24 Mart 2015 Salı

Kafamda bir tuhaflık

Lafı evirip çevirmeden doğrudan söyleyeceğim. Eğer hiç Orhan Pamuk okumadıysanız, Nobel ödülü almıştır, tırsarım, çekinirim diyorsanız, o halde okumaya, “Kafamda bir tuhaflık”la başlayın. Yormaz, üzmez, hızlıca okur geçersiniz.

Bu kadarla bırakmayacağım, birkaç kelam edeceğim.

22 Mart 2015 Pazar

Dumur diyalog #139

Galatasaray maçı izliyorlar, gol oluyor, İlker "babacım gol attık gol attık!"
Arca: Baba lütfen biz deme! Ben büyüyünce hakem olacağım, hakemler takım tutmaz!
.................
Arca'nın elektrikle teması doğal olarak yasak. Defalarca ipad'i şarjdan almaması konusunda uyarılan cüce, bu defa şarja taktığını gururla bildirir: "Annem ipad'in şarjı bitmişti, taktım"
İç ses "iyi bok yedin" dış ses: "annecim niye takıyorsun, kaç kere söyledik tehlikeli!! aaaa!!"
Arca: Ama annem şarjdan çıkarma dediniz, çıkarmıyorum, takma demediniz ki!
................

20 Mart 2015 Cuma

Multitasking olmak ama nasıl olmak?

Geçen yazıda, aynı anda çok iş kotaracağım derken verimsizlik açmazına düşmekten bahsetmiştim. Bir de işlerin kontrolünün dışına çıkması var ki, aman evlerden ırak olsun. Biri bir soru sorduğunda o an o işle ilgilenmiyorsam, kafamda hiçbir data olmadığını fark ediyorum, uzun bir geri dönüş yapmak ve hatırlamak için zaman harcamak gerekiyor. Halbuki ne kadar konularıma hakimim sanıyorum, değil mi? Hikaye…

Verimliliği elden bırakmadan, kontrolü kaybetmeden, az zamanda çok iş, eş zamanda birçok iş yapabilmenin bazı yöntemleri var. Daha doğrusu varmış, ben de okuyarak deneyimleyerek kendime adapte ederek öğrendim.

Multitasking olmak ya da olmamak ya da olmak ama nasıl olmak?

Hiç online değildim bu aralar. “Kendimle baş başa kaldım, kendimi dinledim, iyi geldi uzaklaşmak” filan diyebilmeyi çok isterdim ancak maalesef o da değil. Daha fena hatta. Hiç kendimle kalamadım, pek çok işimi de tamamlayamadım, desem daha doğru olur. Kafayı resetlemek mümkün mü bilemiyorum ama açık sayfaların bazılarını kapatıp temizlemek eminim iyi gelirdi. Çünkü özünde işi bitirici bir insanım, daha doğrusu işleri bitirdikçe kendimi daha iyi ve daha motive hissediyorum. Sayfalar açık kaldıkça ve bir türlü kapanışı yapamadıkça psikolojim bozuluyor. Dahası yoruluyorum. Sürekli yorgun hissetmem, ne kadar dinlenirsem dinleneyim, ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım, bir türlü kendimi enerjik hissetmememin sebebi bu galiba, yok yok ne galibası, kesin bu!

Bugün aynı dertten mustarip işten bir arkadaşımla sohbet ederken suçu yaşımıza attık (ben 37 o 40) ama tek sebep bu değil bence. Konuşurken “a evet ya yaşlandık artık bünye kaldırmıyor” diye düşünüyordum ama yemekten sonra beş dakikalık bir kahve molasında, başka hiçbir şeyle ilgilenmeden sadece kahve içiyor olmama yoğunlaştığımda, parçalar yerine oturdu. 

13 Mart 2015 Cuma

Böyle bir okul var mı?

Eski bir Türk filmi var, Perihan Savaş oynuyor, bir de Sezercik. Esas oğlan rolündeki sanatçıyı hatırlamıyorum. Perihan Savaş gencecik bir köylü kızı iken zengin oğlandan bir çocuğu oluyor, ama köylü ya, çocuğunun babası olacak alçak bizim kızı almıyor, köyde bırakıyor, çocuğu alıp şehre götürüyor. Seneler çocuğunun hasretiyle geçiyor. Çocuk da az büyüyüp Sezercik oluyor. Bir şekilde bu Sezercik anasına kavuşuyor ve onu babasının beğeneceği bir kadın yapmak için uğraşıyor. Külkedisinin zilyonuncu versiyonundan bir demet. Neyse bu külkedisinden hanımefendi yapma çalışmalarından birinde bir eğitmen (şimdi çevrilse bu film, yaşam koçu filan derdik herhalde) bizim bu köylü kızımıza özgüvenini artırıcı önerilerde bulunuyor: “Ben çok güzel bir kadınım” cümlesini tekrar ettirmeye çalışıyor. Ah tabii bizimkinin ağzından da “Beeen çoh gözel bi gadınım” gibi şiveli bir cümle çıkıyor. Aklımın bir yerinde takılmış kalmış. Ne zaman özgüvenim sarsılsa o sahneyi ve çoh gözel gadını hatırlarım.

12 Mart 2015 Perşembe

Bir kitap siparişinin akış şeması

"Okunacak kitaplarım bitmiş?"
"Kitap kulübünde yeni bir kitap seçtik."
"Kitap satış siteleri indirimde!"
"Tavsiyelerine güvendiğim birilerinin bir kitap hakkındaki iştah kabartıcı yazısını okudum."
"Sadece canım istedi."

…..


Biri ya da birkaçı fark etmez. Bahane ne olursa olsun, kitap siparişi akış şeması bir dişlinin çarkları gibi gırç gırç dönmeye başlar! Çünkü bir kitap asla yetmez ve bir yerlerde bir kitap listem, notum, sepetim her daim mevcuttur, sipariş edilmesi için bir kıvılcım beklemektedir.

Günün çorbası hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak siz sevgili okurlarıyla "kitap siparişi akış şemasını" paylaşmaktan gurur duyar! 

11 Mart 2015 Çarşamba

Çocuklarla okumak

Küçük bir çocukken benim için oyun, bir varoluş biçimiydi. Gerçi hangi çocuğun değildir ki? O kadar meşgul bir çocuktum ki, sıkıldığımı hatırlamıyorum.

Canımın çok sıkıldığı, yapacak hiçbir şey bulamadığım zamanlarda da yapacak bir şey bulurdum, mesela rahmetli halamın Almanya’dan getirdiği kasetçalara MFÖ kaseti taktığımı ve salondaki halının kenar bordürü etrafında ahmakça dans ederek dolandığımı hatırlıyorum. Ahmakça dans etmenin bir çocuk için ne kadar eğlenceli olduğunu tahmin edemezsiniz! Daha ahmakça başka bir şey ise portmantonun aynasına alnımı, burnumu yapıştırıp gözlerimi şaşı yaparak aynanın ötesini görmeye çalışmaktı. Orada bir yerlerde uzaya eriştiğimi hayal ederdim ve evreni keşfetmeye çalışırdım. Koca evrende minicik bir nokta olduğumun farkına vardığım için mi, yoksa dakikalarca şaşı baktığım için mi bilmiyorum, başım dönerdi ve oyun da böylece nihayete ererdi.


Şimdi tam burada bu satırları yazarken Burçay yazının tamamını okuduğunda, ne düşünecek diye merak ediyorum, “bizim için yazar mısın?” diye sorduğuna pişman olacak mı?


Burçay benim çok sevdiğim bir arkadaşım, Hayalkurdum çocuk kitapçısı ile hayallerimize dokunmuştu sonra o hayale bir virgül kondu. Şimdi kurumsal hayatının yanı sıra www.kidolindo.com ’da editörlük yapıyor.


Kidolindo’yu tanıtmak için Çocukus’taki toplantıya davet ettiğinde, hiç düşünmeden katılmıştım, sırf Burçay davet ettiği için… Ama site için yazı yazmam konusundaki teklifine aynı heyecanla atlayamadım. Çünkü ne yazacağımı bilemedim.


Kidolindo, çocuklarla birlikte yapılabilecek faaliyet önerilerinin yer aldığı bir site. Ben ne önerebilirim? Hiçbir şey yapmıyorum ki? İtiraf ediyorum, ben çocuğuyla oynamayan bir anneyim! Hele ki faaliyet? Hiç, sıfır! Ama Burçay, istediğimi yazabileceğimi söyleyince, denemek istedim. Deneyimin kimseye zararı olmaz.


Diğer taraftan Burçay tabii ki pişman olabilir, düşünsene, çocukluğunda burnunu aynaya yapıştıran bir çocuktan çocuğuyla oyun oynayamayan bir anneye evrimleştim. Gerçi buna ne kadar evrim denebilir bilemiyorum.

Devamı için bir tık :)

ay şiştim yeminle

Bundan üç yıl önce Arca’nın akciğerinde dört santimetre çapındaki kist ile hastaneye yattığımızda, tek bildiğimiz haftalarca süren ateş ve peşi sıra işe yaramayan antibiyotiklerin ardından çekilen röntgende çıkan bu kistti. O kadar. Neden olduğunu bilmiyorduk. Kan değerleri kötüydü. O kadar.

Bir ay kadar hastanede yaşadık ana oğul. Üniversite hastanesinin en baba ekibi bir şey söyleyemiyordu. Dellendiğimizde de sadece çıkmamıza izin vermiyor, durumun ciddi olduğunu söyleyip susturuyorlardı bizi. Sinirleniyorduk çünkü Arca çok sağlıklı görünüyordu, neden çıkamıyorduk? Gün aşırı alınan kan değerleri hep kötü çıkıyordu. Ultrason hep kötü ve kist hep mevcut.

9 Mart 2015 Pazartesi

Kişisel gelişek mi ne edek?

Kitabın adı: Bir sanatçı gibi araklayın
Vurucu alt başlık: “Yaratıcı olmak hakkında size kimsenin söylemediği 10 şey”

Bir blogger olup da herhangi bir şey hakkında yazarken liste yoluna başvurmamış olmak mümkün mü? (Hele benim gibi tam bir liste manyağı iseniz??)


Bunlar benden birkaç örnek.

Bir blog sahibi olmanın olmazsa olmaz raconlarından biri, böyle hap listeler oluşturmaktır. Çağımızın hızlı tüketici okuru, uzun metinlerden ziyade alt başlıklar altında kısa metinlerle meramını kestirmeden anlatanları el üstünde tutuyor. Yani hiç edebiyat patlatacağım, yok tasviri uzun tutacağım, teşbih sanatında ilerleme kaydedeceğim diye kasma bacım. Yap bir hap liste (azami 10 maddelik) geç kenara, seyredal istatistiklerini. Alan memnun satan memnun.

Ulen ben blogda liste yaptım mı, zahmete girmedim diye vicdan yapıyorum, elin yazarı hap listeden kitap yapmış, iyi mi? Biri buna bir soru sormuş adam üzerine kitap yazmış. Çok da satmış şerefsiz! Zerre vicdan yaptığını da sanmıyorum. Kitabın sonunda “şimdi ne olacak?” diye toparladığı başka bir liste var, bir de utanmadan oraya “bu kitaptan arkadaşınıza hediye edin” filan diyor. Arsız. 

