor, bizim mahallenin insanı, bu olayı da bilse bilse o bilir dedim. Yanılmamışım. Biliyormuş. Yanılmışım daha onlara çık diyen yokmuş. Belediye başkanı ulaştırma bakanıyla konuşup birkaç alternatif yerden birini ayarlayacakmış bizim pazara. O Binali bizim hayrımıza pek bir şey yapmaz ya – defalardır seçmiyoruz o da haklı bir yerde – neyse… umudumuzu yitirmedik. 

2 Mart 2016 Çarşamba

Yaşlanmak

Bir gün “estetik ameliyata gidiyorum” ya da “botox yaptırmaya karar verdim” gibi cümleler duyarsanız benden, bu yazıyı koyun önüme, ciddiyim.

Benim yüzümde, özellikle de göz çevremde çok fazla kırışıklık var. Yaşıtlarımdan daha fazla. Eh ben çok gülümseyen, mimiklerini çok kullanan birisiyim. Sonra açık tenliyim ve cildim kuru. Yani benim göz çevrem kırışmayacak da seninki mi kırışacak? Yok, vallahi bırakmam!

Kozmetiğe çok para harcamadım (harcayamadım) ama cildimi de nemsiz bırakmadım Allah için. Zaten yakın çevremden son on senedir uyarı alıp duruyorum, “cildin çok kırışacak, çok çabuk yaşlanacaksın…” İyi de ne yapayım? Genetik olsun, mimik olsun hep aleyhime çalışıyor, şerefsizler! 

1 Mart 2016 Salı

Tohum

İğne oyalarının, saten yorganların yanı sıra eskiden köy yerinde kızların çeyizlerine tohum koyarlarmış, ya da çiçek soğanı. Annemin çeyizinden kalma zıpçıktılarınhikayesini anlatmıştım. O tohumlardan tohumlar üretilir, yüzlerce yıl boyunca sürdürülebilir bir gıda temini sağlanırmış.

“Mış” diyorum çünkü artık böyle bir şey yok!

29 Şubat 2016 Pazartesi

Şubat biter, Mart gelirken...

Şubat biterken…

Ne yaptım değil, ne yapmadım diyeceğim…

Mesela hala yılbaşı ağacını kaldırmadım. Arca’nın yoğun muhalefeti normalde bana sökmez ama işte serde tembellik olunca…

Sonra hala bisikleti bakıma alamadım. Halbuki nefis bir hava var. Henüz işe gidip gelirken kullanmak için erken olsa da bir Pazar günü sahilde turlayabilmeliyim. Zira bizim evin erkekleri Pazar günleri zinhar dışarı çıkmıyorlar. Bense bir pazara gidip geliyorum, biraz da bisikletle gezsem fena mı olur?

Kilo veremedim, hatta üstüne aldım. Bu vakitler yıllık olağan “kilo vermeliyim, yaza şurda ne kaldı” gündemini çoktan yakalamalıydım. Hafta içi evden ofise götürdüğüm ev yemekleri, ultra hareketli bünyem ve mümkün mertebe sağlıklı beslenme ile en azından kilomu korurum diyordum ama hafta sonu içilen biralar bana yol su elektrik göt ve göbek olarak geri döndü. Kaç kilo fazlam olduğunu bile bilmiyorum zira hayatımda ilk defa tartıya çıkmaya korkuyorum.

Dinlenemedim. Katiyen! Hemen her hafta şehir dışı (hatta bazen haftada iki) ve ev işleri sebebi ile hiç dinlenemedim.

27 Şubat 2016 Cumartesi

Dumur diyalog #156

Okuldan geldiğinde babasıyla ödev konusunu konuşuyorlar.
İ: Bugün ödev var mı?
A: Okuma ödevi var.
İ: aa matematik veya yazma ödevi yok mu? Onlar eğlenceli oluyor.
A: Bir şikayetin varsa öğretmenimize iletebilirsin.

21 Şubat 2016 Pazar

Sevdiğin işi yapmak çözüm mü?

Birkaç yıl önceydi, çocuktan sonra iş hayatını bırakan tanıdığımın hobisi olan el sanatlarını iyice ilerlettiğini ve artık işi haline getirdiğini İlker’e anlatıyordum. Ne güzel, diyordum, ne şanslı, hobisini işi haline getirdi. İlker benimle aynı fikirde değildi. Hobini işe dönüştürmenin artık onu hobi olmaktan çıkaran bir bedeli olduğunu söyledi. İş iştir, hobi hobidir. Hobin işe dönüşürse artık hobin olduğu zamanlardaki kadar sevemeyebilirsin, çünkü artık parasal bir çıkar işin içine girmiştir. Yani uzun lafın kısası, özgünlüğün gider. Dememişti ama böyle demek istemişti. 

