30 Ekim 2015 Cuma

Kitap yorumu: Bir Dönem İki Kadın

Bazı akşamlar Arca’ya kitap okurken uyuyakalıyorum. Vücut bazen tempoya ayak uyduramıyor. Sabaha kadar uyusam sorun değil, beni birkaç gün idare eder, ama bazen uyanıveriyorum. Hadi tuvalete gideyim, hadi kapıya torba asayım, sabah Mehmet abi ekmek süt getiriversin, derken uykum kaçıyor. İşte o sakat!
Bir dönem iki kadın

Yine bir gün uykum kaçmışken kitap okuyayım bari dedim. Pavese’nin “Yalnız Kadınlar Arasında” romanına o gün başlamıştım ama kitabı bir türlü bulamadım. Araya kitap sokacaksan ya öykü, ya deneme olacak ki, bulduğunda diğerine devam edebilesin. Kitaplığı karıştırırken “Bir dönem iki kadın”a rastladım. Bir sayfa bir sayfa daha derken uykum iyice kaçtı ama kitaba da hayran kaldım. Hani öyle araya al, biraz oku, bırak sonra tekrar alırsın eline tarzı bir kitap değil. Ben elimden bırakamadım ki, tekrar elime alayım…

Ekim biterken...

“Uzun zamandır buralara uğramamıştım…” cümlesiyle başlayan blog yazısı gördüm mü, tıklamıyorum, gönül koyuyorum sitem ediyorum kendimce. Hani öylesine yazmakla başla işte diyorum, gerisi gelir diyorum. O yüzden bir haftadır yazmadığımdan, hatta bir haftadır, yazmadığımı bile yeni fark etmiş olduğumdan bahsetmeyeceğim (hayır hayır bak bahsetmiyorum puhahahah)

Biz blogla eski dostlar gibiyiz, hani senelerce görmezsin, haberleşemezsin ama bir araya geldiğinde sanki dün ayrılmışçasına kaldığın yerden devam edersin - ki dostluk işte tam da budur – benim blogla olayım da o hesap.

Neyse şükür kavuşturana…

Ekim tam da tahmin ettiğim gibi yoğunluklarıyla geldi, geçti ve hiç tahmin etmediğim gibi üzüntüler getirdi. Belki de bu yüzden ben çok içime kapandım. En azından sosyal medyaya fazla bulaşmadım. Ve okudum, çok okudum. Ekim bitmeden beş kitap bitirmiş, bir başucu kitabından da bölümler okumuştum bile. Edebiyat olmasa nasıl dayanırdık yeryüzüne, değil mi Tezer’im:)

Şöyle bir dönüp baktım da Ekim bana büyük üzüntülerle başa çıkmaya çalışan insanlara saygı duymayı, kıyısından köşesinden empati kurmayı öğretti.

23 Ekim 2015 Cuma

Çığlık

İlişkilerde çalkantıyı sevmem. Öyle inişli çıkışlı, şiddetli insan ilişkileri bana göre değil. Mantıksızlıklar, gelgitler, dengemi bozan çıkışlarla baş edemem. Polemik sevmiyorum, kavga gürültü, yok almayayım kalsın.

21 Ekim 2015 Çarşamba

Bir kontrol manyağından ahkam kesme yazısı

Çalışırken bir arkadaşım telefon etti, bilmem ne projesi için özel fiyat almış mıydın diye sordu. Bir anda resetlendim ve hemen cevap veremedim. Halbuki ben o projeyi diğerleriyle birleştirmiş, daha iyi fiyat alabilmek için üreticiye ne diller dökmüştüm. Bunlar bir anda aklıma gelmedi, halbuki defterime bile tek tek not almıştım. Halbuki…

Konuya hakimiyet sıfır, otur! Aslında bunu da diyemem, çünkü konuya hakimim, notlarıma bir bakınca tüm çalışma film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden ama o ilk anda araba farı görmüş tavşan halimi üzerimden atamadım. Böyle oluyor. Aslında yapıyorum ama bitirince rafa kaldırıp unutuyorum. Her şey için notlarıma bakmam lazım. Bu kafa yorgunluğunun unutkanlığın çözümü ne? Bilmiyorum. B12 vitamini?

Sadece iş değil. Ben artık özel hayatımda da not almadan hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Hemen her gün öğlen yemeğinden sonra defterimi açıp başlıyorum yazmaya;

BUGÜN YAPILACAKLAR

19 Ekim 2015 Pazartesi

Kahkaha atmak ister misiniz?

Bu ara hafta sonları acayip bir maraton halinde geçiyor.
Cumartesi sabah, piyano dersine gidiyoruz. Arca, kavramada iyi, tekrar ve evde pekiştirmede kötü bir öğrenci. Böyle giderse, yakında zorlanacak. Olsun, anın tadını çıkarıyor, piyanoyu sevdiğini söylüyor, ne yapalım bir Fazıl Say da yetiştirmeyiverelim :)

Piyanodan çıkıp basketbol kursuna gidiyoruz, gör dötüm yollar!

Benim vakti zamanında “ay çocuklara boş zaman bırakın, bırakınız sıkılsınlar, ay o kurs senin bu kurs benim gezdiriyor musunuz, bıyyy iğrençsiniz” çerçevesinde dönen sayıklamalarımı (ne sayıklaması yav çarşaf çarşaf yazmışım, inkar edersem suratıma tükür:P) hatırlayanlara, peşinen söyleyeyim, annelik macerasında yaladığım ilk tükürük bu değil. Ben daha neler yaladım. Zaten artık yalama olduğum için hiç de utanmıyorum, çocuk gideceğim diyor ayol ben n’apayım?

Laf aramızda Legoya da gitmek istedi, artık çüş dedik. Basketbol için şikayet ettiğime bakma, - anaokulundaki psikolog da bu yıl sınıf öğretmeni de çok ama çok hareketli olan Arca’nın enerjisini atması gerektiğini vurgulamışlardı – benim de aslında seçmesi hoşuma gitti. Zira Arca bu yaz aşırı kilo aldı, sonra lego, satranç, piyano, puzzle, resim gibi umumiyetle fiziksel aktivitesi kısıtlı ilgi alanları var. Biraz hareket, sınıftaki hareketliliğini de sönümler diye düşünüyordum.

Lafı dolandırmanın manası yok, kurslara bıkbıklıyordum, şimdi kendim elimle götürüp getiriyorum, bahaneler, kınamalar, tuh rezil kadın, bıkbıklayacağına önce kendi çocuğuna serbest zaman ver diyenler, diyeceklerini dedilerse, dağılabiliriz.

Yok dur dağılmayalım, daha anlatacaklarım var.

16 Ekim 2015 Cuma

Ev düzeni nasıl gidiyor? Merak edenlere…

Evi derleme toparlama günleriydi. Taşınacaktık, yılların çöpü, kullanılmayanları, istifi evdeydi. Taşınmak, arınmak ve sadeleşmek için iyi bir vesile. İlker’in her şeyi attığını, benimse arkasından çöpleri eşeleyip geri tıktığımı anlattığım yazımı okuyunca, Özlem bir mesaj attı ve hayatını değiştiren bir kitabı önerdi. Türkçesi var mı bilmiyordu, neyse ki vardı. Bir kitabın, özellikle de kişisel gelişim vaat eden bir kitabın bir insanın hayatını değiştirmesi fikri biraz iddialı gelmiş olsa da kitabı hemen sipariş ettim. Çünkü ben kitap tavsiyelerine asla hayır diyemem. İyi ki de görmezden gelmeyi seçmemişim. İyi ki de kitabı alıp hemen okumuşum.

Zaten uzun uzun öncesini sonrasını anlatmıştım. Kitabın en önemli kısmının “atmak” olduğundan ve tek tek neler yaptığımdan bahsetmiştim.

Peki sonra ne oldu? Artık düzenli miyim? Marie Kondo’nun yöntemlerini uyguladıktan sonra devam ettirebildim mi? Şimdi durum ne? … Diye merak edenler için gelsin bu yazı. Merak etmeyenler ekranın sağ üst köşesindeki çarpı işaretini tıklamak suretiyle aramızdan ayrılabilir, kalanlarla devam edelim:

15 Ekim 2015 Perşembe

Yorgunuz lan biz!

Sadece benim sanıyordum, yanılıyormuşum.

Geçen gün Arca’nın okulunda bir veli öğretmen görüşmesi vardı. Randevu saati ne akşamüzeri ne sabah, günün ofise git gel yapılmayacak kadar kötü bir zamanı. Sabahtan yarım gün yıllık izin aldım. Arca’yı uğurladık. Yıllardır ilk defa sabah çayımı bitirebildim, hatta ikinciyi içtim. Kahvaltıdan sonra giyinmek için kalkar, yanıma da çay bardağımı alırım, bir odadan diğerine elimde çay bardağıyla dolanırım. O bardaktaki o çay hiç bitmez. Genellikle de evin girişindeki sehpaya bırakır, çıkarım. Her akşam eve geldiğimde o yarısı dolu çay bardağı karşılar beni ve ben her sabah şu çayımı da bir keyifle içeyim de öyle çıkayım diye söz veririm kendime, nafile bir çaba…

14 Ekim 2015 Çarşamba

Yeryüzüne dayanabilmek için

İnsan eli eteğini dünyadan çekmek istiyor. İçine kapanmak ve içinde yaşamak. Kabuğundan bir koza örmek ve küçük kozasına kimseleri davet etmemek istiyor. Bu zamanlar, işte o zamanlar…

Dış etkenlerden korumak istiyor insan kendini. Çünkü insan en çok kendini sever, sevmelidir de... En basitinden, twitter’da okuduğun bir şeyden, mesela başbakanın ellerinde canlı bomba listesi olduğunu ve hiçbir şey yapmadıklarını söylediğini okumaktan, ya da kafan dağılsın diye izlediğin bir maçın seyircilerinin insanlık dışı saygısızlığından korunmak istiyorsun ama işte bir şekilde gündem yine seni gelip buluyor, bir haberin satırlarında, televizyondan gelen bir küçük seste buluyor.

Kaçacak delik yok.

Tezer Özlü’ye “neden edebiyat?” diye sormuşlar, “yeryüzüne dayanabilmek için” demiş.

12 Ekim 2015 Pazartesi

Ters ışık

Fotoğrafçılıkta ters ışık diye bir terim vardır. Işık konunun/kişinin arkasındadır ve sen onun fotoğrafını çektiğinde bir gölgeyi fotoğraflamış olursun. Ne mimik görünür, ne detayları profilin. Bugünler ters ışık gibi her şey. Ana hatlarıyla orada bir çocuk, bir kayık, bir insan olduğunu görüyorsun ama detayları göremiyorsun, sır gibi… Kayığın rengi, insanın gülümseyip gülümsemediği sır.

Günümüz, günlerimiz artık tebessümden uzak.

Daha geçen gülümseyebilecek şeylerin olmasına seviniyordum, pollyannanın izmir şubesiyim! Bugün nereye dönüp baksam kalbim sıkışıyor.

Acıkıyorum, içim acıyor, çocuğuma bakıyorum, gözlerim doluyor. Metroya binerken korkuyorum. Sabah birimizin başına bir şey gelecekse, bari ikimizden biri çocuğumuz için sağ kalalım diye dua ederken buldum kendimi. Korku, isyan, üzüntü her yerde, en çok da içimizde.

Işık ne zaman günlerimizin yüzüne vuracak?


9 Ekim 2015 Cuma

Dumur diyalog #149 : Ödev özel

Ödevlerin en sevmediği kısmı boyama. İllet oluyor.
Ödev kağıtlarının sonunda çocuğun kendini değerlendirmesi var. Bunu seviyorum. 
İki kutucuk koyuyorlar, birinde "beğendim" diğerinde "daha iyisini yapabilirim" yazıyor. Çocuk ödevini yaptıktan sonra kendi kendisini değerlendiriyor.
(Arca daha ödevi yapmadan "beğendim" kutucuğunu seçiyor:P Özgüven tavan!)