Ben daha iyisini yapacağım, kitabın özetini çıkarıp siz sevgili okuyucuların bilgisine sunacağım. Okura hizmette sınır yok!

5 Mart 2015 Perşembe

Bir kitabı arayışının amma velakin bulunamayışının öyküsü

---  Not: Bu yazıyı birkaç gün önce yazmıştım. Sonra Gamze'yi duydum ve tekrar okuduğumda ne kadar manasız geldi, anlatamam. Hayatta işte biraz sonra anlatacağım yazıdaki gibi boktan aptal saçma dertlerimiz olsun, e mi! Allah bizi sağlıkla sevdiklerimizle evlatlarımızla sınamasın. Amin. ----

......


Her hikayenin sonu iyi bitmiyor. Bazı hikayeler hiç bitmiyor. En kötüsü ise iyi biteceğinden neredeyse emin olduğun hikayelerin seni ters köşe etmesi.

Gamze

Gamze. yıllarca direndi. Ama olmadı.
Akşamdan beri salya sümük ağlıyorum.
Halbuki ilik bulunmuştu ve ben hiç hazırlıklı değilmişim.
Söyleyecek bir şey yok. yok.

Sadece onun üç yıl önce yazdığı mektubu var. Benim okuyacak halim yok ama burada bir defa daha dursun.

"Bu yazıyı yazarken sabredeceğim ağlamamak için.
Aynı başlıkta yazdığım gibi hissediyorum kendimi, ama belliki benim seyahatim bayaca uzun sürecek. İster bir annenin vasiyeti diyin bu yazılanlara, ister gözü arkada kalmasın diye aklından geçenleri sıralıyor diyin.

İyiydim gerçekten 2 hafta önceki düşüşü laboratuar değerleri yanlıştır umudunu yaşıyordum, Dr’umda öyle inandırmıştı. Ama değilmiş, artık mikroskop altında da değerlerim hızla düşüyor. Malesef kağıt üstündeki gerçekler doğru… Diş etlerim çekilmeye başlıyor diyince zaten Salı günü kemik iliğine bakalım dedi. Nefesi kesildi adamın ama, sen çok ağladın karşımda benimde ona moralim bozuldu dedi. Nasıl ağlamam öyle bir derdim varki içinden çıkamadığım nasıl ağlamam. Evladım ne olacak Dr’um dedim. Sıkıntılı günlerin gelmesine ağlamıyorum, benim derdim evladım dedim.

Evet evladım tek derdim…

Herkesin Atakan’a çok iyi davrandığı kesin hatta davranacağıda. Annem, babam, kardeşim en başta hatta Emrah kendini toplayana kadar Atakan ilk dönemlerde kiminle kalır. Sevdiği alıştığı insanları yanında göremeyince ya da gördüklerinde ağlayan gözlerle gördüklerinde napar yavrum. İş seyahatine giden bir anne defalarca kafasından geçenleri söyler yavrusunun bir şeyi eksik kalmasın diye…

Eskişehire gödeririler belki biii süreliğine orasıda çok soğuk, keşke annem göndermese,

Kalbi kırılırsa anlarlarmı,

Dudakları beyazlamış biraz, benzi sarı gibi gözüküyor deyip hemen kan testi yaptırmaya götürürler mi,

Anneyi sorduğunda ne cevap verirler,

Meyveler, sebzeler defalarca sirkeli suyla yıkanır mı,

Marketten alınanların özellikle Atakan’nın yiyeceklerinin son kullanma tarihlerine her defasında unutmadan kim bakar,

Her akşam ılık sütünün içilmesi, Dişlerinin fırçalanması atlanılmaz mı,

Günlük taze meyve suyu sıkılırmı mevsim meyvelerinden,

Terleyince üşenmeden anında atlet değişir mi,

Nelerden mutlu olur diye düşünülür mü,

Değişik kitapları kim araştırır,kim alır peki,

Bıkmadan sıkılmadan kim oyun oynar onunla,

Bıkmadan sıkılmadan saçlara cici yapmasına kim izin verir,

Gideceği okuldaki eksiklikleri kim farkeder,

Öğretmeniyle sürekli yakın diyaloğa kim girer, o özel biii öğrenci iyi bir gözleme ihtiyacı var annesini kan kanserinden kaybettik der,

Evde televizyon seyretmeyip kim aktivete yapar el becerisi gelişsin diye hem de hergün,

Kendi çocuğuna ya da çocuklarına sabır gösteremeyen insanlar Atakan’ıma nasıl sabır gösterir,

Bir varmış, bir yokmuş… Ömür bu iki kelime arasında geçen zaman… Zamansa bazen dost insana, bazen düşman bize düşman oldu.

Emrahım canım sevdiğim çok üzdüm seni en fazla kötü günlere, seninle göğüs gerdik. Hakkını helal et. Bundan sonra işin daha da zor olacak. Ama sana güvenim tam. Bir kaç gün önce demiştinya bana, parkta oynarken bizi birisi seyretse deli bu adam der ama ben oğlumla çocukluğumu tekrar yaşıyorum diye. Hep öyle deli baba ol olur mu o zaman Atakan yokluğumu daha az hisseder belki…

Evde demiştim ya ben, sana sevdiğim,

Atakan seninle gerçekten iyi vakit geçiriyor hep gülüyor. Sen iyi bir babasın diye… Ben hep bişeyler öğretme çabasındaydım, sense eğlence, öyle olduğu için o kadar mutluyum ki hep mutlu ve onu güldüren babasıyla birlikte yaşayacak diye… Öğretmenler zaten öğretir öğrenmesi gerekenleri. Gülmek daha iyi bir ilaç. Onuda sen hep verdin ve vericeksin canım sevgilim.

Canım annem, canım babam, canım kardeşim hakkınızı ödeyemem şimdiye kadar çok emek verdiniz bize. Asıl şimdiden sonra sizlere daha çok iş düşüyor dimdik durup Emrah’a destek verme zamanı. Atakan başta ALLAH’a sonra Emrah’a sonra annem, babam, kardeşim size emanet…

Keşke herşey farklı olsaydı. Yaşam mutlu dolu günlerle dolsaydı…

Annem hediye kaban almak istedi. İstemedim çünkü seneye kışa çıkmam heralde.

Sabahleyin aradın annem.

Ne olur güçlü ol diye. Lütfen gel alalım dedin. İstemem annem dedim.
Ateşim var öksürüyorum dışarı çıkmıcam dediğimde Atakan’ım koşarak geldi ne dedi biliyomusun…

”’ Ateşin olmasın, ne olur öksürme canım annem dayanamam sana ”’ dedi.
Telefonu kapadım çöktüm oğlumun yanına ben sana dayanamam merak etme geçer dedim, geçsin annecim dedin.
Dayancan annem diye haykırdım içimden…
şuan ezan okunuyor. Yalvarırım rabbime evladım için bana yaşama şansı ver. Salı günü gireceğim operasyon sancısız geçsin, en önemlisi sonucu güzel gelsin. Çok bişi istemem sadece sağlık. Ama artık o kadar yıkıldım, o kadar güçsüz kaldım ki. Savaşacak gücümü yitirdim. Emrahımın, annemin, babamın, kardeşimin gözünü yaşlı görmeye gücüm kalmadı.
Arayan eş, dost, akraba açamadım telefonları açamayacağımda, biliyorum dualarınız benimle ama gücüm yok konuşmaya birde tabiii Atakan’ım anlamasın durumu diye.
Salı gününün güzel geçmesini bu kadar umutsuzluğun içinde yinede umut ediyorum…"


Yazan : Gamze anne
Bense sadece gözyaşlarımla imza atabilirim!




3 Mart 2015 Salı

Körpe ıspanakla salata: "Lorlu cevizli ıspanak salatası" & "portakallı ıspanak salatası"

Ispanağın tohumdan yetişip mideme girmesinden daha uzun bir süreci okuyarak geçirdiğiniz "körpe ıspanak meselesi" girizgahından sonra eşek değilim ya tarifleri vereceğim.
Efendim ilk deneyim tercihimizi lorlu cevizli körpe ıspanaktan yana kullandık.

2 Mart 2015 Pazartesi

Körpe ıspanak meselesi

Geçen hafta Agora isimli İzmir’in en kalabalık AVM’sine gitme kararı almıştık, bu kararımızda Arca’nın ne hikmetse özellikle Pazar sabahları 06:00 civarı uyanmasının etkisi büyüktü. Zira Agora’ya açılış saatinde gitmek, dükkanlar ve koridorlar bomboşken alışverişi tamamlamak ve 12:00 olmadan AVM’yi terk etmek üzerine aile içi bir anlaşmamız var. 09:30 olmuş ve evden henüz çıkamamışsak, Agora planı ertelenir. Neden diye sorma, bana uzun uzun anlattırma, oraya hafta sonu 12:00 sonrası bir gitmeyi dene, yeter…

27 Şubat 2015 Cuma

#2015te15yenikeşif : OT Café

#2015te15challenge devam ediyor, bilmem farkında mısınız?

Ben aklıma geldikçe teker teker notlarımı giriyorum.
Bazı “challenge” bölümleri epey yol aldı, bazıları beklemede.
Bu mücadele işlerinin beni epey motive ettiğini fark ettim. Sadece iş istemekte…

Bak mesela spor yapmak istemiyorum, hareket bereket hikaye benim için, hala o bölümde startım yok. Kitap dersen orası epey hızlı gidiyor, film ise sıfır çekiyor. Dur bakalım…

Ha bir de yaptıklarım ama yazmadıklarım var, mesela yeni tarifler… Çoğunu İlker deniyor, ama fark etmez, o yemeği pişiriyorsa ben de yamaklık yapıyorum, mutfağı temizliyorum, bir de tabii ki yiyorum:)

15 yeni keşif, iyi ki açmışım dediğim bölümlerden biri. Girip çıktığım mekanlara alıcı gözle bakmamı sağlıyor.

26 Şubat 2015 Perşembe

Küçük karabalık

Kurumlarınıza uyuyor gibi görünmem onlara karşı direnmemi ancak böyle sağlayabileceğime inanmamdandır.” 

Facebook’ta dönüp duran bir test var, - aslında birçok test var ama konumuz o değil – “hangi klasik roman senin hayatını anlatıyor?” gibi bir şey… Eğlencesine…

Benim sonuç küçük karabalık çıktı. Sürüden ayrı diyor, özgür diyor, aykırı diyor, ay beni bir gülmek tutuyor ki sorma…

Nerem aykırı benim, nerem özgür, nerem risk almayı seviyor? Ben sürünün bizzat vücut bulmuş haliyim, yakında meleyeceğim de kimse şaşırmayacak.

Yok lan dedim, bu test hatalı. (Evet tıbbi ve psikolojik bir bakış açısı vermiyor, magazinsel eğlencelik bir şey ama demek önceki test sonuçlarını gerçekçi bulmuş olacağım, buna şaşırdım.)

Hissiyatımı tabii ki sanal platformda dile getirdim, aynı ciddiyetle “aa öylesin vallaha hiç mühendise benzemiyorsun” dedi, Deniz.

Değilim zaten. Aslında ben bir şeye benzemiyorum. Belki de aykırılığım ondan geliyordur. Kafam kurcalandı bir kere, düşündüm.

Arcatomide 6 yaş

Vallahi 6 yaş doldu, inanılır gibi değil:)

Bir doğum günü çocuğu klasiği olarak ateşlenmese de öksürük ile karşıladı yeni yaşını.