Muhteremin kesin sınırlarını seviyorum. Ama o gün, hayallere dalmış olduğumdan mıdır, tanıdığım adına heyecan duyduğumdan mıdır bilinmez, bu düşüncesini sevmemiştim.

“Sevdiğin işi yaparsan, ömür boyu çalışmak zorunda kalmazsın” dayatmasının tam tersi bir düşünce.

20 Şubat 2016 Cumartesi

Kitap yorumu: Napoli Romanları serisi

Bu ara kendimi deli gibi okumaya verdiğimi kabul ediyorum.
Aslında kafa yorucu veya edebi yoğunluğu fazla olan kitaplar değil bunlar. Özellikle de Napoli romanları serisi. Şimdilerde çok satanlar listesinde olan “Benim olağanüstü arkadaşım”, “yeni soyadının hikayesi”, “terk edenler ve kalanlar” sırasıyla dört cildin ilk üçü.
An itibariyle üçüncüyü okuyorum.

Şık ve Kullanışlı Mutfak Takımları

Masa ve sandalye seçimi mutfak dekorasyonu için oldukça önemlidir. Mutfağınızda şık bir görünüm

yaratmak, yemek yediğiniz ve misafirleri ağırladığınız yere estetik bir görünüm kazandırmak için doğru

masa ve sandalye takımlarını seçmeniz gerekir. Bu seçimi kendi zevkinize veya mutfağın genel

dekorasyonuna uygun bir biçimde yaparak şık bir uyum yaratabilirsiniz.

Masa ve sandalye seçiminde görsellik kadar malzeme kalitesine de dikkat etmeniz gerekir. Mutfakta

kullandığınız malzemelerin küflenme, çürüme, paslanma gibi deformasyonlara uğramaması sağlığınız

açısından son derece önemlidir. Ayrıca yemek yediğiniz yüzeylerin kolay temizlenebilir olmasına da önem

vermeniz gerekir. Bu bakımdan mutfağınız için sandalye ve masa alırken tercih ettiğiniz mağazaya dikkat

etmelisiniz.

Türkiye’nin ilk ev dekorasyonu sitesi olan Evmanya’nın kataloglarında mutfak dekorasyonu için harika

ürünler bulunuyor. Site üzerinden mutfak için masa ve sandalyeye ulaşabilir ve zevkinize uygun,

kullanışlı sandalye takımları bulabilirsiniz. Firma kataloglarında klasik yemek odası takımlarından minimal

ve modern bir şekilde dizayn edilmiş takımlara kadar birçok mobilya takımı yer almaktadır.

Evmanya’da bulacağınız yemek masası takımları mutfağınızda olduğu kadar balkon, teras, salon gibi

alanlarda da şık bir görünüm yaratacaktır. Eğer yemek masası takımlarınızı yalnızca çeşitli öğünlerde veya

misafir ağırlarken kullanmak istiyorsanız açılır-kapanır masaları ve üst üste konulabilen sandalyeleri tercih

edebilirsiniz. Bu eşyalar kullanılmadıkları zaman yer kaplamayacak şekilde tasarlanmıştır.

Yemek masası takımları seçerken görsellik kadar dikkat etmeniz gereken bazı unsurlar bulunuyor.

Öncelikle besin konulan yüzeylerin kolay temizlenebilir olması gerekir. Ayrıca küflenme, çürüme,

paslanma gibi dezenformasyonlar gerçekleşmemelidir. Evmanya tarafından satışa sunulan yemek masası

takımlarının tamamı kaliteli malzemeden imal edilmekte ve hijyenik bir kullanım olanağı sağlamaktadır.

Firma katalogları üzerinden mutfak için masa ve sandalyeye ulaşabilir ve onları güvenle kullanabilirsiniz.

Farklı zevklere hitap eden eşya takımlarıyla bilinen Evmanya, birbirinden güzel yemek masası takımlarını

beğeninize sunuyor. Yapmanız gereken tek şey beğendiğiniz ürünü internet üzerinden seçmek ve sipariş

vermek. Satın aldığınız ürün veya ürün takımı kısa sürede adresinize ulaştırılacaktır. Evmanya kalitesinden

memnun kalacağınızdan emin olabilirsiniz.

19 Şubat 2016 Cuma

geldiği gibi

Akşam Arca uyuduktan sonra kahve yaptım, İlker kendisi için kaydettiğim Poyraz Karayel dizisini izlerken ben de Napoli Romanları serisinin üçüncüsünü okuyordum. Televizyon açıkken bile okunabilen kitapları seviyorum.

Elena’nın var olma çabasını okumak beni kendi gerçeğimle yüzleştirdi. Birinin annesi ve birinin eşi olmak için mi okuyor, kendimizi yetiştiriyorduk? Neden hiçbir erkek birinin babası ve birinin eşi olmuyordu da bu birinin bir şeysi olma sorgulamasını biz yükleniyorduk?