8 Ekim 2015 Perşembe

Gülümsemek için güzel bir gün

Akşam çok erken yattım. Daha doğrusu Arca ile birlikte uyumuşum, sonra beni bekleyen ütüleri bildiğimden salona gittim ama uyanamıyorum bir türlü. Kendime çektirdiğim işkencenin farkına varan İlker, yatağıma yatmamı tavsiye etti. Demek ondan gelecek bir teşvike ihtiyacım varmış, girdim yatağa, uyumuşum. Uyur uyumaz da bir rüya gördüm. Keçi sürüsü ve dışkılayan, dışkılayınca mutlu mutlu gülümseyen keçiler. Derhal rüya tabirleri sitelerini açtım, pek rahatlayacağıma delalet edermiş. Aman iyi… Uyumaya devam.

Sabahın altısında kalktım tabii. Üzerimde üç gündür banyo yapmamış insanların pisliği var. Normal çünkü üç gündür banyo yapmadım. Keçi pislikleri gece rüyama girerek bana bir mesaj mı veriyordu acaba? Ütüler sorun değil de Arca’ya söz verdiğim keki de yapmadım, o fena.

Kısa #9: Gülümsemek

Bazı günler kötü geçer. İşler yolunda gitmez bazen. Dün mesela, sabah ofise gittiğimde hiç keyfim yoktu. Hatta tüm gün kendimi çok gereksiz hissettim. Bir türlü motive edemedim kendimi. Birkaç iş hallettim, bir tanesi süründü elimde. Diyorum ya keyifsizdi! İnsan bir işe yaradığını, bir şeyleri hallettiğini, tamamladığını hissettiğinde kendi de tamamlanmış gibi oluyor. Neyse ki evde tamamlanmayı bekleyen işler vardı. Sabahtan ıslatılmış nohut ile çözdürülmüş etten ertesi güne yemek yapılacaktı. Ütüler vardı, İlker’in ve Arca’nın t-shirtleri…

Dumur Diyalog #148

Okulda hafta sonu kurslarına kayıtlar başlar. Arca uzun bir süre basketbol ve lego arasında kararsız kalır. Fikir sürekli değişir, karar verme sürecinde bir gün:
A: Basketboldan vazgeçtim.
Y: Neden?

7 Ekim 2015 Çarşamba

antikapitalist monologlar

Çok değil, bundan otuz yıl önce hazır giyim bugünkü kadar yaygın değildi. Özellikle çocuklar için. Annem dikerdi giysilerimizi, ablandan küçülenler zaten sana kalır… Hatta hiç unutmam, anneannemlerin Akhisar’da Hashoca mahallesindeki müstakil evinin sokağında bir komşuları vardı. Evinin bodrum katında örme tezgahı vardı ailenin ve hazır triko gibi birer hırka ördürülmüştü bize orada. Belinin arkasında kuşak olan, yakalı, kırmızı nefis bir hırka. O kadar şanslıydım ki, kendimize ait olanlar küçülünce bir süre daha ablamdan kalanı da giymiştim. Annem yakasına üç tane inci işlemişti, çok zarifti. O hırkalarda kimselerde yoktu, özeldi. Üniversite yıllarına kadar annem bana elbiseler, bluzler dikmeye devam etti. Sonra konfeksiyon git gide ucuzlamaya başladı, ulaşılabilir, erişilebilir oldu. Bugün büyük mağaza zincirlerinin hemen hepsi çocuk koleksiyonu bile çıkarıyor. Ama ne var ki, herkes birbirinin aynı giyinir oldu. Partilerde pişti olursun ya hani, benim öyle birkaç entarim var, metroda bile pişti oluyorum.

Saçında Gün Işığı

... Vücudunu kıza göre konumlandırdı. Başı hafif öne eğik, eli kızın yüzünü güneşten korumak için aralarında bir gölgelik oluşturuyor. Nafile bir jest. Sadece sessizlik. Kızın saçında gün ışığı...

Kitabın son satırları…

Bayılırım bir filmin ya da kitabın sonunu söylemeye. Evet pisliğim biliyorum. Ya da şöyle kıvırayım; “mühim olan süreç, sonucun önemi yok, okumanın tadına varmak için sonunu bilmemeye ihtiyaç yok..”

Tamam, boş ver. Yukarıdaki satırlar kitap hakkında hiçbir ön bilgi vermiyor. Cümleten sinirlerimiz yatışabilir. Alıntılamaktan hoşlandığım birkaç cümleyi de yazmış olabilirdim. Ama en hoşuma giden cümleyi yazar sona bırakmış, elden ne gelir:)

6 Ekim 2015 Salı

kısa #8 : İran'laşıyor muyuz?

Yıllar önce henüz Türkiye’nin İran’a dönüşeceğine ihtimal vermediğimiz zamanlarda İran’lı bir arkadaşım vardı: Salome. Öğrenci değişimi programı ile staj için İstanbul’a gelmişti, bizim yurtta kalıyordu. Anneannesi azeriydi ve çok iyi bir Türkçesi vardı. İran’lıydı fakat islami devrimden önce ailesi Avusturya’ya kaçmıştı, yani aslında Salome orada doğmuştu ve Avusturya vatandaşıydı. Mimarlık okuyordu, stajı bitince İran’a akrabalarını ziyarete gidecekti. Bize orada giyeceği çarşafı göstermişti, tüylerim diken diken olmuştu. Bir de çok ince olduğunu hatırlıyorum, içini gösterecek kadar ince. Işık vurdu mu içini gösteriyor zaten demişti, ama bunu giymek şart.

2 Ekim 2015 Cuma

Ekim'de neler yapmalı?

Ekim bizim buralarda sonbaharın yeni yeni hissedildiği ay. Geçen hafta denize girdik yav:) İlk defa bu hafta sabah üzerime bir hırka aldım. Ekim tam da artık “sonbahar geldi” dediğimiz ay…

Düzen kışa kayınca, ister istemez yapılacaklar listesi de kabarıyor. Özellikle yazdan erteleneneler. Ekim’de ne yapmalı diye liste çıkarırken bir de baktım, ucu bucağı görünmüyor. Önce haftalara böldüm sonra da lokma lokma günlere, bitecek gibi değil!

1 Ekim 2015 Perşembe

Dizi

Akşam maç izlemeye Zeyneplere gitmiştik, gitmişken pideleri üzerine mis gibi kahveleri götürdük, İlkerle Tufan maç izler, Arca ile Poyraz oynarken biz de Zeyneple oturduk, sohbet ediyoruz, televizyon da açık. Poyraz Karayel diye bir dizinin geçen bölümünün özeti vardı. Hani Tutunamayanlar’a “Poyrazcığım Karayel” şeklinde, bokunu çıkarırcasına gönderme yapan dizi. Merak ediyorum, kaç kişi anladı o göndermeyi ve kaç kişi merak edip de Tutunamayanları okudu sonrasında? Yoksa sadece dizi ekibinin “müthiş enteliz” mesajı mıydı göze sokulan? Sahi neydi?

30 Eylül 2015 Çarşamba

Eylül biterken…

Her ay bir şeyler karalamalı aslında. Dönüp geriye bakmalı, neler yaptık, önümüzdeki ay neler yapsak? Sahildeki ev diye bir blog var, nefis fotoğrafları için tıklıyorum, her ay neler yapmalı diye aldığı notları okuyorum. Çok başka çok keyifli bir emeklilik hayatı, içimi açıyor. Sonra bugün Gülçin yazmış, eylülden neler öğrendiğini anlatmış. İki fikri harmanlamış gibi oldum. Hayır, challenge değil, o işi elime yüzüme bulaştırdım ben! Olsun, boyumdan büyük işlere kalkışmamayı da öğreniyorum böylece, bahane yok.

Eylül, çok büyük değişikliklerle geçti. Taşınma, Arca’nın okula başlaması, bakıcısız/yardımcısız bir hayatla tanışma, yeni düzeni oturtmayla geçti.

Ben bu eylül en çok organizasyonu öğrendim, organize olabildiğinde, iyi ve uygulanabilir bir plan yaptığında işlerin tıkırında gittiğini fark ettim. Haftalık menü, alışveriş, çamaşır, ütü… Hepsini detaylıca planlarsan bir şekilde halloluyor. İlk zamanlar her işi tek günde yapmaya kasıyordum. Artık öyle değil, bugün ütü ise, yarın iki kap yemek…

Eylülde biraz daha düzenli olmayı öğrendim. (yani bence:P) Marie Kondo’nun kitabında öğrendiklerimi hayata adapte etmeyi başardım. Aldığımı yerine koymaya, fazla eşya ile evi doldurmamaya, kısacası sadeleşmeyi evin her köşesinde uygulamaya dikkat ediyorum. Olacak bence olacak…

Eylül bu yoğunluğun arasında bence okumaktan yana verimsiz geçti. Sema Kaygusuz’dan Barbarın Kahkahası’nı, Murat Menteş’ten Ruhi Mücerret’i okumuşum. Ve yazın ilk cildini bitirdiğim Don Quijote’nin ikinci cildi. Kitap kulübü okuması olmasa bitirmeye bu kadar kasar mıydım bilmiyorum. Aslında keyifli de gidiyor ama sanırım çok uzadı.

Kitap kulübünün atölyesi müthişti, Sıla ve Efe bize unutamayacağımız harika bir akşam yaşattılar. Tüm detayları anlatmak için beş saat kadar süren bu gerçek atölye deneyimini iple çekiyorum, umarım ayarlayabiliriz. Kulüpte Eylül ayının kitabı “Renklerden Moru” idi. Ertesi gün İstanbula gidecek olmasam sabaha kadar konuşurdum kitaptan, yazık ki benim için o akşam çabuk bitti.

Arca okuluna alıştı gibi. Arkadaşlarından ve öğretmeninden bahsederken gözleri gülüyor. Galiba o da Eylül’de en çok görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyi öğrendi. İlker’le akşamüzeri programlarına uyuyor, erken yatmaya arıza çıkarsa da ödevlerini bitirmeye gayret ediyor. Çabasının hayranıyım. Aramızda inişli çıkışlı bir ilişki var, eylül biterken tüm ay bizi sarsan çatışmaları da bitiririz umarım.

Arca piyano derslerine yeniden başladı bu ay. Tüm yaz çalışmadığı için bocalıyor ve korktuğum gibi soğuma emareleri gösteriyor. Evde çalışmaya direniyor, hep müzik okulunda çalışacakmış, evde piyano çalmak hiç eğlenceli değilmiş, oldu, her akşam oraya götürelim seni:P

Eylülün en güzel kazanımlarından biri kalamar tavayı sonunda adam akıllı yapmayı başarmak (yumuşacık ve lokantalarda yediğimiz gibi) bir de tarator sosunda ustalaşmak oldu. Bir ara tarifini vereyim.

Ve sonunda kuaföre gidebildim! Bu çok mühim bir haber zira en son aylar önce gitmiştim, röflemin diplerinin çıkmasını bırak diplerim güneşten bile açılmıştı:) Sık sık kuaföre gitmeyi gerektirecek (röfle, kesim) bir saç modeline sahip biri için kuaföre gitmekten nefret etmek nasıl bir çelişkidir!

Eylül yeni bir mevsimle beraber, yeni bir düzeni, yeni bir yaşamı da beraberinde getirdi, giderken bize Ekim’i bırakıyor.

Peki, Ekim’de ne yapmalı?

O da başka bir posta kalsın:)

28 Eylül 2015 Pazartesi

Ben sana doyamadım doysun sarı yapraklar

Tekneyi çıkardılar denizden, römorka bağladılar, temizlediler, İlkerle Emre. Epey uğraştılar. İşleri bitince Emreler gitti, biz de toparlandık, çıktık yola. Arca daha Zeytinler kavşağını göremeden uyumuştu. Sağımdan akan yolu ve rüzgâr türbinlerini seyrediyorum, aklıma Don Quijote ve yel değirmenleri geliyor. İki cilt öyle uzun sürdü ki serüvenleri, sanırsın Don Quijote bizim uzaktan enişte. Kanımca çocuklar için olan versiyonda yel değirmenleri serüvenine kadar yazılmış, gerisi atlanmış. Yel değirmenlerinin üzerine 700 sayfa okudum hala bitmedi. 