Allah sonumuzu hayır etsin.

6 yaşın şerefine anası olarak eşek değiliz ya yavrumuzun bir dumur diyolog, efendime söyleyeyim bir arcatomi biraz anatomi babatomisinden ortaya karışık yapacağız artık:)

23 Şubat 2015 Pazartesi

Düş zamanı masalcısı

Blogları ilk yazmaya başladığımızda, çekingenlikten midir nedir, epey gizemli takılırdık. Eh sene 2005 civarı daha o velet facebook denen çılgınlığı icat etmemiş, öyle çarşaf çarşaf fotoğraflarımızı yayınlamazdık. Sanırım ilk fotoğraf paylaşımım da Hülya'nın slingleri için modellik yaptığım zamana rastlıyor, (biraz nostalji için tık:) ) bir celebrity halleri geldi üzerime, bir kamuya mal oluş... Gerisi geldi, bak şimdi profilde direkt fotoğrafım var, instagramda hemen her halimiz ortada...

22 Şubat 2015 Pazar

nerden nereye...

Bugün Arca ile çok yorulduk. Eh kolay mı Kemeraltı kazan biz kepçe. Neymiş okul partisine pinyata istermiş, eyvallah da ev yapımı istemezmiş. Ay ne olacak, patlatacaksınız sonuçta çöp... Ama bunu bir altı yaş mensubuna anlatamazsın, anlatamadım. Ama internetten araştırınca bu ıvır zıvır paketlerinin 50-70 TL arasında olduğunu fark ettim. Bu ne arkadaş!

Neyse dedim ya, Kemeraltı kurtarıcının hasıdır! Gittik, sorduk, bulduk, hem de 20 TL'ye. Hem de Şimşek Mcqueen'li... Tema da Cars değil bu arada, tema ortaya karışık. Pasta Angry Birds, tabaklar Spiderman, peçeteler Planes... Öyle işte tam pazaryeri gibi olacak parti. Aman olsun n'apalım...

Akşamdan öyle de bir uykum var ki sorma, İlker'in de geç geleceği tuttu. Neyse ki Arca maç izlerken uyuyakalmış. An itibariyle de öksürüyor, tabii ya allahın emri doğum günü arifesi yavrular hasta oluverir... Tövbe tövbe...

Ben de ilker gelesiye kadar kestirdim ya cin gibiyim şimdi. Twitter senin, Facebook benim, Instagram amcaoğlunun öyle takılıyorum. Tabii ki İlker kanepede uyuyakaldı. Bir yatağınızda uyuyun be arkadaş. Uykum yok, kitabım bitmiş. Biraz ebeveyn eğitim kitabı karıştırdım, biraz ne okusam diye baktım. Sonra bir film izleyeyim dedim, ay içim kıyıldı yeminle kendimden tiksindim.

Derken facebookta bir avukatın bilale anlatır gibi tane tane yazdığı şu iç güvenlik yasası ile ilgili bilgilendirmeyi okudum, iliklerime kadar ürperdim. Uzun lafın kısası, avukat ve savcıların yani hukukun etkinliği azaltılırken polis ciddi yetkilerle donatılıyor.

21 Şubat 2015 Cumartesi

Okumak kaçışsa, yazmak yüzleşme

İşler bazen istediğin gibi gitmez. Bir güne umut dolu başlarsın. Metroda otobüste oturamadıysan da elindeki kitabın su gibi akan sayfalarında, ardından bir tas su dökülmüş gibi yolu anlamadan su gibi gidersin. Sonra iş başlar. Sonra biraz, yok biraz değil, çok canın sıkıldığında hem kızar, hem içerler hem de çalışarak  üstesinden gelmeye çalışırsın. Birkaç hayal bile kurarsın yalan değil. Yine günü kurtarırsın, her gün gibi, günlerinin günü kurtarmakla geçtiğini düşünmeye başlarsın, yalan değil.

Günü kurtardım, güzel de bir akşam olacak diye içinden geçirirken beklenmedik kötü bir haberle yine keyfin kaçar. Neden kaçar biliyor musun? Çünkü keyfin pamuk ipliğine bağlıdır, sürekli insan üstü bir çabayla o keyfi yerine getirmeye kasan sensindir, kumdan kaleler gibi bir gelgite kurban verirsin o günü. Kurtaramamışsındır, günü. Günü kurtarmak, her geçen gün daha da zorlaşır. Gün gelir, bir alışveriş, bir yenilenme, güzel bir yemek ya da hoş bir sohbet… yetmez olur. Günü kurtarmak zor olur.

Olur öyle arada, olur. Olsun…

20 Şubat 2015 Cuma

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Bazı insanlar, bazı filmler, bazı kitaplar özellikle de bazı kitaplar hayatta ikinci bir şansı hak ediyor. Hatta üçüncü...

Saatleri ayarlama enstitüsü (SAE) için bir yandan "iyi de her kitabı sevmek zorunda değilim ki..." diyedurayım, umudumu hiç kaybetmemiştim.

Birkaç yıl önce aklıma başka bir kitap takılınca ilk otuz sayfasında da bir şekilde içine giremeyince, okunacaklar rafına geri koymuştum. Geçen yıl ise, yine elime almış, bu defa elli sayfanın sonunda "galiba sevemeyeceğim" deyip yine aynı rafa yolcu etmiştim. Artık okunacaklar rafının müebbet sakini olmaya aday haline gelmişti ki, bir akşam açık havada sigara sohbetinde (içmem ama içenlerle mutlaka dışarı çıkarım, dumandan mıdır bilmem, sohbet hep keyifli olur çünkü) Selda'nın anlattığı bir bağlantı kitabı yeniden gündeme oturttu. (Tamam biraz bira da etkili olmuş olabilir:P)


19 Şubat 2015 Perşembe

Yuva

Her canlının bir yuvaya ihtiyacı var. Yalnız kalmak istediğinde, üzüldüğünde ya da sadece keyif yapmak istediğinde çekildiği bir yuva.
Evvelden anlatmıştım, benim okuma köşesi bir yuva aslında. Evdeki pipililer maç izleyecekse ya da tepişecekse, ben köşeme kaçıyorum, hatta bazen yüzsüzce kulaklıklarımı takıp izole oluyorum. Yuva lan işte!

Atuan mezarları

Ursula K. Leguin ile kim tanışmama vesile olduysa kucaklar öperim kendisini, hay allah razı olsun.
Şahsı hatırlamıyorum ama Ursula'nın istisnasız her kitabını okurken Deniz'i düşünüyorum. Adını instagramda atuan yapan Denizi. Ursula = Deniz benim için.

18 Şubat 2015 Çarşamba

İdam diyorsunuz da...

Özgecan kardeşimizin katlinden beri bir idam çığırtkanlığıdır gidiyor. Bence tecavüz ve kadın cinayetlerinde idam çok hafif bir cezadır, hayal gücüm yetmiyor tasavvur etmeye, etmeyeyim de zaten ama çok acılar çektirilmeli çok...

İdama karşıyım, sadece kolay bir çözüm olduğu için değil, çok hümanist olduğum için hiç değil, bu hükümet istiyor diye karşıyım.

17 Şubat 2015 Salı

An itibariyle

Feci hastayım. Perşembeden belliydi, yanak ve alında başlayan ağrı "ben sinüzitim geliyorum" demekteydi. Derhal randevu aldım. Durum vahimden bir seviye beri. "En iyi ameliyat yapılmayan ameliyat" tezini savunan doktorum ile "en iyi antibiyotik içilmeyen antibiyotiktir" düsturunu benimseyen hastası yani bendeniz, el ele verdik, iki gün sabredelim dedik. Burun yıkama, papatya buharı, dinlenme .... Reçete bu. Ama iki kutu antibiyotik de yazıldı, hani lazım olursa diye...

15 Şubat 2015 Pazar

#sendeanlat

Hastalıktan mıdır bilmiyorum, psikolojim bozuldu. Sosyal medyayı, köşe yazarlarını okuyup ağlıyorum. 

En son ilkere özgecanın cenazesinde ön saflardan ayrılmayan ve tabutunu erkek eli değmesin diye taşıyan kadınları anlatırken ağladım.

Bir tek twitter'daki #sendeanlat hashtag'ine ağlamıyorum. Çünkü hiçbiri yeni değil hiçbiri şaşırtıcı değil. 

Hangimiz taksiye binerken plakasını ezberlemedik? Hangimiz taksidetken arkadaşımızı arayıp yerimizi bildirmedik? Hangimiz daha ergenliğe adım atmışken otobüste yolda kamuya açık her alanda sözlü bakışlı temaslı tacize uğramadık lan hangimiz? 

Şaşırtıcı olan be biliyor musun? Erkeklerin bunlara şaşırması! 

Şaşırtıcı olan birkaç fazla merak tıkı uğruna bunları haber yapma şerefsizliğini gösteren medya! Ulan twitter iç dökmelerine mi kaldın hürriyet? Hiç mi bilmiyorsun bu ülkede kadınların başına gelenleri? Pes!

Şaşırtıcı olan hala bu ülkede kadına yapılan şiddeti sistematik bir hükümet politikası olarak görüp sistematik bir tepki veremememiz...

Bak kardeşim.  Etek giymişsin, tırnağını boyamışsın, başında örtü varmış hepsi bahane. Bu ülkede kadınsan potansiyel tecavüz mağdurusun! 

14 Şubat 2015 Cumartesi

Özgecan Aslan

Oğlum dün akşam yanağında kalple geldi, sevgi günü kutlamışlar. Pasta yapmışlar dans etmişler çok eğlenmişler. 
Uzun uzun anlattı...

Sonra markete gittik, yanağındaki kalbi, ilgi gösteren küçük bir çocuğa anlattı. 

Her yanımız kalp her yanımız kırmızı... Markette indirimler var, sevgililer gününe özel. Küçük, sanal mutluluklar işte... İlker yarın başbaşa bişey mi yapsak diye yokluyor beni "yürü git" diyorum arkadaşlarımızla çocuklarımızla takılalım bana her gün sevgililer günü... Diyorum.

Sonra eve geliyoruz, yanaktaki kalp kırk nazla siliniyor. Arca uyuyor. Piyano dersi için kek pişiriyorum. (Bazen de cookie;)) ama dün akşam geç oldu, cookie başında beklemek istiyor, zaman istiyor. 

Evi kek kokusu sararken ig'ye baktım.
Hayvanların bile yapmayacağı şeyleri gencecik bir kıza yapan bir yaratık çetesinin haberine rastladım. Detayları okuyamadım, okumadım. 

Hep söylüyorum, bu ülkede cinskırım var! Bu ülkenin sözümona yöneticileri yapıyor bu azmettiriciliği! Ağızlarında düşürmedikleri kadın laflarıyla, cezaları ağırlaştırmayan politikalarıyla kadını sindirme projesinin mimarlarını ayaktaa alkışlıyorum, çok başarılılar! 

Ama bak buraya yazıyorum, bunların kökünü kadınlar kurutacak! 

12 Şubat 2015 Perşembe

Dumur diyalog #138

Okuldan karne geldi,  daha doğrusu davranış çizelge formu gibi bir şey. Tespitler şaşılacak şekilde doğru. Okul yetkilileri ve biz aynı dertlerden mustaribiz. Hareketlilik. 
Söz istemeden konuşmak. 
Ve yemek seçmek.

