Geçtiğimiz günleri haftaları yazarak geçirdim. Çoğunlukla defterime ama ara sıra da buralara. Yazıp da yayınlamadıklarımdan bir yazı önüme düşüverdi, geçen hafta sonu yürüyüş sonrası yazmışım. İçimden geçenleri özgürce yazdığım ve paylaştığım bu blog bana öyle iyi geliyor ki…
Biliyorum ki, kimse okumasa da ben dönüp okuyorum. Ben galiba bu blogu en çok kendim için yazıyorum, nasiplenenlere selam olsun.
Geçen haftadan…
Bu fotoğrafı ara ara açıp bakmak için çektim. Yeşil bana iyi geliyor. Evimizin yakınındaki bu park bana iyi geliyor. Dik patikaları, düzlükte top oynayan çocukları, şehrin içindeki sakinliğini seviyorum.
Bizim evden buraya mahalle aralarından, ana caddeden ya da yolu iyice uzatıp belediye binalarının arkalarından ulaşabilirsiniz. Hangi rotadan gidersem gideyim, bu parkta bir tur atmadan eve dönmüyorum.
Bugün son aylardakinden farklı olarak kulaklarımda kitap olmadan yürüdüm. Yüksek tempo, bir saat beş buçuk kilometre, kulaklarımda kuşların cıvıltısı vardı sadece. Bizim evin ergeninin doğumgününü müteakip doğa da hafiften uyanmaya başlar malum, penceremin önündeki kavakların yaprakları filiz vermiş, parkımda çiçeklenmiş bazı ağaçlar ve yolumun üstünde bir manolya karşıladı beni, üzerinde birkaç güne kalmaz açacağını müjdeleyen tomurcuklarıyla.
Demeter’in sevinci her yerde. Persephone, geldin mi kız yoksa ;)
Ben de kendimi Persephone gibi hissediyorum, ölü toprağı atılmış gibi aylardır kafamı gömdüğüm yerlerden bir umut bir neşe ile baharı karşılamak geliyor içimden. Hiçbir öfkemi bastırmış değilim, belki bir süredir kendimi işle oyalarken kaçmış olabilirim ama hala daha insanın değersizliği üzerinden oluşmuş kültürü kabullenmeye hazır değilim, yine de tüm bunları içimde bir yerlerde yaşamaya devam ederken ben de yaşamaya, yeşermeye, devam etmek istiyorum, bana iyi gelenin bu yeşermek olduğunu hissediyorum.