Ben buralarda yokken…

Gerçek dünyadaydım. 

Gerçek dünya, Arca’nın okula başlayıp iki gün sonra 9 Eylül (sahi bizim zamanımızda İzmir'in kurtuluşu tatil değildi) tatili, iki hafta sonra da kurban bayramı tatili ile okul hayatını azıcık kokladığımız amma velakin bir türlü içine giremediğimiz dünyaydı. Bugün tam anlamıyla girdik.

Gerçek dünyada okullar var. Allah biliyor ya, yaz tatilinin uzatılmasına öğrenciler kadar sevinen bir turizm bakanlığı, bir bu kararı tek başına almanın verdiği haklı gurur yüzünden okunan başbakan bir de ben ve benim gibi toplu taşıma ile işine gidenler vardı... Ama metroda oturduğum, aktarma otobüsüne binebildiğim günler bitti, gerçek dünyada öğrenciler ve toplu taşımayı bir türlü düzeltmemiş belediyeler var!

17 Eylül 2015 Perşembe

küçük dertlerimiz

Annemler, üniversiteye kayıt için İstanbul’a gittiğimde yanımdalardı. Fakültenin bahçesindeki vakıf yurduna da kaydettirmişler, bir banka hesabı açtırmışlar, dualarını üzerimden eksik etmemişlerdi. Okula başladım. Hem yalnızdım, ailemden ilk defa ayrılmıştım, hem değildim, pek çok arkadaşım vardı. Ama ne kadar donanımlı da olsan o yalnızlığı hissediyorsun.

O yıllar bu grip aşıları yeni çıkıyor, yurt köşelerinde, soğuk İstanbul’da gripten cılkım çıkmasın diye aşı olayım diyorum. Bir boş dersimde tek başıma Taksim ilkyardıma gidiyorum. Salağım biraz evet, ama daha çok safım ve kırılganım. Bir memur bana carlıyor, hatırlamıyorum şimdi, aptalca bir soru sormuşumdur belki. Oradan oraya koşmuşum bir işi halledememişim, bir de azarlanmışım. Bir banka oturdum ve tüm kırılganlığımla içli içli ağladım. Ağlarım ben içim açılır ağladıkça, iyi gelir gözyaşları…

Orta yaşlı bir kadın oturdu yanıma. “Ağır hastan mı var kızım?” diye sordu. Yok, dedim, ağlıyorum ama hala. O anlattı, çıkmaz dedikleri hastası varmış. Günlerdir gidip geliyorlarmış ama nafile… Anlatamadım, o kadına, utandım, ağladığıma da saçma sapan gözyaşı döktüğüme de utandım, kendime kızdım, bu defa da kadın için ağlaya ağlaya okula döndüm. 

15 Eylül 2015 Salı

Koşulsuz Ebeveynlik

"Ebeveyn eğitim kitapları gerekli" yazısına yorum bırakanlardan Petek, bir kitaptan bahsetmişti. Koşulsuz ebeveynlik. Aynı günlerde, Görünmez Adam yayınevi sahibi Yiğit bey’den bir mail aldım. Kitabı okumam için göndermek istiyordu, yorumlarımı paylaşırsam sevineceğini söylüyordu. Asıl ben çok sevindim. Kitap dedin mi bende akan sular duruyor, düşünsene bir de bir anne tarafından tavsiye edilmiş…

Biz X kuşağı olarak kariyerimizde olduğu kadar özel yaşamımızda da kayıp bir nesiliz bence. Daha doğrusu arada kalmış, iki arada bir derede bir nesiliz. Çocukluğumuzun ebeveynliğini net hatırlamak ve uygulamalarımızda izlerini taşımakla kalmıyor, kendimizi geliştirmek için ebeveyn eğitim kitaplarına sarılıyoruz. Geleneksel yöntemler ile kitaplarda önerilenler arasında kimi zaman bocalıyoruz. Yazık bizim çocuklara:)

Alfie Kohn, bizi bu bocalamadan “koşulsuz ebeveynlik” önerisi ile kurtarabilir mi?

14 Eylül 2015 Pazartesi

BİZ!

Arca henüz ek gıdalara yeni geçecek, demek ki altı aylık civarında. Doktoruna gittik, nasıl heyecanlıyız, o güne kadar anne sütünden gayrı tek damla bir şey içmemiş bebek, katı gıdalara geçecek, oh gelsin meyveler, gitsin sebzeler (gerçi o günden sadece iki ay sonra Arca finger food olarak direkt pirzolaya geçmişti ama konumuz Arca’nın iştahı değil) …

Dumur diyalog #147

Arca, Piyano dersine başlayacağını son anda öğrendi.
(Yazlığa gitmemeye karar verince dersi iptal etmekten vazgeçtik.)
Tüm yazı göçebe ve haliyle tek tuşa basmadan geçiren cüce, sabah notalarını bulamadı.
Y: E Arca ne yapacaksın şimdi? Notaların bile yok?

11 Eylül 2015 Cuma

her istediğimiz olmuyor

Kendi küçük ve basit dünyamdan haberler vermek istiyorum. Arca’nın okulunu, öğretmenini, ilk gününü anlatmak istiyorum.

Artık sabah kahvaltılarını birlikte yapıyoruz. Ağzında büyüyor lokmalar, bense aceleyle evden çıkmanın derdindeyim. İlker garibim zor uyanıyor ama hep beraber kahvaltı edelim diye mutlaka sofraya oturuyor. Onlar için şimdilik zor ve onlar bunun benim için aslında ne kadar önemli olduğunu bilmiyorlar. Umarım alışırlar, çünkü tüm o hadi’lere ve çemkirmelerime rağmen birlikte kahvaltı etmek, beni sabahın köründe herkes uyurken evden çıkıyormuşum hissinden kurtarıyor ve kendimi daha iyi hissediyorum.

İşte böyle ufak tefek mutluluklardan bahsetmek istiyorum.

8 Eylül 2015 Salı

Ben utanmışım

Pazar günü, erkenden eve döndük, pazartesi Arca ilkokula başlayacaktı, bir hazırlık yapılmalı, bir motive olunmalıydı. Çamaşır makinesi sürekli çalışıyor, bir yandan yemek hazırlıyorum bir yandan etrafı düzenliyorum, temizlikti, ütüydü, derken akşamı etmişim. Annem aramış birkaç defa duymamışım. Çamaşır asarken kulağım maçta.

3 Eylül 2015 Perşembe

Mutfak düzenleme sanatı

Madem mutfağı tasarladık, bir de sanatımızı konuşturalım, düzenleyelim değil mi ama?
O kadar Marie Kondo okuduk, o kadar araştırdık, uyguladık, paylaşmazsak yazık olur.

Aslında bildiğin mutfak düzenleme. Ama kıçına "sanatı"nı koyunca daha havalı oluyor.

2 Eylül 2015 Çarşamba

5 adımda kullanıcı dostu mutfak tasarımı

Önceki yazıda ana hatlarıyla mutfak tasarımındaki püf noktaları sıralamıştım.

Gelelim tasarımın kullanım ile ilgili detaylarına. Günümüzde tasarımcılar tarafından çok tutulmasa da bir dönem “mutfak üçgeni” denen tasarım kavramı pek trendmiş. Kısaca ocak-buzdolabı-bulaşık makinası üçlüsü etrafında dönen, mutfak içinde daha az yürümek, daha pratik olabilmek için önerilen bir tasarım. 

Bizim koca mutfakta her şey tek bir tezgaha dizili olduğu için zaten geometrik olarak mümkün değilmiş. Hem dediğim gibi bu üçgen meselesi de tasarımcılar tarafından artık pek tutulmuyormuş. Kullanım kolaylığına sahip olması için bir mutfağın illa ki bu üçgeni oluşturmasına gerek yokmuş. Uzmanlar bu mutfak üçgeni tasarım konseptini evrimleştirmişler. Daha kullanıcı dostu bir tasarım sistemi oluşturmuşlar.

Mutfak tasarlarken nelere dikkat edilmeli?

Büyük bir mutfağımız vardı (evin planı aynı olduğu için hala var), inkâr eden taş olur. Amma ve lakin müteahhit fazla tezgah koymamış, dolap desen pek kullanışlı değil, eh biz de kiracıyız diye orasını burasını kurcalamadık tabii. Uzun lafın kısası koskoca mutfağı yıllardır piç etmişiz! Yazık lan, ağlar o mutfak! Hayır, bir de karı koca mutfaktan müthiş keyif alan tipleriz, nasıl bu kadar oluruna bırakmışız hayret.

1 Eylül 2015 Salı

Taşınma serüveni

Aynı apartmanda ev taşımanın türlü kolaylıkları var. Nakliye firması ile uğraşmıyorsun. Tabak tencereleri kolilemek zorunda değilsin, tepsi tepsi taşıyorsun. Sonra kıyafet bavuluna da gerek yok, kucaklayıp götürüyorsun. Kitap DVD kolileri ile kapağını bile bantlamaya gerek duymadığımız her odaya ait ufak tefek eşya kolileri vardı. Bir de Zeynep, Tufan, Gül ve Orçun gibi bir porsiyon pideye bunları aşağı indiren arkadaşların oldu mu, tamam :)

Kitap kolilerini taşırken canı çıkan Tufan derhal ve şiddetle bir kindle edinmemi tavsiye etti, kıyamam mahvoldular.

27 Ağustos 2015 Perşembe

İki havlu, bir t-shirt, bir plaj elbisesi ve bir...

Zeynep’le telefonda konuşuyoruz:
“çıkıyorsanız biz de çıkalım buzluğa içecekleri koyalım, ısınmasın beklerken” diyor.
Sıcak bir Çeşme günü. Bu yaz zaten hemen her gün çok sıcak. Tekneyle Paşalimanı açıklarına yol alıp, iki aile yüzüp geleceğiz, plan bu yani öyle Yunan adaları filan değil, Eşek adası bile değil. Maksat fazla da uzaklaşmadan sakin ve temiz açıklarda kulaç atmak.

Sahile evvela ben vardım, ancak benzin alınacakmış, İlker elime bidonları tutuşturdu. İyi o zaman buzluğu bırakıyorum, Zeynep gelince içecekleri koysun, dedim, buzluğu sahilin denize en yakın kısmına bıraktım.

Sema Kaygusuz okumak

Sema Kaygusuz okumak, yemeğin en sevdiği tarafının tabağına düşmesi gibi… Ve tadını çıkara çıkara, lezzetine vara vara tabağındakini yalayıp yutmak gibi…
Barbarın Kahkahası
Bu yargıya varmak için yazarın biri roman iki kitabını okumak, iki kitabını okumak da bundan sonra yazarın tüm eserlerini okumaya karar vermek için yeterli oldu.

25 Ağustos 2015 Salı

Ev, tatil, yaz

Evin tadilatı bitti. O kadar uzun sürdü ki, aylar önce banyoya seçtiğim seramikleri unutmuşum.
Günlerimiz plan, program, detayla geçiyor. Elimde metre, kalem kağıt, neyi nereye yerleştireceğimin planını yapıp duruyorum. Dördüncü sekizinci kat arası mekik dokuyorum. Sürekli notlar, çizimler, sürekli bir bilgi alışverişi, elimiz kolumuz dilimiz sohbetimiz ev.

21 Ağustos 2015 Cuma

Belki de...

Uçak ikramlıklarının içinden çıkan peçeteyi uzattı, kafam kitaba gömülü, bir teşekkür mırıldanıp aldım. Bunu hep yapıyorum, yolculukta sanki etrafımda hiç kimse yokmuş gibi hareket ediyorum, yüzüme krem sürüyorum, ayakkabılarımı çıkarıyorum, rahatça uykuya dalıyorum. Farkında değilim belki burnumu bile karıştırıyorumdur, sanki koca uçakta tek başımayım. Şimdi de ağlıyorum, aferin! Kimse fark etmeyecekti sanki!