9 Şubat 2015 Pazartesi

Bu hayatta kıvırcık arkadaşın olacak! - faydalı bilgiler kılavuzu vol.2

Saçlarıma şükrettiğim postta bahsetmiştim, 
benden kıvırcık olmasın kıvırcık ex komşum canım Aslı sayesinde bu modeli kestirdiğimi anlatmıştım. Sanırım saçlarımla ilgili aldığım en iyi karardı. Evvelden kısa kestirmişliklerim vardı ama saçlarımı doğal haline bırakmaz föndü, taraktı saçmalardım. Belki de moda öyleydi bilemiyorum. Artık asla o tantanalara girmiyorum.

6 Şubat 2015 Cuma

“İyi ki doğurmuşum”

Biz küçükken annem bizi böyle severdi: “iyi ki doğurmuşum” :)
Çocukken bu cümleyi duyduğumda kendimi çok iyi hissettiğimi hatırlıyorum. Güven veren, sevildiğini hissettiren bir cümle.

Ben Arca’yı severken pek bu cümleyi kullanmıyorum. Artık sezaryenle çıkardık diye doğurduk gözüyle bakılmadığımızdan mıdır, “iyi ki doğurmuşum” cümlesi annemle aramızda (tamam ablam da var) bize özel kalsın istediğimden mi bilemiyorum. Ben genelde “ay iyi ki benim çocuğum olmuşsun” diyorum. Şanslıyım, beni seçtin, çok şanslıyım diyorum… Bilmem ki Arca da benim çocukluğumda hissettiğim mutluluğu hissediyor mu böyle sevilince… Belki sözcükler değil de telaffuzdaki içtenliktir asıl olan – umarım.

Geçen gece Papyon koynunda değildi, eminim, yanındaki sehpaya koymuştum. Sabah evden çıkmadan önce odasına baktım, Papyon’u koynuna alıvermiş ve uykuya devam etmiş, dayanamadım üstünü örttükten sonra fotoğrafını çektim. O anın hatırası olsun, içimden “iyi ki benim çocuğum olmuşsun” diye mırıldanıyordum.

5 Şubat 2015 Perşembe

#2015te15yeniblog

Zaman geldi çattı. Yeni tanıştığım, sevdiğim, okumaktan keyif aldığım, “siz de okuyun!” baskısını okuyucunun üzerinde kurma isteği uyandıran blogların tanıtım zamanı geldi.

Güleceksiniz, okurken çok güleceksiniz. Ben bloğun güldürenini, ahlaklısını, zekice yazılmışını severim.

4 Şubat 2015 Çarşamba

hayal bu ya...

Efendim bizim evin kira artırım kararı geldi çattı.

Tefeydi tüfeydi, bunları benim şirket umursamaz idi, olmuyor haliyle...

Sen maaşına zam yapılamasa da kira zammını, efendime söyleyeyim en kralından enflasyon geçirmesini (hayır hiçbir ekonomist - bak iktidar yanlısı demiyorum- beni enflasyonun 8 bilmem kaç olduğuna inandıramaz! Bana pinpon topuyla, soba borusuyla gelene pinpon topu, soba borusu... anladın sen onu) kira artırımına yansıtacaksın. Allahın emri.

3 Şubat 2015 Salı

Faydalı bilgiler kılavuzu Vol.1

- Ter kokusunu doğal yollarla nasıl önlersiniz?

- Manikür için para mı veriyorsun? O yoooo!!!

- Kıvırcık bir arkadaşın olacak! Buklen yere gelir, sırtın yere gelmez!

- Peki ya arı sokarsa?

- Limonun gençleştirici etkisini bilmeyen var mı?

- Beni dinle, otobüsü kaçırma ya da salak gibi durakta bekleme (izmirliysen tabii:P)

- Yoksa sen hala annenin blog kumanda paneli üzerinden post mu yazıyorsun?

??????

Günün çorbası, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak son zamanlarda işine çok yarayan pratik, pratik olduğu kadar ucuz, ucuz olduğu kadar sağlıklı, sağlıklı olduğu kadar...

Neyse sonuçta birazdan okuyacaklarınız, tarafımdan uzun süre denenmiş ve de önerilmeye hak kazanmış ürünler ve yöntemlerdir.

An itibariyle..

An itibariyle...

Pazartesi pazartesi ikinci birayı (50 cc) dikmiş durumdayım dolayısıyla bundan sonra yazacaklarımdan mesul değilim.... Üstelik yanına bir paket çiğdem (çok tuzlu) götürdüm, yani dudaklarımda bir silikon etkisi var, üç yüz otuz üç deyince ben bile kendimden etkileniyorum, düşün yani nasıl bir seksapel:))))

1 Şubat 2015 Pazar

Şu anda kendisine acayip kızgınım!

Arca ile böyle bir ilk yaşayacağımız hiç aklıma gelmezdi. Naif düşüncelerim vardı, müzeye gitmek, uzun soluklu bir kitaba başlamak gibi... Ama yo, yer cücesi bana kandırılmayı yaşatmayı tercih etti.

30 Ocak 2015 Cuma

#2015te15challenge : açıklamalı tam liste!

Nerden baksan on beş gün olmuş ben dediğimi yutmuşum! İşte yoğun iş temposu böyle bir şey… İşte eve geldiğinde kendine söz verdiğin o bir saatlik “kendine ait yazma, kendinle kalma” rutinini yorgunluktan “sızma” rutinine çevirmek böyle bir şey. Ama laf ağızdan çıkar.

Günün çorbası’nda #2015te15challenge bir ay gecikme ile başlıyor gençler! Ben her birini yerine getirirken nasıl eğleneceksem siz de okurken eğleneceksiniz, eminim!

Sayfa bile hazırladım:) 

Katkıda bulunan herkeslere peşinen teşekkür eder, gözlerinden öperim.

29 Ocak 2015 Perşembe

Dumur Diyalog #137

Evin içinde her yer tuzak dolu. Yürümek imkansız. Çünkü yer cücesi sürekli ya önüme atlıyor ya çelme takıyor, iyice oyun haline getirdi. Yine ayağımı tuttuğu o an en sonunda bağırdım: “yeter Arca! Bıktım çelme takmandan! Çelme takmak yok!”

A: Çelme takmıyorum annem, elimle tutuyorum ayağını, elle çelme takılmaz, ayakla takılır!
………

28 Ocak 2015 Çarşamba

Kitap yorumu: Fi

Geçenlerde kitap ödünç aldığımdan bahsetmiştim ya, evet alıyorum ve bu çok hoşuma gidiyor. Bazı kitaplar oluyor, merak ediyorsun, illa kitaplığımda olsun kaygısı taşımıyorsun ya da senin için yepyeni bir yazar oluyor ve külliyatını biriktireceğim diye kasmıyorsun… İşte birbirinden ödünç kitap almak bu anlamda bütçeye müthiş bir katkı sağlıyor. Bizim kitap kulübü bu konuda benzersiz bir ortam.

Bugüne bugün meşhur bir bilogır var karşınızda ona göre!

Fi hakkında yorum yazıyordum. IG’de kitap paylaşımlarını bayılarak takip ettiğim fuufu’ya yazı içinde link verecektim, yani IG profil linki lazım. Kendisini google’ladım. Ekşi Sözlükte de bir entry’si varmış. Güzel ve doğru bir entry yazmışlar, hoşuma gitti.

26 Ocak 2015 Pazartesi

Okumak Türk erkeğini bozar mı?

Meşhur bir istatistik vardır, efendime söyleyeyim, Japonlar yılda kişi başı yirmi beş kitap okurken biz Türkler on yılda bir kitap okurmuşuz. Eyvah ki ne eyvah! Gerçi burada söz konusu olan kitap satın almak mı, okumak mı, çok net değil.

25 Ocak 2015 Pazar

hepimiz ölecek yaştayız

Arca’yı dokuz buçuk civarı ite kaka yatağa soktum. İkimiz de öyle yorgunduk ki, tek kitapta anlaştık. Üstelik de kısacık bir iki yaş civarı kitabı, Tübitak Erken Çocuk kitaplığından “çiftlikte”. Paylaşım bilinciyle fotoğrafını çektim, tüm sosyal hesaplarımda paylaştım. Artık bana kalan zamanlar başlayabilirdi. Başladı. 

Ne yazsam diye düşünüyorum, daha doğrusu önce aklımdaki hangi konuyu yazıya döksem… Okuma köşesine ki artık biraz da yazma köşesi, sindim. Biraz maillerime baktım, biraz facebooka takıldım. 

Özledim

Blogla ilgili yazmak istediğim ilk şeyi başlık edeyim dedim, "özledim" çıktı içimden. Yazmayı özledim. Saatler sabaha karşı biri gösterirken ben, ancak kendime gelebiliyorum. Neden? Anlatacağım, azzz sonraaa...

21 Ocak 2015 Çarşamba

Çocuk kitabı yorumu: -mış gibi

Resim, bir çocuğun icra ettiği ilk sanat dalı, renklerle ilk iletişimi. Susan Striker, Çocuklarda Sanat Eğitimi isimli kitabında çocuklarınızın yaptığı resimlere “bu ne?” gibi bir soruyla yaklaşmayın der, bunun yerine “seçtiğin renkleri beğendim” dememizi veya  “burada mavi, sarı, vs… kullanmışsın” gibi yoruma kapalı sözler telaffuz etmemizi önerir.
Devamı için bir tık

20 Ocak 2015 Salı

Yoğum ben yoğum!

An itibariyle tuvaletten telefonla aranıza katılıyorum. Kaçmak serbest, tiksinmek serbest ama yargılamak yassak! 

Bu hafta yokum ben. Dün istanbuldaydım yarın Ankaradayım ve perşembe yine İstanbul. Hafta bitti böylece... İş olsun koşalım, tabii ... Allah boş duranı sevmez. 

Bu koşturmacanın en zor tarafı yorgunluk ve aklımdakilere yetişememe hali...

Aklımda acayip şeyler var. 
Bak mesela challenge listesi çıktı. 
Sonra bütün yorum ve maillere cevap yazmak istiyorum. Tuvalette de olsa hepsini okuyorum:))
Sonra mesela yazmak için yeni platformlar gündemde.
İnsanın içinde bir potansiyel varken bunu aktive etmeli, ama iyi olur sonu ama kötü, göreceğiz. Deneyimlemek lazım.

Bugün eski bir iş arkadaşımla yemekteydik. Bana çok iyi geldi, arada yapmalı. Çemberinden çıkmalı, hem kafa hem beden olarak.

Hayat bize kendimizi iyi hissettirecek meşguliyetler, meşguliyetler de yeni fırsatlar getirsin:) 

Hadi bana eyvallah:) 

16 Ocak 2015 Cuma

Senin evin neresi?