Az önce koltuk ekranını tepsi sanıp önüme açarken müdahale eden, tepsinin kolçağın içinden çıktığını gösteren adamdı, bu. Elinde İngilizce kitap görmüştüm de, turist sanmıştım, hani. Ağladığımı fark ettiğinde, o elimdeki kitaba nasıl merakla baktıysa, ben de yanımdaki koltuğun önündeki cebe sıkıştırılan kitaba öyle bakmıştım. Çünkü okumayı sevenler, diğerlerinin ne okuduğunu merak ederler, refleks gibi bir şey. Bu sadece kitapla sınırlı bir refleks değil, balık tutmayı çok seven İlker, sahilde yürüyüş yaparken oltasını denize atanların yanında duran kovalara bakmaktan kendini alamaz mesela… Öyle bir şey işte, tutkunun merakını körüklemesi…

Çeneme kadar akan gözyaşımı ve sümüklü burnumu sildim.

20 Ağustos 2015 Perşembe

Tea & Pot artık online satışta!

Yaklaşık beş yıl önce küçücük bir café olarak başlamışlardı.
Enfes çayları, zevkli bir atmosferde, keyifli sunumlarla misafirlerine ikram ediyorlardı. 

Derken büyüdüler, çaylarını, tecrübelerini daha geniş bir platforma yaymaya karar verdiler.

Ve şimdi çay workshoplarıyla, toptan satışlarıyla ve daha da iyisi bir tıkla elimizin altındalar:

teapot.com.tr :)



Bu arada ben de en çok sevdiklerimi yazayım, ne tavsiye edersin diyenler olabilir:

Milk Oolong: Ödem attırıcı olarak Nihan tavsiye etmişti, kokusu bir garip geldi, küçük bir numune almıştım ama tadı nefis. Müthiş faydalıymış. Gerçi bütün çaylar faydalı:)

Detoks: İlker bile öle bayıla içiyor, nefis bir karışım, diyet döneminde çok işe yarıyor.

Noel çayı: Kışın seviyorum, tam da soğuk havalara göre bir çay.

Meditasyon çayı: Regl dönemi öncesi kurt kadına dönüşen ben bir fincan meditasyon çayı ile pamuk kıvamına geliyorum:)

Teapot karışımı: Hah işte bu nefis bi'şey! Hatta sinirli bi'şey! Beyaz çay var içinde ve daha neler neler... nefis. Bak ben bundan her gün içiyorum, hem de günde birkaç defa demlemek için aynı çayı kullanabiliyorsunuz.

18 Ağustos 2015 Salı

Kitap yorumu: Renklerden Moru

İyi ki okumuşum dediğiniz kitaplar olmuştur mutlaka. Benim de var, hem de çok. Ama bugün sadece bir tanesinden bahsedeceğim.

“Renklerden Moru”.


Baştan söyleyeyim, basımı tükenmiş. Sonra aradık, bulamadık diye sitem istemem, baştan söyleyeyim. Ben kitaptan önce filmiyle tanışmıştım, tamam izlemedim ama çok ses getirdiğini hatırlıyorum, bir edebiyat uyarlaması olduğunu da. İyi ki de izlememişim, izlesem kitaptan bu kadar keyif alır mıydım? Bilmiyorum.

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Dumur diyalog #146

Gökyüzündeki uçağa takılıyor gözümüz,

A: Uçak nereye gidiyor acaba?
Y: Bilmem belki çok uzaklara gidiyordur
A: Holibuda gidiyordur belki?!
Y: Holibud neresi annecim?
A: aa bilmiyor musun?! Amerika'nın bir ilçesi

-------------------
O, "oreo yemek istiyorum" diyor, ben "daha yeni sofradan kalktın, doymadıysan yemek ye, oreo yok!" diyorum. O "televizyon izleyeceğim" diyor, ben "Deniz gelmiş, oynayın televizyon izlemek yok" diyorum. Didişiyoruz.
Sonunda patlıyor!
A: aaa ne istesem yapmıyorsun, biz böyle nasıl aynı evde yaşayabiliriz, söyler misin?!
Y: ayrı evlerde mi yaşayalım?
A: e gideyim ben Poyrazlarda, Denizlerde filan yaşayayım!

--------------------
Babaannesi ameliyat oldu ya, sürekli yatıyor ve kitap okuyor, kendisine tabii ki kitaplığımın nadide parçalarından ödünç veriyorum. Sonra da konuşuyoruz kitaplar hakkında.
Y: Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan kitabını da oku, Kürk Mantolu Madonna'yı sevdiysen, o da çok güzel. Bir de bende öykü kitabı var, vereyim mi?
B: Verme, öykü sevmiyorum
Y: ben de pek sevmiyorum.
Biz Arca'yı lego yapıyor sanıyorduk, meğer bizi dinliyormuş:
A: Hmm bakıyorum da siz ikiniz aynı şeylerden hoşlanıyorsunuz.

---------------------
Babaannesi cüceye kız tavlası öğretmiş, erkek tavlası da öğreteceğini söylüyor,
Arca'nın cevabı: "vayy babaanne, sen sürprizlerle dolu bir babaannesin!"
----------------------

Özgüven bombası arca resim yapar veövünür: bu resmi ressamlardan bile iyi yaptım. Çok özendim çünkü çoook!
Y: özellikle mi beyaz bıraktın oraları? 
A: yeşil boya bitmek üzereydi baktım beyaz da güzel duruyor, bıraktım. 
(Evet cidden süper bir özen:)))

11 Ağustos 2015 Salı

Yas

Sosyal medya mecralarında paylaşılan mutlu aile fotoğraflarını, kocişiyle sevişgen pozlarını koyanları eleştiremiyorum. Çünkü bence insanlar artık eski fotoğraf albümlerini arka odaya bir yerlere kaldırdı, aynı güne ait yüzlerce fotoğraf koyarak sosyal medyayı albüm olarak kullanıyorlar. Allah aşkına hangimizin eski albümlerinde asık yüzler var? İnsanoğlu mutlu anlarını hatırlamak istiyor, o yüzden en güzel, en mutlu hallerini koyuyor albüme (profiline), yadırgamıyorum.

Yadırgadığım tek şey, o fotoğrafları dikizleyenlerin o fotoğraflardan gülümseyen insanların hep ama hep mutlu oldukları yanılsamasına kurban gitmeleri. Belki de sosyal medya araçlarının kullanıcılarına “like”, “fav”, “rt” gibi olumlamalar dayatması insanların kafalarında hep bir pozitif düşünce bulutuyla dolaşmasına neden oluyor. İşte sanal dünyayı, yalan dünya yapan şey bu bence. 

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Yeni başlayanlar için 15 maddede yazlıkçılık rehberi

Babam hala oturdukları yazlığı inşa etmeye başladığında ilkokul birinci sınıftaydım. O yaz daha kepenkleri ve korkulukları bile takılmamışken evin, biz taşındık. Otuz sene olmuş, bizim oralar hep dutluktu:P.  Sadece bizim oralar mı? Şimdi Alaçatı denen yer köydü mesela. Hani zilyon liralar bayıldığın o Alaçatı beach’leri filan var ya, kimseler girmezdi orada denize. Alaçatı’lı arkadaşım Gül anlatır, kışın Alaçatı’da oturanlar, yazın Ilıca’daki yazlıklarına geçerlermiş. Geçen instagram’da biri “Alaçatı’nın en güzel sahili Ilıca” deyince bana bir gülme geldi ama ses etmedim, eli dili sürçmüştür dedim, İstanbulludur dedim, geçtim.

Ne diyordum? Yazlıkçılık… Otuz yıldır Özdere’de, dört yıldır da Çeşme’de yazlıkçılık yaptığımıza göre ben bu işin kitabını yazarım dedim. Hadi kitabını yazamasam da el kitabını yazarım, yok abartma dersen, peki rehberde anlaşalım. Maksat okuyucu da tecrübelerimizden faydalansın naçizane...

Günün çorbası “yeni başlayanlar için on beş maddede yazlıkçılık rehberi”ni iftiharla sunar!

9 Ağustos 2015 Pazar

An itibariyle...

Çamaşırları asmak için balkonu yıkasam mı, içeri mi assam kararsızım. Yoldayken havai fişek gibi şimşekler çaktı şehrin bir yerlerinde. Nerelerinde? Bilinmez, gece biz uyurken bizim semte de uğrayabilir, yaz yağmurudur, her şey beklenir.

4 Ağustos 2015 Salı

Ebeveyn eğitim kitapları gerekli!

Geçen yazıda "ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?" diye sormuş, "okusan da olur, okumasan da olur" listesi çıkarmıştım. Okuyucuya katkılarım bu kadarla kalacak sanıyorsan yanılıyorsun bacım! 

Okuduklarım arasından şiddetle tavsiye ettiklerimi de listeledim, allahım bu kadar fayda sağlayan başka bir blog daha bilmiyorum ve bekle beni, kollarımı açtım sana geliyorum!

Ebeveyn eğitim kitapları gerekli mi?

Bu satırları okumaya başlamış insan, beni az buçuk tanıdıysan, okuma manyağı olduğumu biliyor, beni böyle seviyorsundur. Sevmiyorsan canın sağ olsun da, konumuz o değil.

Umumiyetle edebiyat eserlerini tercih etmeme rağmen ara sıra dellenip kişisel gelişim kitaplarına da el attığım olmuştur. Ana baba eğitim kitaplarını kişisel gelişim türünden sayarsak hatırı sayılır adette kişisel gelişim kitabı okuduğumu itiraf etmem yerinde olur. Tabii geliştik mi gelişmedik mi bilemem, onu zaman gösterecek.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Sandık

Yıllar evvel, o zaman distribütörlüğünü yaptığımız markanın tüm dünya ülkelerinden temsilcilerini topladığı bir haftalık forumlara katılırdım. Dünyanın her yerinden farklı kültürlerde insanlarla tanışmak benim için bulunmaz bir tecrübeydi. Tarih bilirsiniz, okulda okutmuşlardır, savaşlar, antlaşmalar, yenilgiler, başarılar… Ama insanları anlatmaz tarih. Yıllarca savaştığımız, üzerlerinde egemenlik kurduğumuz veya kardeşçe yaşadığımız insanları anlatmaz. O toplantıların birinde Macar bir bey ile kahvaltı sohbetimizi unutmuyorum. Türk olduğumu öğrenince, dillerimiz ne kadar farklı olsa da ortak çok sayıda kelimemiz olduğundan bahsetmişti. Pabuç mesela.

Bu aralar, elimde Macar yazar Magda Szabo'nun "Iza’nın Şarkısı" kitabı var. Okurken, sık sık o beyle olan sohbetimizi hatırlıyorum. Ülkelerin kültürlerini, coğrafya veya tarih derslerinden değil, eğer oralara gidemiyorsak, insanlarıyla tanışamıyorsak, edebiyatları aracılığı ile öğrenebiliriz. Ve fark ettim ki, her ne kadar Türk yazarlara öncelik versem de aslında en keyif aldığım kitaplar, farklı coğrafyaların yazarlarının eserleri…

29 Temmuz 2015 Çarşamba

kısa #7

Sabah daha dokuz olmamış, karşımdaki memurenin evden çıkmadan duş aldığı aşikar, düşün ki daha saçları kurumamış. Nüfus kağıdıma bakıyor, bir de bana ve “bu size hiç benzemiyor” diyor, üslup oldukça ters. Şakaya vuruyorum, eh on beş sene önceki fotoğraf, benzemez tabii, diyorum. İlker, “bak yaşlandın işte gördün mü” diye dalga geçiyor, ıslak saçlı memure bizim latifelerimize gülümsemeyi bırak, vaktini çaldığımız için sinirli “ehliyet filan yok mu” diye soruyor. Bakıyorum aynı fotoğraf eh ehliyeti de on beş sene önce aldım, o varmış, onu koymuşum. Uyuzuna denk geleceğimi bilsem pasaportumu taşırdım yanımda. Cüzdanı kurcalıyorum, ilkyardım sorumlusu kartımı buluyorum. “Niye bunu veriyorsunuz ki” diye soruyor beriki; tamam artık geriliyorum “inanmadınız ya, son fotoğraflı kimlik” derken içimden daha fazla terslenemediğime kızıyorum. Ama kimse kusura bakmasın, sabah nemrutu ben bile bu kadar uyuz olamam. Memure o kadar bezgindi ki, yürümeye mecali yoktu, fotokopi çekmeye değil de sanki çile çekmeye gidiyordu, Allah çektirmesin.

İlker’le aynı şeyi düşünmüşüz, göz göze geldiğimizde “insanlar sabahın bu saatinde neden bu kadar bezgin olur?” diye sordu.

Ve oyuncaklar da sadeleşmeden nasibini alır...

Marie Kondo, kitabında çocuklardan, oyuncaklardan, mutfaktan(!) bahsetmeyi unutmuş! Hanım hanım benim kitaplarıma laf edeceğine mutfak eşyalarına el ataydın! Ama işte bunlar hep Japon. Bunların 1934723974 parça yemek takımları, zilyon tencereleri, her gördüğünü isteyen bebeleri yok tabii!

İşin şakası bir yana, Marie Kondo bahsetmemiş ama oyuncak ciddi bir mesele. Marie Kondo yazmadıysa da siz "Daha sade bir hayat" kitabını okuyun, (ya da benim kitap hakkındaki uzun yazımı okuyun:P) bakın görün evi oyuncaklardan yana sadeleştirirken nasıl da cesaretiniz yerine gelecek.

Sadeleşme dedin mi bacım elini korkak alıştırmayacaksın.

24 Temmuz 2015 Cuma

Çeşme’de hayatta kalma rehberi

İzmir’de tatil demek, aslında deniz demek. Bayramı birleştirmek, bir haftalık “her şey dahil” otellere taşınmak, daha doğrusu “tatile gitmek” İzmir’linin lügatında yok, “denize gider” İzmirli. Yazlığı olmasa da, içine mayosunu giyer, arabası olmasa da belediye otobüsüne biner ve “denize” gider. Bu da bu şehrin güzelliği…

Ya da laneti mi demeli?

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Marie Kondo ile "hayatı sadeleştirmek için derle topla rahatla"

Marie Kondo, “derle topla rahatla” demiş ama önce atıyorsunuz! Yani kitabın adı “at, derle, topla, rahatla” olmalıymış. Evet, her şeyi atıyorsunuz, sonra kalan sağlarla yeni bir düzen oturtacağınız ve o düzenin devamlılığı vaat ediliyor kitapta. Her şeyi atmanın bin bir türlüsünün anlatıldığı uzunca bölümü okurken sık sık, “yav benim muhterem de atıp duruyor, at demek ne zamandan beridir üç milyon sattırdı” diyor, allah biliyor ya anlamıyordum. O kadar attıktan sonra yani evde tek çöp eşya kalmadıktan sonra düzenin bozulmasına imkan var mı? Yok! Yani olmaması lazım.

Çocuklar öldü ama hadi biz sistem geyiği çevirelim. Kitap yorumu: Çi



Çocuklar öldü.
Çok sayıda genç insan öldü.
Gülümseyen, geleceğe umutla bakan, içinde sadece umut olan çocuklar öldürüldü.
Allah biliyor ya, ne için Suruç'a gitmişler, alt kimlikleri ne imiş, isimleri ne imiş, umrumda değil. Ben o fotoğraf karelerinden gülümseyen gözlerin artık olmadığını biliyorum, bu da yeter, yetmez mi?

İyi o halde sizi klavye başında sosyal medya makaleleri derlemesi, farkındalık curcunasına buyur edelim: Çi.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Süper kadın... mı acaba?

Bu aralar bana biri süper kadın filan derse, tevazu göstermeyeceğim, müsterih olunuz.
Zira dötümde motor, köpeğin kuyruğu duruyor ben durmuyorum, allah biliyor ya, bu halime kendim de şaşırıyorum. Çarşamba günüydü, akşam ofisten en son ben çıktım. Eh bayram öncesi cümle alem arazi… Baktım ofisin önünde kargo arabası, benim bikiniler vardı, verin bakalım paketimi dedim çocuklara. Yapma abla, nasıl bulalım dediler, araba ağzına kadar silme paket. Tınmadım, o araçta benim paketim, girer kendim ararım dedim. Adımı sordular, duyunca bir tanış hissettiler, sohbete daldık. Bir tanesi, “abla sana ne geliyor böyle ya, sürekli kargo sürekli kargo” “vakitsizlikten kıçımdaki dona kadar internetten alıyorum” demedim tabii ki elin kargocusuna, “aa n’apayım bütün alışveriş siteleri de sizin şirketle gönderiyor” dedim, ay babasının şirketi sanki, bir aidiyet duygusuyla şişindi seninki, paket derhal bulundu. Arca donlarına ben de bikinilerime kavuştuk neyse ki… Don derken abartmıyorum yani, vakitsizlik derken hele hiç abartmıyorum.

14 Temmuz 2015 Salı

Yaptığın anana, öğrendiğin karına

Annemin bizi ev işlerine dahil ederken söylediği çok veciz bir söz vardır, "yaptığın bana, öğrendiğin kendine". Ergenken gıcık olurdum, halbuki ne kadar manalı bir söz!

Yaptığını ettiğini boş ver, eminim yaptığımızın ardından anneme daha fazla iş çıkarıyorduk ama ses etmezdi. Arca yaşlarında mutfakta görev almanın benim için ne kadar önemli bir sorumluluk olduğunu hatırlıyorum. O yoğurda sarımsağı ezmenin, o salatanın marulu yıkamanın, o çorbayı karıştırmanın verdiği "büyüdüm, başarabiliyorum" hissini tüm dünya bir araya gelip sırtını sıvazlasa ve aferin dese, veremez. 

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Bizim evin halleri, tatil ve diğerleri

Allah biliyor ya, çok yoruldum. Yazlık tatili çocuklar için ne kadar eğlenceliyse, anneler için o kadar yorucu. Hele ki yazlığa hepten taşınmamışsan ve birkaç günlüğüne gitmişsen. Yazlığa okullar kapanır kapanmaz giden ve tüm yazı orada geçirenler yazlık temposuna bir şekilde alışmış oluyor, günlük rutinine ayak uydurabiliyor. Ama benim gibi kendine dinleneceğim diye manasız hedefler koyarsan fena halde ters köşe olursun. Baştan kabullen bacım, dinlenemiyorsun. En azından vücuden dinlenemiyorsun.

9 Temmuz 2015 Perşembe

Dumur diyalog #145

Arca şantiyede çalışmaya gitmiştir, heveslidir, lakin hava çok sıcaktır.
Güneş tepeye çıktığında İlker, oturmasını dinlenmesini söyler.

7 Temmuz 2015 Salı

Herkes köşe yazarı olabilir

Bizim gibi blog köşelerinde köşe yazarcılık oynayanlardan değil, bundan para kazananlardan bahsediyorum. Hele ki anne-çocuk köşesi filan yazıyorsan, daha da kolay. Biraz klavye tıngırdatman, biraz da facebook’tan makale okuman, azıcık yabancı yayınlardan araklaman (pardon kaynaklaman) yeterli. Hatta kaynak, uzman görüşü filan bildirmene bile gerek yok. Temcit pilavına çevireceğin konuyu sosyal medya mecralarında ses getirecek cinsten seçtin mi, sırtın yere gelmez. Herkesler senden bahseder, sakız olur uzarsın…

Geçen çok dikkatimi çeken bir hatta birkaç olaya denk geldim, ve taşları yerlerine yerleştirince fark ettim ki, herkes köşe yazarı olabilir.

Nasıl bak anlatayım.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Küçük siyah elbise

Evdeki sadeleşme girişimleri tam gaz devam ederken sıra fotoğraflara geldi. Bir kutuya elimize ne geçerse atmışız, eski yeniler… Karmakarışık. Annemin çeyizim için özel boyadığı bir sandık var, onu fotoğraf sandığı yapmaya karar verdik. Güzel olacak, eminim. Taşınma öncesi dağınıklık olmasın diye, salondaki çerçeveli fotoğrafları da koyuvereyim, yerleşirken yine konsolun üzerine koyarız dedim. Tam toparlayacağım… gözüme bir şey ilişti.

2 Temmuz 2015 Perşembe

Cesur Yeni Dünya

Huxley, bireyin önemsizleştirildiği, toplumun yüceltildiği, herkesin herkese ait olduğu bir dünya yaratmış: Cesur Yeni Dünya.

Burada sanat yok, düşünmek yok, tüketim var, mutluluk var. Ama bizim anladığımız anlamda mutluluk değil.

29 Haziran 2015 Pazartesi

Sadeleşmek mi? Sanata, sanatçıya ihanet mi?

“Hobisini işe dönüştürmek” diye bir tabir var ya, gerçek anlamda yapmak istediği şeyi değil de başka işleri meslek edinmiş kimselerin hayalidir, etrafımızda pek çok örneğini görürüz. Peki ya “işini hobiye dönüştürmek”? Sizi bilmem ama benim aklıma bu sınıflandırmaya giren tek kişi geliyor: babam. Emekliliğini ilan ettiğinden beri işi tamamen hobiye dönüşmüş durumda. Yıllardır atmadan biriktirdiği her parça malzeme, eşya da bu hobi öyküsünde birer karakter. 

24 Haziran 2015 Çarşamba

Kıskançlıktan ağladığın oldu mu?

Benim oldu ve inanır mısın gözyaşlarım kitabı tutmakta olan elime damlayıncaya kadar ağladığımın farkında bile değildim. Üstelik durum çok komikti. Yani düşününce, duyguların boyutundan aklın boyutuna inince, neden ağladığımı fark etmek komikti.

Hani televizyonda skeçlerin oynandığı bir şov var, Kemal Sunal’ın oğlu (allahım o adam yaşlandıkça babasına benziyor ve ben onu yaşlandıkça daha çok seviyorum) sunuyor. Hah orada kemgöz Şevket diye bir karakter var. Gözlerini belertip “kişke benim olsa” cümlesini patlattı mı, kıskandığı şeyin başına bir şey geliyor. Oyuncunun da karakterin de hastasıyım.

O gün, kıskançlıktan ve sinirden gözyaşlarımı tutamadığım o gün, biraz daha keyifli bir günümde olsaydım, zırlamak ve zırlamam karşısında şaşırmak yerine, muhtelemen bir “kişke benim olsa” patlatır neşemi bulurdum. Çünkü saçmaydı.

Saçma olduğu için de şu anda burada rahatlıkla yazabilirim.

22 Haziran 2015 Pazartesi

Kurtlarla Koşan Kadınlar : Veda

Birlikte okumak çok güzel ama bazı kitapları birlikte okumak çok daha güzel.

Bir buçuk yıl kadar önce yıllardır okuma listesinde öylece duran “Kurtlarla Koşan Kadınlar”ı elime aldım. Geç bile kalmıştım. O kadar etkilendim ki, blogda birkaç kelam ettim hakkında. Derken yorumlarımı okuyan kitap kulübünden Banu, “kulüpte okuyalım” dedi. Olmaz, dedim. Bu öyle roman gibi okunup tartışılacak kitap değil dedim. Bölüm bölüm okuyalım dediler, hatta Sıla “ben size masalları canlandırırım, oynarım” dedi, bir heyecan dalgası sardı cümlemizi.

19 Haziran 2015 Cuma

Yaz

Bir fittiri yazı atıp hop “ben artık sosyal mecralarda takılamayacağım” mesajı veren ama günde bilmem kaç defa sosyal medyayı dikizleyen tipişkolardan değilim ama son bir haftam böyle geçti. Çünkü kafa binbeşyüzdü!

Nasıl olmasındı?

16 Haziran 2015 Salı

Biraz müsaade

Hayatımız karıştı. Karmakarıştı. Bırak bloga yazı yazmayı, dünyam şaştı. 

Hiç bu temada bir yazı yazacağım aklıma gelmezdi ama ben biraz düzenlenesiye kadar bana müsaade...

En kısa zamanda görüşmek üzere...