---- Kurtlarla Koşan Kadınlar, Fok Derisi-Ruh Derisi masalı ve daha fazlası ----

Kitap kulübünde ayda bir, bir kitap tartışmaya özen gösteriyoruz. Ama birbirimizi o kadar çok özlüyoruz ki iki kitap arası bir masal buluşması bize çok iyi geliyor, tam da en ihtiyacımız olan anda Sıla bize Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabından bir masal anlatıyor, anlatmakla da kalmıyor, canlandırıyor. Daha önce anlatmıştım, Sıla bir tiyatro sanatçısı ve bir masal anlatıcısı. Aslında kendisini bu blog sayesinde tanıdım ve kulübe girmesine önayak oldum, yani böyle bir değerin (ki teker teker her kadın kulüp için bir değer) aramıza katılmasına vesile olduğum için dötüm kalkabilir :P

Her masal buluşması öncesi soruyoruz, “bak yoruluyorsan sadece masalı da tartışabiliriz”. “Yok” diyor Sıla, “müthiş zevk alıyorum, hatta bana faydası oluyor”. Ha bu arada, Sıla profesyonel yaşamına masal anlatıcılığı ile devam ediyor ve Yakın Kitabevinde, Kedi Kitabevinde ve daha birçok yerde yetişkinlere ve çocuklara masal anlatıyor. Benden duymuş olun, müthiş anlatıyor… Düşün ki o akşam geç gelmişim, karnım zil çalıyor, önüme bir lahmacun konmuş ama ben kokusunu bile duymuyorum, tek lokma almak aklımdan geçmiyor, hipnotize olmuş bir çocuk gibi Sıla’nın performansını izliyorum. (Lahmacun ne deme yav, ORA Lahmacunda toplanıyoruz, özel odamız var, Ora’ya gidip de lahmacun yemeyecek miyiz yav, yanına acılı şalgam, ayran, üstüne çay Leyla tatlısı, dondurmalı?)

15 Ocak 2015 Perşembe

Kadın okuyacak kadın çalışacak!

Geçenlerde ablamlardayız, ondan bundan sohbet ediyoruz. Bir tanıdıklarından bahsediyorlar. 40-45 yaşlarındaki kadın Amerikan Lisesi mezunu sonrasında ODTÜ Mimarlık bölümünü bitirmiş. Aileden varlıklı insanlar ve kadın hiç çalışmamış.

Hadi hodri meydan!

"Bu bloğu nasıl keşfettin" sorusuna gelen yanıtlar çok ilginçti, zamanınıza klavyenize sağlık. Oturdum tek tek not aldım, tekrar tekrar okudum, gülmek yok! Gülene dalarım! İnsanın mutlu olmak için tutunduğu bazı küçük şeyler olabilir, anlayışla karşılayınız rica edeceğim, üstelik ben burasını ve okuyanları çok önemsiyorum.

Baktım bloğu okuyanlarda iş var, (okuyucu kitlem son derece elit bir kesim desem? Islak odunla kovalayan olur mu:P) ben de bokunu çıkarayım dedim, allah biliyor ya bokunu çıkarmakta üstüme yoktur!

14 Ocak 2015 Çarşamba

13 Ocak 2015 Salı

yorgunum dostlarım yorgunum yorgun

Soğuk hiç bize göre değil, anladım. Yani İzmirlilere göre değil. Başka memleketlere gittiğinde bir şekilde uyum sağlamaya çalışıyorsun ama alışkın olduğun ortamda o soğuk insanı tarumar ediyor. Kaldırımdaki su birikintisinin donmuş halini durup inceleyen, çocuğuna bir sirk gösterisi gibi seyrettiren insanlar gördüm. Belediye otobüs şoförleri bile durak haricinde durup yolcu aldılar. Bir doğal afet sonrası nasıl yurttaşlar birbirine kenetlenirse, biz İzmirliler de öyle kenetlendik birbirimize. Sofrada “ben hiç İzmir’de böyle soğuk görmedim” dediğimde, babam haberlerde dinlemiş, son elli bir yılın en soğuk İzmiriymiş, dedi. Eh o zaman görmemiş olmam normal.

9 Ocak 2015 Cuma

Uzman görüşü iyidir: Papyon

Yaz aylarında bir yazı yazmıştım, Papyon artık ailemizin bir ferdi idi, hani…
Hatta ne edeceğimi bilememiştim ve sormuştum; Papyon, bir şeylerin eksikliği mi?

Uyku arkadaşı değildi Papyon, ya da korktuğu bir şeylerle başa çıkmak için kendini güvende hissetmesini sağlayan bir nesne değildi. Papyon her yerdeydi hep bizimleydi ve işin boku çıkmak üzereydi!

Soruma gerek instagramdan gerekse blogdan çok sayıda yorum aldım, tekrar teşekkürler. Madem sorduk, madem derdimize ortak ettik, sonrasında yaşananları da paylaşmak boynumuzun borcu.

7 Ocak 2015 Çarşamba

Soru: nasıl keşfettin?

Bugün keyifsizim. Aslında çok da değil, yani bilmiyorum.

Çok emek verdiğim çok da keyfimi kaçıran şu yarışmayı kazanamadık. Aslına bakarsan, hiç de umrumda değil, hatta üzüntümün üzerine öyle içten bir "artık kazansak da önemi yok hatta kazanmayalım daha iyi" demiştim ki Allahın sevgili kulu olarak bu duam kabul olacağına neredeyse emindim. Zira bu yarışma ile ekipçe motivasyonumuzun artması hedeflenmişti ama iş başka yönlere gitti. Neyse, o defteri kapattık, işimize bakalım.

Yeni yıla başlamak için iyi bir haber değil.

Haminne

Haminne: (hami’nne) yaşlı saygı duyulan kadın (TDK)Yazının devamında haminne sözcüğü, cinsiyetten ve yaştan bağımsız, her halta karışan insan anlamında kullanılacak, bu özelliklere sahip bireylerin oluşturduğu topluluğa “haminne kurumu” denecek, her halta karışmak manasında “haminnelik yapmak” deyimi cümle içinde kullanılacaktır. Neden dersen, canım öyle istiyor.

Çocuk sahibi olduysanız ya da olmak üzereyseniz, kesinlikle başınıza gelmiştir. Haminneler! Her yerdeler! En yakınından sokaktaki teyzeye parktaki amcaya kadar herkes çocuk konusunda uzmandır bu ülkede. Başka ülkede bir haminne kurumu olduğunu sanmıyorum bu Türklere özgü bir şey. Üstelik sadece sokakta karşılaştığın biri de değil, dünyanın öbür ucundan bile musallat olabilir. Nasıl mı?

5 Ocak 2015 Pazartesi

Tatildi güzeldi bitti

Tatildi, güzeldi, bitmeyeydi iyiydi, bitti.
Yediğimi içtiğimi de anlatırım ama asıl gördüklerim… 

31 Aralık 2014 Çarşamba

Unutmadım tabii ki!

Unuttum sandınız değil mi? Hayır tabii ki unutmadım. Son on şükür vesilesi ile 2014'e veda 2015'e merhaba...

2015 bizi güzellikleriyle iyilikleriyle şaşırtsın;)

Kapanış

Ecnebilerin “closure” dedikleri bir şey var. Kapanış mı demeli? Nasıl çevrilir? Hesapları tamamen temizlemek, o işle, kişiyle alacağın vereceğin kalmaması, zihninden tamamen çıkması da denebilir sanırım. Denemiyorsa da ben bu anlamda kullanıyorum “closure”ı.

Wish list mi? O da ne? Bundan böyle mücadele, hedef vesaire...

Her yıl geçmiş yılın bir muhasebesi yapılır, gelecek yıla dair planlar, projeler sıralanır. Benim de oluyor öyle. Her yıl önce sağlık, afiyet sonra da kıldan tüyden listeler. Yani olsa da olur olmazsa da olur türden dilek listeleri. Zaten çoğu da olmuyor. 

Geçen yıl biterken baktım, liste bile yapmamışım. Sadece 50 kitap okuma mücadelesine girmişim, 46 adet ile seneyi bitireceğim. Hmm fena değil. Son 80 günde 80 şükür vesilesi ile hayatıma olumlama getireceğim demişim, bugün son on adetlik liste ile bunu da tamamlayacağım. Başka? Yok.

Sanırım "wish list" kavramını hayatımdan çıkarıp "challenge" kavramına yoğunlaşmalıyım. Demek ki mücadele hedefim olmadan dilek listeleri dilek olarak kalıyor...

30 Aralık 2014 Salı

Pazar şükürleri

Aylar olmuş AVM’ye girmeyeli. Pazar sabahı evde terör estirdim. Hemen hazırlanıp çıkmalıydım, şehir halkı uyanıp Agora’yı işgal etmeden işimi bitirmeliydim. Sonra trafiğinden park yerine, dükkanlarda kasa sırasından dönüş yolu çilesine kadar çekeceğim o kadar çok şey vardı ki…

AVM ziyaretim sırasında yeni ve gereksiz şeyler öğrendim, mesela Agora’nın İzmir’in en çok ciro yapan AVM’si olduğunu, mesela Jingle Bells şarkısının 87500 ayrı türde söylenebileceğini ki ben benim oğlanın yorumunu seviyorum…  

29 Aralık 2014 Pazartesi

şükür anları

Sürekli bir sümüklülük hali ve sürekli bir doktor ziyareti kısır döngüsü içindeyim. Baksan bir şeyciğim yok, anaokul çocukları gibi sümük sadece sümük. Ama içime sinmedi, Cuma izin aldım yine gittim. Sinüzit filan değil, sadece üşütme burun akıntısı, alerji bile denemiyor, eyvallah… Ameliyattan yırtmaya şükrederken şimdi bir de yoksa sinüzitten kurtulmaya mı şükretsek ne etsek:) 

25 Aralık 2014 Perşembe

Şükretmek için onyüzbinmilyon vesile

Şükretmek için İzmirde yaşayıp ara sıra İstanbula gelmeniz yeterli. Hani toplu taşımanın içine etti diye bizim başkana fena giydiriyorum ya, yok yok şimdi şükrediyorum. Rush hour dışında taşıtlara binebiliyorsun en azından. O metrobüs nedir abicim!?

24 Aralık 2014 Çarşamba

Ah be Deniz ah be çocuk!

Yakın tarihimiz hakkında ne biliyoruz, ne kadar biliyoruz? Kendi adıma konuşayım, hiç. Apolitik bir üniversite yaşamının ardından girilen hayat mücadelesinde siyasete hiç yer olmadı. Pedikür yaptırmaya utanmakla solculuğu bir tutan bir insandan bahsediyoruz:) Gözlerini faltaşı gibi açmış ekrana bakıyorsunuz şu anda, görür gibiyim. Hiç derin bir düşünce insanı olduğumu iddia etmedim, rahatlayabilirsiniz.

23 Aralık 2014 Salı

Çocuk Medyası medya okur yazarlığı kavramının altını çiziyor

Geçtiğimiz haftalarda Aylin (herkesin bildiği adıyla Aylin Anne), telefonda bir projesinden bahsetti. 

Cocukmedyasi.com adresiyle bir portal oluşturmaktaydı. Çocuk yayınları hakkında yazıların, uzman görüşlerinin ve yorumların olduğu faydalı bir platform için ben de çocuk kitapları hakkındaki yorumlarımı paylaşır mıydım acaba?