12 Haziran 2015 Cuma

Firar, Alice Munro

Ben roman seviyorum. Uzun soluklu kitaplar öykü ve şiire göre daha fazla tatmin ediyor beni. Romanın vadettiği derinlik hoşuma gidiyor. Elim hiç öykü kitaplarına gitmiyor. Sanki yazarın kolayına kaçıyormuş da, roman yazamamış da öykü yazıvermiş gibi geliyor. Saçma biliyorum ama öyle işte…

10 Haziran 2015 Çarşamba

İyi bi’ şeyler… Komik bi’ şeyler

İçimiz siyasetten şişti değil mi? Dün canım Gülçin’im mail atmış, yazın gelecekleri tarihleri bildirmiş, dumur diyaloglardan okumuşlar, illa ki yemek isterlermiş bizim cüceyi. Eyvallah başım üstüne. (dünkü dumur diyalog biraz da Gülçin’lerin şerefineydi:) ) 

9 Haziran 2015 Salı

Dumur diyalog #144

Kıyafet seçerken;
Y: Arca bu Angry birds'lü olan t-shirt'ü giy istersen.
A: Onu okulda giymeyi tercih ediyorum.
............

A: Okulda üç kız bana aşık
İ: nereden biliyorsun?
A: Kendileri söyledi. Aslında neredeyse dört oluyordu biliyor musun babam?
..............

8 Haziran 2015 Pazartesi

Seçim sonrası zihin durumum : Karışık

Cuma maaile İstanbul’a gittik. İlker’in kuzeninin düğününe. Çok acayip lüks bir oteldeydi, şangri mangri bir şeyler… (biz İstanbulda yaşarken yoktu o otel, hani Beşiktaş iskelesine göz diken otel var ya, hah o işte…)

Tüm hafta sonu gözümüz, gözümüze sokulan turuncu mavi parti bayraklarında, aklımız seçimdeydi. Seçim günü sırf kaçırmayalım diye sabahın köründe düştük yollara. Eve uğrayamayız diye seçim kağıtlarımızı bile yanımıza almıştım. Yetiştik çok şükür. Oyumuzu verdik.

Eve dönünce, hafta sonu boyunca uzak kaldığım sosyal medyaya daldım.

3 Haziran 2015 Çarşamba

Çocuğunuz ekran bağımlısı mı?

Arca iki yaşına gelinceye kadar televizyon izletmedik. Yok aslında izlettik. Ama çok kontrollü. Hatta benim açımdan manyaklık derecesinde kontrollü. Mickey’nin kulüp evi, ama mutlaka babasıyla birlikte bir kere de saçı traş edilirken Baby TV… Televizyonun iki yaşına kadar çocukların beyin nöronlarındaki bağlantılara zarar verdiğini, geç konuştuğunu, ne bileyim dikkat eksikliği gibi bazı sorunlara sebebiyet verdiğini okumuşum aklıma da yatmış demek ki evde terör estiriyordum. 

2 Haziran 2015 Salı

Tüm zamanların en sevdiğim kitapları

Şubat ayında Kentkart ile ilgili bir yazı yazacak, telefonunuza indireceğiniz uygulamayla yakınınızdaki durağa yaklaşmakta olan otobüsün kaç dakika içinde durağa varacağını öğrenebileceğiz hakkında bilgiler verecektim. Ohooo ben yazasıya Kentkart İzmir'de ihaleyi kaybetti, sistem değişiyor benim yazı yalan oldu. Ama Kentkart kullanılan diğer şehirlerde yaşıyorsanız, yine de işinize yarayabilir. 

Sonra bir ay kadar önceydi, çilek ile bebek ıspanağın aynı anda pazar tezgahlarında görülmelerinin şerefine çilekli ıspanak salatası yaptım, instagramda paylaştım ve dedim ki pek yakında blogda tarifi yazarım. Ispanağın mevsimi geçti, çilek desen bugün var yarın yok, benim tarif seneye kaldı. Gebeş okuyanlar vardır, şimdi milletin canını çektirmenin manası var mı? yok.

Neden anlatıyorum bunları? Çünkü geçen benim blogger arkadaş Selen sitem etmiş hani kitapları yazacaktın demiş. Haklı vallaha kaç hafta olmuş yav:) Unutmuyorum da hep o anda yazmak istediğim başka şeyler oluyor, bazen de hadi özeneyim diyorum, erteleniyor. Kronik erteleme problemim var benim, aşmam lazım biliyorum.

Konu da ağır ha: tüm zamanların en sevdiğin kitapları...

31 Mayıs 2015 Pazar

Hafta sonu

Hafta sonları hiç bitmesin istiyorum. Sabah mahmurluğu, alarm kurulmadan yatılan akşamlar ve uyanılamayan sabahlar seviyorum ben. Onyüzbin minik öpücükle uyandırılmayı ve "hadi kahvaltıyı dışarıda yapalım"ları seviyorum:)

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Gezi

Ucundan kıyısından orasından burasından Gezi sürecine bulaşmış, orada fiilen bulunmayı bırak, tweet'leri retweet'lemiş herhangi bir insanın Gezi'yi unutabileceğine inanmıyorum.

28 Mayıs 2015 Perşembe

Parfümün dansı

Okudunuz mu? Hala okumadıysanız (çünkü oldukça eski bir kitap) okuyun bence.

Ben genelde bir kitabı iki kere okumam. Bu kitap kulübü beni değiştirdi, en azından bu prensibimi. Kürk Mantolu Madonna ile hayatımda ilk kez bir kitabı iki defa okudum ve aynı kitaptan iki farklı zamanda alınacak keyfin farkına vardım. O eşiği geçtim ya artık kolay. Artık çok sevdiğim ya da anlamadığım fark etmez, bir kitabı ikinci defa okuyorum hem de hiç vakit kaybıymış gibi gelmiyor.

Parfümün dansını da sanırım birkaç sene önce okumuştum. Kimden nereden bilmiyorum, tavsiyeydi. Çok hoşuma gittiğini ve birkaç noktanın aklımda kaldığını hatırlıyorum. Kulübe seçilince tekrar okumak istedim çünkü hiçbir şey hatırlamıyormuşum gibi geldi. Artık nasıl bir balık hafızaysam...

25 Mayıs 2015 Pazartesi

kısa #6

Sabah aktarma otobüsüyle ofise gidiyorum. Arkamda benim gibi işine giden iki kişi aralarında konuşuyorlar, dinlemeyeyim diyorum, olmuyor kulak kabartıyorum. Tam otoban köprüsünün üzerinde trafik hafif sıkışmışken birinin diğerine otobana bakarak "bak işte AKP yapıyor, kaymak gibi asfaltı döşemiş, adamlar çalışıyor..."  dediğini işittim. 

Arkamı dönüp, "iyi ama sen otobüsle gidip geliyorsun, n'aber!" diyecektim ki, sustum. Yoksa bile bugün yarın kredi çekip araba almayı planlıyordur kesin. O zaman da benzine ha boyna zam gelip durduğunda "ben zaten hep 50 tl'lik alıyorum" diyen malların arasına karışacak, boş ver!
Sabah sabah ne uğraşacağım, kitabıma döndüm. Ama aklımdan iki şey geçti:

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Öfke

Çok yoğun, çok yorgun bir haftaydı. Eş zamanlı birçok işle ilgilenmek tek bir işe konsantre olmaya çalışmaktan daha fazla yoruyor insanı. Arca ile piyano dersinden geldik, ipad oynamak istedi ben de makinaya çamaşır atıp bir kahve koydum kendime. Ne yapacağımı da bilmiyorum ha… Kitap mı okusam sosyal medyaya mı baksam… Okuma köşesindeki koltuğa yayılınca yanımdaki sehpada kitapları gördüm. Geçen akşam geç gelmiştim, atıvermişim sehpaya.

Bu aralar multi tasking eğilimim kitaplara da geçmiş olacak, aynı zamanda birkaçını birden okuyorum. Gece yatmadan önce birkaç sayfa "Etkili insanların yedi alışkanlığı", sabah ve akşam yolda "Parfümün dansı", bu ikinci okuyuşum, kulübe seçildi, tekrar okumalı. Geçen hafta bitirdiğim ama içine aldığım notları bloga aktarmak istediğim için hala kaldırmadığım göt biti gibi yanımdan ayırmadığım "Öfke dansı" ve "Kurtlarla koşan kadınlar"…

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Ödev

Anneler ikiye ayrılır:

1. Eli faaliyete yatkın olanlar

2. Olmayanlar

Olmayanlar da ikiye ayrılır:

1. Beceremediğini kabul edip yaptıracak birini tahsis edebilenler

2. Beceremediğini kabul etmeyip, kendi becerisinin çok üzerinde bir şeyler yapmaya kasan, yapmaya kasarken küfreden, çocuğa ve kendine günü zehir eden, hem çocuk katkı yapsın diye uğraşan hem de beceremedikçe stres olan….

Ben ikinci türdenim.

Kısa #5: Astroloji

Bu aralar, her gün bir kargo geliyor bana. Hayır canım sürpriz filan değil. Hepsi benim siparişlerim. Tabii o kadar çok geliyor ki, bazılarını sipariş etmiş olduğumu unutuyorum, sürpriz oluyor, yalan değil.

Kargo paketlerini masaya getiren arkadaşım “yeliz hanım size çalıştık bu ara” diye uyarınca fark ettim. Sen bana ben de alışveriş sitelerine! Dışarı çıkamıyor, alışveriş yapamıyorsak, alışveriş ayağımıza gelmiyor değil. Lanet! Ama ben abartmazdım. Tamam İlker’e yazlık t-shirt aldım, Arca’ya LCW’nin mağazasında bulamadığım birkaç parça şort vs aldım (bu arada LCW’nin mağazalarından nefret ediyorum, perakendeciliğin yüz karası. Ne aradığını bulabilirsin ne bulduğun tam doğru olur, saçma sapan bir yer. Ama internet sitesi başarılı bence.) ama kendime de hiç ihtiyacım yokken ne çok alışveriş yaptım.

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Dumur diyalog #143

A: Seninle bir hafta bir ay filan konuşmayacağım, morallerim çok bozuk
Y: N'oldu yav?!
A: Yarışta benim arabanın yağı bitti 42000 yapmam lazım yapamıyorum, anlıyor musun?!

........

Arkadaşlarla dışarıda yemekteyiz, ben bir şeyler anlatıyorum tam, cüce yanımda bitiyor, tuvalet, iyi gidip geliyoruz. Ben yine birine bir şeyler anlatıyorum. Cüce yine dibimde tuvalet, aaa inadına mı yapıyorsun diye carladım çocuğa. Ay meğer bu defa kakaymış, utandım tabii. Kabinde konuşuyoruz, özür diledim.
A: AAAA senin gibi tatlı bir anne affedilmez mi hiç?

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Havlu atıyorum!

#2015tehareket miş! Peh hareket senin neyine lan! Sen daha önünü göremiyorsun!

Tam motive olmuşum, hemen her akşam egzersiz yapıyorum, bam! Ofiste merdivenlerden düştüm. Döt baş morardı. Tamam olabilir, dedik, hatta ucuz atlattık dedik, geçtik.

15 Mayıs 2015 Cuma

Sevgi Kraliçesi

“Sevgi Kraliçesi“ sevgiyi aramanın ve en yakınında bulmanın hikayesi…

Ya da bulamamanın… Bu yazıya tereddütle başlıyorum zira artık önerdiğim çocuk kitaplarının basımının tükendiğini öğrenmekten, önerilerime değer veren kişilerin arayıp bulamadığında uğradıkları hayal kırıklığına tanık olmaktan ziyadesiyle sıkıldım.

Bence çocuk kitaplarındaki en büyük sorun az sayıda basılmaları ve genelde tek baskıdan sonra rafa kaldırılmaları. Alıcısı az mı sanıyorlar acaba? Hâlbuki bir süre sonra karaborsaya düşüyor, haberleri var mı yayınevlerinin?

14 Mayıs 2015 Perşembe

"Arca oğlum senin annen bir salaktı!" Vol.21

Çok salak hallerim var benim vallahi.

Hani artık seriye devam etmiyorsam, yazmıyorsam, Arca okumayı öğrendi beridir, okuyacak diye tırsmam. Bir anne olarak evladımın gözündeki imajı piç etmeye ben de dahil kimsenin hakkı yok, diye düşünüyordum. Ama artık dayanamayacağım, biriktirip biriktirip yazacağım, içim şişiyor yav! 

11 Mayıs 2015 Pazartesi

kısa #4 : pis sakal

Bıktım yav yeminle sakallı erkek görmekten bıktım! Hadi bir muhteşem yüzyıl fırtınası esti, bir trend vukku buldu, anladık. Anlamadık da anlayış gösterdik diyelim. Yahu muhteşem yüzyıl biteli yüzyıl oldu, oyuncular sakalları kesti, başka yapımlarda rol almaya başladılar bile, şu sakal modası bir bitmedi.

Fırtına, ölmek, hediye vs...

Bizim üniversite yıllarımıza denk düşen doksanların ikinci yarısı İstanbul'a otobüsle gidilir gelinirdi. Uçak bu dünyanın en pahalı taşıtıydı. İstanbul'a değil de aya gidiyorsun hissi verirdi bütçe. Biz de mümkün mertebe paraya kıyar en iyi birkaç otobüs şirketinden biriyle gidip gelirdik. Gümüşsuyu'ndan otobüse biner, köprüyü bile göremeden sızardık. Benzer şekilde dönüşte, Bornova'da... "Yolculuk nasıldı?" diye soranlara "bilmem ki, bütün yol uyudum" diye cevap verirdim. Yolculukta uykuyu asla ıskalamam. Şimdi uçakta da aynı. İlk binenlerden olmaya gayret eder, uçak pistten havalanmadan uyumuş olurum, huyum kurusun.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Günler günlerin ardından...

Günler, günlerin ardından geçiyordu ve Yeliz bir türlü iki satır yazamamanın sancılarını çekiyordu. Yazmak hayat damarlarından biri olmuş meğer, bizimki yeni fark ediyormuş. Yazamıyordu, çünkü kafa hep binbeşyüz yaşıyordu.
Neyse ki, an itibariyle işi yoktu ve spor yapmak ile blog yazmak arasında kalmıştı da bilgisayarın başına bu defa yazmak için oturabilmişti. Spor demişken, yar bana bir motivasyon diyorum!! Bitti ulan şevkim, nerede o canavar Yeliz, nerede o speedy gonzales? Yine bana kalori yine bana pırtlak göbek yine bana dar pantolonlar düştü eyvah!
Cıvıtmaya müsaitim bilmem fark ediliyor mu? Spor yapmadın da ne yaptın diye soracak olursan, vallahi bacım anlatırım ama zamanını da çok pis alırım haberin ola, sonra darılmaca gücenmece yok.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

#2015te15yenikeşif & #2015teArcaile15ilk : 1. Uluslararası Urla Enginar Festivali

Bazen işte böyle iç içe geçebiliyorlar, oluyor yani yoksa ikişer ikişer atlamak değil mesele:)

İlker bu aralar çok yoğun. Zaten cumartesi ve bayramlarda çalışıyordu, artık pazarlara da sarkmaya başladı işler. Neyse ki müdahil oluveriyoruz ana oğul:)

Bu hafta müthiş şanslıydık, İlker'in Urla'daki şantiyesinde işi çıktı. Hemen sarktık, biz de Urla'da gezeriz diye atladık. Şansımıza Urla'da da Enginar Festivali olmasın mı? Yeayyy... Ama sadece bana yeayyyy.. Zira bizim oğlan enginar yemiyor, zevksiz. Mis gibi enginar yav...

5 Mayıs 2015 Salı

Hıdrellez

Hıdrellez "çocuk yeliz" için ateşin üzerinden atlamak, atlayabilmek, atlarken doğum günü pastası mumlarını üflerken yaptığımız gibi dilek tutmaktı.

Evimiz sahile yakındı, mutlaka inerdik, ateşten atlayamasak bile atlayanları seyrederdik.
Sabahına sokak aralarında sönmüş ateşlerin küllerine rastlardık.

Boyumuza göre ateş bulamadığımız o yıl, süklüm püklüm eve dönerken babam bir kibrit yakmıştı, ablamla üzerinden atlamıştık da öyle girmiştik eve. O yıl kibritin üzerinden atlarken tuttuğum dilek gerçekleşti mi hatırlamıyorum ama geçen yıl… 

1 Mayıs 2015 Cuma

37 kararları

Nisana yakışmayan bir ayaz vardı o gün. Otobüsten indim, metroya resmen koştum. Gösterge paneli 3 dakika diyor, 3 dakika sonra tren gelecek. Ama var ya titriyorum, hatta yerimde sabit duramıyorum. Ufak ufak ısınma hareketleri. Brrrr…. Derken gözüme rayların hemen yanında, ray yoluna döşenmiş çakıl taşlarının arasından fışkıran nefis bir bitki ilişti. Öyle ayrık otu filan değil, geniş koyu yeşil yapraklı "bak nasıl da çıktım çakılların arasından bak nasıl da direniyorum ayaza" der gibi mağrur bir duruşu olan bir bitki. Gülümsedim, yanı başımdaki istasyon sakinlerinin yan gözle beni süzmesine bakarsan, ufak bir kahkaha atmış olabilirim. Bauba yakınlarda mıydı yoksa? Yoksa Demetrenin kızına kavuşmasını mı kutluyorduk? Nitekim o günden sonra şehre bahar geldi, çöreklendi.

Baharı en çok baharda doğanlar sever bence. Mimozaları herkes sever de, en çok bahar çocukları uzun uzun seyreder. Bahar çocukları, serin esen rüzgarı, ara sıra yağan yağmuru, yürürken burnuna takılıveren ful kokularını sever, ama en çok baharı sever.

İlker her ne kadar 38 olduğumuzu (insanın aynı yaşta kocası olması kadar kötü bir şey olamaz:P) iddia etse de, ben 1 Mayıs 2015’ten 1 Mayıs 1978’i çıkarıyorum ve 37 buluyorum.

30 Nisan 2015 Perşembe

#kısa 3 : izin istiyoruz. İZİN VERMİYORUM!

Yav arkadaş yettiniz be iki gündür! Bilgilendirme için izin istiyorlarmış.
Kampanyalarından haberdar olmaya devam etmek istersem 8364827 noya evet istemezsem hayır yazacakmışım. Daha fenası listelerinde bulunmaktaymışım, hemen bilmem ne linkine ışınlanıp istemiyor gibi hissetmemde kendimi suçlu hissediyorsam EVET'i tıklayacakmışım. (evet aynen kelime oyunu)

29 Nisan 2015 Çarşamba

Ev hediyesi listesi

Kitap kulübündeki arkadaşlara ev aldığımızı söylemeyi, kulübün ikinci yılı kutlamalarına bırakmıştım. Ne zamandır bir ev alalım, kiradan bir kurtulalım diye dualar ettiğimi biliyorlardı. Ben de güzel haberi alınca sevineceklerini biliyordum :) Neredeyse benim kadar sevindiler. Hatta taşınınca bir kitabı da bizim evde tartışalım diye sözleştik.

“Sen şimdiden eksiklerini yaz, listele, bize gönder aralarından seçip ev hediyesi olarak alalım” dediler, “yav yapmayın yeni gelin evi mi, ne eksiğim olur, hem zaten aynı apartmanın başka dairesi evin dekorasyonu bile değişmeyecek” dediysem de dinletemedim.

Derken, biz İlker’le ev tadilatıydı, yenilemeydi, odaların değişimiydi filan derken epey bir plan yapmaya başladık. Hatta alışverişe gidiyoruz, ufak tefek eksikleri alıyoruz, paketlerini açmadan, “yeni evde kullanırız” diyoruz. 

Daha fenası evdeki her eşyaya kötü gözle bakmaya başladım.
“Hmm nevresimlerin de iyice rengi kaçtı, yeni eve geçerken değiştirsek iyi olur”...

“Geçen Zeynep yaptığı pastayı çok şık bir servisle getirmişti, biz de alsak mı? Alalım yeni evde kullanırız”...

“Cezveleri yazlığa göndersek de yenisini alsak, şöyle akıtmayanından?” ...

“havluları da taş bezi mi yapsak, alı moruna karıştı yıkanmaktan…”

Var ya bir baktım eni konu liste yapıyorum yav!

Listeyi de öyle eline alıp dükkan dükkan dolaşmaya gerek yok. İnternetten kısa bir araştırmayla indirimli, kampanyalı sitelere ulaşabiliyorsun. 

Benim ara sıra göz gezdirdiğim Cookplus.com yapmış mesela. 
Nevresim takımları, servisler, tencere setleri, elektrikli cezve (bak bu çok iyi!), rondo, havlu bornoz takımları… Ne ararsan var. Yani ben ararsam buldum:)

Şimdi bizim kızlara liste hazırlıyorum, hatta altına not düşüyorum:

“ Cookplus.com ‘da bu listedekileri indirimli alabiliyorsunuz :)” 

"anneden babadan bıkılır mı hiç?!”

Bu hafta sonu Arca ile anne-çocuk baş başa geçirdik.

İlker zaten cumartesi çalışıyor, sabahtan piyano dersi, oradan kitap fuarı, akşama misafir gelecek diye çok sallanmadan eve döndük. Akşam plan varsa, Arca öğlen uyur. tabii ben de:) (nasıl olsa yemekler muhteremden) fena alıştım öğle uykusuna yaşlanıyor muyum ne:)

Pazar da tam deniz-balık havası olunca İlker’e hadi git, dedim. Normalde hep beraber gidecektik ama benim çalışmam lazımdı, evi biraz organize etmem lazımdı, biraz da Arca’nın yorgun ve yoğun cumartesi akşamından sonra dinlenmesi lazımdı, derken vazgeçtik. İlker gönlünce bir Pazar yaşadı. Biz de…

27 Nisan 2015 Pazartesi

Paylaşmak mı, tüketime özendirmek mi?

İstisnalar vardır mutlaka ama benim bildiğim hemen hemen bütün anaokullarında bir “oyuncak günü” var. Arca’nın önceki kreşinde Cuma günü idi, iki senedir devam ettiği okulda pazartesi günleri. Bir de okulun ilk haftası, 23 Nisan haftası gibi özel zamanlarda her gün oyuncaklarıyla okula gidebiliyorlar.

Amaç aslında oldukça masum: Paylaşmak.

24 Nisan 2015 Cuma

Sporun çocuk gelişimindeki önemi

Son günlerde #fitchallenge geri bildirimlerimdeki aksaklığı, spor yapmamama bağlıyorsanız, haklısınız. Yapmıyorum. Hayır, evde dursam, evde durduğumda çalışmasam, evde durduğumda çalışmasam bile uyuyakalmasam yapacağım da olmuyor.

Bak geriye doğru gidelim, dün yani 23 nisan Perşembe tüm gün Arca’ya şoförlük yaptım. Beyzadeyi okulundaki partiye götürdüm, bekledim, parti sonrası gezmeye götürdüm. Tam eve geldik ayağımı uzatacağım, İlknur aradı, Deniz sayıklamış bizimkini, bizimki dünden razı. Gittik, akşama kadar oturduk. Akşam yemek, derken sızmışız.

Çarşamba o kadar üşümüşüm ki, duşun üzerine sıcak çay sonra Arca ile sızmaca. Hop akşam bitti. Salı akşamı çalıştım. Pazartesi kitap kulübünün ikinci yaş kutlamasındaydım, Pazar yazlığa gittik, gece geldik. Cumartesi itin kuyruğu durdu biz durmadık! Sabah piyano, öğlen cüce babaannesiyle optimumda gezerken ben Yalı spor etkinliğindeydim, oradan çıkıp Cansu’nun doğum gününe gittik. İşte böyle yani ben ne ara spor yapabilecektim, bu mümkün müydü?

Değildi. Ama yine de zaman yaratacağım, geçen haftayı kaldır rafa, bu hafta dizimi kırıp oturacağım, vallahi bak! Oturacağım derken evde duracağım, ama spor yapmadan durmayacağım. Zira mücadelemde geri kalmışsam da bırakmış değilim, hele ki bu kadar motive iken! 