22 Aralık 2014 Pazartesi

Bir gün izin asla yetmez

Uzun zamandır izin kullanmamıştım. İzinlerim de epey var ve sizde nasıl oluyor bilmiyorum ama bizde kullanmazsan - belli bir tarihe kadar - siliniyor. Neyse sinüzit filmlerimi göstermek için doktor randevusu alacaktım, bari bir güne toplayayım dedim. Plan şu, Arca'yı servise bindirip Alsancak'a ineceğim. Yılbaşı tebrik kartları alıp Tea&Pot'a gideceğim, keyifle bir çay içeceğim (her zaman Arca ile gittiğim için iki çift laf bile edemiyoruz) kartlarımı yazacağım, Nihan ve Zeynp'le hoşbeş edip çekiliş hediyemi alacağım (kitap kulübü çekilişine de çay götürdüm, yaratıcılıkta sınır tanımıyorum değil mi:P) PTT'den kartlarımı postalayacağım. Sonra biraz vitrin bakacağım, belli mi olur indirimden Arca için bir kazak düşürürüm ya da sadece öylesine yürürüm. Doktor randevusunun ardından da kitap kulübü toplantısına giderim. Bir izin günü daha güzel geçirilebilir mi?

Bence de:) planımı seveyim. Ama hepimiz biliyoruz ki hayat planlar yapanlara nanik yapan çok affedersin dötün teki.

21 Aralık 2014 Pazar

And the winner is....

Asla tahmin edemeyeceğim kadar çok katılımın olduğu (şükür final count down 23) hediye çekilişinin sonucunu açıklayacağım ama önce bir şey anlatmam lazım.

Yorumlar üçer beşer geliyor, allaahhh nasıl seviniyorum. Güzel sözler, gülümseten cümleler. Derken Pelin'in yorumu geldi, koptum gülmekten. Hafiften fırça atıyordu bana, niye İlker'den bahsetmiyorsun diyordu. Aha işte yorum da burada:

18 Aralık 2014 Perşembe

Dumur diyalog #136

--- Çekilişle ilgili bir şeyler yazacağım ama sonra... Pazar günü de haber ederim, pazartesi günü bana kazanan arkadaş adresini gönderir. Hemen kargolamak istiyorum, Tea&Pot'un çaylarının yanında Arca'nın kurabiyelerini taze taze yiyebilirsiniz:) (Çaylar Tea&Pot'tan kurabiyeler Arca'dan, ne yapıyorsun Yeliz? Ben bu ara yüzümde salak bir gülümsemeyle dolanıyorum:P) 

Şimdilik sadece çok teşekkürler ... ----

Diyaloglar birikmiş aman yazayım İlker kızıyor (sadece diyalogları okuduğu için. Pis:P)

Piyano dersi sonrası yeni bir alışkanlık edindik, çıkartma alıyoruz. Bu ara sticker takıntısı var, odasındaki dolabın üzerine yapıştırıyor ve benim Arca'nın sanat anlayışına aklım ermiyor, henüz onun seviyesine erişemedim. Cumartesi Tea&Pot'a uğradık, malum hediye meselesini konuşacağız. Yanında da kırtasiye dükkanı var, Arca durmadı tabii sticker standının önündeyiz. İki taneden fazla alması yasak zira dükkanı satın alsan haftaya yine isteyecek. Zaten yanımda da ikisine yetecek kadar para var.
Y: Olmaz Arca bu üçü arasından ikisini seç bak bu 4 lira öbürü de 2,5 lira tamam işte. Bu 2,5 liralık iki tanesinden birini seçebilirsin mesela.

16 Aralık 2014 Salı

Varlığım varlığına armağan olsun:)

An itibariyle uçağımı öne alamamanın efkarını bira patates suçlusuyla dağıtıyorum.( suçlu tabii sen bu menü kaç kalori biliyor musun!) Ah ulen alırım diyordum olmadı. Neredeyse emindim. Neyse...

Yoğun ötesi iki gündü. Yo, hayır detaylara girmeyeceğim. Aklımda başka şeyler var. Mesela blog:) bugün işten başka bir arkadaşım tesadüfen blogumu bulduğunu ve çok beğendiğini söyledi, sevindirik oldum. Sonra instagramda Ahucum dört gündür yazmıyorsun, çok mu yoğunsun demiş, yerim:) hatta her ne kadar Arca "niye telefon etmiyorsunuz" dese de blog sayesinde yılbaşı kartı tebrikleşmesi yapacağım iki arkadaşım var... Yani işte bu blog kimine göre garipsenecek bir şey gibi görünebilir ama benim için önemli.

12 Aralık 2014 Cuma

Çocuklarla konuşarak iletişim

Öküz değiliz elbet, konuşuyoruz yavrularımızla. Ama kast ettiğim o değil. Örnek versem olur mu? 

Geçen hafta sonu güzel bir yağmur vardı. Arca'nın yağmur botlarını atmıştım sırt çantasına, bir kat da yedek aldım. Aslında yağmurlu bir günse en azında altlardan iki üç yedek olmalı. Bu çocuklu ev gezmelerinde arca için atleti ve t-shirt'ü iki üç yedeklemek gibi bir şey. Ama bot almayı akıl eden ben, onu düşünemedim. 

Bizim evin genel geçer kuralı "yağmur çizmesi giyildiyse şapşap yapılır"ın her daim geçerli olduğunu düşünen Arca, tabii ki şapşap yapmakta bir sakınca görmedi. Alsancak sokaklarında anırırcasına bağıran anne bendim, ne oldu diye sormadan söyleyeyim. Arca "n'oluyo ya" bakışı attı. Harbiden niye bağırıyordum, n'oldu ki şapşap yapıyor çocuk!

Seveceğimi herkesin bildiği bir romanın öyküsü

Süt kaynatıyordum. Süt sevmem hem de hiç. Annem hep “ah size bir süt içme alışkanlığı edindiremedim” diye üzülür, vallahi hala üzülüyor. N’olacak be gülüm. Hatta iyi bile yapmışsın, boş ver. Bugün süt için pek iyimser bir tablo çizilmiyor. Sen bize onun yerine üstü tarçınlı anne pudingleri (bak ne zaman tarçın koklasam o pudingler aklıma gelir) sonracığıma mis gibi yoğurtlar (patates kızartmasının üzerine bile dökerdik mis) yedirdi be yavrum, ötesi var mı? O gün sıcak çikolata içmek istedim. Çikolata krizini hafif atlatma çabaları bir-kii…

10 Aralık 2014 Çarşamba

Çavdar tarlasında çocuklar

Birkaç yıl önce bir roman yazmaya başlamıştım. -Güleni çok pis tepelerim- Aklımda yazıyordum. Arabayla otobanda giderken yüksek sesle hikayeyi kendime anlatıyor, gözümde canlandırıyordum. (trafik canavarını uzakta aramayın) Bir kısmını da bilgisayara aktardım, allah için tembellik etmedim. Yazmaya bir süre ara verip araya da birçok başka mesele girince, roman ikinci plana atıldı ve sonunda yazdıklarım, bilgisayardakiler yani silindi. Evet, salağım ben sildim. Şimdi gülmek serbest! Tepelemeyeceğim, söz!

9 Aralık 2014 Salı

Şuşu, Can ve Dörtteker

Arca çok soru sorar, her çocuk gibi. Çocukların bu kadar meraklı olması algılarımızı nasıl da açıyor, hiç fark ettin mi?

Mesela metroyla bir yerden bir yere giderken;
"o küçük sarı tırtıklar var?"
Ya da kaldırımda yürürken;
"kaldırımlardaki sarı şerit ne için?" ... "Rampaları neden yapmışlar?"
Veya karşıdan karşıya geçerken;
"neden trafik ışıklarında yeşil yanarken kronometre gibi ses çıkıyor?"
gibi sorularla karşılaşabilirsin.

(İzmir Belediyesi'ni son zamanlarda çok eleştirmeme rağmen engelli hemşerilerimizin sokağa çıkmasını, hayata karışmasını sağlamaya yönelik çabaları konusunda takdir ediyorum. Tabii bu benim mıntıkamda böyle, şehrin geneline yayılabildi mi, bilmiyorum, umarım)

Ve böylece düşünüyorsun... ve böylece anlatıyorsun, bu dünyada farklı gereksinimleri olan çok sayıda insan olduğunu...

8 Aralık 2014 Pazartesi

#dolapbuluşması : Bir dolap kitap, Dünyalı Dergi ve diğerleri...

Cumartesi sabahları Arca’nın piyano dersi var. Tamam, Arca piyano seviyor, bunda öğretmenini çok sevmesinin ve kurumun sahibinin halasının olmasının verdiği bir “buralar benim” havalarının etkisi var biliyorum ama seviyor mu seviyor arkadaş: ) Kimse ondan bir sanatçı çıkacağına inanmıyor (mütevazılık değil, hadi gerçekçi olalım, bu çocukta benim genlerim de var) ama piyano, beynin sağ sol bölümlerini kullanmasına müthiş faydalı. Ayrıca hey müzik aleti öğrenmek bence bir insanın kendisi için yapacağı en iyi yatırımlardan biri!

Cumartesileri Arca’nın sevmesinin başka bir sebebi de anne Arca günü olması. İlker’in bazı sabahlar bizi metro istasyonuna bırakmasına bile tahammülü yok, birlikte yürüyecekmişiz. Desrten çıkınca da hemen eve dönmüyoruz, Kemeraltı, Alsancak, bazen anneanneye, artık canımız nereyi çekerse gidiyoruz. Yoğun ama ağırlıklı olarak dışarıda geçirdiğimiz cumartesileri ikimiz de seviyoruz. (Bundan sebep Pazar günleri Arca’yı kapının önüne parka bile çıkaramıyorsun, babasıyla evde miskinlik yapmayı seviyormuş, eh bütün cumartesi it gibi dolaşırsan sokaklarda…)

Bu hafta cumartesi etkinliğimiz belliydi, birdolapkitap.com’un sevgili dolap kapakları Yıldıray ve Banu ile tanışacaktık. Dünyalı dergisi, çocuk kitapları ve hemen her şey hakkında konuşacaktık, ah işte tam benim sevdiğim konular.

5 Aralık 2014 Cuma

Tarihte dün

Arca bir sene evvel, okuma öğrenmek istediğini söylemişti. Okuyan arkadaşları filan varsa demek özendi dedik, üzerinde durmadık. Ama çok sıkıştırdı. Ben de öğretmenini aradım. Öğretmeyin, biz öğretmiyoruz ama tabu haline de getirmeyin, sorarsa söylersiniz, diye görüş bildirdi. Peki… Arca soru sordu. Hem de çok. Biz de cevap verdik. Bir ara kitapları heceleyerek okuttu, okuduk. Yani gel otur yanıma öğreteceğiz demedik, o da demedi. Süreç bir oyun gibi, soru cevap gibi gelişti. Hatta öyle yavaş gelişti ki nasıl bir anda kelimeleri okumaya başladığını anlamadık. Hatta bir ara ukalalık yapıyordu, kendi öğrenmişmiş.

Hiç böbürlenme Arca, her çocuk, her kafasına koyduğu, ilgi duyduğu alanda başarı gösterebilir, yeter ki, istesin, yeter ki sevsin ve üzerinde emek harcasın.

Yüz vermiyoruz ama hoşumuza da gitti ha, otu boku bize okutturuyordu, artık "a kendin okuyuver" diyorduk.