Üstelik geçen cumartesi Yalı Spor’un kahvaltı etkinliğinde bizimle değerli bilgileri paylaşan Oldinç Bayraktar Hoca’nın da verdiği bilgilerle müthiş gaza gelmiş durumdayım.

 Optimum AVM Bisquitte’de yapılan etkinliğin konusu ‘’Sporun çocuk gelişimindeki önemi’’ idi.

22 Nisan 2015 Çarşamba

Sizin çocuğun zekası ne tür?

Üstün zeka (ya da üstün yetenek) kavramı ile birkaç yıl önce bir mail grubunda tanıştım.

Bir anne, feryat ediyor, şaşkınlığını gizleyemiyor, ne yapacağını bilemiyor, karışık karmakarışık duygularını kontrol etmekte güçlük çekiyordu. (Aklımda kalan ifadeler bunlar) Evet çocuğuna üstün zeka (ya da yetenek – aradaki farkı hala çok iyi bilmiyorum) teşhisi konmuştu. Hem gururluydu, hem sevinçliydi, hem de şaşkın.

Bir insanın doğuştan sahip olduğu bir özelliği ile bu insanın annesinin neden gurur duyduğunu (sahi ne gibi bir katkısı olmuş olabilir ki? GEN?!? ) o zaman da anlamamıştım hala da anlamıyorum.

Dumur diyalog #142

O gün piyano dersine erken gideceğiz. Dışarıda kahvaltı yaparız diye de erkenden hazırlandık. Hedef 08:15’te kapıdan çıkmak. Tam çıkacağız, kaka! O kadarla kalsa iyi, kurtarırız. Oyuncaklar düzenleniyor, yok kalemler düzeltiliyor, tam çıkacağız, kotun bilmem neresi sıkıyor… Ay gerildim. Biliyorum çünkü geç kalıp kahvaltı edemeyince “açım” arızasına bağlayacak. Arca da gerildiğimi anladı.
Hemen çok okumuş, çokbilmiş, ebeveyn kitaplarını yalamış yutmuş anne olaraktan açıklamamı yaptım:
“Arcacım bak evladım, geç kalınca geriliyorum, senin davranışların da hep geç kalmamıza sebep oluyor. Sana değil, davranışlarına kızıyorum.”

21 Nisan 2015 Salı

Analık üzerine saçmalamalar - Good is enough? Enough is good?

--- Öncelikle ev ve okul için tebriklerini, hayırlı olsunlarını gönderen herkese kucak dolusu sevgiler, inanın böyle zamanlarda birilerinin senin mutluluğunu samimiyetle paylaşması paha biçilemez. ---

Geçtiğimiz haftalarda İlker’in çocukluk arkadaşı ile sevgilisi bize geldiler. Zeynepler de bizdeydi, maç izlenecek, İlkerin içlerini elcağızlarıyla hazırladığı nefis pideler mideye indirilecekti. İndirildi, üzerine biralar şaraplar açıldı, sohbet derinleşti. Biz ilişkilerini evliliğe dönüştürme yolundaki çiftle aile, çocuk, annelik babalık mevzularını irdelerken, Arca ve anne-babasından sonra en bi’ çok sevdiği kişi olan Poyraz kudurukluklarıyla aile planlamasına katkıda bulunmakta olduklarının farkında bile değillerdi.

Zeyneple ikimizin, müstakbel “elti”mize çocuklu hayatın zorlu evrelerinden fazla detaylıca bahsetmemiz de tuz biber ekmiş olacak, yeni arkadaşımız “çocuk” olayını gözünde büyüttüğünü ve çok korktuğunu söyleyiverdi. Hay bin kunduz! Eh be yeliz tut çeneni. Neyse toparlamaya çalıştım.

20 Nisan 2015 Pazartesi

Okul kararını verdik: Hangisi daha iyi değil, hangisi daha uygun?

En sonunda söyleyeceğimi en başından söyleyeyim.

Okul kararı verirken hani hep soru işaretleri oluyor ya;
Devlet okulu mu özle okul mu?
Akademik başarı mı, sosyal öncelik mi?
Öğretmen mi önemli okul mu?

Hepsini bir kenara bıraktık. Çünkü hangisi daha iyi diye bir şey yok. Hangisi daha uygun? İşte cevaplamamız gereken soru bu.

Ben birçok sebep yüzünden özel okula karşıydım, hep devlet okuluna verelim diye düşünüyordum ama bizim için uygun seçim bu değildi, kararımızı bu yönde alsaydık, daha iyi olduğunu düşündüğüm bir seçenek için körü körüne ısrar etmiş olacaktım.

Geçtiğimiz haftalarda Blogcu anne Elif’in şu yazısına yaptığım yorumda da belirttiğim gibi, okul seçimi ailelerin şartları doğrultusunda şekilleniyor. Sonrasında Elif’in bugün verdiği bilgiler de çok değerli ama ben asıl o ilk empati yüklü, “bize göre böyle, size göre farklı olabilir” yaklaşımını sevmiştim. Hatta o dönemde tam da okul seçimi yapmak üzereydik ve aldığımız kararı içimize (daha doğrusu ben) sindirme aşamasındaydım. Lütfen her iki yazıyı da okuyun.

Ulan ben bu düzene nasıl direneceğim!

“Tutun evladım”...

Apartmanın ağır demir kapısındayız, Arca ile birlikte. Arkamızdan titrek bir ses “tutun evladım” dedi, durduk. Baktık, dördüncü kattaki yaşlı teyze, eczaneden Ozan’ın kolunda çıkmış, apartmana doğru yürüyor, elinde ilaç torbası sallanıyor. “Ozancım sen dön dükkana biz teyzeyi evine kadar çıkarırız” dedim. Ozan işine yollandı, Arca kapıyı tuttu, ben de teyzenin koluna girdim, asansöre yürüyoruz. Arca işe yaramanın şevkiyle önden koşarak gitti, düğmeye bastı, asansörün kapısını açtı. Asansörde birkaç cümle konuştuk, dördüncü kata geldik. Asansörden indin mi birkaç basamak çıkıyorsun daire kapısına, birlikte çıktık. Arca’nın yanında söylemek istememiş, çekti kolumdan kulağıma eğildi: “benim kızım çok hasta biliyor musun evladım” dedi. Biliyordum. O dairede kızları ve annesiyle yaşayan hanımın kanser olduğunu, bir ara iyileştiğini ama sonra yine ağırlaştığını biliyordum. Kolumdaki teyzenin bana ağırlığını vererek yürümesi, yaşlılara özgü o titrek sesi, anneannemi hatırlattı bana, kırmızı yanaklı tombul anneannem de yürümekte zorlanır hem kolumuza girerdi. İçim cız etti. Anneannem kızlarının acısını görmeden göçtü, gitti. Ama bir anne için evladı kaç yaşında olursa olsun acısını görmek ne zordur. Yaşlı teyzeye sarıldım, kapısını açtı, teşekkür etti, girdi. Girerken “çok hasta benim kızım” diye mırıldanıyordu. Boğazıma yumru oturdu. Evde İlker’e söyleyince, altmış yaşındaki babasının cenazesinde, asırlık dedesinin hüngür hüngür ağladığını anlattı. Evlat acısı. Allah kimseye göstermesin.

15 Nisan 2015 Çarşamba

Dumur diyalog #141

Y: oğlum o çöpün yanında durma! Bütün mikroplar onun içinde!
A: aaa başka yerde mikrop yok mu? Hepsi burada mı?

.....

14 Nisan 2015 Salı

Diri fücudumdaki tüm kaslar acıyorsa da bırakacak değiliz!

Alt tarafı şu fotoğrafı koyup kaçacaktım ama var ya bütün gün tuvalete gidemedim. Sidik torbam alarm verdi yeminle! Ayol yoğunum işte anla! Telefondan bile anlaşılıyormuş kim aradıysa öyle söyledi. Artık nasıl alöööö diyorsam:/

13 Nisan 2015 Pazartesi

Fellini mi izleyeceğim sandınız? #2015te15film

Oradan entel dantel takılıyormuş izlenimi veriyorsam, bu durum tamamiyle bir yanılsamadır. Daha önce hiç izlemediğim filmler izleyeceğim derken bir Fellini, bir Almodovar izleyip yorumlayacağımı, bir festival filmi önereceğimi iddia etmedim.
Zaten Fellini için İlker hala yeterli olgunluğa ulaşamadığımızı iddia ettiğinden o koleksiyona dokunmak zinhar yasak! Bir an evvel Fellini olgunluğuna erişsek diyorum (Acun’un yarışmalarını izleyerek nasıl erişeceksek?), DVD player’ların ve DVD’lerin sonu VHS videolar gibi olacak, biz izleyemediğimizle kalacağız bu gidişle.
Neyse…
Bizim evin okumazmuhteremi çok iyi bir edebiyat izleyicisi olduğu için arşivimizin büyük çoğunluğu edebiyat uyarlamalarıdır. Ama bir kitabı okumadan önce mümkünse filmi izlenmeli. Daha doğrusu bir eser ya okunmalı ya izlenmeli. Bugüne kadar henüz okuyup üzerine izlediğim filmini beğendiğim bir eserle karşılaşmadım. (Aynı anlama gelen en az beş cümle kurma konusundaki manasız çabama burada bir alkış deyip geçiyorum.) Diğer taraftan önce filmini izlediysem de o kitabı okumuyorum. Niye? Bilmiyorum vallahi, yani zaman kaybı olarak mı görüyorum, artık sükut-u hayal içinde kalırım mı diyorum bilmiyorum.

Bugün #2015tehareket için ne yaptın?

Pazardan 5 tl'ye "keep calm and workout" t-shirt'ü satın aldım:)

Veeee evdeki oğlanların yoğun muhalefetine rağmen -pek sakin kalamasam da:/ - 30 dakika work out baby:))

Body toning workout video için https://youtu.be/uNrqrk2xcAo

Night night:))

10 Nisan 2015 Cuma

Spora spiritüel yaklaşımda motivasyon tekniklerine giriş

Çok havalı değil mi? Evet biliyorum, saçmalığın daniskası gibi görünüyor. Ama kulağa komik geldiği kadar değil. Yani gerçeklik payı var.

Bu aralar “çorbacı ne okuyor” kısmına dikkat edenler, kişisel gelişim kitaplarına merak saldığımı fark etmişlerdir. Ben ki, kişisel gelişemeyenlerdenim ama bir süredir bu kitapları okumaktan zevk alıyorum hatta arkadaşlarımdan öneriler alıyorum, öneri almayı bırak, ödünç alıyorum.

Kişisel gelişim kitapları ile ilgili bu süreçte öğrendiğim en önemli şey, ödünç alamıyorsan, ikinci el alacaksın. Kitapçıdan alma, çok pahalı. Herhangi bir kitaptan daha pahalı. Ancak ikinci eli de tam tersi, herhangi bir kitaptan çok daha ucuz. Çünkü bir heves alıp da umduğunu bulamayanların, baş ucu kitabı yapmaya layık görmeyenlerin, “ulan bi halta yaramadı, hayatım hala bombok” deyip göresi gelmeyen ve elinden ilk çıkarılacaklar arasına koyacakların kitaplarıdır kişisel gelişim kitapları. Bu kitaplar şöyle bir okunup direkt sahaflara sepetlenir. Dolayısıyla sahafların ellerinde çok sayıda olduğundan en düşük değer biçtikleri türdür ve ucuza kapatırsın. Üstelik kitabı senden önce okumuş olanların notlarına ve altını çizdiği satırlara, kısacası hazıra konarsın.

Bu küçük “faydalı bilgiler kılavuzu”ndan sonra sadede gelelim. Evet, kişisel gelişim kitaplarına sardım. Bunda “bir sanatçı gibi araklayın” isimli kitabın çok hoşuma gitmesi, dahası işime yaradığını görmem etkili oldu. Dur ben bir kişisel gelişivereyim dedim. Geliştim mi bilemem, bildiğim tek şey son dönem okuduklarım, şu gündemdeki spor mevuzusunda da işime yaradı, yalan yok.