4 Aralık 2014 Perşembe

Barış Bıçakçı - Bizim büyük çaresizliğimiz

İlkokuldayken bayram tatilleri bahara denk gelirdi. Seyahat için güzel bir mevsim. Annemler o dönem bizler için, her bayram tatilinde bir şehrin tarihi ve turistik yerlerine gezi düzenlemeye karar verdiler. Hayatımın en güzel tatilleriydi. İlk İstanbul’u gezmiştik. Arabayla seyahat harikaydı. Üstelik yolu da epey uzatmıştık, Çanakkale üzerinden gitmiştik. O vakitler seyahat yazarı olmayı düşlüyordum. (ben zaten ne ara mühendis oldum hala anlamıyorum!) O seyahat için bir defter almıştım ve araba seyir halindeyken bile yazıyordum. Çok etkilenmiştim İstanbul’dan ama Ankara kadar değil.

Başka bir tatilde Ankara’daydık, üstelik 23 Nisan’a denk gelmişti. Hayal meyal hatırlıyorum ama bayılmıştım. Bir süre sonra detaylar silinir ama hisler baki kalır. Nezih insanları, düzenli planıyla ne güzel yaşanır bu şehirde demiştim. İzmir'den ne kadar farklıydı. Hatta üniversite seçerken birkaç tercih yapmak istemiştim. Ama babam kimimiz kimsemiz yok, yavrum sen İstanbul’u yaz boşver demişti. Ankara öylece kaldı…

6 yaşa doğru Arcatomi

6 yaşa doğru Arcatomik yapıdaki enerji patlaması dikkat çekicidir.
Akşam mercimek yemeği üzerine köfte makarna ve üzerine pasta yiyebilmekte, sabah kalktığında ilk lafı "acıktım" olabilmektedir. Biz de hiç pisboğaz değiliz kime çekti bilmem:)

6 yaşa doğru Arcatomi, sanat ile spor arasında gelgitler yaşamaktadır. Canhıraş çizmekte olduğu resmine ara verip koşar adımlarla ekran karşısındaki yerini alır, maç başlamıştır. Hangi maç mı? Fark etmez. GS, FB, BJK ve hatta Mersin İdman Yurdu maçları aynı şevkle izlenir. Hatta maçın futbol maçı olması bile gerekmez. Tenisten hentbole geniş bir yelpazede sporun her dalına ilgi duyar. Hatta "ilgi duymak" tam anlamını vermedi bak, Arca'nın spor müsabakalarına gösterdiği tepki ilgi duymak gibi sıradan bir şekilde tarif edilemez. Hatta hiç tarif edilemez.

3 Aralık 2014 Çarşamba

Şükür vesilesi üçer üçer bebeyim!

Akşam yemek yiyoruz, “ben yemekten sonra bi’ manava gideyim” dedim, İlker “niye ki” der gibi baktı yüzüme. Diyete başlayan kocama destek olmak için pazara gidememişim zaten bir sebze alıvereyim çok mu? Hem yürümüş olurum, dedim ama işin aslı başka. Canı çekmesin diye söylemedim, ben bugün ofiste tam üç tabak kısır üstüne de koca bir dilim tiramisu götürdüm. Evet ben! Öğle yemeği yememiş olmam yediğim haltın ciddiyetini hafifletmiyor. Ama bir de güzel olmuş şerefsiz, bir de özlemişim o kısır denen Türk mutfağının on numara beş yıldız yemeğini, var ya kısır dolu bir küvete balıklama dalsam bu kadar yiyebilirdim. Öküzüm demiş miydim?

2 Aralık 2014 Salı

Mevsimi geçmeden Girit kabağı

Girit kabağı diyorlar değil mi?
O leziz koyu yeşil minik kabaklar, körpe.
Pazarda gördüm mü almadan geçemiyorum ki ben o pirinçli kabak yemeğini sevmem.
Dolmasını da pek sevmem. Ancak mücver olacak ya da acılı kavurma, yanına yoğurtla.

Bu körpe kabaklar ise en güzel salata oluyor. Aslında kolay ve bence herkes biliyor. E kadın ne demeye yazıyorsun diyebilirsin.

1 Aralık 2014 Pazartesi

Aralık olmuş 1, şükür kalmış 29.

İnanmıyorsan say ama bence üşenirsin boşver!

Kasım ayını kabus gibi bitirdikten sonra Aralık’ın ilaç gibi geleceğine inanmak istiyorum. Gelecek değil mi? Bizi şaşırtacak değil mi Aralık? Yeni yıla yeni umutlarla gireceğiz değil mi? İnanmak istiyorum.

Kağıt bebekler, bir Julia Donaldson klasiği olmaktan çok öte bir kitap

---- Kağıt bebekler, Julia Donaldson, İş Bankası Yayınları, 5+ yaş* ----

Bir çocuk kitabını satın almam için onu Julia Donaldson'ın yazmış olması oldukça geçerli bir sebep. Sanırım Mağara Bebeği isimli kitabı dışında bizde hepsi mevcut. Kendisine hayranlığımın boyutlarını anlatabilmenin bir yolu olsaydı, emin ol denerdim ama benim gibi bir gevezenin bile söyleyecek kelime bulamaması, evet hayal etmesi güç biliyorum, gibi korkunç bir gerçekle karışı karşıyayız sayın seyirciler. (ve o gevezenin söyleyecek kelime bulamamasını anlatmak için bile onlarca kelime tüketmiş olduğu da gözlerden kaçmadı)

Kağıt bebekler
Kağıt Bebekler, Julia Donaldson
Julia Donaldson'ın dilimize çevrilen son kitabı. Ve ben ilginçtir, hemen almadım. O her "kız çocuğu kitabı mıdır" tereddüdüne düştüm Halbuki Arca'nın hiç o taraklarda bezi yok. Henüz hiçbir kitaba "bu kız kitabı bıyyy" dediğini duymadım. Düşün yani ana karakteri kız çocuğu olan kitaplara bayılıyor, misal Kıpır Kıpır. Neyse oyalanmanın alemi yoktu, Julia Donaldson yazdıysa alınacak, küçük bir ihtimal de olsa, Arca beğenmese, tarafımdan bizzat keyifle okunacaktı.

29 Kasım 2014 Cumartesi

Şükürlerden bir demet..

Üzerimizden olumsuzluklar geçer, bazen teğet geçer bazen deler de geçer, değil mi Olric:))

Ağlamak güzeldir, birlikte ağlamak daha güzeldir...

İlker'in askerde olduğu dönemdi. Annem İstanbul'daydı, birlikte Carousel'e sinemaya gittik. Babam ve oğlum. Film bu. O zamanlar Çağan Irmak'ın seyirciyi ağlatma konusundaki üstün yeteneğinden filan haberdar değiliz, giyindik süslendik ana kız film izleyeceğiz.

Sonuç belli tabii, ağla ağla içimiz çıktı. Şimdi ben Cars filmindeki o Şimşek Mcqueen'in kazadan sonra Kral'ı iterek yarışı bitirmesini sağladığı sahnede böğüre böğüre ağlamış bir insanım, "babam ve oğlum" filminin üzerimdeki etkisini düşün, düşün yav o kadar hayal gücünün sınırlarına dayanmasına gerek yok.

27 Kasım 2014 Perşembe

Zamansızlık mı o da ne?

İki çiziktirip gideceğim.
Şimdi bizim genel merkez bir yarışma düzenliyor.
Yenilik kategorisinde de bizim ekip yarışmaya giriyor.

25 Kasım 2014 Salı

Dumanı üstünde şükürler hmmm misss

İlker, dün sabah 10:00 uçağı ile İstanbul’a gitti. Arkadaşı ile birlikte birkaç işi vardı, biraz da gezdi, rakı balık, derken gece 23:55 uçağı ile döndü. Sabah tabii kendisiyle görüşmedim, uyuyordu, saatini kurdum, çıktım. Sonradan beni aradı ve "TAKDİR EDİYORUM" dedi. Eder, kocam diye demiyorum, beni her zaman takdir eder. Niye lan, dedim. (hayır yani bileyim, bu defa niye)

24 Kasım 2014 Pazartesi

İlk öğretmenim

Benim ilk öğretmenim, Leman Hanım’dı.

Kulak hizasında aynı boy kesimli dümdüz simsiyah saçlarını hatırlıyorum, zarif bir hanımefendiydi.

Aslında kendisi annemin ilkokul öğretmeniydi. Emekli olduktan sonra İzmir’e taşınmıştı, oğlu, gelini ve torunlarıyla yaşıyordu. Akhisar’da hemen herkesler birbirinin akrabası olduğundan sanırım onlar da bizimkilerin çok uzaktan akrabasıydı. Sık sık akşam gezmelerine gider gelirdik. Arca kadar olduğumu tahmin ediyorum zira ilkokula başlamamış olduğuma eminim.

21 Kasım 2014 Cuma

Mazhar

Küçüktüm, Arca kadardım sanırım… “Mazhar’la evleneceğim” diyordum. Büyüyünce Mazhar’la evlenecektim. Evli çoluklu çocuklu babam yaşında koca adam olmasının benim nazarımda bir ehemmiyeti yoktu. Özkan ve Uğur da bize akşam oturmasına gelebilirlerdi. Ama ben Mazhar’la evlenecektim. O yaşta kız çocukları babalarıyla evlenmek isterler ya benimki de o psikoloji herhalde. Oyuncak gitarım vardı ve aynı onlarınki gibi bol kesim bir pantolonum, tüm gün didaydidaydayyy şarkısını ezberlemiştim, MFÖ’nün dördüncü üyesi bendim ama onlar bile bilmiyordu bunu.

Arafta mısın?

O gün erken gittim derse. Matın üzerinde bağdaş kurdum, Deniz’i seyrediyorum, yoga eğitmenimizi. Tütsüleri yakmış zaten, mumları yakıyor, oradan oraya süzülüyor. Birden iyice keyiflendi ve “ah insanın sevdiği işi yapması ne güzel ya” deyiverdi. Karşımda, bu hayatta ne yapmaktan zevk aldığını bilen ve yaptığı işi çok seven biri vardı. Senin için çok seviniyorum, dedim, ne güzel ne şanslısın. O yo, kolay olmadı dedi, ne yapmak istediğimi bulmak on yılımı aldı dedi. Peygamber değiliz ki vahiy insin…

18 Kasım 2014 Salı

Birikmiş şükürlerim var!

Bu bloğa bir kere daha teşekkür edebilir miyim? Edebilirim tabii ki, burası benim bloğum ne istersem yaparım! Bugünkü blog şükürümüz adsız okuyucuya gelsin. Arkadaş siz benim içimi mi okuyorsunuz?

Arca üzerini çok açıyor. Gecenin belli bir saatine kadar terlemesin diye hala ince pike örtüyorum, sabaha karşı da yorgan. Ama işte bazen dün gece olduğu gibi uyanamıyorum gece ve Arca döt baş açık yatıyor saatlerce. Tamam ev sıcak ama “yatanın üzerine kar yağar” şeklinde çok mühim bir anneanne sözü var bizim evde. O üst örtülecek! Neyse sabah bunu görünce sinirim zıpladı tabii. Ne yapsam da çare bulsam derken mail kutuma bir blog yorumu düşmüş sabah okudum, yeminle elim ayağım titredi. Yok ben artık inandım, biz bu blogda birbirimize fazlaca dokunuyoruz, artık telepatik anlaşmaya başladık. Sevgili adsız okuyucunun yorumu için tıklayınız efem, son yorum:)

Kişisel mim

Jardzy mimlemişti. Aslında soruların pek çoğunu daha önce yanıtlamıştım ama yine de pas geçmek istemedim.

Blog açma hikayeniz nedir?
Sene 2005. İlker askere gitmişti. Canım sıkılıyordu. İnternette gezinirken yemek bloglarına rastladım. Herkes blog yazabiliyordu, ben de başladım yazmaya. Yaptığım yemekler üzerine hikayeler anlattığım bir bloğum vardı. Sonra bir konu başlığında kısıtlanmak istemedim, tamamen kişiselleştirdim yazılarımı ve blogspot’a geçtim.

İzmir Gourmet Guide Blog yazarları buluşması

Telefon ettiğimde, İlker balıktaydı. Haftaya Cuma işimiz var mı, ben İzmir Gourmet Guide’ın Bonjour Restaurant’taki tadım etkinliğine davet edildim, gitmek istiyorum, dedim. Köpürdü. Niye onu çağırmıyorlarmış, niye? Yavrum bu tadım etkinliği, doyum etkinliği değil ki seni çağırsınlar, yapma etme eyleme… Hem sen blog mu yazıyorsun? Yazmıyormuş ama yiyormuş, o yesinmiş, ben yazarmışım. Peki…

17 Kasım 2014 Pazartesi

Tanıştırayım: Suna

Bu elimde görmüş olduğunuz arkadaşın adı Suna. Bu ismi ona ben verdim. Bir ay birlikteymişiz, ayrılmayacakmışız. Doktor civanım öyle buyurdular, ayrılmayasınız dediler, günde 3-4 defa sıkınız, drenajınızı artırınız şeklinde rica ettiler. Eyvallah... Eh madem münasebetimizin derecesi pek yakın pek samimi olacak, arkadaş belledim kendisini ve hatta bir kimliğe kavuşturdum. SUNA.

An itibariyle

İnsan okumayı özler mi? ya yazmayı? Özlüyor vallaha... Hatta yatağını bile...

Pazar günlerinin farklı bir büyüsü var. Hele ki bu saatlerin... 

Akşam yedi buçuk civarıydı, İlknurla Deniz henüz gitmişlerdi. Yemek yenecek miydi? hemen yensindi, zira mutfağı toplayacak, Arca'yı yıkayacak, uyutacak, sonra nevresimleri değiştirip kendim de yıkanacak (evet o paçanga böreğinin ter kokusuna sirayet edişini tasvirle vakit kaybetmeyeceğim, gözlerinizi kapatın ve burun deliklerinizi açın, tamam şimdi oldu:) ) ve kahvemi kupama dolduracaktım. Dinlenecektim yav... İlker, eh iyi işte şimdi dinlen dedi, sonra yermişiz, aç değilmişiz.

13 Kasım 2014 Perşembe

Ödev meselesi- ne kadar dahil olacağız?

Bir uzman ya da tecrübeli ana baba fikrine ihtiyacım var.

Arca'nın proje ödevi konusu "muz". 
Muzun 6 adet faydasını yazacak.

Dumur diyalog #135

Instagram özel seri...
Orada da anlık diyaloglar paylaşmışım, bloga koymazsam olmaz:)

12 Kasım 2014 Çarşamba

Bunu da mı görecektik? #80şükürvesilesi'nde flaş flaş!!

----Düzeltme ve özür: allahtan uzman kesilip ukalalık etmiyorum ha, vallaha adamın boyunun ölçüsünü verirler. Evet saçların buklelerini bozmadan kurutmasını sağlayan aparatın adı benim (artık neremden uydurduysam, herhalde kuaför vigo dedi, ben sağırım ya uydurdum biguli anladım) yazdığım gibi biguli değil vigo imiş. Tüm blog camiasından verdiğim bu yanlış bilgi için özür diliyor, utancımla yerin dibine geçiyorum...-----

---------------

Bunu söylediğime inanamıyorum ama saçlarım, saçlarıma şükürler olsun.(31)

İnanamıyorum çünkü çok değil birkaç sene evvel “saçlarımdan nefret ettiğimi söylemiş miydim?” diye sormuş, bonus kafamdan şikayet etmiştim. 

Orada yazılanlar doğru, envai çeşit saç şekillendiricisine ciddi bir yatırım yaptım ben. Komik hallerim var, bakınız aşağıda:)

11 Kasım 2014 Salı

#80şükürvesilesi 30 numero İstanbul Kitap Fuarı'na gelsin!!

Benim yılın bu zamanları en çok şükrettiğim şey, İstanbul Kitap Fuarı. Gittin mi hiç dersen, evet ama en son üniversitedeyken gitmiştim. O vakitler Beyoğlu’nda olurdu fuar. Dünyanın en popülasyonu yüksek fuarıydı, ondan mı dünyanın bir ucuna aldılar acaba fuarı? Hiç bilmiyorum. İnsanlar nasıl ulaşıyor acaba? Fuar oraya taşındıktan sonra, İstanbul’da yaşadığım dönemde bile gitmedim. O halde neyine şükrediyorsun, diyebilirsin, hayır dalmayacağım, bugün sükunetim üzerimde.

Sinüzit, burun estetiği, tesadüfler ve daha niceleri

Akşam yemeği yedikten sonra bana bir üşüme gel, bir uyku çök! Sarındım şalıma uyuyakalmışım. En az bir saat. Arca öptü beni, sonra sıcaksın dedi ateşölçeri getirdi. Harbiden ateşim çıkmış.

10 Kasım 2014 Pazartesi

Burada buracıkta dursun fotoğrafları

Sabahlarım yoğun olur benim. Özellikle ofise erkenden gelmeyi tercih ediyorum. Çin'deki kontaklarımla meseleleri öğleye kadar çözdük çözdük, çözemedik saat farkı sebebi ile ertesi güne kalıyor. Yoğunluğun içinde saate ilişti gözüm, 09:03. İşi bıraktım. Ofisin caddeye bakan penceresine ilerledim. Diğer şirketlerin sigara molası vermiş personeli, karşı benzincide çalışanlar, karşı kahvede bir poğaça bir çaydan ibaret kahvaltısını edenler, kalabalık caddede bir yerlere yetişmeye çalışan arabalar.. Hepsi kendi derdinde, kendi halinde. İçim burkuldu. Her yıl daha mı az hatırlıyor olduk, daha mı uzaklaştık Atatürk'ten? Derken bir siren patladı bir yerlerden ve anında durdu hayat. Burası şehir merkezi değil ha, neredeyse sanayi bölgesi, iş merkezi. Arabalar dörtlülerini yaktılar, kornalarına bastılar, sigara içenler sigaralarını söndürdüler. Son lokma poğaça yutkunuldu, bir yudum çay içildi, ayağa kalkıldı. Pompacı, müşterisi ile yan yana hizaya geçti. Herkes kendine çeki düzen verdi. Herkes... Dakikalarca onu düşündük. Bazılarının "sap gibi" tabirine inat, gözlerimiz dolarcasına onu düşündük, bizim için yaptıklarını, bu ülke için, kadınlar için...

Gözlerimiz doldu, hatta utanmasam işte olmasam hıçkıra hıçkıra ağlardım. 
Ama o ağlamamızı istemezdi, gülmemizi ve onu sevgiyle hatırlamamızı isterdi.
Ben de onu, en sevdiğim fotoğraflarıyla anmak istiyorum. Burada buracıkta dursun fotoğrafları, umutsuzluğa kapıldığımda bakıp umutla dolayım. 

9 Kasım 2014 Pazar

Fotokitap

Birkaç hafta önceydi. Zeynep'lere gitmiştik. Hani o çilingir sofrası hazırlayıp rakıyı soğutup şarabı karafta havalandırdığı gece. Sofranın fotoğrafını çekmiştim yav, eziklenmenin bu kadarı olur (bize gelince biz bunlara pide söylüyoruz da:P)

8 Kasım 2014 Cumartesi

Beddua sevmem ama "allah belanızı versin!" Net!

Beddua sevmem ama küfür severim, gün yüzü görmemiş küfürlerim var benim ben o küfürleri içimden söylüyorum, buradan sadece bela okuyabiliyorum! Şerefsizler!

#80şükürvesilesi : kefir

Haftalar önce sinüzit başlamıştı, antibiyotiğe gerek kalmasın diye, sinüs rinse ile kanalları açayım derken kulağa kaçırdıydım hani İsmet İnönü'ye bağlayınca doktora gitmek şart olmuştu.

Korkunçtu, detaya girmeyeceğim. Daha korkuncu doktorun bana uçak seyahatinin sakıncalı olduğunu söylememiş olmasıydı. İkinci randevuda "ya ben hiç düzelmedim hele İstanbul sonrası daha bi fena oldum" deyince doktora ayyy sana uçak yasaktı demez mi? Sorsaymışım. Haydaa ne bileyim arkadaş müneccim miyim! Sen söyleseydin. Hatta rapor yazsaydın ben de o zaman sorardım seyahatim var toplantım var derdim. Ay neyse hiçbir iyileşme yok tabii, ikinci kutu antibiyotik. Bir de ağırmış şerefsiz. Doktor kanlı ishal olursa hemen ara dedi ya bir tırsmışım ki sorma.

Sabahları yarım limon sıkılmış sular içiyorum vitamin olsun. Meyveme sebzeme etime dikkat ediyorum. Bu antibiyotikler şimdi karaciğerimi ne etti acaba, bağırsak mukozasının içine etti mi, diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.

Çare drogba değil çare kefir:)

7 Kasım 2014 Cuma

Kavanoz ve iki fincan kahve

Yoga derslerine devam ediyorum ben!! yeayyy... (#80şükürvesilesi ;) 24 galiba ay yok sayacağım ben böyle olmuyor)

Eh sen yapıyordun, diyeceksin, doğru yapıyorum, çok da iyi geliyor ama benimkiler kültür fizik hareketlerine dönüyor artık. Özellikle nefes egzersizlerine ihtiyacım var, onu da kendim yapamıyorum. Neyse işte iki derse katıldım bile. 


Gerçi bu üçüncü hafta ve ben iki istanbul seyahati bir Arca bir de bizzat kendi hastalığım yüzünden dersleri kaçırıyorum ama olsun, harika bir hocam var. Ondan daha sonra bahsedeceğim, çünkü bence hikayesi yazılası bir kadın, Deniz.


Deniz tüm öğrencileriyle bir whatsapp grubu kurdu, bize yoga ve hayata dair hemen her konuda bilgilendirme mesajları gönderiyor. Geçenlerde çok insanın bildiği ama benim ilk defa okuduğum bir hikayeyi paylaştı. Benim gibi bilmeyenler vardır diye ve sonra tekrar tekrar okuyayım diye buraya koyuyorum. Evet dönüp dönüp eski yazılarımı okuyorum ben, hiç dalganı geçme, dalarım!


Buyurunuz hikaye:

6 Kasım 2014 Perşembe

Yemek mimi takdimimdir!

Canım arkadaşım Gülçin mimi yapıştırmış, hay allah razı olsun. Ben de milleti okuyorum ağzımın suyu akıyor bir üstüme almadıydım mimi. Görev insanıyım işte :) Peşinen mimliyorum, yasemin :) 

En sevdiğiniz yemek:
MAKARNA!! Öyle vallaha… Ama sade değil, üzerinde mutlaka sos olacak. O sos hakkında araştırma yapılacak, olası malzemeler hakkında sohbet edilecek, istişarelerde bulunulacak, tabii muhteremle… İtalya’ya gittiğimde kendimden geçmiştim. Sırf makarna için bile İtalya’da yaşayabilirim.